30 Aralık 2015 Çarşamba

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ ( Ermenistan’ın yüz Karası: Hocalı Soykırımı )





( Ermenistan’ın yüz Karası: Hocalı Soykırımı )

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ 



Tarih: 17 Şubat 2012 

Bilgi ve vicdan sahibi hiç kimse inkar edemez ki, Hocalı soykırımı bir geçektir. Bu gerçeği hiçbir insan, hiçbir Müslüman, hiçbir Türk asla unutamaz. Unutmayacağız.

Çünkü: 1992 yılının 25 Şubatını 26’ya bağlayan gece yarısı Azerbaycan’ın 7 bin nüfuslu Hocalı kenti basıldı; çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden masum siviller, sadece Türk oldukları için topluca katledildi. Resmi bilgilere göre, bir gecede 613 sivil, hunharca katledildi. 487 kişi ağır yaralandı, 1275 kişi rehin alındı ve bir o kadarı da kayboldu. Diğerleri kanlı saldırılar ve ağır kış şartlarında, yaralı olarak canını kurtarabildi.
Bölgede yapılan tespitlere göre, (AGİT Minsk Grubu raporları dahil) 613 sivil insanın; gözleri oyularak, kafatasları parçalanarak, organları kesilerek, derileri yüzülerek, hamile kadınların karınları deşilerek, bazıları diri-diri toprağa gömülerek, yakılarak öldürüldüğü görüldü. 
Masum insanlara bu vahşeti uygulayanlar, Ermenistan ve Rusya silahlı kuvvetleriydi. Ermeni birliklerini Robert Koçaryan (sonra Cumhurbaşkanı oldu) ve Milli Savunma Bakanı Serj Sarkisyan (şimdiki Cumhurbaşkanı) yönetiyordu.
Kardeş Azerbaycan topraklarının %20’si işgal edildi. İşgalden kaçanların sayısı ise bir milyonun üzerindeydi. Aradan geçen 20 yılda, sürgünde yersiz-yurtsuz kalan bu insanların bir çoğu hayatını kaybetti. Bu da bir soykırımdı. Halen de devam ediyor.
Bugün Ermenistan bu soykırımı yapan eli kanlı canilerin yönettiği bir ülkedir.
Bütün bunları söylerken elbette, BM Soykırım Sözleşmesi’ni esas alıyoruz. Bu sözleşme ne diyor bakalım:
“Madde 2. Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.


Hocalı’da yaşanan katliam, bu maddede anlatılan fiiller değil mi? Buna soykırım demeyecek, vicdan sahibi bir Allah’ın kulu çıkabilir mi? Tabii insan haklarının, demokrasinin, özgürlüklerin ve hukukun havariliğini yapan haçlılar hariç. Zira bunlar mazlum Azerbaycan’ı değil, soykırımcı Ermenistan’ı destekliyor? Utanç verici bu manzara, insanlığın da temel sorunu değil mi?
Sözleşmeyi okumaya devam edelim.

“Madde 3. Aşağıdaki eylemler cezalandırılır:

a) Soykırımda bulunmak;
b) Soykırımda bulunulması için işbirliği yapmak;
e) Soykırıma iştirak etmek.
Evet buna göre, soykırım yapanlar belli, devlet yönetiyor. 
İşbirlikçiler de, iştirakçiler de belli, Minsk Grubu’nun eş başkanı olmuşlar, ihtilafı çözeceklermiş (!) 

Ne yaman utanmazlık değil mi?

Bitmedi. Soykırımcının sırtını sıvazlıyorlar. Halkını açlığa mahkum eden, insanlık suçu işleyenlerin yönettiği Ermenistan, dört komşusundan, İran hariç, üçünün topraklarına göz dikmiş, düşmanlık siyaseti güdüyor.

Hak susmuş, güç konuşuyor diyenlere de sözümüz var. Evet bugün için böyle, ama yarın asla. Yeter ki bunun farkında olunsun. 
Bakınız Soykırım Sözleşmesi’nin 6. Maddesi ne diyor? “Soykırım fiilini veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi, veya…. uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır.” 
Evet Azerbaycan’da dava açılabilir. Soykırımcılar rahatlıkla mahkum edilebilir. Savaşa gerek yok. Karar tanınmaz mı dediniz? Siz kararı alın, “yüz karası”nı tescil edin de, sonunu onlar düşünsün. 
Yine mağdurlar AİHM’de dava açmalı. 20 yıldır Ermeni işgali altındaki evimize, mülkümüze gidemiyoruz. Ağır zarar görmekteyiz demeli, tazminat talep etmeli. Bakın Rumlar, Türkler Kıbrıs’ı işgal ettiği için malımıza gidemiyoruz diyerek AİHM’de dava açıp, Türkiye’yi ağır tazminatlara mahkum ediyorlar. Bu da mı yapılamaz? Lütfen cevap verin.
Neden çekiniliyor? Neyi bekliyorsunuz? Biri bunu açıklasın. 
Irkçı haçlıların merhametini mi? Bunların tarihleri soykırım, soygun ve sömürü değil mi?
Büyük Akif ne demişti?  “ Medeniyet’! dediğin, tek dişi kalmış canavar.” Unuttun mu? 
O halde mücadele şart.


.

NECMETTİN ERBAKAN VE ÖĞRENCİLERİ



05.03.2011  
 
Türk siyasetinin son 40 yılına damgasını vuran liderlerden Necmettin Erbakan da ebedi âleme göç etti. Misyon adamı Necmettin Erbakan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milletine başsağlığı dileriz.

Hocayı Odalar Birliğinde ve  Türk siyasetinde renkli bir portre olarak gördük. 1969  seçimlerinde bağımsız Konya milletvekili seçildi. Ocak 1970’de, bazı asırlık tarikatlar üzerine MNP’yi kurdu. Parti bu özelliğiyle bir ilkti. Bilindiği gibi o tarihe kadar tarikatlar siyasetle ya hiç ilgilenmez, ya da ilgileneni olursa bu bilinmezdi. Gelenek böyleydi. Tarikatlar bütün Müslümanlara, hangi düşüncede,  hangi partide, hangi konumda olurlarsa olsunlar, dini ve dini terbiyeyi öğretmeyi görev bilirlerdi. Bu gönüllülüğe dayalı samimi ve halisane gayretler, son asırlarda giderek zayıflasa da, boşluğu bir ölçüde dolduruyor, faydalı oluyordu.
Türk Milletinin, Hoca Ahmet Yesevilerden, Yunuslardan, Mevlânalardan, Hacı Bektaşlardan, Şahı Nakşibendilerden, Hacı Bayramlardan ve nicelerinden gelen din anlayışı böyleydi. Aynen itikat imamımız Maturidî’nin söylediği gibi; “ Din başka, Siyaset başka, Şeriat başka ” denilirdi. Din vahye dayandığı  için değişmez. Allah’ın emirleri neyse odur. Dinde zorlama ve baskı yoktur. Ama değişken olan siyaset ve şeriat yoruma dayandığı için, Allah bu alanı insanın sorumluluğuna, onun akıl ve düşüncesine bırakmıştır.
İşte değiştirilen bu anlayıştır. Yani; din/tarikat-parti-siyaset aynı çerçeveye konmuş; siyaset dinin, din siyasetin içine tam olarak girmiştir. Böyle olunca da sevgi, saygı, barış, kurtuluş, hoşgörü, birlik ve güzel ahlâk dini; bu defa nereye gitmişse tam tersi olmuştur. Âdeta; baskı, zorlama, suçlama, aşağılama, tahammülsüzlük, dışlama, yabancılaşma, öfke, nefret, bölünme, ayrışma, düşmanlık, çatışma gibi haller ortaya çıkmıştır.
Kültürümüze ve din anlayışımıza uymayan bu değişikliğin kaynağı nedir? diye sorduğumuzda karşımıza şu tablo çıkıyor: Tarihte Müslüman ülkeler (Türkiye hariç) emperyalistlerin işgaline uğramış, buna karşılık köklü bir mücadele verilmiştir. Bu mücadelede yegane güç kaynağı olan İslam dini yorumlanarak, nefret etme ve düşmanla mücadele ideolojisi haline getirilmiş, yapılan mücadele sonunda bağımsızlık kazanılmıştır. İslam’ın siyasi ideoloji halinde yorumlanması ise kolay olmamış, pek çok ilim ve düşünce adamı  ciddi çalışmalar yapmış, büyük boyutlu kitaplar yazılmıştır.
Bu ülkeler bağımsızlıklarını bir şekilde kazandı, ama geride İslam’ı siyasi bir ideoloji halinde yorumlayan kültür kaldı. Toplum bu kültürü, bir manada İslam’ın gerçek hali olarak kabul etti. Bu da mazur görülebilir.
Kabaca ifade edilen bu anlayışı besleyen ve Türkçeye tercüme edilen bu çok sayıdaki eser kampanyalarla topluma sunulmuş ve büyük itibar görmüştür. Bunların çoğu da, iç ve dış bazı kaynaklarca finanse edildiğinden, parasız dağıtılmıştır. Her biri  10, 15 cilt hacminde olan bu eserleri yayımlayan firmalara bakıldığında, bir çoğunun mali gücünün olmadığı görülüyor. Yani ticari veya hayri bir teşebbüsten bahsetmek mümkün değil. Belli ki, sürekli ve sistematik propagandaya dayalı bir amaca hizmet ediliyor. Tabii konu sadece ücretsiz kitap dağıtmaktan ibaret değil. Bunu tamamlayan, çoğu masum pek çok dernek, vakıf, cemaat, fikir ve kültür adamının canhıraş faaliyetlerini de görmek gerekir.
Yanlış anlaşılmaması için kaydedelim. İslam dünyasında telif edilen bu eserlerin, Türkiye’de yayımlanması gayet tabiidir. Hatta gereklidir. Bilinmesinde yarar vardır. Ama yukarıda anlatılanlar bu değil. Türk Milletinin din anlayışını kendilerine göre biçimlendirmek üzere, çatışma ideolojisi haline getirilen  “İslam” yorumunun ithalini gerçekleştirmeyi amaçlayan niyetten bahsetmek istiyoruz.
Sonuç: Acaba bugün dini konuda ülkemizde yaşanan sıkıntıların temel sebeplerinden biri bu programlı “ İthal İslam ” Anlayışı olamaz mı?
Yeniçağ, 05 Mart 2011
 


..

29 Aralık 2015 Salı

CHP DE KÜRTÇÜ YAPILANMA CHP'YE BAŞÖRTÜLÜ KATILIMLAR CHP ALEVİ - KÜRT PARTİSİ Mİ?




 CHP DE KÜRTÇÜ YAPILANMA,    
CHP'YE BAŞÖRTÜLÜ KATILIMLAR, 
CHP ALEVİ - KÜRT PARTİSİ Mİ?



23 Kasım 2008 Pazar

http://adilyargic.blogspot.com/,
http://keykubat.blogspot.com/,
http://adilyargicc.blogspot.com/,
http://keykubat.blogcu.com/ 


Sayım Deniz BAYKAL ve grubunun son haftalar içinde gerçekleştirmeye çalıştıkları türbanlı kesimden üye kayıtları CHP’ye gönül vermiş bazı kesimlerce eleştirilmektedir.

Eleştiriler de tamamen haksız değildir.Nurcu ve Fethullahçı tarikatlarının bu parti içinde söz sahibi olmaları istenmediğinden bu kesimin partiye alınması tehlikeli olarak görülebilir.Bu yönde yapılan eleştiriler de haklıdır.

Bir de fotoğrafa farklı bir açıdan bakmakta yarar vardır.Bu gün CHP’nin resmine baktığımızda yoğun olarak Dersim kökenli siyasileri görmekteyiz.Hepsi Tunceli milletvekili olmasalar da Dersim Şebinkarahisar’dan Urfa’ya Kerkük’e,oradan Van ve Kars’a kadar geniş coğrafyada aşiret bağları olan bir yapılanmadır.

Osmanlı tarihi boyunca Dersim bölgesinde (Erzincan,Sivas,Tunceli,Elazığ ve Malatya) çıkan isyanlar sonucunda isyancıların dağıtılmaları amacı ile yapılan tehcir hareketleri yanında ihtiyaçtan kaynaklanan göçler ile de bölge halkı Anadolu coğrafyasında her yere yerleşmiştir.

Manisa,Balıkesir,İzmir,Edirne gibi yerlerde de bu aşiretin köklerini bulmak zor değildir.CHP yapılanması içinde,Atatürk ve İsmet paşa döneminden bu yana demokratik düzenin korunması amacı ile bu vatandaşlarımız önemli yerler tutmuşlardır.












Özellikle,1950 seçimleri sonrasında Celal Bayar ve Adnan Menderes’in kurdukları Demokrat Parti içinde Sünni, saltanatçı ve İslami Kürtçü kesim yapılanmaya başlayınca CHP içinde Alevi,Dersimli Ermenilerden oluşan dönme Alevilerin (Ermenilerin) ağırlıkları artmıştır.

1960 sonrası Türk-Alevi ağırlığı her ne kadar korunmuşsa da 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile kapatılan CHP’nin 1990’larda kurulması dönme Aleviler ile Türk-Kürt Alevilerin oranında aşırı bir artış olmuştur.

Bunun daha fazla detay işini tarihçilere bıraktığımızda,bu gün CHP sadece Alevi partisi görüntüsünden öte görünüm vermemektedir. Bu da CHP’nin “ulusal bir parti” görüntüsünü ortadan kaldırmaktadır.Ana muhalefet parti olmasına rağmen CHP’nin bu yapısı ile iktidar partisi olma olasılığı da kalmamıştır.

1970-80 arasında CHP’nin din konusunda hiçbir çalışma yapmamış olması,Türkiye’de, Almanya ve diğer AB ülkelerinde çalışan Sünni vatandaşlarımızın bu ülkelerin desteği ile İngiliz şekillendirmeli Fethullahçı-Nurcu tarikatlarının etkisine terk edilmelerine nenden olmuştur.

1980 sonrası Kenan Evren paşa ve Turgut ÖZAL’ın Nurcu Erbakan yapılanmasının Amerika ve AB desteği ile Anap’ın da çabaları ile yeniden örgütlenmeleri ise günümüzün Kürdistancı Nurcuları ile Ermenistancı dönme Alevilerin güçlerinin artmasına yaramıştır.

Bu çabalar 03 Kasım 2002 seçimleri ile AKP iktidarı olarak siyasi tarihimizde yerini almıştır. AKP en büyük oylarını ayrılıkçı Alevi ve Said Nursi+Fethullah yapılanmasından almıştır. R.Tayyip Erdoğan’ın bile Siirt Milletvekili olarak şaibeli bir seçimle hükümetteki yerini CHP desteği ile de alması olayın “Kürt-Ermeni” işbirliği boyutuna işaret etmektedir.

Mekanikteki çalışan parça yıpranır ilkesi gereğince AKP’nin de yıpranmasının sonucu olarak, CHP’ye katılan türbanlı kesime de baktığımızda,katılımcıların haber muhabirlerinin uzattıkları kameralara sarf ettikleri sözlerin de şiveleri bu Kürdistancı Nurcu Kürtlerin katılımlarına işaret etmektedir.

Yani katılımlara rağmen CHP dönme Alevi (Ermeni)-Alevi Türk-Kürt görünümündedir. Ha, keza diğer sol partiler de farklı değildir.

Deniz Baykal’ın 2007 seçimleri öncesi yaptığı konuşmalarda “ABD’siz siyasetimiz yok” ifadesi de G.W.BUSH’un “21.yüzyıl dinler çağı olacaktır” ifadesi yolunda CHP’nin yıpranan AKP’nin yarım bıraktığı B.O.P projesine hizmetini sürdürecek bir yapılanma içinde olduğunu da olaylar bize düşündürmektedir.

Ancak,CHP’nin B.O.P projesine bakışının İslami B.O.P değil demokratik B.O.P olduğu kanaatindeyim,umarım beni yanıltmazlar.

Bütün bunlara rağmen,her türbanlı,her nurcu da Kürt veya Kürtçü,ayrılıkçı değildir.Bunlar da mevcut iktidardan kuşkulara kapılmışlarsa CHP veya diğer siyasi yapılanmalara katılmalarının engellenmeleri de onları şikayet ettikleri yapılanmaya mecbur bırakmak anlamına geleceği için akli değildir.

CHP gibi demokratik partilerin tabanlarının nurcu,türbancı,Fethullahçı yapılanmaları içlerinde sindirebilecek,eritebilecek bilgi birikiminde olduğuna inanmaktayım.Bir siyasi partinin ulusal olabilmesi için kapısının herkese açık olması gerekir.Aksi takdirde o siyasi parti olmaktan çıkar,belli bir siyasi kavramın derneği kulübü haline gelir.

Merkezden kırsala yayılan parti kongrelerinde ve toplantılarında verilecek eğitimlerle katılımcılara şeriat düzeni ile demokratik düzen arasındaki farklılıklar öğretilebilir.Bu da demokrasinin benimsetilmesi açısından yaygın bir eğitim kampanyasına dönüşebilirse ülkemiz için de faydalı olacağı kesindir.

CHP ve diğer siyasi partiler marjinal oldukları sürece küçük parti olacaklarını bilmelidirler. Türbancı,başörtülü vatandaşlarımızın vatan haini oldukları söylemek kimsenin haddine değildir. Böyle bir katılım talebi iyi değerlendirilirse,CHP’yi iktidara taşıyabileceği gibi,olası bir CHP iktidarında da CHP’nin hükümet olarak,İslam ülkeleri ile yapılacak bağlantılarında elini güçlendirecektir.

Aksi halde,Sivas-Divriği ilçesi kalkındırma derneği veya Yeşiller partisi veya Ufocular Derneği,gibi belli bir kalıbı temsil eden parti olur ki o partinin ulusun her kesiminden destek alması da düşünülemez.

CHP’yi de sürekli muhalefette tutan da bu yapısıdır.

Bunca Atatürkçü,demokratik,liberal insan varken ve CHP bunları bile kendi bünyesinde toplamayı başaramazken iktidar olmayı nasıl hedefleyebilir?

Sayın Deniz BAYKAL’ın AKP’ye ve ABD-AB destekli gerici örgütlenmeye karşı demokrasi adına ekibi ile yaptıkları başarılı mücadeleyi de takdir etmemek insaf dışıdır.Ben şahsen sayın Deniz Baykal ve CHP kadrosunu bu mücadelelerinden dolayı kutluyorum.

Bunun yanında da CHP artık kendini yenilemek zorundadır.CHP parti olarak,sadece belli bir inanç grubunun kendilerini temsil ettikleri dernek olmadığını da göstermelidir.

Bu açıdan bakıldığında başörtülü katılım yerindedir.Katılımcı bayanlardan birisinin sorulan soruya “Bizim Ercan katılıyor da biz de onu desteklemek için geldik” sözü de bu insanların CHP’nin kültürel dengesini tehdit edebilecek durumda olmadıklarına açık bir işaretidir.

Her ne olursa olsun CHP ulusal,halkın her kesimini kucaklayacak bir hareket başlatmıştır. CHP'liler artık yumuşak klotuklarını soğumaya bırakıp her türlü hizmet için kolları sıvamak zorundadırlar.

Bu olumlu açılımın ardından onları zor bir görev beklemektedir.Aksi takdirde kendi savundukları ilkeler tarihin çöplüğünde yerini alır.

Her şeye rağmen bu olumlu açılım hayırlı olsun.


Keykubat


..

SHP'nin 1989 KÜRT RAPORU


SHP'nin 1989 KÜRT RAPORU 

  • Yoruma gerek Bırakmayan Belgedir.

    bugünlerde kürt açılımının en büyük muhalifi deniz baykal, 1989'da kürt sorununun korkusuzca konuşulması gerektiğini savunuyordu. chpve chp'nin yıllar önce hazırladıkları raporlarda 'kürt sorunu'na demokratik yöntemlerle çözüm aranıyor. 

    Ana Dil Vurgusu,

  • İktidarın “Kürt Açılımı” girişimleri çerçevesinde shp-chp'nin bu konuda hazırladığı raporlar da gündeme gelirken 1989 yılında shp'de dönemin genel sekreteri deniz baykal başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan raporda, “anayasadan başlayarak bütün ilgili yasal düzenlemeler demokratik hukuk ilkelerine uygun hale getirilecektir. anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence altına alınacaktır” deniliyor. baykal, bu rapora yazdığı “sunuş”ta, “resmi politikaların yok saydığı bu konunun korkusuzca tartışılması” gereği üzerinde duruyor. 

    Rapora DGM  soruşturma açmişti,

  • “Kürt açılımı” tartışmaları sürecinde shp'de 1989 yılında deniz baykal başkanlığında fuat atalay, hikmet çetin, cumhur keskin ve eşref erdem tarafından hazırlanan “shp'nin doğu ve güneydoğu sorunlarına bakış ve çözüm önerileri” raporu ile chp'nin 1999 ve 2001 yıllarında yayımladığı “doğu ve güneydoğu” ile “demokratikleşme, insan hakları” raporları da yeniden gündeme geldi. shp'nin raporunun ardından dgm soruşturma başlatmıştı. 

    Shp'nin raporunda yer alan bazı saptama ve öneriler şöyle: 

    * cumhuriyeti kuranlar laikliği ve etnik çoğulculuğu temel ilke olarak benimsemişlerdir. türkiye cumhuriyeti bir din, mezhep, ırk ve kafatası cumhuriyeti değildir. türkiye, etnik köken açısından çoğulcu bir yapıya sahiptir. dolayısıyla cumhuriyetimizin temel özelliği, onun bir siyasal bilinç cumhuriyeti olmasındadır. cumhuriyet, kurtuluş savaşı sürecinde bu anlayışla anadolu'da yaşayan ve değişik etnik kökenden gelen herkesin ortak katkısı ve eşit ağırlığı ile kurulmuştur. bu zengin mozaiğin unsurlarından birini ya da birkaçını yoksayan anlayış ve politikalar gerçeklere uymaz ve kabul edilemez. 

    * Shp olarak temel siyasi tercihlerimizin başında ulusal güvenlik gelmektedir. bütün sorunların ulusal bütünlüğü koruyarak ve üniter devlet yapısı içinde çözülebileceğine inanıyoruz. shp politikasında devlet, toplumdaki etnik farklılaşma ile mezhep farklılıkları ile ilgilenmez. öyle bir farklılaşmada taraf tutmaz. 

    'Demokratik haklar sorunuyla iç içe' 

  • * Doğu ve Güneydoğu Anadolu sorunu da, kürt sorunu da türkiye'nin demokratikleşme ve demokratik haklar sorunu ile iç içedir. nitekim sorunların yoğunlaşarak arttığı dönem, demokrasinin askıya alındığı dönemdir. 

    * Terörle mücadele elbette yapılacaktır. ancak terör örgütünün silahlı mücadelesi ileri sürülerek halka yapılan baskı haklı gösterilemez. bu, silahlı terör örgütlerinin tuzağına düşmektir. 

    * Demokratikleşme düzenlemesi içerisinde anayasadan başlayarak bütün ilgili yasal düzenlemeler demokratik hukuk ilkelerine uygun hale getirilecektir. bölge valiliği uygulamasına son verilecektir. köy koruculuğu uygulamasına son verilecektir. 

    * Kürt kimliğini kabul ederek kendine “kürt kökenliyim” diyen yurttaşlara bu kişiliklerine hayatın her alanında istedikleri gibi ve özgürce belirleme hakkına sahip olmaları olanağı sağlanacaktır. bu çerçevede anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak, yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence altına alınacaktır. anadil yasağının kalkması ile anadillerin yurttaşların yaşamında özgürce kullanılması ve bu dillerde yayın yapılması olanağı sağlanmış olacaktır. 

    * Hiç kuşku yok ki türkçe türkiye cumhuriyeti'nin resmi dili olacak ve eğitim dili olarak kullanılacaktır. ayrıca türkçenin tüm yurttaşlara öğretilmesi için gerekli önlemler alınacak ve uygulanacaktır. 

    * Toplumdaki değişik kültür ve dillerin topluma, tarihe ve kültürlere saygı anlayışı içerisinde akademik bir çalışma olarak araştırılması devlet eliyle düzenlenecek, bu amaçla araştırma birimleri, enstitüler kurulacaktır. 

    * Temel anlayış olarak yurttaşların suçsuzluğu esas alınacak, yurttaşların her türlü temel hak ve özgürlüklerine sonuna kadar saygı gösterilecektir. zora dayalı istihbarat elemanı görevlendirmelerine son verilecektir. 

    Farkliliklar yasalarla engellenemez

  • Baykal, bu Rapora yazdığı “Sunuş” yazısında şu görüşleri dile getiriyordu: 
    “türkiye'nin demokratikleşme sürecinin başarıya ulaşabilmesi için tabu sayılan konuların bir bir ele alınıp açıklığa kavuşturulması gerekir. arkadaşlarımızın ortaklaşa emeğinin ürünü olan bu çalışmada, türkiye'nin demokratik bir toplumsal yapıya kavuşabilmesi için çözmesi şart olan kürt sorununa, ilk defa iktidara aday kitlesel bir partinin uygulama programında yazılı bir belge ile yer veriliyor. resmi politikaların yok saydığı bu konu önyargısız bir anlayışla, korkusuzca tartışılmadığı sürece toplumsal barışı sağlayacak siyasi programların ortaya çıkarılması olanaklı değildir. türkiye, insanların dil, etnik köken, gelenek, kültür farklılaşmasını toplumun bütünlüğü içinde ortaya koymaktan korkmamalıdır. devletin bu farklılaşmaları yasaklar koyarak engellemesi de özendirmesi de yanlıştır. asimilasyona, var olan bir etnik yapıyı inkâra dönük yaklaşımlarla bu sorunun çözülemeyeceği artık anlaşılmalıdır. bu çalışmayla kürt sorunu kapalı kapılar ardında konuşulan ve sözün belirsizliğine dayanan bulanıklığından kurtularak partimiz öncülüğünde gün ışığına çıkmış oluyor.” 

    Feodal yapi hemen ortadan Kaldirilmali

  • chp'nin 1999 ve 2001 yılında bugün de genel sekreter yardımcılığı görevini yürüten algan hacaloğlu başkanlığındaki komisyonlar tarafından hazırlanan raporlarında yer alan bazı değerlendirme ve öneriler de şöyle:

    • 75 yıllık cumhuriyetimiz feodal yapıyı aşamamıştır. bölgede toprak dağılımında dengesizlik feodal yapıyı güçlendiriyor eşitsizlikleri artırıyor. 

    • Güneydoğu anadolu'da demokrasi yok düzeydedir. polis devleti görüntüleri bölgede güven boşluğu yaratmaktadır. 

    • Anadil(ler), kültür alanının olgusudur. resmi dil ise kamu alanının ve siyasal birliğin aracıdır. anadil ile resmi dilin aynı olması her zaman mümkün değildir. türkiye'nin resmi dili, anayasal dili, ortak dilimiz türkçedir. ancak ülkemizde anadili türkçeden farklı olan milyonlarca yurttaşımız bulunmakta olup, bunlar arasında kürtçe, zazaca önemli yer tutmaktadır. 

    • Teröre ödün verilemez silahla sorunlar çözümlenemez ülkenin bölünmez bütünlüğü tartışma konusu yapılamaz. etnik duyarlılıklara demokratik çözüm, çokkültürlü toplumların, çoğulcu demokrasinin vazgeçilemez koşuludur. feodal yapı aşılmadan, eşitsizlikler giderilmeden, sosyal devlet yapılanması kökleştirilmeden sorunlara kalıcı çözüm sağlanamaz. 

    • Terör iç ve dış bölgesel boyutları olan bir sorundur. kürt sorunu ise ülkemizin çokkültürlü toplum olmasından kaynaklanan bir “ülke içi demokrasi” sorunudur. çoğulcu demokrasi içinde, etnik duyarlılıklara demokratik çözüm anlayışıyla aşılması gereken bir temel sorundur. 

    • Bölgede olağan hukuka geçilmelidir: hukuk ve adalet reformları gerçekleştirilmelidir. dgm'ler kaldırılmalıdır. milli güvenlik kurulu'nun anayasal bir kurum olma özelliğine ve sivil otorite üzerindeki demokrasi ile bağdaşmayan üstün konumuna son verilmelidir. köy koruculuğu tasfiye edilmelidir. 

    • Tüm siyasi görüşler özgürce örgütlenebilmelidir. düşünce suç olamaz. teröre doğrudan bulaşmamış olanlara genel af çıkmalıdır. terörle mücadele yasası, türk ceza yasası'nın 312. maddesi ve diğer yasalar çerçevesinde, düşünceyi ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü ve yataklık yapma kapsamında olup, doğrudan doğruya teröre karışmamış eylemler veya düşünceleri nedenleri ile tutuklu ve hükümlü konumda olanlar için, kısmi genel af çıkarılarak ülkede hoşgörü ve iç barış ortamına geçişin zemini yaratılmalıdır 

    • Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme kendi anadillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dahil her türlü medya aracılığı ile yayın yapabilme özel okullarda kendi anadilleri ile eğitim yapabilme kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına kavuşmalıdırlar. 

    Demokrasi dişi yöntemlere itibar edilmemeli 

  • • Mit sivilleştirilmeli illegal yapılar tasfiye edilmelidir. kontrgerilla yapılanmasından günümüze kalan tüm yapılanmalar ve jitem gibi illegal istihbarat birimleri dağıtılmalıdır. tüm güvenlik güçleri haber almada ihbarcılık, özel hayatı gözleme, izleme ve gizlice dinleme gibi ilkel ve demokratik olmayan yöntemlere itibar etmemeli ulusal güvenlik ve çetelerin çökertilmesi amaçları dışında bu uygulamalar toplumsal gündemimizden çıkarılmalıdır. 

    Chp'nin 2008 yılı aralık ayında gerçekleştirilen program ve tüzük kurultayında kabul edilen “çağdaş türkiye için değişim” başlıklı yeni programında da bu konuda şu görüşlere yer veriliyor: 

    “Etnik Farklılıklar ülkemizin zenginliğidir. chp, lozan antlaşması ile azınlık olarak nitelenmiş olan yurttaşlarımızın kendilerine tanınmış olan dini ve kültürel azınlık haklarından eksiksiz olarak yararlanmalarını amaçlar. yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır. chp, daha 1989 yılında kürt kökenli yurttaşlarımızın karşılaştıkları sorunları açık yüreklilikle ortaya koymuş etnik köken farklılıklarına, kültürel çoğulculuğa, bireysel kültürel haklara olan saygımız, demokratik değerlere, eşitliğe ve hoşgörüye olan bağlılığımız çerçevesinde toplumumuza, üniter devlet ve ulus devlet temeli dikkate alınarak kısıtlamaların kaldırılması ve çağdaş, kalıcı çözümler bulunması için politikalarını sunmuştur. 

    Chp, devletin etnik farklılıklar üzerine politikalar oluşturmasını benimsemez. devletin görevi bütün etnik kimlikleri, din ve mezhep farklılıklarının üzerine çıkarak insanı odak yapan yaklaşımları ortaya koymak, ortak değerleri bulup çıkarmaktır. ancak etnik kimliğini bireysel olarak vurgulamak isteyenleri saygıyla karşılar ve etnik kimliği insanların şerefi sayar. asimilasyon değil, entegrasyon öngörüyoruz. her etnik kökenden yurttaşımızın kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dershaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmeleri ve öğretebilmelerine kendi anadillerinde gazete, dergi, kitap yayımlamaları ve diğer her türlü yazılı ve sözlü yayında bulunabilmelerine, müzik ve sanatın diğer dallarında faaliyette bulunabilmelerine türkiye sınırları içinde yayın yapan radyo ve televizyon kurum veya kuruluşları üzerinden rtük'ün genel kuralları çerçevesinde kendi anadillerinde yayın yapabilmelerine değişik kültürel etkinliklerde bulunabilmelerine, kendi folklorlarını yaşatabilmeleri ve geliştirebilmelerine, tüm bu ve benzeri bireysel kültürel haklara özgürce ve dilediğince ulaşabilmelerine olanak tanımayı çağdaş demokrasi anlayışının gereği sayar.”


“TÜRK SOLU”NUN ARKASINDA KİM VAR?



“TÜRK SOLU”NUN ARKASINDA KİM VAR?





Hangi gazete ile düşünsel akrabalığı var?

29.06.2009 00:00

Geçtiğimiz Günlerde Odatv’nin kapısı Çalındı.

İki genç dağıttıkları dergiden almamızı istiyorlardı. Kendi dergisini kendi dağıtan bu girişimlere her zaman duyduğumuz sempati ile dergiyi aldık.

Derginin adı “Türk Solu” idi...

Adından önce sol bir dergi olduğunu düşünmüştük ki derginin sayfalarını karıştırdığımızda ilginç bir dizi yazı ile karşılaşmamız bu yargımızın yıkılmasına neden oldu. Derginin başyazısı “Kürtler Çanakkale’de var mıydı?” başlığını taşıyordu. Yazının teması Kürtler’in Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale’de savaşmadıklarını bu nedenle Kürt-Türk kardeşliğinin imkanlı olmadığını savunuyordu.
Yazar, kaynağının neresi olduğunu okuyucularına açıklamadan Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda il il kaç kişinin şehit olduğunu yazmış. Yazdıklarının sonucunda bir de Türkiye haritası yayınlamış. Haritada her bölgeden Kurtuluş Savaşı’nda ve Çanakkale Savaşı’ndaki şehitlerin oranları bulunuyor.

ŞEHİT ORANLARI (!)

Türkiye tarihinde ilk kez şehit oranı bir araştırmaya konu olmuştu!!!
"Türk Solu"nun haritasına göre Kurtuluş Savaşı’nda şehit olanların %5’i Doğu Anadolu ve %2’si Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden.
Çanakkale Harbi’nde ise Doğu ve Güneydoğu’dan şehit olanların oranı %2’şer oranında.
"Türk Solu" bu rakamları vererek Kürtler’in Türkler ile ortak bir tarihi olmadığını savunuyor. İlginçtir ilkel Kürt milliyetçileri de neredeyse aynı tezi tersinden savunuyor.
İki toplum arasına öfke tohumu serperek birbirinden ayırmaya çalışan bu iki faşist anlayış arasında tam bir uyum görüyorsunuz.
Kısacası insana uydurma olduğu izlenimi bırakan ve kaynağı belli olmayan bu yazı ile açık bir Kürt düşmanlığı yapıldığı görülüyor.
Bir de; tersinden bölücülük olarak anlaşılabilecek yazıda “Kürtler’in bu topraklara katkısı yok aksine zararı var” tezi savunuluyor!
Yalnız bu kadar mı?
Derginin arka kapağında Türkiye’nin adım adım Kürtler tarafından "istila edildiğini" ve buna karşı önlem alınması gerektiğini anlatılıyor. Bunun için de hazırlanan film ücretsiz dağıtılıyor.
Filmde Kürtler’in doğum oranın yüksekliğinden yakınılıyor ve batı bölgelerine doğru Kürt nüfusunun kaydırıldığından şikayet ediliyor.
Elbette tüm bunları doğru kabul ederseniz ne yapacaksınız?
İki seçeneğiniz var…
Ya Kürt tehciri yaparak (!) Kürtler’den kurtulacaksınız ya da popüler bir tabirle “ver kurtul” diyeceksiniz!! "türk Solu"nun ilk seçeneğe yakın durduğunu görüyorsunuz.
Ancak şaşırtıcı bir durum var ki kitapları karıştırdığınızda 1990’ların başında Mehmet Altan, Murat Belge gibi liberallerin de benzer analizleri  olduğunu görüyorsunuz.
Bu liberal solcular 90’lı yılların başında Kürtler’in yaşadığı bölgelerin ekonomik maliyetinin Türkiye’ye getirisinden fazla olduğunu söyleyerek meşhur “ver kurtul” tezini savunmuşlardı. Türkiye’nin Kürt bölgelerinden vazgeçerek daha hızlı gelişeceğini anlatıyorlardı.
Kendini Kemalist olarak tarif eden “Türk Solu” dergisi ile liberaller arasındaki bu "bilimsel "uyum oldukça dikkat çekici.

RAKAMLAR UYDURUK

"Türk Solu" dergisinin bir başka dikkat çeken yanı daha var...
Derginin başyazarı kaynağı belli olmayacak şekilde il il Çanakkale Savaşı’nda şehit olanların listesini yazmış. Tüm listeyi topladığınızda Türkiye’de Çanakkale Harbi’nde şehit olanların sayısı 48.148 çıkıyor.
Yani dergi Kürtler’in katkısını küçülteyim derken 20. yüzyılın bu büyük kitlesel savaşını da ölçüsüzce küçültmüş. Oysa bu çocukça değerlendirmenin kocaman bir yalan olduğunu anlamak için kaynak kitaplara başvurmaları gerekiyordu.
Örneğin...
Çanakkale Harbi’ni her yönü ile anlatan makalesinde Edward J. Erickson, savaşta şehit olanların ve kaybolanların sayısını 68.000 olarak veriyor (The Journal of Military History, October 2001, s. 1009).
Bu rakamlara evlerine geri döndükten sonra ölenler ve sakat kalanlar dahil değil.
Bunlarla beraber şehit sayısının daha da büyüyeceğini düşünebiliriz. Nitekim Genelkurmay Başkanlığı’nın  “Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi” isimli eserin 5. cildinin 500. sayfasında da aynı bilgileri görüyoruz. Genelkurmay Başkanlığı daha önce oldukça büyük rakamlar ile verilen Çanakkale Harbi’nde ölenlerin sayısını bu eserde resmi olarak düzeltildi. Ölü ve kayıpları toplam olarak 68.000 olarak açıklandı..
Sanırız anlaşıldı...
Çanakkale Harbi bu Kemalist olduğunu iddia eden ve tezleri daha çok “ırkçı ve faşist” siyasi tezleri andıran kişilerin milli mücadelenin kazanımlarını küçültmek konusunda da liberaller ile örtüştüklerini görüyoruz.
Benzerlik bizi daha da şaşırtıyor.
Bu kadar değil…

KİM BUNLAR

Dergiyi karıştırdığınızda neden Odatv'ye getirildiğini anlıyorsunuz.
Odatv'ye hakaretlerin yağdırıldığı bir yazı var. Ancak yazı Odatv'nin Halil Berktay'a yaptığı eleştirilerden rahatsızlığını dile getiriyor.
"Türk Solu" H. Berktay'ı Odatv'nin eleştirilerine karşı savunuyor. Berktay'ı savunan ırkçıları görünce benzerliğe daha da şaşırıyorsunuz.
Her şeyi bu kadar sanabilirsiniz. Ancak Kemalist olduğunu iddia eden derginin liberaller ile muhabbeti bu kadar ile sınırlı değil.
Dergide “Osmanlı İmparatorluğu Türk mü Rum mu?” başlıklı çalışmada Şener Üşümezsoy, Osmanlı'nın bir ulus devlet olduğunu savunuyor! Üşümezsoy'a göre Osmanlı bir Türk Devleti idi ve son dönemde Osmanlı'ya yakıştırılan “Roma kurumlarının devamcısı olduğu” tezini Kürtler Osmanlı'nın ulusal kimliğini ortadan kaldırmak için önce uydurmuş ve sonra tarihçilere inandırmıştı.
Evet bu komik tezi Kemalist olduğunu iddia eden bir dergide görüyoruz. Buradan varılacak sonuç madem Osmanlı ulus devletti de Türkiye Cumhuriyeti'ne ne gerek vardı sorusu oluyor ki yazar bu soruyu sormaya cesaret edememiş. Ortaya çıkan sonuçlardan biri de Osmanlı ulus devlet olunca doğal olarak “Yeni Osmanlıcılık” oluyor.
Evet böylesine şaşma bir dergi konusunda lafı uzatmaya gerek yok..
Belki bu derginin yazarları arasında Yekta Güngör Özden gibi hukukçular, Türkkaya Ataöv gibi bilim adamları olmasaydı gülüp geçebilirdik. Ama dergiyi biraz daha araştırınca daha da enteresan bilgilere ulaştık...
Şöyle ki:
Dergiyi çıkaran grup, İşçi Partisi'nden karanlık bağlantıları olduğu iddiası ile atılmışlardı..

"ORDU GÖREVE"

İP'den "derin ilişkileri" nedeniyle kovulan bu grup, daha sonra bir gençlik çevresi olarak üniversitelerde çeşitli provokatif eylemlerde bulundular.
Bunlardan belki de en dikkat çekici olanı İstanbul Üniversitesi'nde kimlik kontrolü yaparak Kürt kökenli öğrencilerin dövülmesi olayı. Şaşırtıcı olmasa gerek bu olaydan sonra bu grubu emniyet mensupları otobüse bindirerek okuldan uzaklaştırdı.
Ardından dergilerinde yazdıkları bir dizi provokatif yazıyla medyanın gündemine geldiler. Dergilerinde Türk halkını lahmacun ve kebap yememeye,  Kürt bakkallardan alışveriş etmemeye, Kürtler'in oynadığı dizileri izlememeye çağıran dergi ırkçılığını, Hitler'e bile şapka çıkaracak hale getirdi.
Dergi kamuoyunun yakından bildiği ve Ergenekon Davası'nda da gündeme gelen “Ordu Göreve” pankartını bir eylemde açmıştı. Yandaş medya aylarca bu pankartı haberlerine taşıdı. Bu pankart nedeniyle  pek çok kimse gözaltına alınıp tutuklandı. Sadece bu dergiye dokunulmadı!

TARAF İLE DÜŞÜNSEL AKRABALIK

"Türk Solu" dergisi geçtiğimiz Nisan'da Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un açıklamalarını da sertçe eleştirdi. Dergi Başbuğ'u açıklamalarından ötürü PKK ile paralel bir söyleme sahip olmakla suçlayacak kadar ileri gitti. Şaşırtıcıdır aynı konuşmayı Taraf Gazetesi'de sert bir dille eleştirmişti.
Derginin Türkan Saylan'ın ölümünden sonra yayınladığı sayısında Saylan ile ilgili bir değerlendirme bulamıyorsunuz. Dergi, hangi haberi atlayacağı konusunda seçici davranmış.
Kısacası kendisine Kemalist diyen ancak açıkça ırkçı tezleri savunan ve bir ölçüde tersinden “Taraf”çı bu dergiyi görünce insanın ağzından şu sözler dökülüyor:
“Kemalizmin böyle dostu olduktan sonra düşmana ne gerek var”.
 

Odatv.com

İşte Türk Solu'nda yayımlanan harita: 

Yolunuz açık olsun.. VEDA





Yolunuz açık olsun










Yekta Güngör Özden

VEDA...,


Ayrılıklar üzücü de olsa doğaldır. Zaman, koşul, durum gerektirdiğinde ayrılıklar kaçınılmazdır. Önemli olan duygu ve düşünce ayrılığı olmamasıdır. Her konuda aynı görüşte, aynı düşüncede olmak, aynı eylemlerde birleşmek olanaksızdır. Uygar tutumlarla, kişiliğe yakışacak ilkeli ve kararlı tutumla yolu ve yöntemi ayırmak gerekebilir. Yeter ki çıkar için olmasın, döneklik ve sapkınlık olmasın. Sizinle parasal bir ilişkimiz olmadı.
Demokratik siyasal yaşamın yadsınmaz öğesi bildiğim siyasal partilerin gereğine, yararına, partili olmanın genç yaşlardan başlayarak çağdaş yurttaşlık niteliğine katkısı olduğuna içtenlikle inanıyorum. 1951 sonundan 18.1.1979 yılına kadar aralıksız CHP’nde çoğu hukuksal değişik görevlerde bulundum. Emekliye ayrıldıktan sonra Genel Başkanlığını kabûl zorunda kaldığım Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi ile Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın Genel Başkanı olduğu Bağımsız Cumhuriyet Partisi’ni birleştirerek güçlü ve örnek bir yapı ile siyasal yaşama özlenen katkılarda bulunma girişimim imzasından dönen kimi üyelerin engellemesiyle karşılaşınca üyelikten ve Genel Başkanlıktan ayrılarak 14.2.2004’de siyasette hiçbir görev almamaya karar verdim. Özenle tuttuğum sözümü bundan böyle tutacağımdan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Parti kurmamı isteyen 362 Atatürkçü Düşünce Derneği temsilcisinden 7-8 kişisi dışındakilerin ilgisizlik ve karşıtlığı, güven ve dayanışma konularında ne durumda olduğumuzu açıklayan unutulması olanaksız bir çelişki örneğidir. Atatürkçü iktidarlar için Atatürkçü partiler koşuldur. Bu gerçeği gözardı ederek kişisel amaçlar ve dış etkilerle saldırılarını artıran aymaz ve bağnazlarla doyumsuzların ve kıskançların yüzünden umulan sonuçlar alınamadı. Demokrasi ile disiplini birbirinden ayıramayan, bencilliği ve gösteriyi önde tutan, unvan için koşuşanlar özverili çabaların sahiplerini kırdılar.
Siz aylardan beri çalışarak partileşmeyi gerçekleştirmek aşamasına geldiniz. Dışardan izlediğim bu amacınıza ülkemizin koşulları, özellikle insanımızın yaklaşımı nedeniyle katılmadığımı biliyorsunuz. Bu benim kişisel görüşümdür. Sizleri engellemek, istencinizi kırmak istemem. Sizlerin siyasetle uğraşmasını takdir ediyor, gençlerin etkin olmasını zorunlu görüyorum. Ancak yeni bir partide değil, ilkelerine uyan bir kurulu partide olmasını daha yararlı buluyorum. Buna karşın sizlere başarılar diliyor, beğendiğim çalışma gücünüz ve dayanışma yönteminizle iyi sonuçlar almanızı olası görüyorum. Bölücülüğe ve sömürülere karşı durarak önemli görevler yaptınız.

Ancak, TÜKKSOLU Gazetesinde partileşmeye ilişkin yayınlar yaptınız. 

Partileşince de ayrı bir yönetimi olsa bile gazetede bu doğrultuda yayınların yer alması kaçınılmazdır. Doğal, hattâ zorunludur. Ben “Siyaset içinde Bulunmama” ilkeme uyarak yazı konusunda beni bağışlamanızı istiyorum. Siyasal partinin organı olmasa bile açık yandaşı olan bir gazetede yazı yazmayı uygun görmüyorum. Kendim için koyduğum bu ölçüyü anlayışla karşılayacağınızı umarım. Güç bir işe giriştiniz, cesaretinizi kutlarım.
Kazanmak, iktidar olmak koşul değil. Ülkemizde parti yapılarının demokrasi yönünde değişmesine, yurttaşlarımızın siyasal yönden eğitilmelerine, oylarını namus bilerek kullanmalarına katkınız sizleri unutulmaz kılar. Ben bir partili olarak değil, bir yurttaş olarak koşullarım elverdikçe konuşarak ve yazarak üzerime düşenleri yapmaya çalışacağım. Atatürk çizgisinin yaşamsal olduğunu hiçbir zaman unutmadan olanaklarım ölçüsünde çabalarımı sürdüreceğim. TÜRKSOLU’nda yazılarım yayımlanmasa da dostluğumuz sürecektir. Yazılarımda bana hiç karışmadınız. Özgürce yazdım. Görüş ayrılığımız olan konularda, ayrıntılarda eleştirimi, değerlendirmemi istediğim gibi yazdım. Ayrılmam gazetenizdendir, sizlerden değil. Sizi çekemeyenlerin yakıştırmaları ve yalanları, çalışkanlığınızla kazandıklarınızın kıskançlığı kimi haksız söylentilere, kimi besleme-militan sözde yazarın saldırılarına neden oldu. Günümüzdeki kötü örneklerinden çıkarılacak derslerle birer siyaset kurumu olan partilerin düzeyleri yönünde olumlu örnekler vermenizi beklerim. Okurlarımızın hoşgörüp sabrederek okumalarına teşekkür ederim. Dincilik, mezhepçilik, ırkçılık, terör ve tüm sömürülere karşıtlığınızı etkinlikle sürdürmenizi, hiç pişman olmamanızı, güç durumlara düşmemenizi, birlikteliğinizi bozmamanızı, sağlık ve başarılarınızı dilerim. Yolunuz açık olsun! 
Sevgiyle.