14 Temmuz 2017 Cuma

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 19

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 19


OYSAKİ BUGÜN; 

- MENSUPLARINA BARIŞ, SAYGI VE SEVGİ, KARŞILIKLI YARDIMLAŞMA VE İYİ 
AHLAKI ÖĞÜTLEYEN, TOPLUMU AYIRAN DEĞİL, KAYNAŞTIRAN, DİĞER 
DİNLERE DAHİ HOŞGÖRÜ İLE YAKLAŞAN DİNİMİZE AYKIRI OLARAK; "DİNİMİZE 
KÜFRETTİLER" SLOGANLARI İLE İNSAN BOĞAZLAYAN CANİLER, ABBASİ 
DÖNEMİNDEN BİLE GERİ BİR İLKELLİĞİ AÇIKÇA SERGİLEMEKTEDİR. 

- NİTEKİM, HAZIRLADIKLARI SÖZDE İSLAM ANAYASASINDA DA; 

+ DEVLET, İSLAMIN DIŞINDA DEĞİL, İÇİNDEDİR. 

İSLAM HUKUKUN BİR PARÇASIDIR. 

+ İSLAM DİNİ LAİK REJİMİ KABUL ETMEZ. 

+ İSLAMDA DİN VE DEVLET AYRILMAZ. 

+DEMOKRASİ, AVRUPA MENŞE’Lİ BİR REJİM OLDUĞUNA GÖRE, İSLAMIN 
KABUL ETMEDİĞİ BİR FELSEFEDEN DOĞMUŞTUR. 

+ KANUN KOYMAK DEMEK ALLAH’A KARŞI SAVAŞ AÇMAK DEMEKTİR. 

+ DEVLETİN İDARE ŞEKLİ İSLAMDIR. 

+ HAKİMİYET, KAYITSIZ ŞARTSIZ ALLAH’INDIR. DİYEREK, 

NİHAİ HEDEFLERİ OLAN, BİR DİN DEVLETİ KURMAK İÇİN, HALKI, SONU OLMAYAN BİR KARANLIĞIN İÇİNE ÇEKMEK ÜZERE, HER TÜRLÜ YOLA 
BAŞVURMAYI, MUBAH SAYMAKTADIRLAR. 

- İŞTE BU ANLAYIŞTIR Kİ; BUGÜN BU KESİM, BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE TSK.'LERİNİ DİN DÜŞMANI OLARAK GÖSTERMEKTEDİR. 

- NETİCE OLARAK İRTİCAİ KESİMİN HALİHAZIR FAALİYETLERİ İTİBARİYLE; ATATÜRK'ÜN TEMELLERİNİ ATTIĞI VE ÇERÇEVESİ ANAYASA'MIZ İLE 
BELİRLENMİŞ OLAN DEMOKRATİK, LAİK VE SOSYAL HUKUK DEVLETİ ANLAYIŞI DIŞINA ÇIKARAK, T.C. DEVLETİNİ YIKMAYI AMAÇLADIĞI AÇIKÇA 
GÖRÜLMEKTE VE ÜLKEMİZDE SİYASAL İSLAMİ GERÇEKLEŞTİRME YOLUNDA OLUŞAN İRTİCAİ TEHDİDİN ÇOK CİDDİ BOYUTLARA ULAŞTIĞI 
DEĞERLENDİRİLMEKTEDİR. 

- ANCAK, TÜRKİYE DEVLETİNİN ŞEKLİ CUMHURİYET, REJİMİ DEMOKRASİDİR. CUMHURİYET ÜMMET OLMAYAN BİR MİLLET KAVRAMINI VE ÜNİTER DEVLET 
YAPISINI ESAS ALMIŞTIR. 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN EN BARİZ KARAKTERİSTİĞİ, ATATÜRK İLKELERİNE, DEMOKRATİK, LAİK VE SOSYAL HUKUK DEVLETİNE, İNSAN 
HAKLARINA, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN ÇAĞDAŞ BİR SİYASAL SİSTEMİ BENİMSEMİŞ OLMASIDIR. 

- NİTEKİM ANAYASANIN; 

+ BİRİNCİ MADDESİ; TÜRKİYE DEVLETİ BİR CUMHURİYETTİR. 

+ İKİNCİ MADDESİ; TÜRKİYE CUMHURİYETİ, ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE BAĞLI, DEMOKRATİK, LAİK VE SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİDİR. 

+ DÖRDÜNCÜ MADDESİ İSE; BİRİNCİ VE İKİNCİ MADDELERDEKİ HÜKÜMLERİN DEĞİŞTİRİLEMEYECEĞİ VE DEĞİŞTİRİLMESİNİN TEKLİF EDİLEMEYECEĞİ 
HÜKÜMLERİNE AMİRDİR. 

- BÖYLECE ANAYASANIN TEMEL NİTELİKLERİ KAPSAMINDA, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN BAĞIMSIZLIĞINA, HALKIN EGEMENLİĞİNE, MİLLİ 
DEĞERLERİNE, LAİKLİĞE, DEVLETİN ÜLKESİ VE MİLLETİ İLE BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜNE VE ÜNİTER DEVLET YAPISINA BAĞLILIK, TÜRK DEVLET 
SİSTEMİNİN TEMEL TAŞLARIDIR. 

BU HUSUS, MİLLETİ İLE DEVLET ARASINDA BİR ANTLAŞMADIR. 

- BU ANTLAŞMAYA KURALLARI BİLEREK, UYGULAYARAK VE UYGULATARAK RİAYET EDEN HER VATANDAŞ TÜRK MİLLETİNİN ONURLU VE SAYGIDEĞER 
MENSUBUDUR. 

- BUGÜN İTİBARİYLE; ARTAN BOYUTTA DEVAM EDEN İRTİCAİ TEHDİDİN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'Nİ YIKMAYI HEDEF ALAN FEVKALADE CİDDİ BOYUTU; 
ATATÜRK'ÜN KURDUĞU CUMHURİYET İLKELERİ DOĞRULTUSUNDA MEMLEKETİNİ SEVEN DEMOKRATİK VE LAİK HER VATANDAŞIN DİKKATLE 
İZLEMESİ VE BU TEHDİDİ HER KESİME ANLATMASI, TARAFSIZ KALMAMASI VE İCRAATTA BULUNMASI ANA GÖREVİDİR. 

BU NOKTADAN HAREKETLE; ATATÜRK'ÜN KURDUĞU MODERN VE LAİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN NİTELİKLERİ DEĞİŞMEYECEK, 
DEĞİŞTİRİLEMEYECEKTİR. 

- BUNLAR; 

+ TEK MİLLET, 

+ TEK VATAN, 

+ TEK DEVLET, 

+ TEK DİL, 

+ TEK BAYRAK, 

OLARAK İFADE EDİLMEKTEDİR.” 


 Genelkurmay karargahında üst düzey generaller tarafından bu brifingte, iktidardaki Refah Partisi’nin siyasi islamın temsilcisi olarak görülerek, bir iç tehdit unsuru olarak tanımlandığı görülmektedir. Doğrudan yargı mensuplarına verilen bu brifingin, bu haliyle, Anayasanın “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinlerde bulunamaz” şeklindeki 138/2 maddesine açıkça aykırı olduğu görülmektedir. 

Bu brifing, başta Adalet Bakanı Şevket KAZAN olmak üzere, RP’li milletvekilleri 
tarafından sert şekilde eleştirilmiş, Genelkurmayın yargıya açıkça müdahale ettiği, yargıya Anayasa hükümlerine aykırı olarak talimat vermek suretiyle suç işlendiği ifade edilmiştir. Keza, 28 Şubat döneminde Genelkurmay tarafından Adalet Bakanlığına ve cumhuriyet savcılarına çok sayıda suç duyurularında bulunulduğuna dikkat çekilerek,210 Genelkurmayın brifingler yoluyla yargının RP aleyhinde tavır almasına çalışıldığı ifade edilmiştir. 

Öte yandan, Genelkurmay tarafından verilen bu brifingte, bir general tarafından söylendiği bildirilen “Bizi hükümet boşluğunu doldurmaya mecbur etmeyiniz. Bütün iyi niyetli yetki ve görev sahipleri birleşiniz” şeklindeki sözlerinin 14 Haziran 1997 tarihli gazetelerde yer alması üzerine, DTP lideri CİNDORUK, 15 Haziran 1997 tarihli gazetelere şu açıklamayı yapmıştır: “REFAHYOL 
Hükümetinin yarattığı boşluğu bugün Genelkurmay doldurmaktadır. Genelkurmayın gerekçeleri haklıdır ama görev onun değildir. Çare yaratmak halkın görevidir. Silahla hak alınmaz, silahla hesap sorulmaz. Sevgili ordu, seninle gurur duyuyoruz. Sen iç ve dış tehlikelere karşı güvencemizsin. Ne olur orada kal Başka işe girişme…” 

 Genelkurmay karargahında üst düzey generaller tarafından bu brifingte, iktidardaki Refah Partisi’nin siyasi islamın temsilcisi olarak görülerek, bir iç tehdit unsuru olarak tanımlandığı görülmektedir. Doğrudan yargı mensuplarına verilen bu brifingin, bu haliyle, Anayasanın “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinlerde bulunamaz” şeklindeki 138/2 maddesine açıkça aykırı olduğu görülmektedir. 

MGK Genel Sekreterliğinde 30 yıl çalışan Birinci Hukuk Müşaviri Ağaoğlu, 
sözkonusu Brifingi hazırladığı öne sürülen BÇG hakkındaki sözleri şu şekildedir: "BÇG, Genelkurmay'ın kendi bünyesinde kurduğu kurmay subaylardan oluşan özel bir yapının adıdır. Genelkurmay İstihbarat Başkanı olan korgenerale (Çetin Saner) bağlı olan bu yapı, 28 Şubat'a kadarki dönemde önemli brifingler verdi. Raporlar hazırladı. Daha sonra olayı biz (MGK) devraldık; onlar da kendi hiyerarşik düzenleri içinde bu sürece katılmaya devam ettiler; ancak 
MGK kararlarından sonra olay fiilen bizim denetimimize bırakıldı."211 

Bu brifing, başta Adalet Bakanı Şevket KAZAN olmak üzere, RP’li milletvekilleri 
tarafından sert şekilde eleştirilmiş, Genelkurmayın yargıya açıkça müdahale ettiği, yargıya Anayasa hükümlerine aykırı olarak talimat vermek suretiyle suç işlendiği ifade edilmiştir. 28 Şubat döneminde Genelkurmay tarafından Adalet Bakanlığına ve cumhuriyet savcılarına çok sayıda suç duyurularında bulunulduğu na dikkat çekilerek,212 Genelkurmayın brifingler yoluyla yargının RP aleyhinde tavır almasına çalışıldığı ifade edilmiştir. 

Öte yandan, Genelkurmay tarafından verilen bu brifingte, bir general tarafından söylendiği bildirilen “Bizi hükümet boşluğunu doldurmaya mecbur etmeyiniz. Bütün iyi niyetli yetki ve görev sahipleri birleşiniz” şeklindeki sözlerinin 14 Haziran 1997 tarihli gazetelerde yer alması üzerine, DTP lideri CİNDORUK, 15 Haziran 1997 tarihli gazetelere şu açıklamayı yapmıştır: “REFAHYOL 
Hükümetinin yarattığı boşluğu bugün Genelkurmay doldurmaktadır. 

Genelkurmayın gerekçeleri haklıdır ama görev onun değildir. Çare yaratmak halkın görevidir. Silahla hak alınmaz, silahla hesap sorulmaz. Sevgili ordu, seninle gurur duyuyoruz. Sen iç ve dış tehlikelere karşı güvencemizsin. Ne olur orada kal Başka işe girişme…” 

5. Refah Partisi’nin kapatılması davası 

 21 Mayıs 1997 tarihinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural SAVAŞ, Refah Partisi'nin temelli kapatılması istemi ile Anayasa Mahkemesi'nde dava açmıştır. SAVAŞ, aynı gün yaptığı açıklamada, "RP'nin, Anayasamıza göre değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiğini ve giderek ülkemizi bir iç savaş ortamına sürüklediğini açıkça 
göstermektedir" şeklindeki açıklama yapmıştır. 

 Dava neticesinde Anayasa Mahkemesi tarafından 16 Ocak 1998 tarihinde alınan kararla laikliğe aykırı tutum ve davranışı nedeniyle Refah Partisi kapatılmıştır. 

 Vural SAVAŞ “Anılarım” adıyla yayımladığı kitabında, “19 Ocak 1998 tarihinde Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Köşk’e davet edildiğinde geçen olayları şu şekilde ankatmaktadır: 

 “Sıcak bir karşılama…Refah Partisi kapatılmasaydı, askeri müdahale olabilirdi. Seni kutluyorum. Davayı sen açtın. Bu sonuçta %50’den fazala hakkın var. Hukuk düzeni iyi işlerse toplumda huzur olur. Yargıya çok iş düşüyor.”213 

6. Başbakan ERBAKAN’ın istifası ve ANASOL-D Hükümeti: 

 18 Haziran 1997’de Başbakan Necmettin ERBAKAN, ülkedeki gerginliğin giderilmesi için, Başbakanlıktan istifa etmiştir. Başbakan ERBAKAN, Cumhurbaşkanına istifasına sunarken, DYP ile aralarındaki protokolü gerekçe göstererek Başbakanlığın DYP Genel Başkanı Tansu ÇİLLER’e 
verilmesini istemiştir. 

 8 Kasım 2012 tarihinde Komisyonumuz tarafından görüşlerine başvurulan eski DYP Milletvekili Cavit ÇAĞLAR, “ERBAKAN’ın istifa etmeden önce “askerin REFAH-YOL’dan sonra kurulacak hükümet konusunda Genelkurmay’la görüşme yapmak için kendisini görevlendirildiğini ifade ederek, “ziyaretinde Genelkurmayın ‘gemi azıya aldığını’ gördüğünü” ifade etmiştir.214 

 İstifa üzerine, Cumhurbaşkanı DEMİREL, 19 Haziran 1997 tarihinde, ANAP, DSP, CHP ve DTP Genel Başkanları ile görüşmelere başlamış ve 20 Haziran 1997’de ANAP Genel Başkanı Mesut YILMAZ’ı yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. 

 25 Haziran 1997’de RP, DYP ve BBP Genel Başkanları bir basın toplantısı düzenleyerek Başbakanlığın Tansu ÇİLLER’e verilmesini istediler ve üç partinin 282 milletvekilinin imzalarını ihtiva eden bir belgeyi RP Milletvekili Salih KAPUSUZ ve DYP Milletvekili Saffet Arıkan BEDÜK ile Cumhurbaşkanlığına göndermişlerdir. 

 30 Haziran 1997’de Sayın Cumhurbaşkanı, Mesut YILMAZ’ın kurduğu ve CHP’nin dışarıdan desteklediği, ANP, DSP ve DTP’nin katıldığı 55 nci hükümeti onaylamıştır. 

 12 Temmuz 1997’de 55’inci hükümet, 281 kabul, 256 red, 2 çekimser oyla güvenoyu almıştır. 

 REFAHYOL’un yıkılarak YILMAZ Hükümetinin kurulması dönemin gazete ve televizyonlarında sevinçle karşılanmıştır. Hürriyet Gazetesi, “Ülkeyi Silahsız Kuvvetler İrticadan kurtardı” şeklinde manşet atmıştır. 

 ANASOL-D döneminde EMASYA Protokolünün imzalanması, yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin kabulü, Başbakanlık Takip Kurulu’nun teşkili gibi irticayla mücadele konusunda önemli adımlar atılmıştır. 

 Ancak, zamanla, kamuoyunda giderek artan şekilde “MGK Hükümeti” eleştirilerine muhatap olan YILMAZ, bu eleştirilere cevap vermek için askere karşı daha mesafeli olmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, çeşitli kamuoyu araştırma şirketlerinden faydalanan YILMAZ, bu araştırmalarda ordunun irticaı abarttığı şeklindeki sonuçları gazetecilerle paylaşmıştır.215 

 Örneğin, Başbakan Mesut YILMAZ, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik BİR’in tutum ve davranışlarından kendisinin de rahatsız olduğunu gazeteci Mehmet Ali BİRAND’a anlatmıştır. Ancak BİRAND, bu haberi yapınca YILMAZ’ın nasıl geri adım atarak, bu sözlerini inkar ettiğini Komisyonumuza ifade etmiştir.216 

 Bu dönemde Enerji Bakanlığı’ndaki üst düzey bürokratların enerji ihalelerinde rüşvet aldıkları iddiası ile tutuklamalar yapılmış ve dönemin Enerji Bakanı hakkındaki iddialar gündeme gelmiştir. Cumhur Ersümer’e sorulmuştur. Ersümer, o dönemde kendisi hakkında bir karalama kampanyası 
yürütüldüğü nü ifade etmiştir.217 


7. ANASOL- D Hükümeti döneminde Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’e sunulan brifingler: 

7.1. “İslami Sermaye” Başlıklı Özel Brifing: 

 Genelkurmay Başkanlığı tarafından, ANASOL-D Hükümetinin ilk MGK toplantısı olan 25 Temmuz 1997 tarihli MGK toplantısından bir gün önce, 24 Temmuz 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e “İslami Sermaye” başlıklı bir brifing218 verildiği anlaşılmaktadır. Tamamı büyük harflerle kaleme alınan Brifingte, irtica yanlısı kişilerin sahip olduğu özel şirketler ile islami yöntem 
ve usulleri bir model olarak benimseyen vakıflar, dernekler, ticari kuruluşlar, holdingle, finans kuruluşları ve aracı bankalar ayrıntılı şekilde incelenmektedir. 

 Brifingte özetle; 

 “- İslami sermayeye verilen görevin din esaslarına dayalı bir yönetim sisteminin kurulabilmesi için belirlenen strateji doğrultusunda lüzumlu maddi kaynakların oluşturulması olduğu, 

 - İslami sermayeye Milli Görüş İslam Toplumu, yurtdışı kökenli finans kuruluşları, tarikatların yurtdışı organizasyonları ile dış ülkeler tarafından doğrudan sağlandığı, 

 - Milli Görüş İslam Toplumu’nun ticari işletmelerden, hac organizasyonlarından, kurban kesim kampanyalarından ve belediyelerden elde ettikleri yıllık gelirinin 1 milyar dolar olduğu, 

 - 1983 yılında 70 sayılı KHK ile kurulan yurtdışı kaynaklı finans teşkilatlarının siyasal islama maddi destek sağladığı, bu kuruluşların Faisal Finans Kurumu, Albaraka Türk özel Finans Kurumu ve Kuveyt Türk Evkaf Finans kurumu olduğu, 

 - Faisal Finans Kurumu hakkında 1995 yılında Hazine kontrolörleri tarafından düzenlenen rapora istinaden hayali ihracata aracılık yapmak, sahte evrak düzenlemek ve kara para aklama merkezlerine para transferi yapmak suçundan kanuni takibat yapıldığı, 

 - İkibuçuk trilyon sermayeye sahip olan bu üç finans kurumunun para piyasasında 1 milyar 600 milyon dolarlık mevduata sahip oldukları, bu kuruluşlara borsada işlem yapma yetkisini haiz aracı kurum kurma izni verilmesi yönünde gayret sarfedildiği, böylece kara para aklama imkanına 
kavuşulacağı, 

 - Süleymancıların Avrupa’daki İslam Kültür Merkezleri aracılığıyla yurt içindeki cami yapımı çalışmaları için para aktardıkları, 

 - Fethullah Gülen Grubunun eğitim kurumları açtığı ve çalıştırdığı, 

 - Başta İran olmak üzere, Libya, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi islam ülkelerinin, Türkiye’de islami devrim yapılması için doğrudan maddi yardım sağladıkları, tespit edilen paranın 100 milyon dolar civarında olduğu, 

 -İslami sermayeye mensup başlıca derneklerin; Milli Görüş yanlısı işadamları tarafından kurulan MÜSİAD ile Fethullah Gülen grubu tarafından yönlendirilen İş Hayatı Dayanışma Derneği olduğu, bahsekonu derneklerin 26 il merkezi ve 6 ilçede faaliyet gösterdiği, 

 - İslami sermayenin önemli bir bölümünün toplam sermayesi 500 trilyonu bulan 385 şirketten oluştuğu, ayrıca 4 bin şirketin de mevcut olduğunun istihbar edildiği, 

 - Başlıca İslami holdinglerin Kombassan Holding, Yimpaş Holding ve İhlas Holding olduğu, 

 - İslami sermayeye ihracat teşviği olarak 445 milyon dolar, iç yatırım teşvik uygulaması olarak 910 milyon dolar, yabancı sermaye izinleri ve teşvikleri olarak 650 milyon dolar olmak üzere, toplam devlet tarafından sağlanan destek toplamının 2 milyar dolar olduğu, 

 - 1997 yılı Bütçe Kanunu’na konan bir madde ile bu kurumlara süresiz teminat mektubu verilmek suretiyle etkinliklerinin daha da artırıldığı, 

 - Başlıca finans kuruluşlarının İhlas Finans Kurumu, Asya Finans Kurumu ve Anadolu Finans Kurumu olduğu, bu kuruluşların istenilen şekilde denetlenemediği, 

 - Refah Partili belediyeler tarafından islami sermayeye mali destek verildiği, Ankara Büyükşehir Belediyesinin bütün ihalelerinin Muradiye Vakfı paravanlığında kurulan 13 şirket vasıtasıyla yürütüldüğü, bütün ihalelerin genel olarak bu şirketlere verildiği, bu kapsamda Muradiye Vakfı tarafından toplam 78 ihalede 14 trilyonluk iş yapıldığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde de 17 
şirketten oluşan benzeri bir teşkilat bulunduğu, bu belediyenin her emlak satışından bağış aldığı duyumlarının alındığı, 

 - Hükümet tarafından bütçede belediyelere tahsis edilen 26 trilyon liralık kaynağa ilaveten, Ankara Büyükşehir Belediyesine 5 trilyon TL, İstanbul Büyükşehir Belediyesine de 10 trilyon TL olmak üzere toplam 15 trilyon TL’lik tahsisat ayrıldığı ve ödendiği, 

 - Belediyeler tarafından arsa rantı yoluyla gelir elde edildiği; belediyelerin cami altlarında işyerleri açılmasına imkan sağlamak suretiyle haksız kazanç sağlandığı, 

 - Vergi muafiyetine sahip vakıf ve dernekler tarafından yardım paralarının 690 milyarı bulduğu, 

 - Sosyal Yardım ve Dayanışma Teşvik Fonunda bulunan 30 trilyonluk kaynağın bütçe dışında tutularak önemli bir bölümünün Başbakan Erbakan’ın inisiyatifinde kullanıldığı, 

 - Genel ve katma bütçeli idarelerin dışında tutulan ve havuz tabir edilen fonda biriken 110 trilyonun 55 trilyonunun Refah Partili milletvekillerinin talepleri doğrultusunda siyasi mülahazalarla kullanıldığı, 

 - Maliye Bakanlığının giderayak siyasi mülahazalarla islami sermayenin merkezi olarak bilinen vergi potansiyeli yüksek Konya, Kayseri ve Sivas gibi illeri maliye denetim programı dışında bıraktığı, 

 - Ülkemizde her yıl kesilen 4 milyon kurbanın %17’sinin Türk Hava Kurumu tarafından, geri kalanının ise yetkisiz islami ağırlıklı kuruluş ve tarikatlar tarafından toplandığı, 1997 yılından bu kapsamda islami sermayeye aktarılan kurban derisi gelirinin 5 trilyon civarında olduğu, 

 - Siyasal İslamcıların Türkiye’de dini esaslara dayalı bir yönetim sistemi oluşturmak maksadıyla her yıl 15 milyar dolarlık bir parayı kullanmakta olduklarının tahmin edildiği, bu paranın Türkiye bütçesinin yaklaşık üçte biri olduğu, 

 - Bu paranın refah Partisi tarafından sempatizan kazanma, taban genişletme, propaganda, basın yayın, eğitim, kadrolaşma ve seçim hazırlıkları maksadıyla kullanıldığı, 

 - Bu nedenlerle islami kurallar ve inanç öne sürülerek oluşturulan bu ekonomik sistemin milli ekonomimize alternatif İslamcı bir ekonomik potansiyel oluşturmasının önlenmesinin hayati önemi haiz olduğu” ifade edilmektedir. 




***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder