15 Mayıs 2017 Pazartesi

Türkiye Gözümüzün Önünde Bölünüp İşgal Edilirken...


Türkiye Gözümüzün Önünde Bölünüp İşgal Edilirken... 

Cahit Armağan DİLEK ...


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                           
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
09 Eylül 2015 Çarşamba
Cahit Armağan Dilek 
cadilek9011@gmail.com


Hoşgeldiniz; Bugün 15 Mayıs 2017 Pazartesi  


  Süleyman Şah Türbesinin ve buradaki Türk toprağını koruyan askerlerimizin güvenliğinin IŞİD terör örgütü tehdidi altına girdiği gerekçesiyle türbenin 
Türkiye-Suriye sınırına 200m mesafedeki Suriye Eşme'sine 22 Şubat 2015 tarihindeki Şah Fırat Operasyonuyla nakledilmesiyle ilgili olarak yazdığım 
makalede (Şah Fırat Operasyonunun Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri-12 Mart 2015) şöyle demiştik:  

...Gelişmeler göstermektedir ki Türkiye Ortadoğu'da hızla geri çekilmekte ve kendi sınırları içine hapsolmaktadır. Aslında Türkiye'nin bölgeden çekilmesi 
çözüm süreci hatta daha da öncesindeki açılım politikalarının açıklanmasıyla başlamıştı...  

...Irak'ın kuzeyinde Kerkük'ü, tartışmalı bölgeleri ve petrol sahalarını işgal edip Barzani'nin bağımsızlık açıklamalarına sessiz kalarak onay vermiş olduk. 
Böylece Kerkük, Musul ve dolayısıyla Irak'tan çekildik... 

...Suriye'de ise Türkmenler üzerinden olan ilişkilerimiz IŞİD'le birlikte kopmuş, Türkmenler tamamen kendi kaderlerine terk edilmişti. Suriye ile tek 
somut bağımız olan Süleyman Şah topraklarını kendi kararımız ve isteğimizle terk etmekle de Suriye'den tamamen çekildik. Bakmayın Süleyman Şah türbesinin sınırımızın hemen yanındaki Suriye Eşme'sine getirilmesine, Türkiye artık kendi sınırlarının içine çekilmiştir...

...Zaten var olan PKK terör örgütünün yanı sıra IŞİD terör örgütü de tehdidi çekilen Türkiye'nin peşinden Türkiye'nin içine gelmiştir... Türkiye bu hareketle 
görünüşte IŞİD tehdidinden kurtulmuştur ama aslında bu sefer de uluslararası IŞİD koalisyonunun baskısı altına girmiştir...

...Türkiye'nin caydırıcılığını ortadan kaldıran bu pazarlık süreçleri Türkiye'yi sadece Ortadoğu'dan sınırları içine çekmekte kalmadı eş zamanlı olarak 
Türkiye'nin içinde de devleti batıya doğru bir çekilme eğilimine soktu. PKK açılımı ve özellikle 2013 başında başlayan pazarlık süreci (PKK eylemsizliğine 
karşı TSK/polisin pasif konuma gelmesi vs) ülkenin doğu ve güneydoğusunda devlet uygulamaları yapan iradenin fiilen devletten PKK terör örgütüne geçmesinin önünü açtı. Böylece AKP iktidarı ve dolayısıyla T.C. devleti genel anlamda ülkenin batısına sıkışmış oldu.PKK artık hem Türkiye'nin içinde hem Irak'ın kuzeyinde ve son olarak artık Suriye'nin kuzeyinde adeta Türkiye'yi çevrelemiştir...

Bugünkü Türkiye... Doğu/Güneydoğu'da PKK hakimiyeti, IŞİD terörü ve yabancı askeri kuvvet yığınağı 

Bugünkü Türkiye, yaklaşık 6 ay yaptığımız yukarıdaki değerlendirmenin maalesef doğru olduğunun ve gerçekleştiğinin artık resmen herkes tarafından kabul edildiği bir Türkiye'dir. Suriye'nin kuzeyindeki 110 km.lik bir bölüm hariç Kürt koridoru fiilen ve resmen gerçekleşmiş, Türkiye bunu kabullenmiştir. PKK terör örgütü doğu ve güneydoğunun hemen hemen bütün illerinde hakimiyetini özerklik ilanlarıyla pekiştirmiş, talepleri resmen kabul edilmezse ayaklanma 
başlatacaklarını açıklamıştır. Bütün resmin gerçekleşmesinin çözüm sürecinin yarattığı ortamla sağlandığını hem PKK hem devlet itiraf etmektedir. PKK 
elebaşlarından Bayık, 31 Ağustos 2015'te Foreign Policy dergisinde yayımlanan röportajında "2 yıllık çözüm süreci boyunca savaşa hazırlandık, bölgede sivil 
görünümlü silahlı milis yapı kurduk" demiştir.

Çözüm sürecinin PKK terör örgütünün Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda paralel devlet yapısı kurmasına nasıl ortam hazırladığını, PKK'nın Türkiye'yi bölmek üzere ayaklanma hazırlıkları yapmasına fırsat yarattığını, bugünlerde yaşanan terör saldırılarının hazırlıklarına çanak tuttuğunu ve bütün bunların AKP 
iktidarının gözleri önünde ve bilgisi dahilinde olduğunu itiraf eden beyanlarını Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın 04 Eylül 2015'te Yeniçağ gazetesindeki köşe yazısında 
net olarak bulabilirsiniz. Devletin en üst makamlarındakilerin açıklamalarına göre Türkiye beka sorunu yaşayan, doğu ve güneydoğusu bir terör örgütünün 
hakimiyetinde olan ve T.C. devletinin kamu düzenini geçerli olmadığı, terör örgütünün her an bir ayaklanma başlatabileceği, memurları o bölgeden kaçan yani devlet bölgeyi terk ediyor görüntüsü yaşayan bir devlet konumundadır.

Bugünkü Türkiye sadece topraklarının bir bölümünde PKK terör örgütünün hakimiyet kurduğu bir ülke değildir. Yazımızın en başında söylediğimiz gibi IŞİD terör örgütü de artık Türkiye'nin bir gerçeğidir ve IŞİD kendi terör tehdidinin beraberinde başta ABD olmak üzere koalisyon ülkelerini de Türkiye'ye 
getirmiştir. Şah Fırat operasyonuyla Ortadoğu'dan tamamen çekilen, caydırıcılığı azalan Türkiye hem kendi toprakları üzerinde hem de Ortadoğu bölgesinde 
oyunun dışına itilmektedir. 

Bunun son halkasını İncirlik Mutabakatı ile IŞİD koalisyonu ülkelerine Türk askeri üslerinin açılması oluşturmuştur. 

Yazılı olmayan imzasız bir mutabakatla Türk toprakları yabancı ülke askeri kuvvetlerine açılmıştır. İncirlik Üssü'nün açılması kararını açıklarken Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu " bütün kararları ABD ile ortak vereceğiz, ABD'den başka hangi ülkelerin askerlerinin geleceğini de yine ortak karar vereceğiz" diyerek T.C. devletinin egemenliğiyle ilgili kararların yabancılara paylaşılacağını sanki iyi bir şey yapıyormuş gibi rahatlıkla açıklıyordu. Ama gelinen nokta gösteriyor ki egemenliği paylaşılması değil adeta devri ve hatta Türkiye'nin işgaline yol açacak bir sürecin önünün açılması söz konusu. 

Nasıl mı? İşte o gelişmeler.

ABD, IŞİD'le mücadele için komşularının ve bölge ülkelerinin Suriye'ye asker göndermesini planlıyor!

IŞİD terörünü, Türkiye'nin IŞİD koalisyonuna katılması ve Suriye'de IŞİD’e karşı operasyonlara başladığı bir dönemde bununla iç içe olan bir gelişme nedense 
Türkiye'de hemen hemen hiç konuşulmadı. Bu gelişme ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin 02 Eylül 2015'te CNN'e verdiği röportajdaki açıklamalarıydı. Kerry 
şunları söyledi: "Suriye'de IŞİD'i yenmeye yardım etmek için Ortadoğu güçlerinin Suriye'ye asker göndereceğinden eminim. Doğru zaman geldiğinde Suriye'nin bazı komşularının sorumluluk üstlenmesini bekliyorum. Bunun nasıl olacağına ilişkin detayları bölgedeki diğer ülkelerle görüşüyoruz. Sahada bazı kuvvetlerin bulunmasına ihtiyaç var ve uygun zamanı geldiğinde bunların orada olacağına ikna oldum. Bölgede bunu yapma yeteneği olanlar var.".  Kerry hangi ülkelerin kara gücü göndermeye ikna edildiği konusunda ilave bilgi vermedi ancak "Amerikan Başkanının açıklamaları ve direktifleri çok nettir ki Amerikan askerleri bu denklemin içinde yer almayacaktır" açıklamasını yaptı.  

Konuyu yakından takip edenler için Kerry'nin açıklamasından sonra potansiyel adaylar olarak Türkiye, S.Arabistan ve bazı Körfez Arap ülkeleri öne çıkmakta dır. Kerry'nin bu açıklamasının ABD'nin Rusya ve S.Arabistan ile yürüttüğü ve Esad'ın başka bir ülkeye gönderilmesiyle de sonuçlanabilecek şekilde Suriye'de siyasi çözümü arayan görüşmelere başlanmasının ele aldığı bir döneme denk gelmesi de dikkat çekici. Kerry bu röportajından hemen sonra S.Arabistan Dışişleri Bakanı ile görüşmüştür ki bu da S.Arabistan Kralının 3 günlük bir ziyaret için Vaşington'a gelmesinin hemen öncesinde olması nedeniyle kritiktir.

IŞİD'le mücadelede Irak'ta Irak Ordusu ve Peşmerge ile kara savaşı yapacak kuvvet ihtiyacı karşılanabilecektir. Ancak Suriye'de bu konudaki ihtiyaç devam 
etmektedir. Eğit-donat projesi fiyasko ile sonuçlanmış, resmen kabul edilmese de ABD tarafından rafa kaldırılmıştır. ABD açısından Suriye'deki tek kara gücü 
PKK/PYD'dir. Belli bir aşamadan sonra (Kürt koridorunun oluşması)  PYD'nin daha güneylerde kullanılması mümkün olmayacağından başka kara güçlerine ihtiyaç vardır. Buna ikna olan ABD şimdi Suriye'nin komşularının ve bazı bölge ülkelerinin asker göndermesinin planlarını yapmaktadır. Amerikan askerleri 
Suriye'ye ayak basmayacak, sıcak çatışmaya girmeyecektir, ama ABD diğer ülkelerin askerlerine komuta etmeye hazırlanmaktadır.

Yine anlaşılan o ki bölge ülkelerinin Suriye'ye asker göndermesi söz konusu olduğunda bunun liderliğinin S.Arabistan tarafından yapılması büyük ihtimaldir. 
Ne de olsa S.Arabistan Yemen'de böyle bir tecrübe yaşamaktadır. Her ne kadar şimdilerde Yemen'de büyük bir sivil felaket yaşanıyor ve bu trajedi ne Türkiye 
ne de dünyada gündeme gelmiyor olsa da S.Arabistan'ın "üst akıl"lar tarafından bu günler için hazırlandığını söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Diğer 
taraftan TBMM'den geçen tezkereye dayanarak Türkiye üslerini IŞİD'e karşı operasyonlara açmış, bu üslere ABD haricinde Körfez'deki Arap ülkelerinin de 
uçak konuşlandıracağı açıklanmıştı. Kerry'nin bu açıklamasından sonra görülmektedir ki bölge ülkeleri Türk üslerini sadece hava operasyonları için 
değil Suriye'ye geçecek kara kuvvetleri personeli için de kullanmalarının öngörülmüş olması büyük ihtimaldir. Türk topraklarının Suriye'deki sözde ılımlı 
muhaliflere eğitim dahil lojistik destek için kullanıldığı zaten bilinmektedir.

Böylece Türkiye uzunca yıllar süreceği ta en başından belli olan IŞİD'le mücadele bağlamında topraklarında yıllarca sürecek bir yabancı asker varlığını 
barındırmak zorunda kalacaktır. Bu durum Türkiye'nin Pakistanlaştırılmasının bir başka veçhesini oluşturmaktadır. Şöyle ki: Bölge ülkelerinin, bölgedeki devlet 
dışı aktörlerin, Batılı güçlerin herhangi bir şekilde ve nedenle Türkiye'nin Suriye veya Irak'a kara gücü göndermesini istemediğini biliyoruz. Çünkü bütün bu 
aktörler "Türkiye girerse bir daha çıkmaz" sendromu yaşamaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin fiilen asker göndermeden ama çatışmanın tam içindeymiş gibi sürecin içinde yer alması, gerek yabancı ülkelerin askeri kuvvetlerini gerekse Suriye'deki sözde ılımlı yerel güçleri desteklemesi ve tabi ki bu savaşın maddi ve manevi tüm maliyetini bölüşmesi istenecektir. Bu bağlamda Türkiye'nin topraklarının ve üslerinin ileri harekat ve lojistik üs gibi kullanılması, gerektiğin de yabancı askerlere ev sahipliği yapması beklenecektir. Bu da aynen Afganistan'da savaşan NATO ve diğer uluslararası güçlere lojistik destek için 
topraklarını ve üslerini açması ama bunun karşılığında Taliban ve El Kaide'nin Pakistan'ı hedef almasından farklı gelişmeyecektir. IŞİD Türk topraklarında 
zaten var olan yandaş/hücreleriyle bunu Türk güvenlik güçlerine karşı yapacak, Türkiye genelinde sivillere karşı da terör saldırıları gerçekleştirecektir.

Bu söylediklerimizi bir komplo teorisi gibi göreceklere öngörülerimizi desteleyecek başka bir açıklamayı dikkatlerine sunarak açıklayıcı olmaya çalışalım.

ABD büyük bir askeri güçle Türkiye'ye yerleşiyor! İşgal mi, IŞİD'le mücadele mi?

Kerry'nin açıklamalarıyla eş zamanlı olarak ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass'ın röportajı 03 Eylül 2015 tarihinde CNNTürk'te yayımlandı.  Büyükelçi Bass röportajında ağırlıklı olarak IŞİD'le mücadele ve Türkiye'nin PKK operasyonlarına ilişkin soruları cevapladı.  Röportajı yapan gazeteci Hande Fırat'ın "Amerikalılar İncirlik'te ne kadar kalacak?" ve "Ne kadar büyüklükte bir güç gelecek Amerika'dan?" sorularına Büyükelçi Bass'ın verdiği cevap ise Kerry'nin öngördüğü şekilde bölge ülkelerinin Suriye'ye kara kuvveti göndermesi öngörüsünü teyit etmesinin yanında, ABD askeri kuvvetlerinin Türkiye'de yerleşmesinin IŞİD'le mücadeleden çok Türkiye'yi işgale dönüşebileceği kaygısını ortaya çıkarması açısından çok netti. İşte o sorulara verilen cevaplar:"Süre konusunda ise; üstünde uzlaştığımız hedefe ulaşmak için, yani DAEŞ’i zayıflat mak ve nihayetinde yenilgiye uğratmak için ne kadar zaman gerekirse, o kadar burada kalacağımızı düşünüyoruz.  O nedenle, bu konuya belli bir zaman dilimi açısından değil, belirlenen hedefler açısından yaklaşıyor uz...  DAEŞ’e karşı askeri operasyon yürütecek ABD ve diğer potansiyel koalisyon güçlerinin zaman içinde Türkiye’de hatırı sayılır büyüklükte bir varlığa sahip olacağını ve önemli katkılarda bulunacağını tahmin ediyoruz. Kurulacak yapı askeri harekatın nasıl gelişeceğine ve DAEŞ’e karşı en etkili çözümün gerekliliklerinin ne olacağına bağlı olacak...".

Anlaşılan o İncirlik Mutabakatı (bazı gazeteciler köşe yazılarında referans ve isim vermeden imzalı olduğunu yazsa da Dışişleri Bakanlığının bu konudaki tek 
resmi açıklaması 07 Ağustos'taki Dışişleri sözcüsü açıklamasıdır ve ona göre de ortada yazılı imzalı bir mutabakat yoktur) ucu açık bırakılmış, ne süre ne de 
askeri ekipman/silah/uçak/personel sınırlaması içermemektedir. Halbuki AKP hükümetinin TBMM'den aldığı yetki bir yıl sürelidir. AKP hükümeti neye 
güvenerek, neye dayanarak ve bir sonraki TBMM kararının ne olacağını bilmeyerek ABD'ye böyle açık bir çek verebiliyor, anlamak ve kabul etmek mümkün değildir. 

Eğer ABD ileride bu konularda sınırlamalarla sorunlarla karşılaşacağını düşünse (ki geçmişte 1 Mart tezkeresi tecrübesi var, tezkere geçmeden Türkiye'ye gelen 
Amerikan askeri kuvvetlerinin yaşadığı sorunlar var ki bunun çuval olayına yol açtığı tezleri oldukça kabul görmektedir) Büyükelçinin tarifiyle "hatırı sayılır" bir askeri gücü Türkiye'ye yığmaz, dolayısıyla çok sağlam güvenceler almış olmalılar. Hatırı sayılır bir askeri kuvvet tanımlaması da ilginç. 
Büyükelçi muhtemelen kendisinin söylediği istihbarat gerekçesinden ziyade Türk toplumundan fazla tepki çekmemek için askeri kuvvetin rakamsal büyüklüğünü 
açıklamıyor ama Türkiye'ye yerleşecek yabancı askeri kuvvetin oldukça büyük olacağını söylemeliyiz, çünkü hatırı sayılır bir askeri kuvvet görmezden 
gelinecek, etkisi olmayacak bir kuvvet olmayacaktır. 

Bu durum ise ABD'nin gerçek niyeti hakkındaki şüpheleri artırmaktadır. ABD aslında başka bir şeye mi hazırlanmaktadır?Kamuoyunun konuya dikkatini 
çekebilmek için kısaca şunu söyleyebiliriz. Büyükelçinin röportajdaki açıklamalarında Türkiye'de PKK terör örgütüyle tekrar müzakere masasına 
oturulmasına yönelik baskıcı ifadeleri, Suriye'nin kuzeyinde PYD'ye toz kondurmayan değerlendirmeleri var. Hal böyle olunca yine daha önceki 
yazılarımızda söylediğimiz gibi IŞİD eliyle bölgeyi dizayn etmeye çalışan ABD'nin, bu bağlamda IŞİD'le mücadele ediliyor görüntüsü altında nihai hedefi 
bağımsızlık olan ancak ilk etapta Suriye ve Türkiye'de özerk Kürt bölge yönetimlerinin oluşumunu izlemek, denetlemek, kontrol etmek ve gerekirse 
müdahale edebileceğini göstermeye yönelik bir baskı unsuru yaratmak için bölgedeki askeri varlığını artırmayı planmış olması büyük ihtimaldir. Bir taşla 
birden fazla kuş vurmayı yaklaşımını benimsemiş ABD'nin vurmayı istediği kuşlardan birisinin belki de en büyüğünün bu olduğunu düşünmek için 
gerekçelerimiz ve şüphelerimiz yeterince vardır. Çünkü Büyükelçi Bass "üzerinde anlaştığımız hedefleri gerçekleştirinceye kadar Türkiye'deyiz, bırakıp gitmek 
gibi bir niyetimiz yok" mealinde ifadeler kullanıyor. Çünkü Bass hatırı sayılır kuvveti anlatırken harekatın nasıl gelişeceğine ve IŞİD'e karşı en etkili 
çözümün gerekliliklerine atıf yaparak Kerry'nin doğru zaman geldiğinde bölge ülkelerinin Suriye'ye asker göndereceğini de adeta teyit etmektedir.

Peki Türkiye olarak biz ABD'nin hatırı sayılır askeri güçlerle bölgeye dönmesine yol açan IŞİD stratejisine ne kadar hakimiz, yönlendirme yapabiliyor muyuz, 
ABD'nin bu stratejisinin yada bunun üstündeki stratejisinin "end state"nin (nihai durum yani Suriye, Irak, Türkiye coğrafyasında neler öngörüyor, nasıl 
yapılar planlıyor vs) ne olduğunu, bu projenin kapsamını biliyor muyuz? Cevabı kocaman bir "hayır". İşin can sıkıcı yanı ise içeriğiyle ilgili hiçbir şey bilmediğimiz Türkiye'nin bekasıyla doğrudan ilintili bu projenin en önemli safhalarının Türkiye'yi yöneten AKP iktidarının verdiği açık çek ile yapılacak olmasıdır. Ancak görünen şu ki Rus tehdidi nedeniyle (Kırım'ın işgali, Ukrayna'nın de facto bölünmesinden sonra) Doğu Avrupa, Baltık ve Kuzey Avrupa ülkelerinin topraklarını Amerikan askerlerine ve savaş makinelerine açmasıyla söz konusu ülkelere yığınak yapan ABD, IŞİD tehdidi bahanesiyle ve Türkiye'nin davetiyle şimdi de Türkiye'ye yerleşiyor. Kaygı şu ki bu yerleşme sürekli bir hal alacak şekilde gelişmektedir. Eğer bu şekilde devam ederse bu Türkiye'nin kendi eliyle topraklarını Amerikan işgaline açması demektir ki kabul etmek mümkün değildir.

Türkiye'nin bölünüp işgal edilmesinden bahsederken başka yazılarda detaylıca incelenmesi gereken başka konular (Karadeniz'de sürekli ABD varlığı, Ege'de 16 
adanın Yunan işgalinde olması, Doğu Akdeniz'de Kıbrıs'ın elimizden kaymakta olması ile münhasır ekonomik bölge/enerji mücadelesinin kaybedilmekte oluşu) 
olduğunu burada önemli bir not olarak kayıt altına almalıyız ve nihai değerlendirmede yukarıda bahsedilenlerle birlikte ele almalıyız.


Sonuç olarak;

Burada yazdıklarımız Türkiye IŞİD'le mücadele etmesin anlamında değildir ama yazdıklarımız Türkiye'nin karar mekanizmasının içinde olmadığı, end state'ni 
(nihai durum) bilmediği bir projeye dahil edilmekte olduğunu bunun da Türkiye'nin çıkarlarını ve bekasını tehdit ettiğini, hatta Türkiye'nin işgaline 
yol açabilecek şekle dönüştüğünü ortaya koymaktır. Türkiye iki terör örgütü tehdidiyle karşı karşıyadır. Bunlardan PKK çözüm süreciyle birlikte yaptığı 
savaş hazırlıklarını hareket geçirmiş ve Temmuz ayının başından buyana 70'den fazla asker/polisimizi şehit etmiştir. IŞİD ise henüz topraklarımız üzerinde 
aktif bir terör saldırısı başlatmamıştır. Hal böyleyken ve PKK Türkiye açısından öncelikle tehditken Batı dünyası Türkiye'ye"PKK terör örgütüyle müzakere, IŞİD 
terör örgütüyle mücadele" dayatmasında bulunmakta, adeta Türkiye'nin güvenlik politikasını kontrol altına almak istemektedir.

Türkiye mevcut durumda PKK terör örgütüyle mücadele ederken Suriye'de savaşan taraflar arasında yer almadan da IŞİD'le mücadele edebilecek imkan ve kabiliyettedir.Buna da PKK terör örgütüne yönelik operasyonlarını sürdürürken Türkiye'nin içindeki IŞİD yapılanmasını ve mevzilenmesini tespit edip çökertmekle başlayabilirdi. Sınır hattının hemen üzerinde askerimizin IŞİD tarafından şehit edilmesi halinde de şimdi yaptığı gibi koalisyonun (ABD'nin) 
tutumunu beklemez, tezkere gerektirmeyen uluslararası hukukun kendisine tanıdığı meşru müdafaa ve sıcak takip hakkını kullanarak karadan ve havadan girerek sınırın hemen dibindeki IŞİD hedeflerini vurup dağıtabilirdi. Ama Türkiye IŞİD'in yurt içindeki yapısını/hücrelerini çökertecek operasyonları yapmadığı 
gibi 01 Eylül 2015'te sınır hattı üzerinde askerimizin IŞİD tarafından şehit edilmesinden sonra meşru müdafaa ve sıcak takip hakkını da kullan(a)mamıştır. 

Bu durum şunu göstermektedir: Türkiye terör örgütleriyle mücadelede kendi stratejisini (eğer varsa) uygulayamamakta, dış yönlendirmelere ve dayatmalara 
maruz kalmaktadır. Bunun sonucunda da aynı şimdi olduğu gibi topraklarının işgaline dönüşebilecek şekilde ucu açık, sınırlamaları olmayan bir mutabakatla 
ve sahibinin ABD olduğu IŞİD'le mücadele stratejinin öngördüğü bir yapıya ve projeye dahil olmak zorunda hissetmektedir. Bütün bu gelişmeler Türkiye'nin 
ulusal güvenliğini ve bekasını bugüne kadar hiç olmadığı kadar tehdit altına almaktadır. Çünkü Türkiye gözümüzün önünde bölünüp işgal edilmektedir... 


Cahit Armağan Dilek
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder