15 Temmuz 2017 Cumartesi

27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 2


27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 2


TSK’nın AB üyelik sürecine bakışında ikircikli bir tutum sahibi olduğu gözlenmiştir. TSK bir yandan AB üyelik süreci çerçevesinde gerçekleşen reform sürecini Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve üniter yapısına bir tehdit olarak görürken bir yandan da bu süreci çağdaşlaşma idealinin bir veçhesi olarak değerlendirmiştir. Bu tutumu dönemin Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT’ın Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı'nca Harp Akademileri Komutanlığı’nda düzenlenen “Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik” konulu sempozyumda yaptığı açış konuşmasında da görmek mümkündür. Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT aşağıda bir bölümüne yer verilen konuşmasında yer aldığı üzere bir yandan TSK’nın AB’ye karşı olmadığını ve AB’nin Türk toplumunun çağdaşlaşmasında bir zorunluluğu ifade ettiğini vurgulamış diğer yandan ise AB değerlerinin çağdışı ve bölücü hedefleri olanlar tarafından kullanılabileceği yönündeki TSK nezdinde var olan endişeyi dile getirmiştir. 

“Avrupa Birliği konusunda, TSK, haksız bir saldırının hedefi durumuna gelmiştir. Ülke içi ve ülke dışı çevrelerde, hiçbir haklı nedene dayanmadan, TSK’nin Avrupa Birliğine karşı olduğu konusunda yaygın kanaatler oluşturulmuştur. Açıkça ifade ediyorum, bu tür iddialar doğru değildir. 

Değerli Dinleyiciler, 
Bu konudaki Silahlı Kuvvetlerin görüşlerini büyük harflerle tekrar ifade ediyorum: 
TSK, Avrupa Birliği karşıtı olamaz. Çünkü Avrupa Birliği, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk toplumuna gösterdiği çağdaşlaşma hedefinin, jeopolitik ve jeostratejik açıdan zorunluluğudur. Bu zorunluluk, aynı zamanda; Türkiye’nin sosyal, politik, ekonomik ve güvenlik hedefleri ile de tam olarak örtüşmektedir. 
AB hedefi, ülkenin üniter yapısı ve lâik rejimi konusunda farklı düşüncelere sahip kesimlerin çağ dışı ve bölücü hedefleri ile uyuşamaz. Avrupa Birliğinin de bu tür amaçlara sahip düşüncelerle uyum içinde olması düşünülemez. 

Avrupa Birliğini ve bu birliğin yüksek değerlerini, sahip oldukları çağ dışı ve bölücü hedeflere ulaşmada bir vasıta olarak görenlerin hüsrana uğramaları kaçınılmaz bir sonuçtur. 

Bu sözlerim, varsa, bu düşüncelere sahip olan kişi ve gruplaradır. Ayrıca, bazı çevrelerin Türkiye’ye yaptırmak istedikleri hususları, Avrupa Birliğinin yüksek değerlerini ileri sürerek ve her fırsatta Türk Silahlı Kuvvetlerini gündeme getirerek gerçekleştirmeye çalışmalarının ne Türkiye’ye ne de Avrupa’ya yarar sağlamayacağını ifade etmek isterim. Tekrar ediyorum Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır ve Avrupa Birliğine girecektir. Bu yargı, bazı çevrelerin düşüncesi ile çelişse bile, Türkiye’nin ve TSK’nin kesin kararlığının açık bir ifadesidir ve Türk 
Silahlı Kuvvetlerini her fırsatta tüm olumsuzlukların nedeni olarak topluma yansıtan çevrelere de açık bir cevaptır.”297 

AB reformlarına ve özel olarak da AK Parti iktidarına karşı muhalefetin asker üzerinden yapılmasına, başka bir deyişle askeri muhalefetin odağı haline getirmeye dönük bir yazı “Genç Subaylar Tedirgin” başlığıyla yayınlanmıştır.298 Yazıda özetle Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi ÖZKÖK arasında gerçekleştirilen görüşmede ÖZKÖK tarafından TSK'nın rahatsızlıklarının ayrıntılı olarak hükümete iletildiği, AB reform paketleri nin içinde yer alan bazı düzenlemelerin demokrasinin yerleşmesine değil zarar görmesine neden olabileceği, komuta kademesinde ve özellikle genç subaylar arasında durumun endişe ile izlendiği, yaşanan kaygının sadece genç kesimle sınırlı olmadığı tüm orduyu kapsadığı gibi hususların dile getirildiği iddia edilmiştir. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi ÖZKÖK 26 Mayıs 2003 tarihinde akredite gazetelerin Ankara temsilcileri ile düzenlediği basın toplantısında söz konusu haberi yalanlayarak “Haber, yanlış olmaktan öteye, maksatlıdır. Dolayısıyla, bu konudaki bütün yorumlar da mesnetsiz kalıyor. Bunu hayret ve üzüntüyle karşıladım. Haberin çağrıştırdığı husus ve ayrım yaratıcı 
özelliği TSK'yı kırmıştır ve yıpratmıştır (…) TSK'da, genç subaylar-yaşlı subaylar ayrımı yoktur. Komutanlar arasında şahinler, güvercinler, sertlik yanlıları yoktur. Bu tür iddiaları yalanlamaktan öteye lanetlediğimi, kusura bakmayın ağır laf söylüyorum, ama açıkça ifade etmek istiyorum. TSK'da tek vücut olmuş bölünmez bir kitle ve modern yönetimimiz uyarınca kolektif bir akıl ve davranış biçimi vardır (…)TSK AB'ye karşı değil, aksine AB'ye uyumun deneyimli bir vasıtasıdır. Ancak AB'ye her şeye rağmen değil, onurla, eşit şartlarla, milli ve coğrafya bütünlüğümüzü koruyarak girmektir.” açıklamasında bulunmuştur.299 

AB’ye üyelik süreci ile beraber bu dönemde siyasetin temel tartışma konularından birini de Kıbrıs sorunu ve bu sorunun çözümüne yönelik olarak ortaya konan Birleşmiş Milletler (BM) Kapsamlı Çözüm Planı (Annan Planı) oluşturmuştur. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile anılan “Annan Planı’nın ilk versiyonu 11 Kasım 2002 tarihinde açıklanmıştır. Plan ile temel olarak iki eşit kurucu devletten oluşan federe “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulması öngörülmüştür. Planın ayrı ayrı yapılan eşzamanlı referandumlarla her iki tarafça onaylanmasının ardından ve Kıbrıs’taki yeni duruma ilişkin Andlaşma’nın Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık tarafından imzalanmasıyla yürürlüğe girmesi düzenlenmiştir. 

58. Hükümetin göreve başlaması ile birlikte Annan Planı’nın referanduma sunulması süreci ivme kazanmış ve genel olarak Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Hükümet inisiyatif üstlenmiştir. 
Üstlenilen bu inisiyatif ile Kıbrıs sorunu geleneksel olarak devletin ilgili kurumlarının dışında siyasi makamların yönlendirmesi ile ilerleyen bir hal almıştır. Hükümetin bu tutumu TSK komuta kademesinde rahatsızlığa sebep olmuştur. Dönemin Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit TOLON’un 18 Ocak 2004 tarihinde Kıbrıs konusunda “ver kurtul” yaklaşımını benimseyenlerin olduğunu ifade ederek, “Bu memleket hep güzel insan yetiştirirdi. Son zamanlar da hain de yetiştirmeye başladı. Haini yoksa ‘verelim kurtulalım’ diyen kim?” sözleri ile Hükümetin politikası sert bir şekilde eleştirmesi ve Hükümeti bu politikası sebebiyle vatan hainliği ile suçlaması TSK bünyesinde Hükümetin Kıbrıs politikası konusundaki rahatsızlığın en açık göstergesi olmuştur.300 

Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinde yaşanan bu değişime paralel bir şekilde 14 Aralık 2003 Kıbrıs Genel seçimleri sonucunda Mehmet Ali TALAT’ın başbakan oluşu ile birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) geleneksel Kıbrıs siyasetinde de değişim yaşanmıştır. 24 Nisan 2004 adanın her iki tarafında da halkoylamasına sunulan Annan Planı, KKTC’de %64,96 ile kabul edilirken,301 
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde ise %75,8 çoğunlukla reddedilmiştir.302 

2003 yılı içinde AB müktesebatına uyum sağlanması amacıyla TBMM tarafından kabul 3 kanunla 2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu’nda değişiklikler yapılmıştır. Yapılan değişikliklerle güvenlik bürokrasinin önemli bir parçası olan MGK’da ve Genel Sekreterlikte sivilleşme alanında büyük bir ilerleme sağlanmıştır. 2945 sayılı Kanunda öncelikle 4789 sayılı Kanun ile değişiklik yapılarak Anayasanın 118. maddesinde yapılan değişikliğe paralel bir değişiklik yapılarak Başbakan Yardımcıları ve Adalet Bakanının MGK üyesi olması öngörülmüş ve Kurul kararlarının “tavsiye” niteliğinde olduğu hükme bağlanmıştır. 4963 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle de yine Anayasanın 118. maddesinde yapılan değişikliğe paralel düzenleme yapılmış ve Genel Sekreterliğin yapısının, görevlerinin ve işleyişinin Anayasada belirlenen danışma organı niteliğine uygun bir hale getirilmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda, MGK’nın kendiliğinden toplanma süresi 2 ay olarak belirlenmiş, MGK Genel Sekreterinin atanması usulü yeniden düzenlenerek Kurul yapısının sivilleşmesine imkan sağlanması amacıyla Genel Sekreterin Başbakanın teklifi Cumhurbaşkanının onayı ile atanacağı düzenlenmiş ve yapılan değişiklik ve düzenlemelerle ilgili olarak yeni bir yönetmelik çıkarılacağı hükme bağlanmıştır. 5017 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle de MGK Genel Sekreterliğince yapılan atamaların Resmi Gazete’de yayımlanması önündeki engel ve Genel Sekreterlik kadrolarının gizli olması kaldırılmış, MGK Genel Sekreterliği Yönetmeliğinin Resmi Gazete’de yayımlanmasını mümkün kılmak amacıyla söz konusu yönetmeliğin “gizli” gizlilik dereceli olması hükmü mülga edilmiştir. 

Görev alanı daraltılarak görevleri yeniden tanımlanan MGK Genel Sekreterliği yapılan değişikliklerle bir danışma kurulu statüsüne niteliğine kavuşmuş ve MGK Genel Sekreterliği Yönetmeliğinin Resmi Gazete’de yayımlanması ile de işleyişi, görev ve yetkileri kamuoyunun bilgisine açık hale gelerek daha saydam bir hale gelmiştir. Büyükelçi Mehmet Yiğit ALPOGAN’ın 17 Ağustos 2004 tarihinde yeni Genel Sekreter olarak atanması ile de sivilleşme ile ilgili önemli bir düzenleme hayata geçirilmiştir. 

MGK’nın yapısında yapılan değişiklikler askerlerin muhalefeti ile karşılaşmıştır. Özellikle MGK Genel Sekreterliği'ne bir sivilin atanmasının kurumu siyasileştireceği ve yapılan değişikliklerle Genel Sekreterliğin işlevsiz hale geleceği yönündeki eleştiriler bizzat dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer KILINÇ tarafından dile getirilmiştir. MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer KILINÇ görevini devir teslim töreninde yaptığı konuşmada: “(…) MGK Genel Sekreterliği'nin bugün daha da güçlendirilmesi gerekirken, demokrasi adına tamamen işlevsiz hale getirilmesine yönelik yasa tasarısı çalışmalarından vazgeçilmesinin ulusal çıkarlarımız açısından zorunlu mütalaa edildiğini, ilgili mercilere bizzat ilettim. Bu itibarla hiçbir çaba harcanmadığını söylemek, şahsıma ve bu müesseseye haksızlık olmaktadır”' diyerek bu konudaki muhalefet yapılmadığına ilişkin olarak kendisine yöneltilen eleştirilere de cevap vermiştir. 303 

AK Parti iktidarı döneminde Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantıları ve bu toplantılarda alınan kararlar sürekli olarak siyasi tartışmalara konu olmuş ve YAŞ toplantıları kendi işlevinin ötesinde bir anlam yüklenerek sivil-asker ilişkilerinin sınandığı bir alan olarak görülmüştür. Özellikle YAŞ’ta alınan ihraç kararları ve YAŞ’ın sivil üyeleri olan Başbakan ve Milli Savunma Bakanının bu kararlara 
şerh koymaları siyasi tartışmaların temelini oluşturmuştur. YAŞ’ın sivil üyeleri bu dönemde alınan ihraç kararlarının hepsine şerh koymalarını YAŞ kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasını gerekçe göstermişler dir.304 
Nitekim, Anayasanın 125. maddesinde Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimi dışında tutulmuş olması305 ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 50. ve 94. maddeleri ile durumlarının YAŞ tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin TSK’dan ayırma işleminin YAŞ kararı ile yapılmasının mümkün kılınarak bu konuda takdir yetkisinin Genelkurmay Başkanlığına bırakılmış olması bakan kararı veya müşterek kararname yolu ile yargı yolu açık bir şekilde TSK’dan ayrılanlara göre eşitsiz bir durumun ve ilgililer bakımından mağduriyetlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. YAŞ kararlarına şerh konulması dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi ÖZKÖK tarafından “Bir anayasa maddesinin uygulanma istemine muhalefet şerhi koymak, idarenin kanunların uygulanmasını sağlama sorumluluğu ile çelişmiştir ve kanımca bu nedenle yasal dayanaktan yoksundur. Bu konudaki farklı düşüncenin ifade edileceği yer ve durum YAŞ olmamalıydı. Bu istisnai durum şüphesiz irticai faaliyetlere bulaşanlara cesaret vermiştir.”306 şeklinde değerlendirilerek, Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT tarafından ise “’YAŞ kararları yargı denetimine açık olmadığı için muhalefet ediyorum’ diyerek, Anayasa'nın bir hükmünü yok kabul etmeniz mümkün değildir” denilerek eleştirilmiştir.307 




***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder