15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 6


28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 6

FAZİLET PARTİSİNİN KAPATILMASI KARARI 

Refah Partisinin kapatılması davası Anayasa Mahkemesinde görülmekte iken 17 Aralık 1997 tarihinde Fazilet Partisi kurulmuştur. Yeni kurulan bu Parti, bağımsız milletvekillerinin de katılımıyla TBMM’de ana muhalefet partisi konumuna gelir. 

Söz konusu dönemde askerin hala rahatsız olduğu, irticanın hala ülkede birinci tehdit olmaya devam ettiği, sekiz yıllık eğitim kanunu dışında 28 Şubat 1997 tarihinde alınan MGK kararlarının uygulamaya konulmadığı, hükümetin türban yasağı konusunda tavizler verdiği ve kapatılan Refah Partisinin Fazilet Partisine dönüşmesine hükümetçe göz yumulduğu konuları sürekli gazeteler ve televizyonlarda işlenmekte, bir anlamda 28 Şubat sürecinin halen devam etmekte olduğu kanaati toplum üzerinde pekiştirilmektedir. 

İşte bu atmosfer içerisinde, Refah Partisinin 16 Ocak 1998 tarihinde kapatılması ve kararın 22.2.1998 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasından yaklaşık bir yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra 7 Mayıs 1999 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bu kez Fazilet Partisi hakkında kapatma davası açmıştır. 

İddianamede kapatma nedeni olarak temelde iki iddia ileri sürülmüştür. 

Birinci iddia Fazilet Partisi'nin, Refah Partisi'nin kapatılacağını anlayan yöneticileri tarafından kurdurulan hülle partisi olarak adlandırılabilecek bir parti olduğu, 147 milletvekili ile çok sayıda belediye başkanının Fazilet Partisi'ne geçmelerinin, bu milletvekillerinden bazılarının da Genel İdare Kurulu ve Disiplin Kurulu üyesi olmalarının kapatılan Refah Partisi'nin bir başka ad altında kurulduğu nun kanıtı olduğu iddiasıdır. 

İkinci iddia ise Fazilet Partisinin laikliğe aykırı fiillerin "odağı haline geldiği" iddiasıdır. 
Bu iddiaya dayanak olarak, Fazilet Partisinin türbanlı bir milletvekilini aday göstererek seçilmesini sağlaması ve bu kişinin TBMM’de türbanlı olarak yemin ettirilmek istenmesi ile Fazilet Partisi yöneticilerinin çeşitli tarihlerde yaptıkları konuşmalarda türban yasağını eleştiren konuşmalar yapmaları gösterilmiştir. 

Partinin kapatılması davasının 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan genel seçimlerde Fazilet Partisinden milletvekili olarak seçilen Merve Kavakçı’nın 3 Mayıs 1999 tarihinde TBMM Genel Kurulunda türbanlı olarak yemin etmek istemesi olayından hemen sonra açılmış olması, Yargıtay Cumhuriyetbaşsavcısının bu olaya bir tepki olarak davayı açtığının en büyük kanıtıdır. Yargıtay Cumhuriyetbaşsavcılığının Merve Kavakçı olayına tepki olarak alelacele dava açtığı ve iddianamede 
parti kapatma için dayanılan nedenlerin yetersizliği Anayasa Mahkemesince de görülmüş ve Yargıtay Başsavcılığından soruşturmanın genişletilmesi talep edilmiş ve Yargıtay Başsavcılığı 5 Şubat 2001 tarihinde ek bir iddianame düzenlemek zorunda kalmıştır. 

Anayasa Mahkemesi 22 Haziran 2001 tarihinde verdiği kararında, Fazilet Partisinin kapatılan Refah Partisinin devamı olduğu iddiasını yerinde görmemekle birlikte, Fazilet Partisinin laiklik ilkesinin karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğini kabul ederek, bu Partinin de kapatılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararında aynen; 

“18 Nisan 1999 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinden sonra TBMM'ndeki yemin töreninde, Merve KAVAKÇI'nın ve onu seçim öncesinde, yemin töreni sırasında ve seçim sonrasındaki davranışları ve yaptığı açıklamalarla özel olarak destekleyen Nazlı ILICAK'ın sergiledikleri eylemlerin ve yaptıkları konuşmaların; Bekir SOBACI'nın türban ve başörtü yasağına direnen bu nedenle de İstanbul Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinden çıkarılan öğrencileri Ankara girişinden 
alarak basın toplantısı yaptırması, Meclis'e getirerek partileri ziyaretlerini sağlaması gibi yasalara aykırı eylemleri desteklemesi ve teşvik etmesinin; Ramazan YENİDEDE'nin resmî daireler ve okullarda konuya ilişkin yasa ve yönetmelikler gereği uygulanan türban veya başörtüsü yasağını zulüm ve zorbalık olarak göstererek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesinin; Mehmet SILAY'ın 1998 yılında yayınlanan "Parlamentodan Haber" adlı kitabında, dünya tarihinde milletlerin dini duyguları ve inançlarıyla savaşanların daima kaybettiklerini İran'da bunu deneyenlerin ya ülkeyi terkettikleri ya apoletlerinin söküldüğünü Cezayir'de Fransız çıkarlarına hizmet uğruna halka dayatanların ve 
zorbaların bu gün hiçbirisinin hayatta olmadığını belirterek halkı kamu görevlilerine karşı eyleme yöneltmesinin ve Fazilet Partisi'nin Genel Başkanı ile Milletvekillerinin ve kimi Partililerin davranışları ve çeşitli yer ve toplantılarda yaptıkları konuşmalarla mevzuata ve yargı kararlarına aykırı olduğu halde resmî daire ve okullarda türban veya başörtüsü takılmasını desteklemelerinin 
Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırılık oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Fazilet Partisi'nin bir tepki göstermediği gibi benimsediği bu faaliyetlerin, Anayasa'nın 69. maddesi, Siyasî Partiler Yasası'nın 101. ve 103. maddeleri uyarınca odak olmaya esas alınacağı kuşkusuzdur.” denilmek suretiyle, türban yasağını eleştirmek dışında başkaca bir eylemleri bulunmayan Parti yöneticilerin sözleri davalı Partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğinin kanıtı olarak kabul edilmiştir. 

YARGIYI ETKİLEME SÜRECİNİN İLK ÖRNEKLERİ 

Sivas Davası 

1990 sonrasında yargıya açıkça müdahalenin ilk örneği, "Sivas olayı davası"dır. 2 Temmuz 1993 günü, içlerinde Selman Rüşdi tarafından yazılan ve Peygambere (a.s.) hakaret edilen Şeytan Ayetleri kitabını Türkiye'de yayımlamak isteyen Aydınlık grubu ve Aziz Nesin'in de bulunduğu organizasyonun Madımak Otel'de bir program icra edeceği söylentisi ile galeyana gelen Sivas halkı, otelin önünde toplanarak, protesto gösteri düzenlemiştir. Protesto sırasında, bazı provoka törler oteli yakmaya çalışmış, perdelerdeki alevler rüzgârın etkisiyle yayılmaya başlamıştır. 
Otelde bulunanların bir kısmı tahliye edilirken, 37'si dumandan boğularak hayatım kaybetmiştir. 
Olayla ilgili olarak yapılan tahkikat sonunda, Sivas Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava, yargılama safhasında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiştir. 

Dava dosyası Ankara'ya intikal eder etmez Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcısı Nusret Demiral tarafından kaleme alınan "Düşünce örneği" isimli "müdahale ve yönlendirme" amaçlı yazıdan sonra, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırılıktan dolayı Asliye Ceza Mahkemesi'nde ve (boğularak) ölüm olayları nedeniyle Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmesi gereken davalar birleştirilerek, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde görülmesi gerektiği öne sürülmüştür. Bu yazıdan kısa bir süre sonra bütün davalar, bu düşünce örneği doğrultusunda Ankara 1 no'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde birleştirilmiş ve bu mahkemede görülmeye başlanmıştır. 

Bütün yönlendirmelere ve müdahaleye rağmen, yargılama sonunda Ankara DGM, somut olayda, devlet aleyhine suçlar, terör ve örgüt suçlarının unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle, sanıklardan bir kısmını Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefetten, bir kısmını da (24 kişi) eski Türk Ceza Kanunu madde 450/6'da ifadesini bulan "faili gayrimuayyen şekilde bina yakmak suretiyle adam öldürmek" suçundan mahkûm etmiş ve bir kısmının da beraatine karan vermiş tir. 
Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından, olayın (mülga) TCK. 146. maddede ifade edilen "anayasal düzene karşı suç" kapsamında "cumhuriyete yönelik bir kalkışma" olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündeki bir gerekçe ile bozulmuştur. Temyiz aşaması devam ederken, yargılamanın ilk aşamasında yer alan hakimler değiştirilmiş ve başlangıçta fonksiyonsuz kalan "düşünce örneği" bu aşamadan itibaren fonksiyon icra etmeye başlamıştır. 

Nitekim yargılamanın bu safhasında, Yargıtay'ın bozma karan doğrultusunda hareket edilmiş ve kamuoyunda bir 'misilleme' olarak değerlendirilecek şekilde, sanıkların 37'si hakkında ölüm cezası verilmiştir. Yirmiden fazla sanık ise yedi buçuk yıl civarında ağır hapis cezası ile tecziye edilmiştir. 

Bu davaya müdahale edildiği, yıllar sonra açık bir şekilde anlaşılmıştır. Yargılama, örgütlü suçlardan kabul edilen Türk Ceza Kanunu madde 146 uyannca yapılmış ve cezanın da buna göre verilmiş olmasına, sanıkların terör suçlusu kabul edilmesine karşın 2003 yılında çıkarılan, terör suçlulannı topluma kazandırmayı amaçlayan yasadan aynı mahiyette ceza alan birçok kişi 
yararlandırılırken, Sivas Davası hükümlüleri yararlandırılmamışlardır. Hükümlülerce yapılan başvuru sonrası, basının ve yargıya baskıyı rutin hale getirmiş kişi ve kurumların açıklamaları üzerine yargı, mahkûm ederken ve infazını yaparken 'terör suçlusu' kabul ettiği kişilere af niteliğinde bir yasayı 
uygulamayı reddetmiştir. 

Başbağlar Davası; 

Postmodern darbe öncesi müdahale edilen yargılamalardan bir diğeri Başbağlar katliamı sanıkları ile ilgili davadır. Davaya bakmaya yetkili mahkeme Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi'ydi ve yargılamada anılan mahkemede başlamıştı. İlk duruşmanın akabinde Yargıtay, davanın naklini gerektirecek haklı ve hukuki hiçbir sebebe gerek göstermeksizin, davanın İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi 'ne nakline karar vermiştir. Sivas olayları ile ilgili davayı Sivas'a en yakın olan 
Ankara'ya nakleden Yargıtay, Başbağlar Davası söz konusu olduğunda, en yakın Erzurum, Kayseri, Ankara, Konya ve biraz uzağında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemelerine nakletmek yerine, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne nakletmekte bir beis görmemiştir. Mağdurların -mahkemeye ulaşması- 
ve davayı takip etmesi böylece engellenirken, binbir güçlükle mahkemeye ulaşabilenler de, mahkemenin aşağılamalarına maruz kalmışlardır. Mağdurların fakirliği kıyafetlerine de yansıyor ve bu durum mahkeme için bir tahkir gerekçesi oluşturuyordu. Mahkeme başkanı, duruşma salonuna terlikle gelen bir mağduru azarlayarak salondan çıkarırken, başka hiç bir davada rastlanmayacak sebeplerle mağdurları salondan çıkarmakla tehdit ediyordu. İşin ilginç yanı hâkimin, bu tavrını gizleme ihtiyacı dahi duymamasıydı. 

Adil bir yargılamanın temel unsurlarından olan şekli işlemlere, davanın taraflarına ve taraf vekillerine eşit mesafede bulunma yükümlülüğü hiçbir şekilde dikkate alınmıyor, bazen mağdur vekillerinin bakışlarından bile rahatsızlık duyduğunu belirtebiliyordu. Böyle bir yargılama sonunda suçun failleri olduğu konusunda ikna edici delillerin bulunduğu 20'ye yakın sanıktan, sadece 17 
yaşındaki bir çocuğa ceza veriliyor ve dosya bu haliyle kapatılıyordu. Bütün bu süreç, davayı takip eden kamuoyunda, davanın sessiz sedasız kapatılmak amacıyla İzmir'e nakledildiği kanaatini güçlendiriyor, davayı yakından takip edenler için, kesinlik derecesinde bir gerçekliğe dönüşüyordu. 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder