31 Ocak 2016 Pazar

Sarıkamış Üstünde Kar...




                           Sarıkamış Üstünde Kar...




Yetkin İŞCEN, 


Aralık 2004


Bu bir gazete haberi:

 Irak savaşı, ABD için her yönüyle Vietnam’a benzemeye başlamış… Ölen asker sayısı nispeten düşük kalırken, yaralı sayısında büyük bir patlama yaşanmış; her ölen askere karşılık 9 yaralı varmış ve bu oran ABD savaş tarihinin en yüksek oranıymış… Irak’tan dönen yaralı ABD askerlerinin önemli bir bölümü bunalıma girip ya sokaklarda yaşamaya başlıyor ya da “gaziler yurtları”na yerleşiyorlarmış…

ABD’de toplam 300 bin kadar gazi evsizmiş. Irak’tan evine dönen 30 bin asker de tedavi talebinde bulunmuş. Çünkü, her 5 kişiden biri ruhsal dengesizlik ve travma sonrası stres belirtileri gösteriyormuş. Artık ABD’de sokakta, parklarda, kaldırımlarda yaşayanların dörtte birini gaziler oluşturuyormuş… Hepsinin de ruhsal dengesizlik veya uyuşturucu bağımlılığı sorunu varmış…




 90 yıl önce, Balkan hezimetinden sonra köyüne dönebilen Osmanlı askeri, daha çoluğuna çocuğuna hasret gideremeden önce Doğu Anadolu’ya, Filistin çöllerine ve Çanakkale cephesine gitmek zorunda kalmıştı. Tam 90 yıl evvel bu günlerde, Erzurum’un, Sarıkamış’ın kar ve buz tutmuş dağlarında, niye yapıldığını asla anlamadığı bir savaşı sürdürüyordu. O askerlerin çoğu dönemedi köyüne… Dönebilenler ise başka savaşlar verdiler. Ne kimse yaralarını sardı, ne de birileri ruhlarını okşadı… Ne “gaziler evi” vardı onlar için, ne de “ruhsal tedavi”…


 Bundan 90 sene önce, bir oldu-bittiyle girdiği Büyük Savaş’ta ilk karşılaştığı düşman, en eski düşmanıydı Osmanlı askerinin: Rus ordusu…
 Rus orduları, 93 Harbi’nde (1876-77) Osmanlı’yı hem Tuna boylarında hem de Kafkasya dağlarında yenmiş; hızını alamayıp Çatalca istihkamlarımıza kadar dayanmıştı… Amacı herhalde Osmanlı’yı yeryüzünden temelli kaldırmaktı, bunu beceremedi. Ama Osmanlı toprakları üzerinde Sırbistan’ı, Romanya’yı, Yunanistan’ı birer krallık biçiminde yaratmayı başardı. Aynı zamanda Gümrü’yü, Kars’ı, Batum’u, Ardahan’ı alan, Osmanlı’yı  Balkanlar’dan kovan; Karadağ ve Bulgar prensliklerini de onun başına bela eden yine Ruslar oldu..
 İşte bu ezeli düşman, şimdi girdiği Büyük Harp’te Doğu Prusya ve Polonya bataklıklarında her gün tümen tümen kurban verirken Kafkasya’daki savunmasını da zayıflatmıştı… Osmanlı devletiyle işbirliği içinde olan Alman genelkurmayının bir planı, Osmanlı Devleti’nin Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın da ağzını sulandırdı: Kafkaslar’daki Rus ordusunun üzerine yürünecek; Ruslar’ın elindeki Doğu vilayetleri geri alınacak; böylece henüz bir yıl önceki Balkan hezimetinin de yaraları sarılacaktı… Enver’e getireceği kişisel şan-şöhret de cabasıydı…


Şevket Süreyya Aydemir anlatıyor:

“…. Bizim cepheye vardığımız günlerde ordu, Karadeniz’den İran sınırına kadar, her taraftan geri çekilme halindeydi. Zaten adına Kafkas Cephesi denilen bu cephede ordunun, bütün insanüstü gayret ve mukavemetine rağmen geri çekilişi, hemen hemen harbin başından beri başlamıştı. Harbin başında bu cephede elde bulunan kuvvetli, canlı bir ordu, o zaman henüz 35 yaşını süren Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın; adına Sarıkamış Harekatı denilen delice macerasıyla, birkaç gün içinde tamamen mahvolunca, Doğu Anadolu, düşman istilasına zaten açık kalmıştı.
Bu Sarıkamış dramı oynanırken ben henüz asker değildim. Fakat, sonra asker olup da cepheye vardığımda bu muharebenin hikayeleri henüz canlı olarak yaşıyordu. Çünkü bu katıldığım birlikler, o harekata katılan alaylar ve tümenlerdi. Sarıkamış faciası, 90.000 kişilik bütün bir orduyu hemen tamamen yutmuş olmakla beraber, bu alaylarda hala, bu savaşın döküntülerinden birkaç kişi bulunuyordu. ‘Cihan Harbini Nasıl İdare Ettik’ isimli eserin ifadesine göre, 10. Kolordu Sarıkamış harbine 40.000 mevcutla girmiş, 1800 mevcutla çıkmış; benim şimdi katıldığım 9. Kolordu da 20.000 mevcutla girmiş 1000 mevcutla çıkmıştı. Diğer birlikler de böyle erimişlerdi. Facianın sonunda, düşman kuvvetlerinin 9. Kolordu’dan teslim alabildiği kalıntı şuydu: 106 zabit, 80 er, 1 kırık top kundağı, 8 at…
Sarıkamış öyküleri, bizim cephe sohbetlerimizin, daima kanlı ve karanlık bir konusu olarak kaldı. Bir Allah-u Ekber dağından, bir Allah-u Ekber gecesinden bahsederlerdi. Sarıkamış çukurunun kuzeybatısına düşen bu yolsuz izsiz dağlarda, bir adım ilerisinin görülmediği kar tipileri ve fırtınalar arasında bir türlü sabahı gelmeyen zifiri bir gecede, hatta bir tek düşman görmeden, bir tek düşman öldürmeden olduğu yerde donan, eriyen binlerce yaralı veya yarasız askerin hikayesini anlatırlardı. Çöken imparatorluğun Türk milletine bu en son zulmü anlatılırken, hala hatırlıyorum ki onu anlatanlar bir an gelir, etraflarındaki sessizlikten ürkerek, hikayelerini yavaşça ve yarı yerde keserlerdi. O zaman hepimiz bir vesile bulur, zeminlikleri terk ederdik. Siperlere, askerlerin nöbetçilerin başlarına giderdik. Şark yaylasında rüzgarlar yine uğuldardı. Ardı ardına dağ gibi dalgalar şeklinde kar tipileri yine savururdu. Gece inim inim inlerdi. Yine ağabeyimi düşünürdüm. O Allah-u Ekber günlerinde ve gecesindeki şehitliğinden sonra ve üsteğmenliğe çıkalı çok olmadığı halde yüzbaşılık da vermişlerdi. Şehit haberiyle yüzbaşılık bildirisi beraber gelmişti…”



 Osmanlı Devleti’nin Harbiye Nezareti, 1914’ün sonbaharında, henüz barış kadrosu eksiklerini gereğince tamamlayamadığı ordusunun genel seferberliğini ilan etmişti. Harbiye Nazırı, Başkomutan Vekili Enver Paşa’ydı…

Osmanlı ordusu, Balkan Savaşı’nın açtığı derin yaraları tedavi ile uğraşıyordu. Devletin mali güçsüzlüğü Balkan Savaşı’nda mahvolan savaş araçlarını bir-iki ay içinde yerine koymaya uygun değildi. Ordunun gençleştirilmesi gibi önemli bir karar da, birçok subay ve komutanı saf dışı bırakmıştı. Birliklerdeki subay boşluğunu doldurmak için, yeniden henüz dün emekli edilmiş birçok umutsuz ve üzgün subaya başvurma zorunluluğu doğmuştu. Bu nedenlerle, Osmanlı Hükümeti 1914 seferberliğinin kararını açıklamakla birlikte, ordu birliklerinden Ruslar’la bir savaşa neden olmaması için sağduyulu önlemler almasını istiyordu.

 Ordunun en büyük endişesi, seferberliğini tamamlayamadan önce Rusya’nın savaş ilan etme olasılığıydı. Fakat günler geçtikçe, Türkler neden olmadıkça Ruslar’ın savaş ilan etmeyecekleri de anlaşılmıştı. Çünkü Ruslar için, Almanya ve Avusturya’ya karşı savaşırken bir de Anadolu’da savaş açmanın bir mantığı yoktu. Zaten Osmanlı devleti de genel seferberlik ilan etmekle birlikte tarafsızlığını henüz korumaktaydı.

 İttihatçılar, 1914 yazında Avrupa’da esmeye başlayan savaş rüzgarlarında Almanlar’ın yanında yer almışlardı. Almanlar, Fransız ve İngilizler’in yanında yer alan Ruslar’a karşı Osmanlı askerini kullanarak batı cephesinde rahatlamanın plânlarını yapmaktaydılar. Bunun için Kayser’in “Alman ordusuna eklenen bir süngü” olarak tasvir ettiği Osmanlı askeri kullanılacaktı. Sömürgecilik yarışında hiçbir çıkar hesabı yapmayı beceremeyen Osmanlı, adım adım, felaketlerle sonuçlanacak olan bir maceraya sürüklenmekteydi. Hiç yoktan girilen Birinci Cihan Harbinde, 1 Kasım 1914’te Kafkas Cephesi açıldı.

 Doğudaki 3. Osmanlı ordusu savaş hazırlığına girerken mevcudu 190.000 insan ve 60.000 hayvandı. Kurmaylar, bu mevcudun 6 aylık iaşesi için yaklaşık 88 milyon kg. buğday, çavdar ve arpaya gerek olduğunu söylüyorlardı.. Ama, 3. Ordu’nun ambarlarında sadece 1.250.000 kg. yiyecek ve tahıl vardı o sırada… Ayrıca; sahra ve dağ toplarından başka top yoktu. Kolordularının ulaşım araçlarının sayısı, cinsi ve toplanma bölgelerinde iaşe güçlükleri, er ve subayların bedensel donanımları incelenince, bu ordunun bir saldırı ordusu değil, ancak bir savunma ordusu olabileceği açık olarak görülüyordu. Nitekim "Menzil Müfettiş-i Umumiliği", yani Osmanlı ordusunun lojistik hizmetlerini düzeleyen birimi, 26 Ekim 1914 tarihli raporunda durumu; "3. Ordu'nun bulunduğu yerde beslenmesi için bile mevcut ulaştırma kolları yetersizdir. Harekat halinde açlık muhakkaktır. Doğu'da demiryolları olmadığı için menzil kolları ne kadar arttırılırsa yine kafi gelmez. On günlük erzak taşıyan menzil kolları olsa dahi, 11. gün yine açlık başgösterir" diye değerlendirmişti.

 Oysa, günün ideolojisi icabı “Turan Fatihi” olmanın hayallerini kuran Başkumandan Vekili Enver Paşa, verdiği harekât emrinde hedef olarak Tahran ve Aşkabat’i gösteriyordu.  Tahran harekât merkezine 1350 km., Aşkabat ise 2000 km. uzaklıktaydı. Ama Almanlar, Türkiye’ye giden trenlerin üzerine, alay edercesine, “Enverland’a gider” yazmaktan çekinmemekteydiler….

 O sırada Kaiser yararına Osmanlı topraklarında incelemeler yapan ünlü Alman generali von der Goltz Paşa şöyle diyordu:
“Kafkasya’da maalesef Napolyon Bonapart olduğunu iddia eden ve cahil yetişen birçok adam vardır. Bunlar, ordularına güçleriyle bağdaşmayan görevler vermişlerdir ve bu yüzden ordularını büyük zarara uğratmışlardır…”

 Yine aynı sıralarda Osmanlı ordusunu modernize etmek amacıyla Türkiye’ye çağrılan Alman Askeri Yardım Heyeti Başkanı, bir başka Alman subayı olan Liman von Sanders ise, Enver’in böyle bir maceraya atılmasını önlemek için cansiperane kavga veriyordu. Enver, 3. Ordu’nun komutasını kendisine teklif edip harekat planlarını açıkladığında reddetmiş ve “bu harekatın gerçekleşme imkanı bulunmadığını” belirtmişti.

 Ancak, çok genç yaşta paşa olmuş Başkomutan Vekili’nin etrafındaki kifayetsiz muhteris sayısı, aklı başındakilerden fazlaydı. En başta Enver, kurmayları olan Alman generali Bronzart Paşa (Bronsart von Schellendorf) ve Harekat Şubesi Başkanı Yarbay Feldman ile Albay Guse’nin yaptıkları planlara güveniyordu. Ama bilmediği (ya da göz yumduğu) şey, bu harekatın Almanlar’ın ekmeğine yağ süreceğiydi… Oysa von Sanders, vatandaşı ve meslektaşı Bronsart’la bu seferle ilgili olarak kavga etmekten çekinmeyecek; harbin sonuna kadar da onun görevinden alınması için Alman genelkurmayı nezdinde uğraşacaktı. Ne var ki, o günlerde Enver çabuk ikna oluvermişti; eğer 3. Ordu ile ani ve hızlı bir saldırı yaparsa, Doğu Anadolu’ya yerleşmiş bulunan Rus ordusunu yok eder ve ününe ün katabilirdi…

 Enver ve kurmaylarının planına göre, 3. Ordu Sarıkamış'a saldıracaktı. 11. Kolordu Ruslar’ı oyalamak için sağ kanatta yer alacak; 9. Kolordu merkezde, yani Sarıkamış'a geçiş yönünde olacak; önce Bardız'a ardından da Sarıkamış'a geçecekti. 10. Kolordu da İslamköy-Oltu-Penek yönünden, Bardız Yaylası’ndan Allah-u Ekber dağlarına ulaşacaktı. Hedef, Ruslar’ın arkasına sarkmaktı. İstanbul’da, her birliğin günlük yürüme hızları hesaplanmış; hangi gün nerede olacağı, nerede buluşulacağı ve saldırma noktaları tek tek belirlenmişti. Ancak; normal yürüyüşle 45 km’lik yolun dağlara tırmanırken 65 km. gibi hesap edilmesi gerektiği ve daha da önemlisi, bu yürüyüşlerin -35/-40 derecelerde yapılacağı önemsenmemişti…

 Bu plana; “Olmaz! Havaları görüyorsunuz. Her yerde kar var. Karakış başlamıştır. Bu şartlar altında, bu mevsimde harekât bir faciaya dönüşebilir. Kış şiddetini kaybetsin, yollar açılsın, düşmana haddini bildiririz” diye itiraz eden 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, eskiden öğrencisi olan Başkumandan Vekili Enver’den “Hocam olmasaydınız sizi idam ettirirdim…” sözünü duyunca istifa etmek zorunda kalmıştı… Komutayı Enver üstlendi…
 Osmanlı ordusu, 22 Aralık 1914 sabahı, 75 bin 660 savaşçısıyla toplam 118 bin 660 kişilik, 94 piyade taburu, 20 süvari bölüğü ve 228 topuyla "Sarıkamış Kuşatması" adıyla tarihe geçen harekata başladı. Oysa o sabah, dehşetli bir kar fırtınası ve tipiyle açılmıştı. Hava çok kötü olmasına rağmen ilk gün, harekat planı aynen uygulandı. İkinci gün kar ve tipi bir türlü aman vermiyordu, erzak ve teçhizat ileri hatlara taşınamıyordu. Askerler aç, çıplak, donanımsız, yalınayak başı açık durumdaydı. Zemheriler diye bilinen en soğuk günlerdi ama, onbinlerce asker dinmek bilmez bir tipi altında dağlara sürüldü.

 Bir asker, anılarında şöyle anlatmıştı yaşadıklarını:

“Bu yaz, iki alayımızla Yemen’den buraya naklonulduk. Yola koyulmamızdan dört ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan’ın cehennemî sıcağı Köprüköy’deki ayaz yanında nimet-i ilâhi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Bölük kumandanım, beni sıhhiyeye nakletmiş ise de, tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz kalıp tekrar takımıma döndüm. Akşam yaklaşınca Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, gelecek cuma Başkumandan Enver Paşa Hazretleri’nin teftiş ve hücum için geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumandan Paşa Hazretleri’nin gelmesi ile, Moskof’un kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak söktüğünde 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi’nden Moskof obüs yağdırır ama şükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler. Başkumandan Paşa Hazretleri acele gelse ki, ateşe kavuşsak...”

 Oysa, Enver’in gelip taarruzu başlatması, felaketin de başlangıcı olacaktı… Ne yazık ki, geleceği söylenen kışlık kıyafetleri taşıyan gemiler Karadeniz’de Ruslar tarafından batırılmıştı. Bunu bilen, ama hiç açıklamayan Başkumandan Vekili, şu sözlerle soğuktan tir tir titreyen askerin maneviyatını okşamayı düşünmüştü:

“Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarık, sırtınızda paltonuz olmadığını gördüm. Lâkin karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda Kafkasya’ya gireceğiz. Orada her türlü nimete kavuşacaksınız. İslâm aleminin bütün ümidi sizsiniz...”
 Türk askeri, sayıca az ama kış şartlarına hazırlıklı Rusların üzerine imkansızlıklar içinde yürümeye başladı. Gündüz başlayan yürüyüşte yumuşayan çarıklar gece donuyor, bir mengene gibi ayakları sıkıyordu. Adım atmak imkansız hale gelmişti. Ayaktan başlayan donma, yavaş yavaş tüm vücuda yayılıyordu. Askerler olduğu yerde zıplıyor, atlar, kendini karların içine atıyordu. Ruslar ise Sarıkamış'taki sıcak karargahlarında bekliyorlardı. Mehmetçikler durmaksızın yürüdüler, Bardız yaylasına, Çerkezköy'e, Oltu’ya, Allah-u Ekber dağlarına, Sarıkamış'a giden mevzilere yürüdüler. Açlık, soğuk, yorgunluk aman vermiyordu. Artık savaşmak için değil, hayatta kalabilmek için yürüyorlardı ama, ölüm birer birer değil onar onar vurmaya başladı birlikleri… Arada sırada Rus askerleriyle çatışmaya giriyorlardı. Ama en büyük savaş doğaya karşı veriliyordu. Şiddetli tipi yüzünden 2 Türk tümeni birbirine saldırmış ve bu olay 2000 askere mal olmuştu. Donup kalan neferler, ordunun geçtiği yola bırakılan işaret taşları gibi diziliyordu. Kimi çömelmiş, kimi oturmuş, kimi yuvarlanmış, kimi de bir ağacın gövdesine dayanmış kardan heykellere dönüşmüşlerdi.

9. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Köprülülü Şerif İlden, şahit olduğu manzarayı şöyle anlatıyordu:

''…En nihayet dağa çıktık. Bizi çok geniş ve uçsuz bucaksız sanılan bir kar yaylası karşıladı. Pek yorulmuş ve takatsiz düşmüştük. Tam yayla üstünde keskin bir rüzgâr ve şiddetli bir tipi başladı. Bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. Kimsenin kimseye yardım etmesi ve hatta söz söylemesi, sesini işittirmesi imkânı kalmadı. Uzun, sonsuz denecek kadar uzamış olan yol kolu dağıldı. Herkes kendi canının derdine düştü. Asker enginlerde, dere içlerinde, orman bucaklarında, nerede bir kara nokta, dumanı çıkan bir ocak gördüyse oraya saldırdı ve kolordu çözülüp eridi... Subaylar çok uğraştılar, fakat kimseye söz işittirmek gücü kalmamıştı. Hala gözümün önündedir; yol kıyısında karların içine çömelmiş bir er, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, feryat ederek dişleriyle kemiriyor, tırnaklarıyla kazıyordu... Kaldırıp yola götürmek istedim. Er önceki hareketlerini hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. Zavallı cinnet geçiriyordu... Böylece şu uğursuz buzullar içinde biz belki 10.000'den çok insanı bir günde karların altında bıraktık ve geçtik...''

23 Aralık 1914’te, harekatın acı sonucunu, Hafız Hakkı Paşa şu cümleyle açıkladı Enver’e:

“Bitti paşam, ordumuzun kısm-ı küllisi mahvoldu. Toust est Perdu, Sauf L'Honneur!!!” (Şeref hariç, herşey bitti...)
Bu haber üzerine Başkumandan Vekili atının yönünü geriye çevirdi; önce Bardız, ardından Pasinler üzerinden Erzurum’a ulaştı. Orada kimseye görünmeden bir araç temin ederek İstanbul’a kaçtı. Kimseye bir açıklama yapmadı ve Sarıkamış hakkında konuşulmasına da engel oldu. Dönüşünün hemen ertesinde, Çanakkale’deki 19. Tümen’in komutanlığına yeni tayin edilmiş olan Yarbay Mustafa Kemal’le Harbiye Nezareti koridorlarında karşılaştı. M. Kemal’in savaş hakkında sorduğu “Nasıl geçti?” sorusuna kısaca “İyi geçti, vuruştuk işte…” diyecekti…

Bu facia hakkındaki düşüncesini o günlerde bir sohbet sırasında Harbiye Nezareti Ordu Daire Başkanı Behiç Bey’e, “Bunlar nasıl olsa birgün ölecek değiller miydi?”  diyerek açıklayan Enver Paşa, Kuvayı Milliye döneminde Moskova'da karşılaştığı ataşemiliter Saffet Arıkan'ın sorularına, "Askerimiz zaten açlıktan ölecekti. Hiç değilse cephede düşmanla çarpışarak öldüler"yanıtını vererek, yıllar sonra bile olaydan ders almadığını, pişmanlık duymadığını kanıtlayacaktı...


Köprülülü Kurmay Yarbay Şerif İlden, sonunda esir düştüğü Sarıkamış Harekatını anlattığı anılarını şöyle bitiriyor:
“…Enver, devlet işleriyle ilgili her girişime atılırken belki can atarak ‘Aman batıyor, kurtarayım’ demiştir. Fakat girişimi başarısızlığa uğrayınca sadece basit bir dudak büküşüyle ‘Zaten batacaktı, battı’ deyip geçtiği ise kesindir…
… Tarihlere ant olsun ki, büyük bir Türk ordusu bilgisiz ve deli komutanının hırsıyla yüksek dağlar üstünde kara kışın tipisiyle yüzyılların düşmanının güllesi ve kurşunuyla uğraşa cenkleşe ulusal bağımsızlık uğruna tümüyle mahvoldu da, bir eri bile sırt çevirmedi…
Sarıkamış’ta hiç panik olmamıştır…”
Görünüşe bakılırsa; Sarıkamış’a ulaşmayı başaran, ama kentin hemen dışında soğuğa teslim olan bir Türk birliğinin askerleri, Rus kurmay başkanı Pietroroviç’i Enver’den daha fazla etkilemişti. Şöyle not aldı anı defterine Rus subayı:
“….Allah-u Ekber Dağları’ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel tanrılarına teslim olmuşlardı. 24.12.1914  Perşembe...”
Enver bu kadar kanla da doymayacak, dört ay sonra Filistin ve Çanakkale’de, bir yıl sonra da Galiçya’da harcayacaktı binlerce Türk askerini…

Ertesi ilkbaharda, karlar eriyince felaketin boyutu daha bir belli oldu, ortaya çıktı. Türk askerlerinin cansız bedenleri, bütün kış boyu kurdu kuşu beslemişti… Yöre köylüsü, ağaçların üstünde at, katır ya da insan iskeletleri görüp dehşete düşüyordu; “O iskeletler nasıl çıktı oraya?” diye…
Oysa, ağacın üstüne çıkan iskeletler değildi; ağacı tümüyle örten karların üzerinde yol almaya ve dağı geçmeye uğraşan 3. Ordu erleri donup kalmışlardı kıvrıldıkları yerde… Cesetlerini önce vahşi hayvanlar parçalamış, sonra da kuşlar, kargalar didiklemişti. Etlerinden sıyrılan iskeletler de karların erimesiyle ağaçların tepesinde kalmışlardı.
Sarıkamışlı bir ihtiyar şöyle anlatıyordu gözlemini:
“Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu yanlarına gidince anladık…”


90 yıl önce sayısız yokluk ve perişanlık içinde dört bir cephede vuruşan Türk askeri, ne yazık ki, Çanakkale dışında doğru dürüst tek bir başarı kazanamadı… Anavatanından kilometrelerce uzakta, maceraperest birkaç başıbozuğun hezeyanları uğruna kahramanca canını veren bu insanları ne yazık ki artık hatırlayan da yok…
Mehmet Akif’in dediği gibi, “…karşımızda vatan namına bir kabristan yatıyor…”
Ne tam sayılarını, ne de hepsinin isimlerini biliyoruz… Geri dönmeyi başarabilenlere kimse “gaziler evi” hazırlamadı; bir “ruhsal tedavi”ye ihtiyaç duyup duymayacaklarını düşünmedi… Esir düşenlerin mübadelesinde hiçbir resmi görevli bulunmadı. Aynı savaşa katılan diğer devletlerin yetkilileri cepheye gönderilen katır ve eşeklerinin kaydını “isim”leriyle tutmuşken, dünyanın Kızılhaç'tan sonraki en büyük sağlık örgütü Kızılay, kaç Türk esirinin geri döndüğünü bile bilmiyor.
Ama, toplum hafızası bu kayıpları unutmaya istekli değil; tam tersine, günümüzdeki duyarsızlık örneklerini gördükçe 90 yıl öncesinden daha fazla etkileniyor. Genelkurmay Başkanı’na “Bana gözlerimi geri verin komutanım…” diyen Güneydoğu kahramanını göğsüne basıyor; askeri hastaneye alınmayan Kore ya da Kıbrıs gazisinin dramını dikkatle izliyor… Gün gelecek, ülkesi, vatanı ve geleceği için canını ortaya koyan bu insanlara “gazi evi” yapıp “ruhsal tedavi” de uygulayacaktır kuşkusuz…
Çünkü uluslar, kahramanlarını önemsedikleri oranda güçlü oluyorlar… Palavradan kahramanlık menkıbeleriyle değil…

Yetkin İŞCEN bu metni "Sarıkamış-Sibirya Belgeliği"nde yayınlamak için göndermiştir, teşekkür ederiz...

2010 Ocak


http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/esaret/yazilar/yetkin.htm

.. 

ÖZEL  NOT;
BU YAZI  İÇERİSİNDE  ENVER PAŞAYI AGIR  SUÇLAYAN  İFADELERE KATILMAMAKTAYIM BİLĞİNİZE,
TANER ÇELİK..

Sarıkamış Faciası'ndaki Şehitler


Sarıkamış Faciası'ndaki Şehitler



Sarıkamış'ın Deniz Şehitleri
Candaş Tolga Işık


Posta


'Sarıkamış Faciası'nın bugüne kadar karanlıkta kalan sayfaları 93 yıl geçtikten sonra, 3 yıllık bir çalışma sonrasında gün yüzüne çıkartıldı.
Posta'nın özel haberi...

1914'te Sarıkamış'ta donarak şehit olan 90 bin askere kışlık giysi, erzak ve mühimmat götürmek için İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, içinde 3 bin de asker bulunan 3 gemiyi Ruslar 7 Kasım'da Karadeniz'de batırır. Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçirilmeyen bu faciayı Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. ‘Sarıkamış'ın Deniz Şehitleri' 93 yıl sonra dün ilk kez törenle anıldı.

3 yıl süren bir araştırmayla bulundu

‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurucusu ve başkanı Prof. Bingür Sönmez 3 yıllık bir araştırma sonunda ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili tarihçileri bile şoke eden belgelere ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa, Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma, erzak, mühimmat yollamak için sivil yük gemileri Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa'yı İstanbul'dan 6 Kasım 1914'te yola çıkardı. Gemilerde Sarıkamış'ta savaşacak 3 bin de asker vardı.

Bundan böyle her yıl anılacaklar

Gemiler Trabzon'a yanaşacak malzeme ve 3 bin asker karadan Sarıkamış'a gidecekti. Enver Paşa yine büyük hata yapmış bu sivil gemileri koruması için Donanma'dan yardım istememişti. 3 gemiyi Karadeniz Ereğli açığında 7 Kasım 1914 saat 7.45'te Ruslar tesadüfen gördü ve batırdı. Facia Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçmedi, basına duyurulmadı. Prof. Dr. Bingür Sönmez'in sayesinde Sarıkamış'ın unutulmuş deniz şehitleri 93 yıl sonra dün Karadeniz Ereğli'de ilk kez anıldı. 16. sayfada





TARİHİN SEYRİ DEĞİŞTİ

1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'ya karşı savaşmıştı. Osmanlı ordusu bu savaşın en ağır mağlubiyetlerinden birini Kafkas Cephesi'nde Sarıkamış'ta almıştı. Tarihe ‘Sarıkamış Faciası' olarak geçen olayda dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa'nın emri ile bölgeye yazlık üniforma ve ayaklarında çarıklarıyla gönderilen 90 bin askerimiz kara kışın aniden bastırmasıyla Allahuekber Dağları'nda donup şehit olmuştu

1914'te 90 bin askerimizin donarak şehit olduğu ‘Sarıkamış Faciası' ile ilgili bugüne kadar hiç bilinmeyen bir gerçeği Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, Sarıkamış'taki askerlere erzak ve kışlık üniforma götüren 3 gemiyi Ruslar Karadeniz'de batırmış. Bu olay ‘Sarıkamış Faciası'na neden olduğu gibi Enver Paşa'nın da sonunu hazırlamış






Rusya'da isyan çıkaracak ajanlar da gemideydi

Dedelerini ‘Sarıkamış Faciası' ve sonrasında yitirmiş olan dünyaca ünlü Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez bu olayın unutulmaması için ‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurulmasına öncülük etti ve başkanlığını üstlendi. Prof. Bingür Sönmez ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili olarak araştırmalarını sürdürürken tarihçileri bile şoke eden bir belgeye ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa silah arkadaşlarının itirazlarına rağmen yaklaşan kara kışı hesaba katmadan Ruslarla savaşmak için Kafkas Cephesi'ne 100 binden fazla asker gönderme kararı almıştı. Askerler gönderildikten hemen sonra kış bastırdı. Üniformaları hava şartlarına uygun olmayan askerler daha savaş başlamadan Sarıkamış'ta şehit düşüyordu. Enver Paşa verdiği kararın nelere mal olacağını fark etti. Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma ve erzak göndermek için 3 yük gemisi hazırlattı. Enver Paşa'nın planına göre içinde 3 bin asker, 3 keşif uçağı, Teşkilatı Mahsusa (o yıllardaki istihbarat teşkilatı) tarafından Kafkasya'daki Türkleri örgütleyerek Rusya'ya karşı isyan çıkartmak amacıyla eğitilmiş ajanlar, cephedeki askere dağıtılacak kışlık kıyafet ve erzak bulunan Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa isimli sivil 3 dev yük gemisi İstanbul'dan yola çıkarak Karadeniz üzerinden Trabzon Limanı'na ulaşacaktı. Gemilerle Trabzon Limanı'na varan askerler, ajanlar ve malzemeler karayolu ile çok hızlı bir biçimde Erzurum'a oradan da Sarıkamış'a ulaştırılacaktı.





Üç yük gemisine eşlik eden yoktu
Fakat Enver Paşa yine büyük bir hata yapmıştı! Donanma'nın kuralları gereği askeri personel taşıyan yük gemilerine olası düşman saldırısına karşı mutlaka bir, hatta birkaç savaş gemisi eşlik ederdi. Ancak Enver Paşa'nın ani kararıyla 6 Kasım 1914'te İstanbul Boğazı'ndan demir alan bu 3 kuru yük gemisine hiçbir savaş gemisi koruma yapmıyordu. Söz konusu 3 gemi Zonguldak açıklarına geldiklerinde karşılarında dev gibi Rus savaş gemilerini buldu. Ruslar Zonguldak'taki kömür madenlerini bombalamış, üslerine dönüyorlardı. Ruslar kucaklarına düşen bu 3 yük gemisine Kandilli-Ereğli açıklarında ateş açtı. 7 Kasım 1914 sabahı saat 7.45'te 3 yük gemimiz içindeki 3 bin asker ve Sarıkamış'a götürülen malzemelerle birlikte çok kısa süre içinde denize gömüldü.

Enver Paşa gözden düştü Mustafa Kemal yükseldi





Olay Enver Paşa yönetimince örtbas edildi. Bütün askeri kayıtlar silindi ve basına sansür konuldu. Bu tarihi gerçeği 93 yıl sonra ortaya çıkaran Prof. Dr. Bingür Sönmez 3 yıldır yaptığı çalışmaları şöyle anlattı: "Batan gemilerden yüzerek kurtulan ve Ruslar tarafından esir alınan 175 askerimiz vardı. Fakat onların konuşması da bir şekilde Enver Paşa yönetimince engellenmiş. Elde ettiğim bilgilere gemicilik konusunda yapılan yayınlar aracılığıyla ulaştım. Denize çıkmış bütün gemilerin şecereleri tutulur. Hangi gemi nerede yapıldı, ne zaman denize çıktı, akıbeti ne oldu hepsi kayıtlıdır. 3 yıl önce bendeki bilgileri o dönem Kuzey Deniz Saha Komutanı olan bugünkü Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç'a anlattım.  Çok heyecanlandı. Ordunun elindeki kaynakları seferber etti. İstanbul Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ndeki bazı bilgilerle benim elimdekini karşılaştırınca gördük ki olay yüzde yüz doğru. Bu 3 yük gemisi batırılmasaydı tarihimiz çok farklı yazılabilirdi. Çünkü gemilerdeki malzemeler Sarıkamış'a ulaşsaydı facia büyük ümitle yaşanmayacaktı. Ya da daha hafif atlatılacaktı. Buna bağlı olarak da döneminin yıldızı Enver Paşa çöküşe geçmeyecekti. Bu da Enver Paşa'nın en büyük rakibi Mustafa Kemal'in yükselişini engelleyebilirdi. Dolayısıyla tarih tahmin edemediğimiz bir biçimde yazılabilirdi." Bu şehitler bundan böyle her yıl anılacak.

Denize çelenk bırakıldı


Prof. Dr. Bingür Sönmez'in araştırmasıyla ortaya çıkarılan ‘Sarıkamış Deniz Şehitleri' tarihte ilk kez dün anıldı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yetkilileri ve Sarıkamış Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez'in de katıldığı tören dün sabah Karadeniz Ereğli açıklarında yapıldı. Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa gemilerinin battığı yere çelenkler bırakıldı.



http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/esaret/yazilar/denizsehitleri.htm

..

Donarak Yok Olan Ordunun Öyküsü




          Donarak Yok Olan Ordunun Öyküsü



Sabah 25.12.2005


1. Dünya Savaşı'nın en trajik öykülerinden biri Sarıkamış'ta yaşanmıştı. İşte 91 yıllık dram... 
Enver'in hırsı faciayı yarattı 


Tam 91 yıl önce, 22 Aralık 1914 günü başlayan Sarıkamış Kuşatma Harekatı tamamlandığında koca bir ordunun neredeyse tamamı yok oldu. Enver Paşa'nın hırsıyla hareket eden hazırlıksız, yorgun askerler kar fırtınası, ayaz ve düşman kurşunu altında can verdi.

Sarıkamış'taki plan aslında basitti. 1914 sonbaharında İngiliz Donanması'nın önünden kaçan iki Alman zırhlısı gönderine çektiği Osmanlı bayrağı ve ciğer kırmızısı fesler giymiş Alman mürettebatıyla Yavuz ve Midilli adlarını alarak Rus limanlarını bombalamış, savaş patlamıştı. 1 Kasım'da Rusların General Daşkof komutasındaki Kafkas Ordusu harekete geçmişti. 14 Kasım'da İstanbul'da Cihat ilan edilmişti. Enver Paşa doğudaki III. Ordu ile Ruslara baskın yapacak ve üç kolordu halinde Sarıkamış'a saldıracaktı. Zayıf grup olarak değerlendirilen 11. kolordu Aras Nehri çevresinde düşmanla "oyalama muharebesi" yapacak, güçlü 9. ve 10. kolordular ise arkadan dolaşıp bir çevirme harekatına girecekti. Padişahın yetkilerini kullanan Başkomutan Vekili Enver bir an önce saldırmak, Rusları imha edip Ortaasya'ya doğru uzanmak istiyordu. 91 yıl önce, bu günlerde başlayan harekat Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın hırsının da sonu olacaktı. Genç bir subayken Manastır'da bir falcının kaşındaki tek bir beyaz tel için "Bu cihangirlik alametidir" demesini hiç unutmamıştı. 33 yaşında padişahın damadı ünvanını da taşıyan genç paşa İttihat ve Terakki elindeki imparatorluğun en muktedir adamlarından biriydi. Komuta kademesi neredeyse tamamen değiştirilmiş, genç, atak subaylar kurmay kadrolarını doldurmuştu. III. Ordunun başında Hasan İzzet Paşa vardı. Paşa ordusunu taarruz için yeterli bulmadığından savunma halinde kalmayı tercih ediyordu. Bu yüzden de birkaç hafta sonra Erzurum önlerine çekilmeye karar verecekti. Paşa ile kolordu komutanları arasında siyasi çekişmelere dayanan gerilimler de bu kararda önemli rol oynayacaktı.

KOMUTAN ENVER PAŞA 


Enver Paşa'da Genelkurmay Başkanı Bronsart Paşa ve Feldman'la birlikte 12 Aralık'ta Erzurum'a geldi. Hasan İzzet Paşa görevden affını istedi. Enver artık bizzat ordunun komutasını üstlenmişti. 10. Kolordu'ya Albay Hafız Hakkı, 9. Kolordu'ya İhsan Paşa komuta ediyordu. 22 Aralık sabahı 75 bini tüfekli muharip olmak üzere 118 bin er, 228 top, 73 makineli tüfekten oluşan gücüyle III. Ordu "Sarıkamış Kuşatma Harekatı"na başladı. Hareketin ilk günlerde eksiklikler kendisini gösteriyordu. Ordunun elinde tek bir harita vardır ve o da yanlıştır. 5 saatte yürüneceği düşünülen mesafe ancak 19 saatte alınabilir. Ancak Enver bir an önce Sarıkamış'ın ele geçirilmesini istemektedir. Rus kuvvetlerinin başındaki general Mişlayevski Sarıkamış'a kadar çekilme emri verir. Bu arada soğuk ve kayalık arazi 9. ve 10. kolorduları perişan etmeye başlamıştır. Geceyi kar üstünde geçiren birliklerde askerler soğuktan donarak ölmeye başlarlar. Sabah subaylar askerleri toplamakta güçlük çekerler. 40-50 asker diğerlerinin gözü önünde kurşuna dizilir. Bu hiçbir şeyi değiştirmez... Haberleşmenin yetersizliği yüzünden felaketi kimse fark etmemekte, Enver hırsla kuvvetlerin Sarıkamış'a ilerlemesini emretmektedir. 26 Aralık'ta 10. kolorduya bağlı bir tümen sabaha karşı Allahüuekber Dağları'nı aşmak için harekete geçer.

KOCA TÜMEN YOK OLDU 


Koca bir tümenin yüzde 90'ı bir gecede yok olur. Ağabeyi Allahuekber Dağları'nda ölen Şevket Süreyya Aydemir o geceyi şöyle nakleder: "Karanlık bir ormanda bir metreyi aşan kar. Gece gündüz devam eden deli bir kar tipisi, göz gözü görmeyen bir kar fırtınası içinde herkesin birbirinden kopuşu... Çaresizlik, açlık, ümitsizlik... Allahuekber'in en korkunç gecesidir. Erler, silahlarını kullanacak düşmanı da göremedikleri için, dinmek bilmez tipinin altında çamların dibine kıvırlarak kendilerini ölümlerin en tatlısı bildikleri donmaya teslim ederler. Subayların sağa sola atılışı, bir intihar arayışı gibidir..." 10. Kolordunun kalan tümenleri büyük bir inatla saldırıyı sürdürür. Sarıkamış'a da girerler, ancak tutunamazlar. Kalan askerler de çatışmalarda Ruslar tarafından öldürülür. Harekata 28 bin mevcutla başlayan 9. Kolordu'nun mevcudu 30 Aralık gününe gelindiğinde sadece bine düşmüştür. 4 Ocak'ta iki kolordudan kalan askerler de yok edilir ve esir düşer. 7 Ocak'ta Enver Paşa III. Ordu komutanlığını Hafız Hakkı Paşa'ya bırakarak İstanbul'a döner. Enver Paşa iktidarının kalan günlerinde bu konuda tek kelime edilmesine izin vermeyecektir.






.

Esir Kampları Bana Biraz Hürriyet Yollar mısın?





Esir Kampları Bana Biraz Hürriyet Yollar mısın?



Ergun Hiçyılmaz
Beyaz Balina Yayınları,



Celal BAŞLANGIÇ 
11/08/2001 Radikal
Kitap Hakkında Kısa Bilgi:


Sibiryadan çöllere, Hindistandan Birmanyaya Guyana kadar uzanan tarihi imkânsız bir hayat... Çoğu, bedenlerine büyük gelen yamalı kaputları giyip, silâh kuşandıklarında hünüz hayatlarının baharını yaşamaktaydılar. Bazıları için ne savaş, ne de esaret bitiyordu. Balkan Savaşında esir olanları bu defa Birinci Dünya Savaşında tekrar esareti yaşadığı görülmüştü. Millî Mücadelede esir düşenlerin içinde Harb-i Umumide yani Birinci Dünya Savaşında da esareti görenler vardı. Kaputsuz ve çıplak ayakla sarıkamış veya Sibiryada esarete yürümüşlerdi... Uçsuz bucaksız çöllerde, kimi zaman bir yudum suya kimi zaman bir atımlık mermiye kurban giden onlardı. Yorgun, dayanıksız ve silâhsız ama cesurdurlar. Postalları yoktu... Savaşa baş koymasalardı, bir yastığa baş koyabilirlerdi. İngilizler, bir bölümü Teşkilat-ı Mahsusada olan esirleri, Mısır çevresindeki kamplar yerine, çok uzaklara göndermişlerdi. Bu esir kampları Hindistan, Burma ya da Birmaya gibi sömürge alanlarında kurulmuştu. İşkenceden ya da hastalıkdan ölüp gidenler "kayıp" addedilerek kütükten düşürülmüştü. Hayatta kalabilenlerin bir bölümüde, geri dönme imkânını bulamayacaktı. Dönebilenler de esaretin psikolojik izlerin uzun süre taşıyacaktı. Mülâzim Gani(Sonradan Binbaşı Atakkaan) veya Yedek Teğmen İbrahim (Sorguç) gibileri anayurda dönebilmiş ve savaşa, bu defa kaldıkları yerden, " Millî Ordu" saflarında devam etmişlerdi. Neferlerden, sadece karşı kuvvetlere değil, aynı zamanda kötü tabiat şartları ve açlığada aylarca direnen Gazi Osman Paşa... İstanbulun teslim ol emrini dinlemeyen ama, karargâhının diretmesi ile çaresizliğe başeğen Medine Müdafii Fahrettin Paşa... Esir ettiği General Townsenda "şerefli asker" muamelesi yapan ama, esir düştüğünde, onuru ayaklar altına alınan Halil Paşa... Yaka paça ders edilen ve harekete uğrayan kumandanlar...Arapyan Hanı ya da Bekirağa Bölüğünde esaretin Malta seferini bekleyenler...Artık kendilerini unutan bir neslin bugün, her şeye rağme bağımsız olarak yaşaması için dün kanını döküp, canını veren şerefli, asil nefer ve kumandanların destanlaşan hayatları... Esir kampları, ülkemizde bu alanda yayınlanan en geniş ve ilk eser olma özelliğini taşımaktadır.

Mülazim Gani, Trakya Cephesi'nde çarpışıyordu. Kalamata'da esir düştü. 9.5 ay sürdü esirliği. 17 Haziran 1915'te İstanbul'a döndü. Ardından 'umumi seferberlik' geldi ve Irak Cephesi'ne gönderildi. İngilizlerle çarpışırken mermileri ve yiyecekleri bitince bir kez daha esir düştü. Burma'daki esir kampına götürdü onu İngilizler. Kafkas Cephesi'ne gönderilen gönüllülerden biri de ihtiyat zabiti Halil Bey'di. Haydarpaşa'dan trenle hareket etmişlerdi. 6 Nisan 1916'da Karasu'da birliğine katıldı. 22 Haziran'da Halil Bey devriye görevi sırasında Ruslar tarafından çembere alındı ve esir düştü. 200 kadar esirle birlikte Rus hatlarına götürüldü. Ayağından çizmeleri alınmıştı. Esirler önce Tiflis'e getirildiler, oradan da Hazar Denizi'nde Nergis Adası'na. Esirliği sırasında Sibirya'nın Voyenni Koruduk adındaki esir kampını da gördü. Esirliğinin beşinci yılında Türkiye'ye gönderilme kararı çıktı. 12'si kadın 1030 Türk esiriyle birlikte Japon Heymeymaro gemisine bindirildi. Tam 8.5 ay sürdü yolculuğu. 1916'da ayrıldığı İstanbul'a ancak 1922 yılında dönebildi. 

Raci Çakıröz subay adayı olarak 1914'te orduya katıldı. Yavuz'un Batum'u topa tuttuğu sırada alay Rize'ye çıkmış ve karayoluyla Çayeli, Pazar ve Arhavi üzerinden Hopa'ya, ardından da sınır ötesi Maradit'e girmişti. Ardahan'daki çarpışmalar sırasında alayı kuşatıldı. Raci Çakıröz yaralı olduğu için Ardahan merkezinde bırakılmıştı. Ruslar Ardahan'a girince esir düştü. Önce Kars'a ardından da Makariev Kampı'na gönderildi. İki yıl Kafkaslar'da esir kaldı. Esaret treni Sibirya'da Novi Nitolayevsk İstasyonu'na geldiğinde yıl 1917'ydi. 

Kamp kaçakları buluşuyor 

Raci Bey, arkadaşları Tahsin Bey, Talat Bey ve Hilmi Bey ile kamptan kaçarak sahte pasaportlarla Peropavlosk'a geldiler. Burada başka bir kamptan kaçan Rıfat Mataracı, Mehmet Bey ve Ziya Bey'le birleştiler. Ekip Taşkent'e vardığında 1918'in ocak ayıydı. 

Esirlerden Tahsin Bey ile Ali Bey, Afganistan yoluyla Türkiye'ye dönmeyi denediler ama bu defa da Hindistan'da İngilizlerin eline esir düştüler. Art arda yaşadıkları iki esaret sonunda gönderildikleri Seylan Adası'ndan da kaçmışlar ve Türkiye'ye gelebilmişlerdi. Raci Çakıröz, öğretmen Rahana Hanım ile esaret ve sürgün yıllarında evlenmişti. Enver Paşa'nın Rusya'ya gelişinden sonra Buhara 'daki esir Türk subayları Rus Gizli Servisi tarafından Moskova'ya gönderilmişti. Rusların Çakıröz ve arkadaşlarını tutmak istemesi ancak Dışişleri'nin araya girmesiyle aşılabildi. Raci Bey, eşi ve arkadaşları sonunda Tiflis'e, ardından Batum'a ulaşacak ve Trabzon üzerinden Türkiye'ye dönebileceklerdi. 

Sibirya'dan çöllere, Hindistan'dan Birmanya'ya, Burma'dan Guyan'a kadar akıp gidiyordu esaret öyküleri. Yeni çıkan 'Esir Kampları'nın yazarı Ergun Hiçyılmaz'a göre "Çoğu, bedenlerine büyük gelen yamalı kaputları giyip, silah kuşandıklarında henüz hayatlarının baharını yaşamaktaydılar. Bazıları için ne savaş, ne de esaret bitiyordu. Balkan Savaşı'nda esir olanların bu defa Birinci Dünya Savaşı'nda tekrar esareti yaşadığı görülmüştü. Milli Mücadele'de esir düşenlerin içinde Harb-i Umumi'de yani Birinci Dünya Savaşı'nda esareti görenler vardı. Kaputsuz ve çıplar ayakla Sarıkamış veya Sibirya'da esarete yürümüşlerdi. Uçsuz bucaksız çöllerde, kimi zaman bir yudum suya, kimi zaman bir atımlık mermiye kurban gidenler onlardı." 


http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/esaret/yazilar/hicyilmaz.htm


Enver Paşa'nın Hedefi




Enver Paşa'nın Hedefi



Hazırlayan: Suavi Kemal

Milli Gazete 23.12.2005







Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekatına girişirken dillendirdiği amaç 93 Harbinden beri, (1878) Rus işgalinde bulunan Kars, Sarıkamış, Ardahan gibi doğu illerimizi geri almak, Doğu Avrupa’da Ruslarla harp hâlinde olan Almanlara yardım etmek ve kazanılacak bir zaferle Kafkaslar ve Orta-Asya’daki Türk illerinin kapısını açmaktı.


1. Dünya Savaşı'nın ana cephesi Fransa'da, Verdun'dadır. 

Roma İmparatorluğu’ ndan beri Avrupa’nın en çok savaşa sahne olmuş 20 bin nüfuslu bu yerleşim biriminde Cihan Harbi’nin en kanlı çatışmaları yaşandı ve 300 bin kişi can verdi. Almanya ile karşısındaki Fransa-Britanya ikilisi cephede öyle bir denge sağlamıştı ki, savaşın can bilançosunu ağırlaştıran da zaten budur. 

Verdun’daki kilitlenme yüzünden, gerek Müttefikler ve gerekse bizim de mensubu olduğumuz Mihver Devletleri koca dünyayı bir satranç tahtası gibi görerek çeşitli hamleler yaptılar. Dengeyi değiştirecek yeni cepheler açmak istediklerinde ise iki tarafın da aklına gelen ilk ülke Osmanlı Devleti oldu.
Osmanlı'nın görevi, ilave cepheler açarak Rus ya da İngiliz kuvvetlerini kısmen de olsa Verdun'den ya da Alman cephesinden uzakta durmasını sağlamaktı. Nitekim Alman Genelkurmayı’nın emriyle bir fiyaskoyla biten Kanal Cephesini açmamızın sebebi İngiltere idi. 1915'te İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale macerasının sebebi de buna benzer. Asıl hedef Rusya'yı rahatlatmak ve Almanya'ya arkadan bir cephe daha açmaktır. Askerlerimizin savaşarak bile değil, donarak öldüğü Sarıkamış da ise Rusları Kafkasya'da meşgul etmek, böylece Almanya cephesine asker göndermelerini engellemek istenmiştir. Çünkü Ruslar Alman cephesine ilave asker gönderemeyince Almanya da Verdun'den asker azaltmak zorunda kalmayacaktır. Osmanlı Ordusu savaş boyunca Alman subayı eliyle yönetildi.

Osmanlı Genelkurmayı'nın Almanlar'a teslimi var. 1913 yılında General Liman Von Sanders başkanlığında 42 subaydan oluşan Alman Heyeti'ne birer üst rütbe verilerek Türk üniformaları da giydirilmişti. Böylece Almanya'da tümgeneral olan Liman Von Sanders mareşalliğe yükselmiş ve ordunun komutasını ele almış Çanakkale Savaşları'nı da o yönetmişti. II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da Çanakkale zaferinin yıldönümlerinin kutlanması sebebi ise zaten Von Sanders’in komutanlığından kaynaklanmaktaydı.

Hayaller hüsrana dönüşüyor

Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekatına girişirken dillendirdiği amaç ise 93 Harbinden beri, (1878) Rus işgalinde bulunan Kars, Sarıkamış, Ardahan gibi doğu illerimizi geri almak, Doğu Avrupa’da Ruslarla harp hâlinde olan Almanlara yardım etmek ve kazanılacak bir zaferle Kafkaslar ve Orta-Asya’daki Türk illerinin kapısını açmaktı.

Kafkas Cephesi diye adlandırılan bu cephedeki durumu, iki Amerikan bilim adamı , Stanford J. Shaw ve Ezel Kural Shaw şu sözlerle anlatıyordu: "Enver Paşa, Savunma Bakanı olur olmaz, Erzurum'da yerleşmiş olan üçüncü orduyu güçlendirmeye yöneldi. Kuzey Doğu Anadolu'nun Van Gölü'nden Karadeniz'e kadar uzanan bölgesi onun komutasındaydı." Enver, Sultanın Ermeni tebalarının desteğini kazanmak için bir son gayret sarfetti. Ancak, Rusya'dan gelen ve yerli Ermeni önderleriyle Erzurum'da yapılan bir toplantı sonuç vermedi. Rusya Ermenilere bir bağımsız devlet vaat etmişti. Bu devlet sadece Kafkaslarda Rus egemenliğindeki toprakları değil aynı zamanda Doğu Anadolu'nun önemli bir bölümünü içeriyordu. Böylece, 1877'de bu bölgeyi Müslümanlardan temizlemek operasyonu yenilenmiş olacaktı. Oysa, bölge nüfusunun çoğunluğu Müslümandı. Erzurum toplantısından sonra, Osmanlı tâbiiyetindeki Ermeni önderlerden bir çoğu Rus askeri güçlerine katılmak üzere Kafkaslara geçtiler."

Bozkırın ortasında sönen 90 bin meşale

Gecenin içinde yanan doksan bin meşale düşünün. Bozkırın ortasında. Kutup soğuğuna inat yanan doksan bin meşale. İyice zihninizde canlandırın o ateş parçalarını. Yıldızların bir olmadığı o göğün altında yanan doksan bin meşale. Şimdi de hepsinin birden aynı anda söndüğünü zihninizde canlandırmaya çalışın. Bir anda zifiri karanlığın doksan bin meşaleye galebe çaldığını düşünün. Bu doksan bin meşalenin yerinde anası, babası, evladı, karısı, kardeşi, arkadaşı olan doksan bin adem evladını koyun sonra. İstatistiklerle anlaşılamayacak doksan bin hayat. İşte Sarıkamış Harekatının muhasebesi de budur zaten.

2

Sarıkamış unutulmasın
Sarıkamış Harekatı’nın üstünden doksan bir yıl geçti. O günleri gören Sarıkamışlı bir ihtiyar, yıllar öncesinde yaşanan olayların vahametini bakın nasıl anlatıyor: “Buradan o dağlara baktığımızda, üzerinde kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık.”

Türk bayrağı çekilip, Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman zırhlısı, Karadeniz’deki Rus limanlarını bombardıman etti. Rusya da buna karşılık olarak 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye taarruz etti. Rus-Kafkas ordusu, Karadeniz’den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi kol hâlindeki saldırısıyla Pasinler’e kadar ilerledi. Rus ordusunun taarruzu, Köprüköy’de durduruldu. Üçüncü ordu, 3-9 Kasım 1914 günlerinde meydana gelen Köprüköy Meydan Muharebesinde Rus ordusunu yendi. Üçüncü Ordu Komutanı, mevsim şartlarını dikkate alıp, ayrıca askerin kaput başta olmak üzere, giyim ve iâşesinin yetersizliğini, top ve süvari atlarının azlığını hesaba katarak, sıcağı sıcağına düşmanı takip etmedi.

Taarruz emri

Köprüköy Meydan Muharebesinin raporlarını alan, yarbaylıktan paşalığa terfi ettirilen Harbiye Nazırı (Millî Savunma Bakanı) Enver Paşa, Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi. Enver Paşa, Erzurum ve Köprüköy’de birer taburu teftiş etmişti; ancak ordu birliklerinin tamamı hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Buna rağmen 3. Ordu Komutanı ve Enver Paşa’nın Harp Akademisi’nden strateji hocası olan Hasan İzzet Paşa’nın "Bu karda kışta, teçhizatsız birlikleri savaşa sürmenin cinayet olacağı" demesi üzerine Enver Paşa "Eğer hocam olmasaydınız, sizi idam ettirirdim." diyerek taarruzun bahara bırakılması tavsiye eden hocasının nasihatini kulak arkası etti. Oysa Hasan İzzet Paşa, ordunun harekat kabiliyetinden mahrum olduğunu, teçhizat ve ikmal maddelerinin noksanlığını ve dağ yollarının karla kaplı olduğunu anlatmaya çalışmıştı.  
 

Paşa, durumu İstanbul'daki eşi Naciye Sultan'a şu satırları yazıyordu:
"Naciye, güzel melek!

Ben yakında avdeti umarken şimdi zuhur eden bir hal beni daha bir müddetçik buraya bağladı. 3. Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa orduyu idare için kendisinde cesaret göremediğini söylüyor. Hep umduğum adamlar böyle çıkıyor. Şimdilik 3. Ordu'yu ben idare edeceğim."
Her ne kadar Enver Paşa o gün yayımladığı bildiride "Başarı giysilerle değil, her askerin kalbindeki yiğitlik ve cesaretle kazanılır" diyorduysa da o günlerde kaleme alınan bir er mektubu meselenin onun bildiği gibi olmadığını ortaya koyuyordu. "Bu yaz, iki alayımızla Yemen’den buraya naklonulduk. Yola koyulmamızdan dört ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan’ın cehennemî sıcağı Köprüköy’deki ayaz yanında nimet-i ilâhi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Bölük kumandanım, beni sıhhiyeye nakletmiş ise de, tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz kalıp tekrar takımıma döndüm. Akşam yaklaşınca Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, gelecek cuma Başkumandan Enver Paşa Hazretleri’nin teftiş ve hücum için geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumandan Paşa Hazretleri’nin gelmesi ile, Moskof’un kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak söktüğünde 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi’nden Moskof obüs yağdırır ama şükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler. Başkumandan Paşa Hazretleri acele gelse ki, ateşe kavuşsak..." O hayal edilen içlikler hiç gelmedi. Paltolar da…

Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18 Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.

Ve Taarruz

Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Üçüncü Ordunun üç kolordusu (9, 10, 11. Kolordular), 24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma (İhâta) Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti. Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat ve kayıp verdiler.
Sarıkamış harekatının en trajik yönü ise "harita" üstünden planlanırken yapılan "basit" bir hata idi… Zorlu kış koşullarında Allahu Ekber dağlarına tırmanan ordunun ani bir baskınla düşmanı ezmesi planlanmaktaydı. Sarıkamış o sırtın arkasındaydı. Ancak sırtı tırmanan askerler basit hatanın ne olduğunu gördüler. Sarıkamış görünürlerde yoktu. Çünkü 1/200.000 ölçekli haritanın harekat planı yapılan Oltu Paftası’nda yer alan Sarıkamış yazısını yanlış okumuşlardı. Haritacılık tekniğine göre orada Sarıkamış yazısının bulunması Sarıkamış’ın orada olduğu anlamına gelmiyor, sadece diğer paftada bulunan Sarıkamış’a giden yolu işaret ediyordu.

On dört saatte Allahu Ekber Dağları’nı aşan orduda yapılan sayım kayıpların büyüklüğü hakkında fikir verir. 150 askerden oluşan bölüklerin mevcudu 10-15’e düşmüştü. Bazı bölükler tamamen telef olmuştu. Tırmanışa başlamadan önce 10 binden fazla olan 30. Tümen’in şimdi 1400 civarında olması ise askerlerin savaşmadan katlolduğunu gösteriyordu. Sağ kalan askerler ise yaşadıkları kısmi donmalar yüzünden kangren olma tehdidi altındaydı. Askerler için torbaların dibinde atların dudaklarının ulaşamadığı arpa taneleri elde kalan son imkanlarıydı ve o günlerde ulaşabilecekleri tek sıcak yiyecek at tezekleriydi. Bütün bunlara rağmen sağ kalan askerleri daha çetin bir düşman bekliyordu. Her askerde yüzleri bulan bitlerin yaydığı tifüs hastalığı…  

Niçin başarısız?

Sarıkamış Harekâtı; kuşatma harekâtıyla düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan, başarılı bir plândı. Ancak Sarıkamış Harekatı, sadece harita üstünde "başarılı" kalmaya mahkum bir plandı, zira stratejinin zaman faktörlerinden iyi değerlendirilmemiş, kuvvetlerin böyle bir harekâtı yapacak şekilde teçhizatlandırılmamıştı. Ordunun kış şartlarına hazır olmaması ve olumsuz iklim şartları sebebiyle ikmal ve iaşe hizmetlerinin yapılmayışı, kıtalarda açlığa, hayvanların telef olmasına, dolayısıyla birliklerin dağılmasına sebep oldu. Enver Paşanın şuursuzca verdiği gece taarruzu emirleri, kayıpları daha da arttırdı.
Nitekim Ahmet İzzet Paşa’nın Feryadım adlı hatıratındaki şu satırlar tam bir feryattır: "Teorik olarak harita üzerinde -tabii ölçek ve pergel kullanmamak şartıyla- araştırılırsa düzenleme çok uygun görünmekteyse de, arazinin ve yol şebekesinin durumu, iklim ve mevsim gereği olarak kışın şiddeti ve bizim askerin böyle bir kış savaşına yetecek kadar giyecek malzemesi ve diğer şeylerden mahrumiyeti ve nihayet kumandanların kabiliyetsizlik, acelecilik ve şiddeti ordunun tamamıyla mahvolmasına sebep olmuştur."  

Neticeleri

Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Van’a, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi.
Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi. Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölü’nün ortalarına kayıklarla taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler. O dönemde Kafkas Cephesinde bir subay olan Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam adlı kitabında o günleri şöyle anlatır: "Çar ordusu dağıldı. Fakat onun yerini her tarafta onun silahlarına konan, bazı döküntü Rusları da toplayan Ermeni birlikleri aldı.
Bu birliklerin karşımızda yer almalarıyla beraber çarpışmalar, artık muharebe olmaktan çıktı. Devam eden hal artık bir savaş değildi. Harbin karşılıklı bütün kaideleri ortadan kalktı. Ermeni birlikleri bir taraftan cephede savaşmaya çalışırken, bir taraftan işgal ettikleri yerlerde kalan yerli sivil Türk halkı üstünde geniş bir imha işine girişmişlerdi. Hem düşmanı sürmek, hem de içeride kalanları bir an önce kurtarmak lazımdı. Aramızdaki savaş artık kör bir boğazlaşmaydı."

Trajediyi Ruslar da gizledi

Sarıkamış Harekatı’nın üstünden doksan bir yıl geçti. O günleri gören Sarıkamışlı bir ihtiyar, yıllar öncesinde yaşanan olayların vahametini bakın nasıl anlatıyor: "Buradan o dağlara baktığımızda, üzerinde kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık."
O günlerde, İstanbul gazetelerini takip edenler ise Genel Karargâh'ın "Ordumuz Sarıkamış'a dek ilerleyerek kesin başarı kazanmıştır" diyen zafer bildirisini okudukları için faciayı yıllar sonra öğrendiler. Ya İstanbul Cerele d’Orient Otelinde Enver Paşa Hazretlerine verilen ziyafete ne demeli?
Daha da trajiği şu. Enver Paşa’nın Sarıkamış Taarruzu’nun sonuçlarını Ruslar da gizlediler. Zira Rusya Müttefiklerden Çanakkale’ye saldırmalarını istiyordu. Rus Kafkas Ordusu Başkumandanı, o dönemde telsiz-telgraf ile müttefikleri Fransa ve İngiltere’ye, günde birkaç defa yalvarırcasına başvurarak: "Telefon konuşmalarını durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engelleyemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordularının ilerlemesi durdurulamaz ise, zengin Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!" haberini gönderiyordu. Üç ay geçmeden Müttefik donanması Çanakkale önlerine ulaştı. Sarıkamış Harekatının bir başka dolaylı neticesi de Gelibolu Yarımadasına yağan bombalardı…
Mehmet Akif, Çanakkale Destanında "Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor" diye sormuştu. Sarıkamış’ta doksan bin güneş parçası buz kesti ve bu gerçek yıllar boyu milletimizden saklandı.
Onları hiç unutmayalım ve Fatihalarımızı, hatimlerimizi hiç eksik etmeyelim…
Enver Paşa çareyi kaçmakta buldu
Allahü Ekber Dağlarını aşan Mehmetçiklerden bir kol da, Sarıkamış’ın doğusundaki Selim İstasyonuna vararak demiryolunu tahrip edince, Sarıkamış’taki Rus kolorduları paniğe uğradı. Gayriresmî Türk çeteleri de, 1915 yılı başında Ardahan’a girdi.
Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 90 bini (veya 60 bini) donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu. Sarıkamış İstasyonuna giren Enver Paşa, 5 Ocak 1915’te durumun iyice kötüye gittiğini görünce, ‘Ben İstanbul’a dönüyorum’ diyerek cepheden ayrıldı. Bardız’dan Erzurum’a kızakla dönerken bir Rus karakol birliği ile karşılaştı. Ancak Rus askerleri karşılaştıkları kişinin Enver Paşa olduğunu farketmedi. Paşa, Erzurum’dan otomobille Refahiye - Suşehri üzerinden İstanbul’a ulaştı. Böylece Napolyon kadar zafere susayan Enver Paşa, Napolyon’un Moskova’yı ele geçirmesine karşın uğradığı hezimetin bir benzerini Sarıkamış tren istasyonunda yaşamış oldu.

Çünkü Sarıkamış’taki Rus ordusu, Türk ordusu gelmeden önce Sarıkamış’taki tüm erzakı yok etmişti. Enver Paşa’nın bir hedefi de bu erzaktı.
Sarıkamış’a ulaşmayı başaran, ama kentin hemen dışında soğuğa teslim olan bir Türk birliğinin askerleri ise Rus kurmay başkanı Pietroroviç’i Enver Paşa’dan daha fazla etkilemişti. Rus subayı o günleri şöyle not aldı günlüğüne: “Allah-u Ekber Dağları’ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel tanrılarına teslim olmuşlardı."
Tuğgeneral Ziya Paşa ise anılarında şunları söyler:

"Ayaklarımın üşüdüğü bir sırada hem ayaklarımı ısıtmak, hem de ormanlarda olup bitenleri anlamak üzere yakınımızdaki ormana girdim. Keşke girmez olaydım. Dolaştığım yerlerde can çekişmekte olan birçok yaralıya rastladım. Bunlardan bazıları sönmekte olan bir ateşin başında yatıyor, bazıları çamların dibinde ah of ediyor, bazıları da iki üç kişi bir arada pelerinlerine sarılı bir vaziyette son dakikalarını yaşıyorlardı.Beni gördükleri zaman ‘Aman efendim sen bilirsin bizi buradan kaldırt donacağız’ diye sızlanıyor, bazıları bir lokmacık ekmek istiyorlardı. Yanlarına gittim, yüzlerini okşadım. ‘Şimdi gider sedyecileri bulur sizi buradan kaldırtırım’ gibi kuru teselli sözleri söyledim..."
Mehmetçikler bile bile ölüme sürüldü

O tarihte kendisinden Orta Asya’nın kapısı açması beklenen Türk ordusunun Balkan harbindeki kayıpları bile henüz tamamlanamamıştı. Teçhizat ve donatım kış şartlarına uygun değildi. Birliklerin çoğunda yazlık elbise vardı. Üstelik denetlemelerde başka birliklerden teçhizat alınıyor, birlikler komutanlara eksiksiz olarak gösterilmeye çalışılıyordu. Böylesi bir harekat için ordunun 88.000 ton hububata ihtiyacı varken eldeki miktar 1.250 tondan ibaretti. Üstelik Erzurum'da bile cepheye erzak nakleden kollar ancak 6-8 günde varabiliyordu. Buna karşılık Rus ordusu ise, silah ve teçhizat bakımından daha üstün olup lojistik destek durumu iyiydi. Sarıkamış Harekatına giden iki kolordumuzu İstanbul’dan yaya olarak göndermiştik ve bunlar üç, üç buçuk ay yürüyerek oraya ulaşmışlardı. O askerler ki, ne üstlerinde, ne başlarında vardı; ne de doğru dürüst bunları yedirebiliyorduk. Mehmetçikler, daha dinlenme fırsatı bulmadan, savaşa katıldılar. Liman Von Sanders bile Türklerin Sarıkamış’a, Kafkasya’ya taarruz edeceğini duyunca, tenkit etmiş ve "Türk ordusu Sarıkamış’ta muharebe yapacak güçte değildir, mevsim müsait değildir" demişti. Bu eleştiriyi öğrenen Alman İmparatoru ise "Hemen sesini kes, ses çıkarma, Türkler oraya taarruz etsin" cevabını vermişti. Çünkü Alman İmparatoru için önemli olan Osmanlı ordusu değil Verdun’daki Alman ordusu idi…



http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/esaret/yazilar/sauvi.htm


..

Sarıkamış: Yeni bir dönüm noktası



                 Sarıkamış: Yeni bir dönüm noktası




Can Dündar
Milliyet 
28 Aralık 2004




 19 Aralık 1914 gecesi Enver Paşa Köprüköy'deki karargâhından İstanbul'daki eşi Naciye Sultan'a şu satırları yazıyordu:
"Naciye, güzel melek!
Ben yakında avdeti umarken şimdi zuhur eden bir hal beni daha bir müddetçik buraya bağladı. 3. Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa orduyu idare için kendisinde cesaret göremediğini söylüyor. (..) Hep umduğum adamlar böyle çıkıyor. Şimdilik 3. Ordu'yu ben idare edeceğim."

Hasan İzzet Paşa, Enver Paşa'nın Harp Akademisi'nden strateji hocasıydı. Ama saraya damat olan Enver, alay, tümen, kolordu, ordu komutanlıklarında bulunmadan Almanların desteğiyle başkomutan vekilliğine atanmıştı. Şimdi de tecrübesizliğinin ve rekabet hırsının verdiği ataklıkla imkânsızı istiyordu:
Rus ordusu Sarıkamış'ta kuşatılıp yok edilecekti.

                                      * * *
Plan, Alman patentliydi.

Alman ordusu Polonya cephesinde Ruslarla savaştaydı. Sarıkamış cephesi açılırsa Ruslar bazı birliklerini Polonya'dan Kafkaslara çeker diye umuyorlardı.
Osmanlı ordusu, bir Alman generalin komutasındaydı.

Enver ve ordusu onun emirlerini uygulayacaktı.

Ancak 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, "Bu karda kışta, teçhizatsız birlikleri savaşa sürmenin cinayet olacağı" kanısındaydı.
Enver Paşa'ya bu görüşünü açınca tokat gibi bir cevap aldı:

"Eğer hocam olmasaydınız, sizi idam ettirirdim."

Ve Enver Paşa hocasını İstanbul'a yollayıp ordunun başına geçti.
Yayımladığı bildiride "Başarı giysilerle değil, her askerin kalbindeki yiğitlik ve cesaretle kazanılır" dedi.

Eşine yazdığı mektuplar "Allah kısmet eder de şu Moskofları bir ezersem, o vakit cicimi açık alınla kucaklarım. (..) Müsaade et, her tarafını emip öpeyim de Enver'ini ömrünce unutma" diye bitiyordu.

                                      * * *
Enver Paşa sonunda Naciye'sine ve cepheden telgrafla sıhhatini sorduğu köpeğine kavuştu, ama tipi altında yalınayak Allahuekber Dağlarına sürdüğü 90 bin asker, bir daha evini göremedi.

Koca ordunun tek kurşun atamadan kara gömüldüğü günlerde, İstanbul gazeteleri Genel Karargâh'ın zafer bildirisini yayımlıyordu:
"Ordumuz Sarıkamış'a dek ilerleyerek kesin başarı kazanmıştır." (Bkz: Alptekin Müderrisoğlu, "Sarıkamış Dramı", Kastaş Y., 2004)

İşin aslı anlaşıldığında İstanbul basınında bu kez de "Ermenilerin düşmanla ittifak yapıp orduyu arkadan vurduğu"na dair yazılar başlayacak ve hezimetin sorumlusu olan İttihat Terakki 5 ay sonra, 90 yıldır Türkiye'yi uğraştıran ünlü tehcir kararını çıkaracaktı.

                                      * * *

Enver Paşa, o belalı aralık gecesi hocasına kulak kabartıp harekâtı bahara ertelese, Türkiye tarihi bambaşka gelişebilirdi.

Yapmadı.

Ve Sarıkamış faciası bir dönüm noktası oldu.

Şimdi 90 yıl sonra "şanlı tarihimiz"de pek söz edilmeyen bu trajedinin ilk kez ve "Genelkurmay'ın himayesinde" anılıyor olması çok önemli...

Bu, Sarıkamış'ı yeniden bir dönüm noktası haline getirebilir ve o hezimetle başlayan hatalar zincirini daha net görmemizi ve soğukkanlılıkla yeniden değerlendirmemizi sağlayabilir.



..