15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 8


28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 8


YARGIYA PSİKOLOJİK AKTÖRLERİN ETKİSİ : MEDYA ÖRNEĞİ 

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun vereceği karar beklenirken, 6 Mayıs 1999 Cumartesi günü 28 Şubat kararlarını "TOPYEKÛN SAVAŞ" başlığı ile okuyucularına duyuran Hürriyet Gazetesi'nde "Danıştay'dan türbana geçit yok" başlıklı bir haber yayımlanıyordu. 

Haberin içeriğinde "..Danıştay İdari Dava Daireleri genel kurulu dün türban takan memurların kamu görevinden çıkarılmasına vize verdi" şeklinde bir karar verildiğinden bahsedilmekte, haberin devamında, "Danıştay'ın 'türbanlı memuru atın vizesi veren' kararı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde santral görevlisi olarak çalışan Z. Zeybel'in davasında alındığı" belirtilmekteydi. 
Kararın "örnek oluşturacağı" ve "kamuda çalışan tüm türbanlı kadın memurların idare tarafından işten çıkarılabileceği"ne imkân verdiği de belirtilmekteydi. Daha ötesi kararın "milletvekili olarak yasama görevine katılmak isteyen FP İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı ile ilgili tartışmayı da noktaladığı" belirtilmekteydi. 

Yargı tarafından verilen kararların, yazıldıktan sonra öncelikle ilgililerine tebliğ edilmesi gerekir. 1997 öncesi Türk yargısında mahkeme tarafından verilen bir kararın, gerek yazılmadan ve gerekse yazıldıktan sonra basına servis edilmesi, neredeyse gelenek haline gelmiştir. 

Sadece Hürriyet Gazetesi'nde "..Dün türban takan memurların kamu görevinden çıkarılmasına vize verdi" şeklinde verilen haber üzerine 10 Mayıs 1999 Pazartesi -yayından bir gün sonra- Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu kalemine yapılan başvuru ile 'haberde geçtiği şekilde bir karar verilip verilmediği' sorulmuş "sadece Danıştay Cumhuriyet savcısının itirazla ilgili 
olarak görüş bildirdiği" "henüz böyle bir karar verilmediği" belirtilmiştir. 

İdari Dava Daireleri Genel Kurulu üyelerini etkilemeye çalışan bir girişim, böylece deşifre olmuştu. Ancak bu girişimin kimler tarafından organize edildiği gizli kalmıştır. Bilinen bir şey varsa, o da, haberin Hürriyet Gazetesi'nde çıkması ve dosya incelemesine katılmış olan bir üyenin, Hürriyet Gazetesi'nin köşe yazarlarından birinin eşi olması idi. Bu durumda henüz yazılmamış, müzakeresi bile yapılmamış bir davarım kararı verilmiş gibi basına sızdırılması, mahkemeyi etkilemeye yönelik olduğu ve hâkimlere -nasıl karar vermeleri gerektiği konusunda- mesaj içerdiği açıktır. Karar verecek olan mahkeme üyelerinin de katıldığı-henüz karar verilmemiş bir dosya içeriğini ancak mahkeme 
üyeleri bilebileceğinden-bu kampanya ve yayınlardan sonra, davacı adına İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'na verilen 11 Mayıs 1999 tarihli dilekçe ile "incelemeyi yapacak hâkimler" reddedilmiştir. 

Reddi Hâkim dilekçesinde; "söz konusu haberin mahkeme kayıtlarındaki gerçeklerle örtüşmediği, olsa olsa bazı hâkimlerin şahsi düşüncelerini basına mahkeme kararı gibi sızdırmış olabilecekleri, sorumluluğu tespit edilenlerin davadan çekilmesi ya da alınması gerektiği" vurgulanmış, ".. henüz karar alınıp açıklanmamasına rağmen, karar verilmiş gibi gazetede haber çıkmasının birilerinin dışarıdan bu dosyaya müdahil olduğunu gösterdiği, Haberin muhtevasından da anlaşıldığına göre son günlerin güncel olaylarına yönelik sonuç çıkarma amacıyla dosya ile ilgilenildiği ve alınmayan kararın gazetede yayımlatıldığı" belirtilmiş, Henüz yazılmayan bir kararın gazetelere verilmesinin, kim tarafından yapılırsa yapılsın, tüm heyet üyelerini töhmet altında bıraktığı, 
en azından davacı yönünden 'bağımsız ve tarafsız' yargı ilkesinin zedelenmesine neden olduğu" dile getirilmiştir. "Karar yazılmadan hatta kurulun toplanarak karar verdiği, dosya üzerinde belli olmadan gazetelere bilgi vermek aynı zamanda ihsas-ı rey (konuya ilişkin görüşünü açıklama) mahiyetinde 
olduğu, bu nedenle İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun dava yönünden 'tarafsızlığı ve bağımsızlığının' zedelendiği, ...Bu itibarla haber konusunun gazeteye verilmesini temin eden kişi veya kişiler belli ise onları, belli değil ise karara katılan tüm hâkimler yönünden reddi hâkim talebinde" bulunulduğu belirtilmiştir. 

Davacının reddi hâkim ve sorumluların cezalandırılmasına yönelik dilekçesine karşılık İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından gönderilen 04.10.1999 tarihli yazıda "...davanın sonucunun tutanağa bağlanması ve bu tutanağın görüşmelere katılanlar tarafından imzalanmasının, kararın oluşması için yeterli bulunduğu" belirtilmiş, "heyetçe görüşme tamamlanıp tutanak imzalandıktan sonra bu karar sonucunun üçüncü kişilerce öğrenilmiş olmasının" mahsuru 
bulunmadığı belirtilerek, dilekçeler üzerine herhangi bir işlem yapılmasına gerek görülmemiştir. 
Dolayısıyla, davanın tarafı olan kişilere herhangi bir tutanak gösterilmeksizin, hâkimlerin aralarında konuştukları karar sonuçlarının davacı ya da davalının iradesine bırakılmaksızın "psikolojik savaşın bir unsuru olarak kullanılması" meşrulaştırılmıştır. 

İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından, Danıştay 8. Dairesi tarafından verilen ve "başörtülü olarak memuriyet görevi ifa eden" bayanların "kamu görevinden çıkarılmalarını hukuka aykırı bulan" karar iptal edilmiş, bundan sonra gerek ilk derece mahkemesi ve gerekse temyiz başvurusu sonucu Danıştay'a gelecek "başörtüsü ile ilgili davalarda nasıl davranılacağı" belirlenmiş ve 
verilecek kararın sınırları çizilmiştir. Nitekim bu karar yazıldığında, kamuoyuna "türbana son nokta", "türbanlı memur uyarısız atılacak" manşetleri ile duyurulmuştur. 

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun anılan kararında özet olarak "uyulması gereken kuralları biliyor olmasına rağmen, ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumun huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak biçiminde gerçekleşen davranışlarını ısrarlı bir biçimde sürdüren davacının" kamu görevinden çıkarılmasında "mevzuata aykırılık görülmemiştir'' denilmiş, davacının "kurumun huzur ve çalışma düzenini nasıl bozduğu" araştırılmadığı gibi, bu yönde bir araştırma yapma ihtiyacı hissedilmemiştir. 

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu karan doğrultusunda Danıştay 8. Daire, Z. Z.'in davasının esastan reddine karar vermiştir. İDDGK karannda belirtilen "uyulması gereken kuralları biliyor olmasına rağmen, ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumun huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak biçiminde gerçekleşen davranışlarını ısrarlı bir biçimde sürdürmek'' gerekçesi, 8. 
Dairesinin kararının da gerekçesi olmuştur. Bu gerekçe bundan sonra farklı amaçlar için kullanılmaya başlanmıştır. 

Danıştay 8. Dairesi ve İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun karar gerekçesi memuriyette çalışan bayanlar hakkında "kılık kıyafet nedeniyle "açılacak soruşturmalara da ilham kaynağı olmuştur. Memurlar hakkında "kılık kıyafet" nedeniyle açılacak soruşturmalarda, soruşturma raporunun nasıl hazırlanacağına ilişkin olarak şablon metin hazırlanmış ve bu metin amirlere, yeni bir bilgi notu olarak dağıtılmıştır. 

Muhakkiklerin dikkate alması için form şeklinde dağıtılan "bilgi notunda" raporlara yazılacak gerekçe ve sonuçta ne talep edileceği belirtilmiştir. Başörtülü memureler hakkında soruşturma yürüten soruşturmacılara dağıtılan bilgi notunda kısaca şöyle denilmektedir: "...Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 07.05.1999 tarih ve 1999/229 Sayılı kararına göre, devlet 
memurlarının kılık kıyafet kurallarına uymak mecburiyetinde olduğu belirtilerek belirlenen kılık kıyafet hükümlerine aykırı davranmak fiilinin ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur ve sükûn ve çalışma düzenini bozmak şeklinde ortaya konulduğu ve bu suçun karşılığı da Devlet Memurları Kanu-nu'nun 125/E-a fıkrasına girdiği vurgulanmıştır. 

Devlet memuru bayanlar hakkında kılık kıyafet sebebiyle açılan soruşturmalarda, adli yönden yani adli suç olup olmadığı yönünden bir görüş belirtilmez iken, daha sonraları soruşturma raporunun teklifler bölümünde "Adli yönden" emirlere itaatsizlik anlamına gelen "TCK 526. maddeye göre yargılanmalarının gerektiği" de eklenmeye başlanmıştır. 

Bundan sonra Danıştay'da da hukuk kurallarına göre değil daha çok "ideolojik ve siyasi düşüncelere" göre karar verildiği kanaati yaygınlaşmıştır. 


YARGIDA NİYET OKUMA DÖNEMİ 

Yargı, etkilenmeye açık hale geldikten sonra hukuksuzluğun nerede duracağını kestirmek mümkün değildir. Özellikle idare mahkemelerinde, somut olgular ve hukukun dışında "devletin âli menfaatine" uygunluk kriteri ve davacının kafasının içinde varsayılan düşüncelere göre karar vermek, bu dönemde gerçekleşmiştir. 

Kılık kıyafeti nedeniyle devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılan Gebze 60. Yıl İlköğretim Okulu öğretmenlerinden K. S. işlemin iptali için Kocaeli İdare Mahkemesinde dava açmıştır. 

Kocaeli İdare Mahkemesi, davanın reddine dair kararında (09/03/2005 gün ve 
E:2004/2268, K:2005/278 sayılı kararı) davacının "niyetini nasıl okuduğunu" şu şekilde ifade etmektedir. 
"dava dosyasındaki belgelerin incelenmesinden ... davacının da aralarında bulunduğu personelle ilgili yapılan soruşturma sonucu düzenlenen rapor ile davacının başörtüsü takarak kılık kıyafet yönetmeliğine uymadığından disiplin cezası ile tecziye edilmiş olduğu, görevlerini yaparken izlenmesi için kuruma gidildiğinde türban üzeri peruk takarak görevlerini sürdükleri, peruklarının 
altında türbanlarının görüldüğünün, okul bahçesinde başlarını açmadıkları, binaya girince başlarını açtıkları kılık kıyafet konusunda samimi olmadıkları, bu davranışı sürdürmekte kararlı oldukları...Bu veriler ile soruşturma raporu ekindeki belgeler ışığında davacının uymak zorunda olduğu kuralları 
bilmediği veya bu konuda uyarılmadığı için değil kılık kıyafet yönetmeliğinde yer alan kuralları benimsemediği, görev mahallinde başı açık görev yapmayı kabul etmediği, mevzuatta yer alan kılık kıyafetle ilgili kurallara uygun davranma konusunda samimi olmadığı sonucuna varıldığı..." gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. 

Mahkemenin açıklamasından davacı ve bahsi geçen diğer öğretmenlerin "binaya girince başlarını açtıkları" ancak "bahçede ya da okul dışında başörtüsü üzerine peruk kullandıkları" anlaşılmaktadır. 

Ne var ki, memurun içeri girerken başım açması yeterli olmamaktadır. Kişinin, "kılık kıyafet konusundaki kuralları benimsediğini ve başını açmada samimi olduğunu da ispat etmesi" de gerekmektedir. 

Mahkeme, adı geçen davacının, "kılık kıyafet yönetmeliğinde yer alan kuralları 
benimsemediği, kılık kıyafetle ilgili kurallara uygun davranma konusunda samimi olduğunu da ispat edemediği " sonucuna varmıştır. 

Artık kişilerin kafasında geçen düşüncelere göre karar verme dönemi de başlamış olmaktadır. 

Bu kararı verenlerin evrensel hukuk anlayışının ayrılmaz bir parçası olan "masumiyet ilkesi ya da beratı zimmet asıldır" suçluluğu müşahhas hukuk kurallarına uygun olarak mahkemece tespit edilene kadar suçsuzdur- kuralı hiç ilgilendirmemektedir. Çünkü dava konusu edilen davranışlann her nasıl olursa olsun cezalandırılması gerektiği yönündeki telkin bunu gerektirmektedir. 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder