30 Kasım 2014 Pazar

TÜRKİYE., YOLSUZLUKLAR VE HIRSIZLIKLAR CENNETİNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR..



TÜRKİYE., YOLSUZLUKLAR VE HIRSIZLIKLAR CENNETİNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR..



Türkiye yolsuzluklar ve hırsızlar cennetine dönüşmüştür. Bunları yapanlar bellidir. Türkiye, dünya üzerinde ekonomisi yolsuzluk nedeniyle çökmüş 3. sıradaki ülkedir. Bu bir millete yapılacak en büyük arsızlık ve haysiyetsizliktir.

Hepsi Yolsuzluk Özel İhtisas mahkemelerinde hızla yargılanacak ve tüm servetleri hazineye irad edilecektir. Bu şahıslar çıkarılacak özel bir kanunla TV kanallarında halka teşhir edilecektir. Memleket kapanın elinden alınacaktır. Çalınmayacak, çaldırılmayacaktır.

Soydaşlarımız Ortadoğu'da, Avrupa'da, Kafkaslar'da, Türkistan'da katlediliyor. Şu açıktır ki yeni dünya düzeni dedikleri teranede Türklere yer yok. Türk'ün de Türk'ten başka dostu yok.

Eğer bu millet ülkenin bölünmesine engel olmak istiyorsa; bölücü eşkıyaya ''Silah bırakın,teslim olun yoksa gerekeni yaparız!'' diyecek bir lidere ve örgütlenmesine destek vermelidir. Biz ta kendisiyiz!

Sağcı - Solcu diye ikiye bölünmüş ancak tek derdi vatan olan insanları birleştirmek istiyorum ve bunu da Hepar ile başardığımı görmek bana gurur ve onur veriyor.

Zaman geldiğin de ülkesi için bir şey yapmayan, öldüğün de hiç yaşamamış sayılır. Şimdi tam vaktidir; HEPAR’a katılın…
TEK UMUT TEK YOL HEPAR

TÜRK ULUSU!

Yalanı, talanı, yolsuzluğu, rüşveti görüp de önlemek için elini uzatmayan insanlar, bunları yapanlar kadar suçludur. “Bırak, bana ne!” boyunduruğu altından kurtulamayanlar ne özgür ne de yurttaş sayılamaz.

Panayır hokkabazlarından farksız siyasetçileri izleyip de, dilsiz ve ölü kayalar gibi bekleyenlerin, ne çocuklarının ne de ülkelerinin geleceğine vereceği hiç bir şey yoktur.

Parti mi kurtaracağız, yoksa Türkiye'yi mi?
Dış ve iç düzenin bir aracı olan mevcut siyasi putları kırın ve kurtulun.

Denenmişleri denediniz de ne oldu?

Geç kalmak kötüye işarettir.
Şimdi değilse ne zaman?
Tam vaktidir Türkiye…
Dürüst ve haksever olunacak.
Sözümüz söz yurttaşlarım…

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi  (Hepar)
Genel Başkanı

YA YENİDEN BİR İKİNCİ MİLLİ UYANIŞ YADA ESARET ADI ALTINDA MAHKUMİYET KARAR SİZLERİN
SİZLERE ESARET KÖLELİK DEĞİL
YENİDEN KURTULUŞU DOĞUŞU ÖNERİYORUZ
VATAN AŞKI + OSMAN PAMUKOĞLU = HAK VE EŞİTLİKTİR .
BOYUN EĞIŞİN MÜKÄFATI ESARETTİR
BİZE KATILIN BİR ŞEY KAYBETMEZSİNİZ :
ULU ÖNDER GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'E VE
SAYIN OSMAN PAMUKOĞLU PAŞAMIZA DEĞER VERİP,
ONLARIN BAŞI DİK DEVLET ONURLU MİLLET ÜLKÜSÜ İLE
TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE MÜCADELESİNE ORTAK OLMAK İSTEYEN MİLLİYETÇİ, SOSYALİST , VATANSEVER KARDEŞLERİM
LÜTFEN DAVAMIZA MÜCADELEMİZE DESTEK VERİNİZ

HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ HEPAR RESMİ SİTE BAĞLANTISIhttp://www.hepar.org.tr/

HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ "HEPAR"IN ;
FİNANSIDA MEDYASIDA BİZİZ. BU NEDENLE BAŞTA RESMİ FACEBOOK SAYFAMIZ OLMAK ÜZERE, GENEL BAŞKANIMIZIN VE GENEL MERKEZİMİZİN RESMİ TWİTTER VE FACEBOOK PROFİLLERİNDE PAYLAŞILAN TÜM BİLDİRİLERİ LÜTFEN KENDİ PROFİL VE BAĞLI OLDUĞUNUZ GRUP/SAYFALARDA DA PAYLAŞARAK DAHA GENİŞ KİTLELERE ULAŞMAMIZA YARDIMCI OLUNUZ.BU HER PARTİLİ'NİN YERİNE GETİRMESİ GEREKEN VAZİFESİDİR.
TÜM GİDERLERİ HALKIN KENDİ ÖZ KAYNAKLARI TARAFINDAN KARŞILANAN
HİÇBİR KURUM VE KURULUŞA BAĞIMLI OLMAYAN
(GEBE OLMAYAN ) TEK PARTİ
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ ( HEPAR )

BAŞI DİK DEVLET, ONURLU MİLLET İÇİN
TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE HEDEFİMİZ İÇİN
YAŞASIN VATAN YAŞASIN TÜRK MİLLETİ


.

FAZIL SAY’IN SÖZLERİNE KULAK VERELİM




FAZIL SAY’IN SÖZLERİNE KULAK VERELİM.,


Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)
————————-
Fazıl Say, son asırda Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirdiği, ünü dünyayı kaplamış ender sanatçılarımızdan biridir. Sanatçı kişiliğini tüm dünya kabul etmiştir. Eserlerinin tamamı yerlidir. Türk kültürü ve Türkiye motiflidir. Fazıl Say’ın eserleri dinleyen her Türk vatandaşını iliklerine kadar titretir, ürpertir, Türklüğünü hissettirir ve gururlandırır.
Yurt dışında verdiği konserler o ülkede ve o şehirde yılın sanat olayı niteliğini taşır. Bu sanatçımız; Türkü, Türklüğü ve Türkiyeyi yurt dışında en üst düzeyde temsil eden bir kültür elçimizdir.
Devlet ve milletçe başımızın üstünde tutmamız gereken Fazıl Say’dan ne yazık ki kendi vatanında hak ettiği, ilgi ve sevgi esirgenmektedir.
Sanatçılar ülkelerin nadide çiçekleridir. Çok zor ve ender yetişirler. Onlara sahip çıkmak bir vatan borcudur..
Gelin şimdi uluslararası gurur kaynağımız Fazıl Say’ın sözlerine kulak verelim. Ve yaratılan bu anlamsız çekişme ortamının biran önce kalkmasını dileyelim.
———————-
Sayın Başbakan, Sayın Kültürü bakanı ve tüm yetkililer,
Size bu mektubu Pekin’den yazıyorum , bu akşam Çin’de konserim var. Programda kendi eserlerim var.
Ben Japonya’da turnedeyken 3 eserimin Ankara’da programdan çıkarılmış, olay Türkiye’de ve dünyada tepki ile karşılanmış.
Hoş bir durum değil.
Size söylemek istediklerim var. Umarım okursunuz ve bir insanı anlamaya çalışırsınız…
Ne zaman gerçekten “güçlü” olunur biliyor musunuz? Hem doğuyu, hem batıyı , hem de ikisinin sentezini en iyi şekilde var ettiğinizde.
Ankara’da çalınması yasaklanan “İstanbul Senfonisi” eseri işte bu yüzden dünyanın her yerinde çalındı. Daha geçen hafta Tokyo Senfoni Orkestrası çaldı.
İstanbul Senfonisi, 80 kişilik batı orkestrasının en önünde Ney, Kanun, Bendır ve Kudüm ile çalınan bir eserdir. İstanbul’u müzik ile anlatır. Eserin sözleri yoktur. 2010’daki ilk seslendirilişinden sonra dünya üzeri 50’den fazla Orkestra bu eseri repertuarına aldı.
Hemen hemen tüm Türk orkestraları da çalmıştır.
Bu eser ile ben 2013 ECHO ödülünü kazandım, klasik müzikteki en mühim ödüllerden biridir.
Daha da önümüzdeki tarihte nice çalınışları olacak.
Bununla gurur duyabil. Korkma bundan, bu eser sadece bir müzik eseri.
Gel bu bütün dünyada şaşkınlık ve öfke yaratan “yasakçı” tutumunu değiştirebil. Yıkıcı olma. Gel bu eseri Ankaralılar da dinleyebilsin . Bırak kim neyi seviyorsa sevsin. Destek ol buna.
Fazıl Say’ın 56 eseri var. 3 tanesi Ankara’da çalınamadı diye hiç bir şey değişmiyor Fazıl Say için. Dünya bu “yasakçı” tutumu ayıplıyor sadece. Türkiye’de de kimse daha iyi hissetmiyor bir müzisyene boykot uygulaması getirildiğinde. Sen de iyi hissetmiyorsun. Gel bunu değiştirebil. Kaybeden sadece bu kararı veren oluyor.
Korkma el uzatabilmekten.
Hatta “bu eseri Orkestramız olmayan şehirlerimize de götürelim” diyebil. Uzat elini. Merak etme değeri bilinir.
Katar’da bile dünyanın en pahalı Opera prodüksiyonları yapılıyor…
Farklı yaşam tarzları korku ve tehdit altında kalırsa, bu çok sağlıksız bir toplum dokusu yaratır. Ne ezen mutlu olur ne de ezilen.
Bırak Türkiye sanatta da dünya ile yarışsın.
Gel Operaları, Tiyatroları, Orkestraları kapatma, bırak izleyen izlesin, seven sevsin, halk karar versin neyin iyi olduğuna.
Hatta, daha iyi olması için bütçelerini bile arttır, dünya yarışında var olsunlar, bırak ne yapıyorlarsa yapsınlar. 21. Yüzyıldayız, özgür bir dünyadayız, pozitif kılabil dünyayı,”Türkiye’de iyi sanat yapılıyor” dedirt tüm dünyaya.
Korkma sanattan sanatçılardan. Karşındaki “askeri güç” filan değil, karşındaki müzisyen, tiyatrocu, dansçı… İnsan… Sade vatandaş…
BİR TÜRLÜ ANLAŞAMADIK
Yıllardır karşı karşıya geldik. Bu hükümet ile bir türlü anlaşamadık Başka sansürler, konser iptalleri, hep bizi karşı karşıya getirdi. Hep tuhaf karşılandı. Kimse mutlu olmadı.
Gel Antalya’da dünya çapında bir müzik festivali yaratmış bu ekibi işine geri koy, o festivali biz yarattık, emeğimizle, düşüncemizle, yaratıcılığımızla, hakkımızdır.
Hatta bu başarılı ekibe başka imkanlar bile tanı, “gelin diğer başka şehirlerimizde de yeni festivaller yaratalım” diyebil. “Gelin beraber büyüyelim” diyebil. Korkma bundan
Fazıl Say’ın dünya üzeri her yıl 100-130 konseri var. İstersen incele.
“Kimdir bu?” diye bir kere olsun bak anlamaya çalış. Bir Türk vatandaşı. Tüm eserlerinin konusu Türkiye olan bir sanatçı.
Her yıl 30’dan fazla ülkede 100-130 konseri var.
Bak, 3-4 konserimi iptal edince ne benim için bir şey değişiyor ne de başkası için.
Sadece şaşkınlık ve küçümseme ile karşılanıyor bu tutum.
İstediğin bu mu? bu ülke on yıllarca bu yanlışlar yüzünden kaybetmedi mi?
Türkiye’nin dünya üzeri tanınan bir kaç sanatçısı var. Ve bu noktaya şans eseri gelinmiyor, yarışmalar kazanılıyor, ödüller kazanılıyor, dünya üzeri yüzlerce şehirde binlerce konser vererek on yıllar süren bir emeğin karşılığında bir yere varılıyor ve hiç kolay değil o noktaya varmak.
Lütfen bir kere olsun anlamaya çalışın.
Saygılar
Fazıl Say
http://kumkale.wordpress.com/2014/10/23/fazil-sayin-sozlerine-kulak-verelim/
.

Hilâl ile Artı Muhabbet Programı Osman Pamukoğlu 28 Kasım 2014

Hilâl ile Artı Muhabbet Programı  

Osman Pamukoğlu  28 Kasım 2014







OSMAN PAMUKOĞLU Hilal'le artı muhabbet 28 Kasım 2014


Genel Başkanımız Sn. Osman Pamukoğlu,
artıbir tv'de Hilâl Ergenekon'un sunduğu
Hilâl ile Artı Muhabbet programında yaptığı
açıklamalardan bazı başlıklar

Halk istiyor diye MHP ve CHP ile görüşme teklif ettim.
MHP tabir-i caizse sipere girdi, kaçındı.
CHP Genel Başkanı Dersimli Kemal ile 1 saat 10 dakika görüştüm. Ülkenin durumunu anlattım. 30 Ekim'e kadar süre verdim.
Geri dönüş olmadı.

Ben de üzerimdeki ''Oylar bölünmesin.'', ''İttifak yapın.'' baskısını attım.

CHP Cumhurbaşkanlığı seçimiyle son barutunu kullanarak halkın gözünde bitmiştir.

Muharrem İnce, benimle Halk Arenası programına çıktığına pişman oldu.
Programda da Uğur Dündar'a dönüp '
'Tek tek konuk edin bizi diye söylemiştim.'' dedi.
Programı izleyen halkın da görüşleri ortada.
Yalova seçiminde beni aradı adayımı çekmem için ben de çektim. Yalova'yı kimin oylarıyla aldıkları ortada.
''Ben de sizle gelip Yalova'da propaganda yaparım.'' dedim.''
Benimle birlikte görüntü verince,


((( PKK'lıların oylarını, desteğini alamamaktan korktular.)))

Twitter ile bana yazıp çizmeyeceksin gelip karşımda konuşabiliyor musun?

Emine Ülker Tarhan partimize gelebilirdi, gelseydi kabul ederdik.

Dersim tartışması saçmalıktır.

Oy için Alevi vatandaşlarımızın üzerinden oyunlar oynamaya çalışıyorlar.

Ben yurdu geziyorum insanlar tamamen bu muhalefete öfkeliler..
Vatandaşlar bunlardan bıkmış durumda..

Bilinçli yurttaş konusunda millet olarak sıkıntılarımız var.
İnsanlarımız parti programlarına biraz baksınlar..

Beslenme bir toplum için çok önemli,
tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ilk hedefimiz olacaktır.

Türkiye'de vergi adaleti diye bir şey yok.
TRT'ye elektrik faturasından vergi mi ödenir?

Harçlar kaldırılacak eğitim ücretsiz hale getirilecektir.

Devlet adalet ve güvenlik için vardır.
6 – 7 Eylül ayaklanmasında güvenliği sağlayabildiniz mi?
Kamu düzeninden bahsediyorlar.
Ne düzeni sokak ortasında askerlerimizi infaz ediyorlar.
Rejim ve toprak bütünlüğümüz tehlike altında.
Göz göre göre de gidiyor.
Anlaşmalara göre bebek katili dışarı çıkacak.
Kandil’dekiler böyle söylüyor.
10.000 asker şehit edildi.
30.000 çoluk çocuğu öldürdüler.
78 öğretmeni şehit ettiler.
Türk milleti sessiz mi kalacak sanıyorlar.
Bölünmenin sonunda ne olacağı bellidir.

((( Bunun sonucu kaos ve iç savaştır.)))

Sokaklarda Kobani denen hareketlenmeler bir kalkışma hareketidir.

Türkiye, Fırat'ın doğusunda egemenliğinin % 70'ini kaybetmiştir.

Kobani'ye giden silahların ilerleyen zamanlarda
kime döneceğini herkes görecek.

Türk askerlerinin Suriye'de işi yok.
Çok meraklılarsa kendi çocuklarını göndersinler oraya..

IŞİD bölgede kalacak. Hava bombardımanlarıyla bu iş çözülemez.

Bu bölgenin karışıklığından en fazla çıkar sağlayan
İsrail ve İran'dır.
Çözüm süreci denen şey ülkenin bölünmeye götürülmesidir

Terörist başını dışarı çıkarmak için pazarlıklar yapılıyor. Bu yol, yol değil..

HDP denen şey PKK'nın meclisteki uzantısından başka bir şey değildir.

Halk bize gerekli desteği versin,
HEPAR meclise girsin, bu bölücülere adım attırmayız.

HEPAR Genel Başkanı olarak söylüyorum teröristlerle müzakereler derhal kesilecek.

Bizim parti programımız belli teslim olmazlarsa yerleri belli, gidip hepsini alacağız.

Biz meclistekiler gibi kurusıkı laf yapanlardan değiliz.
Bunların dertleri koltuk sevdası..

Başbakan olursam ilk icraatım
huzur ve güvenliği sağlamak olacaktır.

Genelkurmay Başkanı
görevini iyi idare edemediğini düşünüyorsa bıraksın.
Görevini yapamıyorsan istifa edersin,
aksi halde sen de tependekilerle beraber gidersin.

Ordumuza kumpaslar kurulurken
Genelkurmay Başkanı olarak duruş göstermiyorsan
orayı işgal etmeyeceksin.

TSK kumpaslarla fazlasıyla yıpratılmıştır.

MGK, YÖK ve RTÜK kaldırılacaktır.

Yüzde on barajının olduğu yerde
demokrasiden bahsedilemez.

Ben HEPAR'ı, AKP ile mücadele etmek için kurdum.

Bunları iktidardan indirecek bir oluşumun gerçekleştirilmesi şarttır.

Yolsuzluk, yoksulluk ve cehaletten nemalanan bir siyasi iktidar var.

Yolsuzluk ve rüşvet yiyenlerin
devlet yönetimine getirilmemesi gerekir.

Bunlar müslüman diye diye kalıplaştırılmış bir siyasi iktidar var.
Bu ülkenin bütün değerleri yozlaştı.

(((( Devrimler sonuçlanmadı. )))

Atatürk'ten sonra gelenler de devrimleri kemirdiler.
O nedenle Anıtkabir Özel Defteri'ne

(((''Bugün bizim için 11 Kasım 1938'dir.'' yazdım.))) 

Yarım kalan devrimleri tamamlamak için HEPAR'ı kurdum.

MHP, bedelli askerlik konusunda eveleyip, geveliyor.
Karşıyız desene! Nerede sizin milliyetçiliğiniz,
nerede vatanseverliğiniz!

Sarayların yanında uçakların,
Mercedes'lerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
Almanlar bile bunlar kadar Mercedes'e binmiyor.
Bunun adı görmemişliktir.
Sanki sultan soyundan geliyor.

HEPAR, Türk milleti için 2015 Genel Seçimi'nde bir şans.
Bu şansı değerlendirip, değerlendirmemek Türk milletinin elinde. HEPAR'ın doktrini ortada, yapacakları ortada.
Değerlendirmedikleri takdir de benim kaybedeceğim bir şey yok. Olacaklar ortada.

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi Hepar
Genel Başkanı
28 Kasım 2014 saat: 20:30

Hilâl ile Artı Muhabbet programı

Genel Başkanımız Osman Pamukoğlu,
+1 TV'de Hilal Ergenekon'un konuğu oldu.
Emeği geçen herkese teşekkür ederiz.



Programıma sizi konuk edeceğimi duyururken
 ''Efsane Komutan'' unvanınızı kullandım.
Çünkü sizi emekli bir asker olarak görmüyorum.
Siz hala benim komutanımsınız
ve sonsuza kadar da öyle kalacaksınız.

Hilal Ergenekon

http://youtu.be/0bUaUWYbu2Q

29 Kasım 2014 Cumartesi

SİYASİ DÜZENİN KUŞCULARI!.

SİYASİ DÜZENİN KUŞCULARI!.

siyasi-duzenin-kusculari
Kuşçular (kuş avcıları) ile, bir düzen partisine çöreklenip çıkarından başka hiçbir şey düşünmeyen, bunu da meslek haline getiren köy kurnazları arasında hiçbir fark yoktur!.
Kuşçu, nasıl ki kuşları tuzağa düşürüp yakalar ve onları satarak para kazanırsa, düzenci siyasetçi de insanları kandırarak oyu kapar ve kendine menfaat sağlar. İkisinin arasında hiç mi hiç bir fark yoktur. Şöyle ki: Kuşçu, özgür kuşları tuzağa, pusuya düşürmek için şu vasıtaları kullanır: Kendisinin bir kafeste beslediği, özgür kuşları öterek kandıracağı bir kuş, mostura denilen ve uzaktan çekilerek kuşların üzerine kapanan bir ağ, ağın önünde kuşların sevdiği tohumlu bitkiler ve sanki bu bitkilerin üzerinde yem yiyen ama ayaklarından özel bir çatal kazığa bağlı, uzaktan iple hareket ettirilen başka bir aldatma kuşu kullanılır..
Kuşçu, bununla da yetinmeyip başka bir tuzak daha kullanır. (Bunun sebebi mosturaya gelmeyen ve yere inmeyen, daha yüksek yer arayan kuşlar içindir.) O tuzağın adı da sallosturadır. Sallostura, kuşları kandırıp ökseye oturtmak içindir. Bu düzenek şudur: İnsan boyunda çok kalın olmayan bir ağaç çubuğun bir tarafında, ince dala iyi sarılmış ökse, diğer tarafında ise gene çağrı yaparak hem cinslerini öterek kandıracak olan ayaklarından bağlı, besleme bir kuş bulunur. Kuşçu, ağaç çubuğun gövdesine bağlı ince ipi uzaktan çektikçe, öksenin diğer tarafındaki kuş havalanır ve tekrardan kendi çubuğuna konar. Çağrıya aldanarak gelen özgür kuşlar ise ökseli çubuğa geldiklerinde ayaklarından ve çırpınmaya devam ettiklerinden kanatlarından ökseye yapışarak baş aşağı olurlar..
Kuşçuların bir kısmı bugün, canlı çağrı yapan kuştan ziyade teknolojiden yararlanarak, iyi öten kuşların seslerini CD’ye kaydedip kandırma işini bununla yapmaktadır. Kötü öten, ötmeyi beceremeyen kuşlarla bu iş yapılamayacağından işi teknolojik aldatmaya dökmüşlerdir. Bu, camlara yazı yazıp, sanki doğal bir konuşmaymış gibi salı toplantıları, açık ve kapalı alanlardaki toplantılarında konuşanlar bu gruba dahildir..
Şöyle bir düşünün bakalım!. Tuzak, aldatma, pusu kurma ve sahtekarlık da şu kuş avcılarıyla, siyasetten çıkar sağlayan bu düzenciler arasında hiç fark var mı?.
Siz hala düzen partili misiniz? Karar sizin, ya kafes ya da özgürlük…
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/siyasi-duzenin-kusculari.aspx

..

27 Kasım 2014 Perşembe

OSMAN PAMUKOĞLU CEVAPLADI; İŞİD NASIL BİTER VE YOK EDİLİR..


OSMAN PAMUKOĞLU CEVAPLADI; İŞİD  NASIL BİTER VE YOK EDİLİR..



Osman Pamukoğlu, Halk Tv'de, CHP'li Muharrem İnce ile birlikte Uğur Dündar'ın konuğu oldu. Programın gündemi, Ortadoğuda yaşanan gelişmeler ve çözüm süreciydi. Pamukoğlu, Ak Parti'yi, çözüm sürecinde Abdullah Öcalan'ın her dediğini yapmakla suçladı.

"TÜRKİYE SURİYE TOPRAKLARINA ASLA GİRMEMELİ"

Osman Pamukoğlu, 1991 ve 2003'de yaşanan savaşların Ortadoğu'yu mahvettiğini söylediği konuşmasında, "Türkiye suriye topraklarına asla girmemeli. Bizim orada işimiz yok. Geçilmeyecek, tehlikeli. Savaş denilen şeyin öncesi de içi de belirsizliktir." dedi.
Pamukoğlu, Uğur Dündar'ın, "IŞİD tehlikesi Türkiye tarafından nasıl algılanmalı, bununla mücadele nasıl olmalı?" sorusuna da şu cevabı verdi;

"TIRNAĞI OLAN BAŞINI KAŞISIN"

"Orada, Kobani, Cezire, Afrin var, Kürtlerin yaşadığı yerler. IŞİD, Kobani'yi yani ortadaki baklayı koparmaya çalışıyor. Sıra diğerlerine de gelecek. Kobani'ye gittiğinizde şunu görüyorsunuz. Yakalarında İmralı'dakinin resmi, makam odalarının arkasında İmralı'dakinin resmi, bir tarafta PYD'nin bir tarafta PKK'nın bayrağı. Kobani'de halk yok. Savaşanlar var. PKK isterse dağ kadrosunu Kobani'ye gönderir ama göndermiyor. Ne diyor Kandil'dekiler, "biz dağda çarpışırız kırsalda çarpışmayız." Pazarlık mı yaptınız nerede çaçarpışacağınızla ilgili. PKK, topraklarımızdan hiçbir zaman çekilmedi. İmralı'daki oradan tehdit ediyor sürekli. Şöyle olur böyle olur. Rojava ya da başka bir yer, bizim o topraklara yapabileceğimiz bi şey yok. Tırnağı olan başını kaşısın."

"KENDİ BAŞIMIZA IŞID'LE MÜCADELE EDEMEYİZ"

Osman Pamukoğlu, Türkiye'nin IŞİD'le nasıl mücadele edeğine ilişkin de şunları söyledi;
"Bunu kendi başına yapamaz. Suriye'nin yüzde 35'ini Irak'ın yüzde 30'unu aldığınız zaman ne yapacaksınız. ABD Devlet Başkanı bile 3 yılı alır dedi sonra da bu uzun sürer dedi. 1300 km'lik sınırımızı hayal edin. Muazzam bir şey. IŞİD'le temas etmemiz için bu sınırlardan 40-50 km güneye girmemiz lazım. Bu birkaç tugayın, 30-40 bin askerin yapabileceği bir şey değil. Bütün dünya bu konunun üzerine eğilecek. İttifak yapmadan bunu yapmak mümkün değil."


..

BARIŞ HAYÂLİ BİR KAVRAMDIR.. AMA SAVAŞ GERÇEKTİR.

BARIŞ HAYÂLİ BİR KAVRAMDIR.. AMA SAVAŞ GERÇEKTİR.




..İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri tanıyan ve genelleştiren kimselerdir. Fikrin özelliği de hiç bir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendisini kabul ettirmesidir. Bu ise fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesi ile mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki,onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka yargılamaların hükmü kalmaz.Gazi Mustafa Kemal Atatürk .(1914)
Musul Konsolosluğumuzun 49 çalışanını üç aydır rehin tutan ve aldıkları rehinelerin kafalarını tek tek keserek televizyonlarda yayınlatan IŞİD terör örgütüne karşı Başkan Obama savaş ilan etti. Hazırlanacak koalisyon güçleri ile fiilen bu örgütün ortadan kaldırılması için düğmeye basıldı. Bu demektir ki Irak ve Suriyede halen devam eden kaos-kargaşa ve Asimetrik Savaş ortamı daha da artacak. Ortadoğu ülkeleri sıcak savaş ortamını yeniden yaşayacaklar.
Savaş ve barış insanoğlunun günlük hayatta en çok kullandığı kavramlardır. Savaş bir gerçek olayı, hareketli bir durumu ifade eder. Barış ise olması şiddetle arzu edilen ama bir türlü ulaşılamayan bir durumu anlatır.
Biz biliyoruz ki dünyadaki tüm hayvanlar arasında hiç bitmeyen kıyasıya bir savaş vardır. Bu savaş zorunludur ve bu tamamen hayatta kalabilme içgüdüsünün yansımasıdır. Tamamen doğal olarak yapılarından gelen ve hayatı idame amacıyla diğer cinslere karşı yapılan saldırıda fiziki güç kullanımı esas faktördür. Burada güçlü olan güçsüzü mutlaka yener. Sonunda güçlü yaşar, güçsüz ölür.
İnsanlar arasındaki bitmeyen mücadelenin temelinde de maddi çıkar temini yatmaktadır. Buna rağmen akıl ve mantık gibi unsurlarla kendini eğitip geliştirme kabiliyetine sahip insanların maddi çıkar  temininin yanında daha pek çok çatışma sebebi vardır. Genellikle kışkançlık ve bencillik egosunun hakim olduğu insanda savaş duygusu doğuştan mevcuttur. Bu duygu daima vardır ve insanı yönlendirip yönetmede önemlidir.
Canlılar arasında savaş kaçınılmaz bir olgudur ve daima olacaktır. Barış ise tarihin hiç bir döneminde fiilen olmamıştır ve olmayacaktır. Barış sözcüğü bir ideali bir özlemi ifade eder. Ütopiktir. Savaş sözcüğü ise gerçekleri anlatır. Savaş her zaman ve her yerde insanın hayatını yöneten ve yönlendiren bir egonun dışa vuruşudur.
Ayni ana-babanın ayni evde yaşayan, ayni kültür ve ayni ilgi ile büyüttükleri evlâtları arasından tamamen kıskançlık ve benlik egosunun tatmini yüzünden başlayan anlaşmazlık giderek maddi çıkarlar  devreye girdiğinde çatışmaya dönüşür. Abla-kardeş, abi-kardeş arasında bu bitmeyen kavgalar ebeveynleri en çok etkileyen ama bir türlü çözümünde başarılı olamadıkları temel aile içi olaylardır.
Aile içindeki bu çatışma çok doğaldır. Çünkü insanın tabiatında çatışma ruhu vardır. Yani yaratılıştan gelir. Munis ve sakin yaratılan kardeş huysuz ve bencil diğer kardeşin çatışma alanında yaşar. Biri hep saldırgandır. Diğeri ise daima savunmadadır. Bu çatışma bir ömür boyu sürer. Maddi çıkarlar ortaya çıktığında daha şiddetlenir. Miras paylaşımı gibi olağan durumlar ise kardeşler arasındaki en şiddetli ve kaçınılmaz mücadele sebeplerinden biridir.
Toplum yaşamında ayni kandan gelen ve ayni candan hasıl olan iki kardeş arasında dahi doğuştan meydana gelen bu doğal çatışmayı önlemek asla mümkün olamamıştır. Aile içindeki çatışma  aile dışındaki yakın komşular arasında devam eder. Ayni apartımanda birlikte yaşayan iki komşu arasında çatışmaya yol açacak pek çok etken vardır. Halı silkelemekten, gürültü etmeğe kadar süren çatışmalar istisnasız bütün toplumlarda vardır. Burada da temel etken kıskançlık egosudur.
Apartıman komşuları arasındaki çatışma alanından çıktığımızda yaşadığımız mahalle içindeki menfaât çatışmalarını görürüz. Mahalleler, sokaklar ve giderek köyler, kasabalar ve şehirler birbirine düşman olurlar. Yaşamımızın her safhasında ve her yerde daima çatışma vardır.
Bu çatışmaların çoğu maddi çıkar temininden çıkıyor gibi görünse de günümüzde iki kişi ve iki toplum arasında çatışma sebebi olabilecek pek çok etken dolaylı olarak kullanılmaktadır. Yani taraflar dışarıdan yapılan basit yönlendirmelerle kolaylıkla çatışma ortamına sokulmaktadır. Bir başka deyişle tarafların çatışmasının yaratacağı menfi sonuçlardan yararlanmak isteyen bir kısım mihraklarca bilerek, isteyerek, plânlı, proğramlı ve kontrollu çatışma ortamları yaratılmaktadır.
Mesela değişik futbol takımına sempati duymak gibi sanal bir olgu dahi iki kişi veya iki grup arasında çok önemli bir çatışma sebebi olabilmektedir. Bu kıyasıya çatışma karşı tarafın öldürülüp yaralanmasına veya sahip olduğu mal varlıklarının vahşice imhasına kadar uzanabilmektedir. Görüldüğü gibi burada maddi menfaat temini yoktur. Çatışmanın kaynağı tamamen düşünseldir.
Bugün kullanılan çatışma yaratma metotları arasında çeşitli ideolojiler yer almaktadır. İnsanoğlu kendisi gibi düşünmeyeni kendisi gibi düşünmeye ikna edebilmek için fikir tartışması yapmaktan kaçınır. Çünkü fikir çatışması ancak konusuna hakim ve karşıt fikirler hakkında da yeterli bilgi sahibi eğitim düzeyi yüksek kişiler arasında yapılır.
Fikirler çok uzun ve dikkat isteyen bilgi edinme sürecinden yani yeterli bir eğitim devresinden sonra sahiplenirler ve ancak bundan sonra karşıt fikirlerle mücadeleye girebilirler. Bir fikir sahibi kendi fikri kadar mücadele edeceği fikir hakkında da yeterli bilgi sahibi olmadıkça iki karşıt fikir arasında fikir tartışması yapmak imkansızdır.
Atatürk’ün başlıkta yer verdiğim  bariz ifadesi ile açıkladığı gibi insanları fikirler ve bu fikirleri sahiplenen kimseler yönetmekte ve yönlendirmektedir. Aslında burada mücadele fikirlerle birlikte fikirleri sahiplenerek sistemi yöneten kişi veya gruplar arasında olmaktadır. Dünyadaki tehlikeli davranışlardan biri de eksik ve kulaktan dolma bilgilerle fikir mücadelesine girmektir. Bu durumda bilgilerin değil kaba kuvvetlerin çatışması çok doğaldır.
Bilgisiz insanların kendisi gibi düşünmeyenlere yapacağı ilk şey kaba kuvvetle korkutup sindirerek rakibe fikrini kabul ettirmeye çalışmaktır. Yani kısa ve en kestirme yolu denemektir. Nitekim günümüzde değişik ideolojilerin birbirleri ile fikir plâtformunda değil, elde silah kaba kuvvetle savaş alanındaki mücadelelerine şahit olmaktayız.
 Fikir çatışmalarının ortak bir noktada birleşebilmesi idealdir ama pratikte bu imkansızdır. İşin içine kuvvet ve zor kullanılması girince karşıt fikirler arasındaki anlaşmazlıklar çok kısa sürede küçük çatışmalardan kitlesel savaşlara kadar dönüşebilmektedir. Nitekim, günümüzde ideoloji ayrılıkları  savaşların ana sebebi olan ekonomik çıkarların elde edilmesi gerçeğinin yerini almıştır. Şimdi fikir ayrılıkları  (ideolojiler) çatışmalarda başrolü oynamaya başlamıştır.
En geniş kitleleri etkisi altına alan ideolojiler olarak görülen dini inanç ve itikatlar; kişi ve gruplar arasındaki küçük çatışmalardan kıtalararası savaşlara kadar varan Haçlı Savaşları gibi büyük çatışmaların temel sebebi olmuştur. Tarihte bunun örnekleri tüm dini inançlarda görülmüştür. 
Bugün de Suriye ve Irak’ta İŞID terör örgütünün kendisi gibi düşünmeyen dindaşlarına yaptığı vahşet dünyayı dehşete düşürmeye yetmektedir.
Peki nedir bu savaş ve çatışma arzusu.? Bunun sonu olmayacak mı.? İnsanlar hep birbirleri ile savaşacaklar mı.? Barış, huzur dolu ve istikrarlı ortamlara insanlar kavuşamayacak mı.?
Bunların geçerli cevabı şudur; “ Evet insanoğlu bu yer kürede kaldıkça birbiri ile daima çatışacaktır, barış ise ulaşılmak istenen bir hedef olarak kalacaktır.” Aslında insanlık tarihi tamamen insanların, toplumların ve kültürlerin birbiri ile çatışmalarının tarihidir.
Tarihte hiç bir zaman hiç bir yerde devamlı sulh ve sükûn dönemi olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. İnsanlar savaşı gerçek olarak yaşamaya ve bunun yıkımını görmeye devam edeceklerdir.  Barış ise daima dillerde kalan güzel bir duygu olarak hayallerimizi süsleyecektir.
Bu durumda yapılabilecek tek şey bu çatışmaları yaratan etkenleri mümkün olduğu kadar azaltarak çatışma sonunda meydana gelebilecek tahribatı hafifletmek olacaktır.
Peki insan doğasında varolan bencilllik ve kıskançlıktan kaynaklanan ve maddi menfaat elde etmeye yönelmiş egolar olduğunu bilerek bunu çıkarları için kullananları önlememiz mümkün değil mi.?
İşte bu mümkündür? Çünkü bu gruplar kendi çıkarlarının elde edilmesinde insanlar arasındaki renk, dil, inanış faklılığından doğabilecek muhtemel çatışmaları körükleyerek önce toplumları ve bilahare ülkeleri bir savaş alanına çevirmektedir.
Burnumuzun dibinde kendi müesses nizamı içinde yaşayan Irak halkını liderleri Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarmak için ABD kıtalar ötesinden geldi ve ülkeyi bir uçtan bir uca işgal etti. Bu demokrasi oyununa diğer ülkeleri de kattı ve koalisyon güçleri adı altında dünya ordularını bölgeye yığdı. Havadan ve karadan yapılan acımasız saldırılarla bir milyonu aşkın Irak’lı hayatını kaybederken Irak toprakları bütün tarih, kültür ve tabiat varlıklarıyla bir harabeye çevrildi.
Ülke yağmalanırken Irak halkı kendi içinde birbirine düşürülerek işgalci güçlerle değil, birbirleri ile savaşır hale getirildi. Iraklılar her alanda zayıflar ve fakirleşirken ABD kontrolündeki petrol ve silah tüccarları, para babası bankerler, medya patronları ve nihayet küresel işadamları kârlarını katladılar.
ABD başkanı Bush, Irak’a demokrasi getirdiklerini(!) ve bu demokrasinin benzerini Büyük Ortadoğu Plânı çerçevesi içinde diğer 24 Ortadoğu ve İslam ülkesine getireceklerini dünyaya duyurdu.
Irak’ın işgâlini takiben Kuzey Irak’ta Türkiye’nin baskısından uzak kalan PKK terör örgütü ABD’nin kontrolundaki bölgede giderek güçlenmiştir. Aldığı ABD ve desteği ile silah ve kadrolarını yenileyerek giderek büyüyen PKK, yeterince güçlendiğine kanaat getirdikten sonra 2003 yılından başlayarak Türkiye’ye soktuğu militanları ile ülkemizi asimetrik savaşın harekât alanı haline getirmiştir.
Ülkemizi ve bölgeyi daha karanlık günler beklemektedir.
Sıcak savaş kapımızdadır. Muhtemel sıcak savaşlara hazırlıklı olmak zorundayız.

  Dr.  Tahir Tamer Kumkale

..

NE OLACAK BU MİLLİ EĞİTİMİN HALİ ?


NE OLACAK BU MİLLİ EĞİTİMİN HALİ ?




Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfan’ın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit Türk milleti yükselecektir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1933)
——————————
Eğitim ve öğretim faaliyeti çağımızın ve bilgi toplumunun ihtiyacına göre değişen ve gelişen bir seri sistemlerin bütünüdür. Sürekli araştırma ve geliştirme ister. Aydınlarımızın üzerinde kafa yorup, sorunların çözümüne katkıda bulunmaları gereken en önemli milli davamızdır.
Bugün bizi biz yapan ve bizim hâlâ Türk kalmamızı sağlayan milli kültür değerlerimiz çok ciddi küresel saldırı altındadır. Binlerce yıldan günümüze taşıdığımız, ve bize Türk kimliğini veren kültür değerlerimizi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğumuzu bilmek ve buna karşı milletçe direnmek zorundayız.
Bu direnmeyi gerçekleştirecek gücü ancak çok iyi bir milli eğitim sistemi ile elde edebiliriz. Bu gücün lokomotifi ise vefakâr ve fedakâr Türk öğretmenleridir.
Kültürün muhafazası tamamen eğitim ve öğretim meselesidir. Eğer Türk milli değerleriyle yetişmiş, milli şuura erişmiş, konusuna hakim, bilgili ve bilinçli öğretim kadrolarına sahip değilseniz küresel saldırılar karşısında Türk toplumunun korunması asla mümkün değildir. Cumhuriyet öğretmenlerine Türk milli varlığının muhafazası ve devletin bek’asının sağlanmasında önemli görevler düşmektedir.
Mücadele etmeleri gereken konular çok ağırdır. Bu mücadele; bilgi, tecrübe, azim ve irade gerektirir. Sarsılmaz bir iman ve kendine güvene ihtiyaçları vardır.
Öğretmenlerimiz kutsal eğitim görevini yerine getirirken karşılaşacakları sorunlar ile bunların Türkün aklı ve kabiliyetine göre çözüm metotlarını Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bütük Nutuk” isimli eserinde bulacaklardır..
Günümüzde Türk Milli Eğitiminin içinde düşürüldüğü çıkmaz durum ülkemizin ve insanlarımızın geleceğine ilişkin kaygılarımızı arttırmaktadır. Bir ömrü eğitim ve öğretim camiası içinde hizmet ile geçiren tecrübeli eğitimci Mehmet Halil Arık Beyin kaleme aldığı “ÖĞRETMENİNDEN Milli Eğitim Bakanı NABİ AVCI’YA YENİ MEKTUP (1. BÖLÜM)” başlıklı yazıya internet kanalı ile ulaştım.
Değerli öğretmenimiz Sayın Mehmet Halil Arık Bey’in aşağıya tamamını aldığım yazısı tarihi bir ders niteliğindedir. Her kelimesi ve her satırına katılıyorum. Yarın bugünleri yazacak olan tarihçilerin eline verilecek en önemli belge olarak görüyor ve BİLDİRİ-YORUM okurları ile aynen paylaşarak vicdani görevimi yerine getiriyorum.
Yazı yorum gerektirmeyecek kadar açık ve anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır.
Umuyorum ki yetkili ve etkili zevattan da okuyan ve ders çıkaran olur.
——————————————————————–
ÖĞRETMENİNDEN Milli Eğitim Bakanı NABİ AVCI’YA YENİ MEKTUP (1. BÖLÜM)
Sayın Nabi Avcı…
Sevgili Nabi…
Nabi…
Hitaba uygun sözcüğün hangisi olacağı konusunda kendimle ihtilafa düştüğümü İtiraf edeyim.
Sayın’la girmek istedim söze…vazgeçtim. Sözcüğün, saygınlık bağlamında, bunca olanlardan sonra, anlam ve önemini yitirmişliği geldi aklıma… ondan vazgeçtim.
“Öğretmen-öğrenci ilişkisinin büyüsünü bozmasın” kaygısıyla, sevgili Nabi; diye başlamak geldi içimden… Vazgeçtim. Zira, olanlar karşısında, sevgi ile yadedilecek geçmişin sade, duru ve samimi anılarından başka bir şey kalmamışlığına da kahredip bu sözcükle hitap etmeyi de düşüremedim üzerime… Öfkenin değilse bile, hayal kırıklığının yumuşatılmış ifadesinin arkasına saklanıyor olmak-gibi geldi… ondan vazgeçtim.
Nabi… diyerek, söze girmek en iyisi gibi geldi bana.
Sen bunu, 40 yıl öncesine giderek, öğretmeninin sınıfta sana doğrudan hitabıymış gibi algıla… Gelebilecek farklı kaba-saba yorumlara takılma… Dinle onu.
O sizleri hiç dinlemezlik etmedi… Sizler üzerinde hiçbir emrivaki (dayatma) uygulamadı. Uygulamak isteyenlere de, hep karşı durdu. Ona yanlış yapmadınız. Sizler saydınız, o sevdi!… Sizlere öğretirken, sizlerden çok daha fazlasını öğrendi. O günlerin ortak idealizminin bu günlere uzanan tazeliğidir ona bunları söyleten.
Geçen 40 yılların izini alnında görebilirsiniz de, yüreğinde asla göremezsiniz. O yıllarda da, Dünya’yı kimyadan önce görürdü. Sizlerdiniz dünyanın merkezi!… İnsan merkezli eğitimin gereği için o gencecik beyinleri idealize etmekti hedef. Yarınlara hazırlığın temeli olsun isteniyordu, o günlerin öğretileri, hilesiz, yalansız, dayatmasız.
Okuyanların, düşündüklerini aklın sentezi içinde en iyi ortaya koyanların başında gelirdin!…Dayatmalara, kalıplaşmış uygulamalara “fikri hür vicdanı hür” birey olmak adına karşı duruşlarını, öğretmenin unutmadı. Ama ne yazık ki sen, o günlerini unutmuş görünmektesin!..
Dönüp soruyor kendisine şimdi, o senin öğretmenin: Birileri adına, yanlışlıkların taşeronluğuna soyunmuş makam sahibi Nabi; O’mu!?…
*Milli Eğitim Komisyonu Başkanı iken, hani 4+4+4 gaflet yasasının 21 maddesini 25 dakikada, komisyondan geçirip tutanağa bağlanmasını sağlamıştınız ya!. O da size “takılı kaldı yüreğim geçmişe” deyip, sitem dolu bir mektup yazmıştı.
*”Üzüldüm” demişti; Demokrasi, vicdana inmedikçe, soksan duracak cinsten değilmiş!” demişti. 21 maddeyi, 25 dakikalık demokrasi vicdanına sığdıramamıştı.
*Utandım; öğrenen öğrenemediyse, öğreten öğretememiştir, ilkesine takılıp utandım. Demişti. Demokrasinin ayıbı saymıştı o gün olanları.
*Kahroldum; zira; “bu sistemle; adam değil; ancak, biat ve sadakat erbabı kula kulluk etmeye hazır ümmet yetiştirilir” diyerek, kahroluş gerekçesini koymuştu ortaya.
O günden bu güne katlandı üzüntü, büyüdü kahır!..
Aceleye getirilişinden, içeriğinin tartışmalara fırsat verilmeyişinden belliydi o yasanın peşinden bu günlere kurulacak köprüler.. Sen de, o köprünün Dumrul’u olma görevini o günün çarşambasında, gelecek perşembenin hatırına yüklenmiştin.
18 Milyona varan bir nüfusa eğitim adına doğrudan hükmeden sıfatın sahibi olarak; birkaç sorum olacak. Soru sahibini öğretmenin olarak değil de, demokrasinin kendisine tanıdığı vatandaşlık hakkını kullanmak isteyen sıradan bir vatandaş olarak algıla lütfen:
Görevde bulunduğun dönem içinde, seni unutturmayacak çok şeyler oldu da, iyilikle yad edilmene vesile olacak, aydınlığa çağdaşlığa dair, eğitim adına birşeyler oldu mu!?
Müfredat programları mı daha çağdaş hale getirildi örneğin !?
Öğretmenlik mesleği daha saygın hale mi getirildi!? Sürgünler mi bitti!? Kayırmalar ve kadrolaşmalar mı sona erdi!?, Sadakatın yerini liyakat mı aldı!? Eğitimde fırsat eşitliği özlemine çareler mi bulundu?
Fizik, kimya, matematik branşlarında bilgi düzeyleri yükseldi de Uganda’nın, Angola’nın, Afganistan’ın önüne mi geçtik!… Felsefe dersleri öğretim programlarında, dünya ölçülerinde yer alır mı oldu!?.
Okullaşma oranı mı arttı!?, Kapatılan köy okulları yeniden mi açıldı!? Taşımalı eğitim ucubesiyle, tamamen öğretmensiz bırakılan köyler, köy imamlarına teslim edilmekten mi kurtarıldı!?
Şaibesiz, dertsiz tasasız sınavlar mı yapılır oldu!?… Say say biter mi!?..
Dünün; yarası kangren, karmaşası kaos oldu!…
Bir empati yap hadi!… Şu an Milli Eğitim’inin içinde bulunduğu kaosun onda birini öğrenciliğinde sana dayatsalardı ne yapardın!?…
İşte sana anahtar. Çözüme buradan başla işte!..
Bu gün, karar verme konumundan çok; biat adına dayatmaları uygulatma konumunda taşeron rolünde oluşun üzüyor ve kahrediyor senin öğretmenini.
Sınıfın gönüllü sözcülüğüne soyunan 44 yıl önceki o Nabi Avcı’yı görmek istiyor hala o. O gün, olumsuzluklara karşı, sınıfın hakkını savunan Nabi’nin, bu gün de 76 milyonun yanında, dayatmalara karşı durmasını bekliyor o senin öğretmenin!…
Mantığıyla, okuyarak kazandığı edinimlerle, toplum yararına olmayan gidiş ve girişimlere, akıl dışı davranışlara, haksız uygulamalara, bilimde, pedagojide, sosyolojide, psikolojide yeri olmayan eğitim adı altındaki karanlık dayatmalara cesaretle karşı duracak Nabi Avcı’yı özlüyor o senin öğretmenin. Bulamadıkça da kahroluyor… o senin öğretmenin!.
Dönüp yine soruyor… Nabi bu mu? Her adımıyla, çözüm yerine, milli eğitimde yeni kaoslara sebep olan, bilim adamı Nabi!!…?…
Şunu çok açık dille ifade etmek isterim. Eğitim bir süreç. Canlı.. Değişim ve gelişim içinde bir organizma yani. Bu nedenle günün gelişen şartları içinde, yeni yeni sorunların ortaya çıkışı eğitimin doğası gereği olması gerekendir. Ne var ki;Türk Milli Eğitimi, hiçbir dönemde, bu denli olumsuzluklar içine gark olmamıştı.
Sınavlar şaibeli, atamalar kayırmalı, içerikler çağdaşlıktan uzak…. kayıtlarda kaos… Eşitsizlik diz boyu. Yönetmelikler keyfi. Yakılan okullar da kaosun ikramiyesi!..
sorunların üstüne; boynuzlu kulaklı bir de kızımız oldu. 9 yaşa indi türban, özgürlük adına!… Magazinel söylemden kurtulacakmışız yönetmelik; yayınlanınca;!… Öyle dediniz.
Bilesin ki; bu söylemin yüreklere su serpmedi. Aksine, alaylı esprilere konu oldu!..
Al yayınlandı işte!.. Baş kapalı olacakmış ama; yüz açık olacakmış!… Güya; peçeye yasak yani!… Sormazlar mı adama!.. Başı kapatmak özgürlük oluyor da; yüzü kapatmak niçin özgürlüğe dahil olmuyor!?.. O inanç değil mi!?.. Yoksa; saç yüzden daha mı “cazibedar” da kapatmada öncelik saça veriliyor!?.. Ya saç kapatma özgürlüğüne ek olarak birisi de yüz kapatma özgürlüğü talep ederse…? Ne hakla o’nun özgürlük talebine engel koyacaksınız!?..
Kaygım büyüdü. Artık susamıyorum… Örtünmek dinen avret yerlerini örtmeyi emrettiği iddiası ile yapılıyorsa, 9 ya da 13 yaşındaki bir çocuğu, cinsel obje olarak görmek asıl sapkınlık değil mi!?.. Yine; 9’undaki bir kız çocuğunu 9’undaki (en çok da 13) sınıf ve okul arkadaşının cazibesinden kurtarmak adına kapatmak din adına insani erdemleri katletmek değilse bile, dış dünyayı potansiyel saldırgan ve tacizci görmek değil midir?
Sen de 12 yaşında, karma yatılı okuldaydın Sayın Nabi Avcı!.. Ne büyük günahlar işlenmiş ne çok “özgürlükler” katledilmiş değil mi o yıllarda!.. O günlerin günah şahitliği mi seni bu gün ahlaki gardiyanlığa nöbetçi kıldı!?..
Yoksa Ziya Paşa’nın ağzından; “Evvel yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı!” deyip, marifetinize bir nazire mi ekleyelim!?..
Bu gün, türban ile sapkınlıkların önüne geçmek isteyen zihniyetin yakın gelecekteki talebi, anaokullarından itibaren kız-erkek okullarının ayrılması, cinsiyete göre öğretmen talebi olacaktır. Dilerim bunu da senin uygulama dönemine denk getirmezler. (1.bölümün sonu)
29.Eylül 2014
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ 
mehmethalilarik@gmail.com
http://kumkale.wordpress.com/2014/10/02/ne-olacak-bu-milli-egitimin-hali/
..