15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 16

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 16

 İŞKENCE İDDİALARI 

 Diğer taraftan 28 Şubat sürecinde 

28 Şubat sürecinin korku ikliminde kurgulanan en önemli olaylardan birisi de 
MALATYALILAR (TALEBE-ŞAFAK-İSLAMİ HAREKET) olarak kamuoyuna bildirilen grupla ilgili tutuklamalar, gözaltılardır. Bu olayda 28 vilayette yüzlerce insan gözaltına alınmış, büyük bi kısmı ağır işkenceler görmüştür. 

28 Şubat sürecinde Malatya adeta pilot bölge olarak tespit edilmiş, çökertilen şehir ekonomisinden sivil toplum örgütlerine kadar, bütün şehir dernekleriyle, vakıflarıyla tarassut altına alınmıştır. Bu süreçte kurgulanan senaryoya uygun olarak tutuklamalar başlamıştır. Tutuklamaların ve üretilen örgütün tamamen bir kurgu, bir dizayn olduğunu göstermesi bakımında polis tutanağındaki şu 
ifade yeterince açıklayıcıdır: 

” Bu grubun bu gün olmasa bile uzun vadeli mevcut anayasal düzeni yıkıp yerine şer-i esaslara dayalı İran modeli teokratik bir devlet yapısı kurmak için illegal faaliyetler içerisinde olacakları değerlendirilmekte olup, iş bu değerlendirme ve tespit tutanağı tarafımızdan tanzimle altı birlikte imza edilmiştir.” 

Konuyla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı Müfettişlerince yapılan incelemede; (Malatyalılar ( Talebe-Şafak) grubu içindeki kişi ve kuruluşların mal varlıkları, para ve sermaye hareketleri ile bunların birbirleri arasındaki bağlantıları gösterir tespitler yapılmış, söz konusu kişilerin kazanç ve harcamalarında ticari ilişkileriyle ilgili yapılacak herhangi bir hususun olmadığı örgütle ilgili hususun 
da DGM tarafından yürütüldüğü belirtilmiştir. 

Diğer taraftan sanıklardan özellikle jandarma tarafından Ferit Özdemir’e kazdırılmak suretiyle ortaya çıkarılan silahlar (Silahların bir kısmının TSK envanterinde kayıtlı olduğuna dair iddialar var ve bu iddialar araştırılmamış) ve bu silahlarla ilgili söz konusu şahsın ifadelerinden yola çıkarak yargılamalar yapılmıştır. 

Sanıkların tamamının mahkemeye verdikleri ifadelerinde kolluktaki ifadelerinin ağır işkenceyle alındığı tespit edilmiştir. 

Bu şahıslardan Malatya’da saygın bir kanaat önderi olarak bilinen Zekeriya Şengöz ile İstanbul’da esnaflık yapan Fahri Memur mahkum edilmişlerdir. 

Aşağıda yer alan ifadeler bu süreçte; kurgulanan durumu, işkenceleri, hukukun ve kolluk kuvvetlerinin darbe sonrası olağanüstü süreçte ne hale düşürüldüğünü göstermesi açısından son derece dikkate değerdir: 

 Zekeriya Şengöz ve Fahri Memur ile Malatya cezaevinde yapılan görüşmede;: Tutanak tarihi 23/10/2013 

ZEKERİYA ŞENGÖZ; Başörtüsüne verdikleri destek nedeniyle, 28 Şubat sürecinin Malatya’da çok hazin bir şekilde geçtiğini, Türkiye’de 28 Şubat sürecinin en yoğun bir şekilde mağdur edildiği illerin başında Malatya’nın geldiğini, Sadece o cuma olaylarını ajite etmek ve halka bunu yansıtırken işte, bir başkaldırı, bir isyan şeklinde sunmak için yapıldığını, O zamanın kanallarının 
birkaç tanesi istisna, böyle mütedeyyin, iyi yayın yapan insanların bulunduğu kanallar müstesna, bütün kanallarda halkın müthiş bir şekilde korkuya sevk edildiğini, 

Gözaltında tutma süresinde yedi gün olmasına rağmen , sekiz gün tutulduğunu, hastanede darp yerlerimden dolayı rapor tutulduğu, bu rapor nedeni ile o gün 2 kez hastaneye götürüldüğünü, bunun mahkeme kayıtlarında bulunduğunu, zorla alınan ifadelerle kendilerinin silahlı örgüt kapsamına alındığını, 

Mahkemennin, bulunan silahların üzerine gitmediğini, Makine Kimya Enstitüsünde bu silahların kimlere satıldığı ve satılan yerlerden buralara kadar nasıl geldiği ortaya konulmadığını, 

FAHRİ MEMUR ise; 28 Eylül 2000’de İstanbul’da ayakkabıcılık yaparken Terörle 
Mücadelede göz altına alındığını, burada kendilerine işkence yapıldığını, İstanbul’dan Malatya’ya getirildiğini, beş gün göz altında kaldığını, burada gözleri bağlı olduğu çırılçıplak soyulduğunu,, soğuk suyun altına bekletildiğini ve cereyan yapacak yerde gece bekletildiğini, bunun haricinde, işte yine çırılçıplak soyulduğunu, beton zemin üzerinde yatırıp, kollarını kıpırdatamayacak şekilde, bir de dizinin üzerine battaniyeyi birkaç kat yapıp üzerine 2 kişi oturmak suretiyle, işte elektriğin bir ucunu parmak ucuna bir ucuna penisine bağlayarak sürekli elektrik verdiklerini, bunun yüzlerce defa tekrarlandığını bu şekilde ifadelerinin alındığını belirtmiştir. 

Bu davada yargılanan ancak hükümlü olamayan sanıklarla yapılan görüşmede ise; 

Turgay Aldemir; göz altı sürecinde yaşadıkları olayları anlatırken arkadaşlarımıza, kendimize tamamen soyup soğuk suda elektrik vermeden tutun, Filistin askısına kadar tamamen soyunmuş halde işkenceler yapıldığını, 

Hastanelik olanlar olduğunu, kayıtların çoğunun silindiğini, daha sonra da adliye safhasına geçilirken, hastaneye götürülürken doktor diye hizmetlilere evrak imzalattırıldığını, 

Polislerin travmasını anlatma açısından cezaevinin kapısına götürüldüklerinde polislerin “Hayat bu, olabilir, görev icabıydı, helalleşelim ayrılalım.” Şeklinde konuştuklarını, 

Ailelerin tarif edilemez travmalar yaşandığını, özellikle, çocukların okullarda 
soruşturulduğunu çek koçanlarının mafyada satıldığını, 

FIRAT DİRİKOLU ise ; Annem altmış yaşında 3’üncü sınıfa giden kızının olduğu, her ikisinin de büyük tranva yaşadığını, kızının kapının önünde çökmüş ağlarken gördüğümü, ayakkabılarıyla içeriye girdiklerini, girerken çok azılı “köpek bir teröristin evine girer gibi” girdiklerini, eşini de beraber göz altına aldıklarını, 

Göz altında iken çırılçıplak soyduğunu, tutuklu bulunan başka bir genci de çırılçıplak soyduklarını Amerikalı askerlerin Irak’lı olan insanları üst üste yığıp böyle çırılçıplak birtakım şeyler yaptıklarını yapmak istediklerini, “Eğer sen konuşmazsan, senin eşine yapmayacağımız şey olmaz burada onun için özür diliyorum- çırılçıplak soyar her türlü şeyi yaparız.”Şeklinde konuştuklarını, 
soğuk suyla ıslatıp klimanın karşısına aldılar ve akşamdan sabaha kadar beklediklerini,. Tuvalete götürerek, tuvalete çırılçıplak yatırdılar ve tuvaletin pis fırçasıyla üzerine bir jel gibi bir şey sürdüklerini, ağzıma, yüzüme, her şeyi böyle sürdü, ondan sonra vücudumun kasıldığını, gerildiğini hissettiğini ve yedi gün boyunca bu işkencelerin devam ettiğini belirtmiştir. 

Malatya’da dinlenen diğer şahıslarda benzer nitelikte işkenceler gördüklerini ve ailelerinin mağdur edildiklerini ifade etmişlerdir. 

28 Şubat Sürecinde Anadolu sermayesi üzerinde yapılan baskılara örnek olaylardan birisi Dost Sigorta üzerinde yapılan baskılar olmuştur. Bu Sigorta şirketi yöneticileri ilen yapılan görüşmelerde; 

Şirket yöneticisi Şaban BAYRAK; 28 Şubat sürecinden önce de 12 Eylül darbesinden sonra da kendilerine yönelik baskı ve işkence gördüklerini belirterek bu hadise ile ilgili olarak;” 1981 Ocak ayında eve geldiler, gece iki, iki buçuk sırasında. 10-15 tane kadar veya 10 tane kadar polis ve asker gece eve geldi. Kaldırdılar. İki saat, iki buçuk saat evde arama yaptılar. Tabii çocuklar evin bir 
tarafında, biz evdeyiz. Ne var ne yok … gibi her tarafı didik didik aradılar. Aldıkları şey, siyasi kitaplar o zamanki dönemde. Tabii, bunlarla beraber bizi de aldılar, götürdüler. Geldiğimiz yer, merkez komutanlığı olarak, Doğumevinin gasilhanesine saat beşe doğru bizi oraya koydular. Oradan da Zincidere’ye getirdiler. Tabii, akşama kadar parmaklarımız duvarda, ayağımız 70 santim dışarıda, akşama kadar bu şekilde beklettiler bizi. Asker bekliyor. Düzeltecek olsan dipçikle vuruyor veyahut da copla vuruyor, ayağına tekmeyle vuruyor. Akşama kadar o şekilde bekledik. Gözümüz bağlı ve ne olduğunu bilmiyoruz. Gece indirdiler tecride, sabahleyin kalktığımızda bir karavana geldi. Büyük bir 
karavana içerisinde çayı plastik bardaklarda dağıttılar, ortada zeytin, peynir, ekmek verdiler; o gün yedik. O gün bir liste yayınladılar, dediler ki, yemek yiyecekler ve yemeyecekler, uyuyacaklar ve uyumayacaklar; böyle bir şey vardı. Bizim ismimiz okundu, biz yemek yemeyeceğiz ve uyumayacağız. O listede bizim adımız var. Tam 13 gün yemek vermediler ve uyutmadılar. Nasıl 
duruyoruz? Duvara asılı bir su borusu var, oraya bağlı çarşaf ip, elimiz yukarıda asılı ve o şekilde bekliyoruz. Kapıda asker bekliyor. O şekilde 13 gün. Ama su içiyoruz. Tabii yemek geliyor, on yedi, on sekiz, yirmi yaşında gençler yemek geldiği zaman eğer bir parça ekmek ortada saklar da asker gittikten sonra verirse o kuru ekmek bekliyor akşama. Ne zaman boş kalırsa o ekmeği yiyerek bu 13 gün geçecek. Ama tabii, uyku da uyutmadılar, yemek de vermediler. 13 gün sonra sorguya aldılar. Sorguya aldıklarında bize dedikleri şu: ‘Sen Erbakan ’dan talimat aldın. Kayseri’de yapılan … 1400 yürüyüşünü tertip ettin, mali durumunu karşıladın ve bu konuyla ilgili Hoca’dan emir aldın, bu yürüyüşü tertip ettin.’ İfadesi imzalatmak istediler. 

Oradaki 13 günden sonra, 17 gün, bir ay boyunca falakaya yatırdılar. Falakaya yatırdıktan sonra yere su döküyorlar, çıplak ayaklarında suyun üzerinde hoplattırıyorlar, asker tepende bekliyor. İşte beklerken o kış günü tependen aşağı buzlu suyu döküyorlar. Asker bekliyor. Sonra öğrendik ki, o zıplama ayaktaki şişi alırmış; yani öyle falakaya yatırıyorlar copla. Tabii, tecride getirirken de kollarımdan tutuyorlar, öyle sürüklenerek geliyoruz. Sabahleyin kalkıyoruz yine sorguya çıkıyoruz. Sorguda yine elimiz o şekilde duvarda bekliyoruz gözlerimiz bağlı. İşte, eline vuruyor copla. Copla vurduktan sonra elin şişiyor, kan toplanıyor. Bu sefer asker yanında bekliyor, yerde eğiliyor suya, 
betona elinle vuruyorsun. Bu işkenceyle beraber zaman zaman da -gözün bağlı ne olduğunu bilmiyorsun- silme tokat giriyorlar, ağzın burnun kan içerisinde böyle çıkıyoruz. 17 gün sonra, yani 30 gün dolduğunda dediler ki serbestsin. Bizi serbest bıraktılar. “ açıklamasını yapmıştır. 

28 Şubat dönemi ile ilgili olarak ise; şirket yöneticilerinden; Mustafa TEKELİ 

“1998 senesinde Dost Sigortayı biz kurma kararı almıştık; o da şöyle: Anadolu insanı olarak kendimiz ya kurduğumuz işletmelerden ya babalarımızın kurduğu işletmeleri büyütme çabası içerisindeyken bir araya gelerek daha güçlü işler gayretimiz, niyetimiz bizi Dost Sigortaya ulaştırdı, kurma niyetine ulaştırdı. 

Bir gün rahmetli Özal’ı Cumhurbaşkanı iken MÜSİAD olarak ziyarete gitmiştik. Bize “Çocuklar ya 50 kişiyi geçmeyen ileri teknolojili üretim yapın ya da hizmet sektörüne girin.” demişti. Biz de Kayserili olarak hizmet sektörünü pek bilmeyiz. Üniversitedeki hocalarla falan konuştuğumuzda, işte otelcilik, lokantacılık, bankacılık, sigortacılık gibi işler dediler. Bunun üzerine hepimizin iş yerinin sigortalı olduğunu düşünerek sigortacılıkla alakalı araştırma yaptığımızda, zaten 
2.500 tane üyemiz vardı. Biz onların iş yerlerinin ve her birinin de iki üç işi vardı ki, iş yerlerinin sigortasını yaptığımızda bir yanda güçlü bir sigorta şirketi olarak Türkiye’de kurulmuş olacaktık. Bunun için de yaklaşık 10-12 şehirde arkadaşlarla temas kurarak nominal değer üzerinden Dost Sigorta adıyla sigorta şirketi kurup, 13 kişinin üzerinden –kuruluşu kolay olsun diye- kuruluşu 
tamamlamak üzere müracaatta bulunduk. Bakanlar Kurulundan izin çıktı. Daha poliçe kesmemiştik. Hiçbir işlem yapılmadı, fiili işlem yapılmamıştı sigortacılık hakkında. Fakat bizimle alakalı birtakım böyle sesler, duyumlar almaya başladık ki araştırılıyor. İşte, merkez İstanbul’du ve İstanbul’da bina kiralamıştık, 46 eleman almıştık. 

Gece saat on altıda evimize polis gelmiş kızım -o zaman daha evlenmemişti- “baba kapıda polisler var arama yapacaklarmış” dedi. Giyindim çıktım, Nuh Mete Yüksel imzalı bir arama emrini gösterdiler, okuttular sonuna kadar da okuduk. Polis memurlarını içeri aldık. Hayret de ediyorum, dolaplarımı açtım falan baktılar bir şey yok, çok öyle yatak odasını falan da aramadılar. Götürdüler emniyetin alt katına baktım bizimle beraber kuruluşta ismi geçen arkadaşları da getirmişler. Onlar içerisinde çok kıymetli insanlar var ama hele birisi yaşlı Hasan Eser onun geldiğine ayriyeten de üzüldüm. Tecrit aşağı katta bir yerde duruyoruz tek tek yukarı çıkarıyorlar sorguluyorlar. “Siz işte bu 
parayı nereden buldunuz? Niye sigorta şirketi kuruyordunuz? Size kim söyledi bu sigorta şirketi kurmasını? Sermayeyi nasıl tedarik ettiniz? Kredi almışsınız niye kredi alıyorsunuz? Amerika’dan bilgisayar getirtmişsiniz, 100 bin dolara bilgisayar mı olur? İşte 50 bin lira birisi birisine telefon açmış para göndermişsiniz… “ Polis bey, memur bey bir iş adamı için 50 bin lira para göndermek veya birbirine emanet vermek, bankada kredi almak bu yapılan ticaret hayatının normal akışı için olan şeylerdir. Bunlardan dolayı bize bir suçlu gibi nasıl şey diyorsunuz, biz anlamıyoruz falan. Biz, gerçekten durumu idrak etmekte güçlük çekiyoruz ama anlaşılan o ki esas hedef bizim şahsımıza 
yapılacak bir şey yok. Böyle bir zülüm, bir eziyet, bir cezalandırma -bünyemize fiziki olarak- bir şey yok fakat bu İngiliz… 

Biz anladık ki bu şirketi onların eline atmazsak, şirketten vazgeçmezsek daha fazla üzerimizde gelecekler, daha çok yıpratacaklar, daha başka şeyler yapacaklar gözleri dönmüş adamlara al tamam şirketten vazgeçtik 1,5 milyon dolar, 6 ay 46 personeli orada eğittiğimiz yerleri tuttuk, dekore ettik, acentelikte ki personeli eğittik hepsi heba oldu. 15 sene öncesinde 1,5 milyon dolar iyi 
para, böyle bir zarar vermiş olduk. 8 günde 13 tane iş adamı bir bakıma gözaltında tutuldu. Bize gazeteler yerel gazetelerden, ulusal gazetelerden -biz içerideyken getirip gösterdiler- idamla yargılanacak falan dediler, çokluğumuz çocuğumuz burada feryat ediyor. O sırada Hasan Celal Güzel hepimizin evini arıyor: “Endişe etmeyin hiçbir şey olmaz, yok suç falan olmadığı için korkutuyorlar.” diye. Yani bunları biz yaşadık Erol Yanar tek tek ailelerimize telefon açtı. Benim 7 aylık çocuğum telefona veriyorlar o da ağlıyor biz ağlıyoruz ya o ağlamasını biliyor mu, bilmiyor mu? Bilmiyorum yani… Çok… Bir insanın manen çekebileceği en büyük sıkıntıları yaşadık.” 

Saffet Arslan ise; “28 Şubatta Dost Sigorta şahsında tutuklanmanın ekonomik bendeki eseri ölçülebilir şekilde budur. O zaman rekabet ettiğimiz firmalara baksınlar, onların büyümesine baksınlar benimkine baksınlar görecekler. Ve İpek Mobilyayla ilgili, o zaman ki iş yerimle ilgili sevincim, gayretim hiç kalmadı. İnşaatlarım vardı yarım bıraktım, devam ettirmedim ve ben işten çekildim, 
kendi dünyama kapandım, özel dostlarıma çocukluk arkadaşlarıma döndüm. Biraz kitaplarla uğraştım o dönem, ben diyordum ki birileri sizi durdurmaya çalışabilir, siz kendi enerjinizi tekrar kazanıp onlara inat yürümelisiniz ama bunu söylüyorsunuz yarım devam ediyor ne kadar etki yaptıysa bende sürdürülebilir bir enerji işime tevdi etme gücünü kendimde bulamadım 

Ben tutukluktan döndüm işimin başına geçtim, bir baktım Ankara’dan gönderilmiş tetkikli kontrolör, vergi uzmanları didik didik ediyorlar İpek Mobilyayı, o zamanki işimi didik didik ediyorlar. Bütün teyakkuzda çalışanlarım, iş üretemiyorlar memurların baskısına yetişmeye çalışıyorlar. Biz maliyeye bu olmaması gereken hesap vermeye meşgul iken piyasada bir dedikodu yayılıyor “İpek Mobilya battı batıyor” maliyeciye bir gün gittim dedim ki “Yav bakın akşam ben televizyonda batmadık, işimize devam ediyorum diye ilan veriyorum siz gelmişsiniz burada hesap soruyorsunuz. “ 
açıklamasını yapmıştır. 

 17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder