28 Temmuz 2017 Cuma

İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri BÖLÜM 1

İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri BÖLÜM 1



TÜRKİYE CUMHURİYETİ SİYASİ TARİHİNDEN ORDUNUN ÖZELLİKLERİ
Prof. Dr. Ümit Özdağ  
Çetin Güney

Giriş

Ordunun siyasetle ilişki düzeyi, ülkeler arasında farklılıklar göstermekle beraber siyasal yaşamın bir gerçeğidir. Ülkelerin siyasal gelenekleri, siyasal kültürleri ve tarihleri, ordunun siyasetle ilişkisinde tayin edici rol oynamaktadır. Siyaset teorisi, ordu siyaset ilişkisine geniş bir yer vermiştir.1 Genel eğilim, hükümetlerin olağan bir süreç içinde kurulamamaları veya kurulduktan sonra meşruiyetlerini demokratik olmayan süreçlerle sürdürmelerinin yarattığı kaosun sonuçlarının trajediye dönüşmesi kaygısı, ordunun siyasete müdahalesini teşvik etmekte, ordunun yasal araçlarla siyasete aktif katılımının yolunu açmaktadır. Soğuk Savaş döneminde iç güvenliğe dönük endişelerin etkisiyle ordunun mesleki becerilerinde görülen niteliksel ve niceliksel gelişmenin, onun savunmada olduğu gibi siyasi konularda da etki alanını genişletmiştir.2 Gelecekte etnik sorunların yoğun yaşandığı ülkelerde, ordunun siyasetle daha içli dışlı olması ve hükümetleri etkilemesi muhtemel görünmektedir.3 Bu çerçeve gelişmekte olan ülkeler için genel olarak benimsenebilir. Fakat demokratik kurumların yerleşip gelenek hale geldiği ülkelerde de ordunu rolü azalmamış işlevselleşerek daha da artmıştır. Ordu siyasetle belli noktalarda kesişmektedir. Ancak bu kesişme noktalarını demokratik gelenekler belirlemektedir.

A. Türkiye'de Ordu Siyaset İlişkisinin Tarihsel Arka Planı

Ordu siyaset ilişkisi üzerine Batı'da üretilen terminoloji, "Roma İmparatorluğu deneyiminden beri ordunun siyasi hayata müdahalesini meşru otoritenin yozlaşması ile eş anlamlı olarak ele almıştır. Yine bu çizgide ileri sürülen bir teze göre ordunun siyasal hayatta önemli bir yeri olması oranında ülkede siyasal istikrarsızlık artar.4 Bu yaklaşımlardan çıkan sonuç şudur: Sıhhatli bir siyasal sistem sistemin kurumlaşmasına ihtiyaç gösterir; söz konusu kurumlaşma ise siyasal partiler bazında oluşmalıdır.5
Batı orijinli bu kavramsal çerçeveden mülhem analizler Osmanlı Türk siyasal modernleşmesinde ordunun rolünü açıklamakta yetersiz kalmaktadırlar. Çünkü Osmanlının kuruluş ve kurumlaşma dönemleri, ordunun siyaseten etkin olduğu dönemlerdir. Ordu siyasal rejimin parçası olmasının ötesinde rejimin kendisidir. Yönetici sınıfın "askeri" olarak anılması bu yüzdendir.6

Osmanlı'nın modernleşmesinde yeniliklerin kaynağı ordudur. III. Selim'e verilen 17 ıslahat layihasının hepsinde vurgulanan üç nokta, asker tanzimi, asker maaşları, topçu kumbaracı ve sair ocakların ıslahı gibi maddeleri ihtiva ediyordu.7 İlk Batılılaşma hareketleri ordudan başlamış olup daha sonra diğer kurumlara yansımıştır. Örneğin eğitim alanında gerçekleşen modernizasyon ilk önce Askeri Tıbbiye'de başlamış daha sonra diğer eğitim kurumlarına yansımıştır. Yenileşme ve ıslahat düşüncesinin temeli askeri yenilgilerdir. Batı'nın askeri gücüne askeri araçlarla karşı koyabilmek için modernizasyon gerekmektedir.8 Osmanlı askeri bürokrasisi toplumsal değişmenin gereklerini çok iyi kavramıştır. 1876 Anayasası'nın oluşumu, 1908 Meşrutiyeti Osmanlı ordusunun devrimci ve dönüştürücü özelliği açısından önemli örnekler arasında sayılabilir.

Cumhuriyet'in oluşumunda ordu önemli bir role sahiptir. Cumhuriyet'i kuran kadronun yaklaşık %80'i ordu kökenli olup diğer %20 mülkiyeli ve diğer kesimlerden oluşmaktadır. "Mustafa Kemal Atatürk'ün karizmatik önderliği altında ordu geleneksel işlevinin ötesinde çok daha ötesini yüklenmiş modernleşme yolunda önemli reformları desteklemiştir."9 Başka bir deyişle Mustafa Kemal devrimler için orduya güvenip dayanmıştır.

Ordunun rolü, siyasetle ilişkisi ancak Türk tarihinin özgüllüğü doğru olarak kavranarak anlaşılabilir. Türk ordusunun Türkiye'nin kurumlaşma düzeyi en yüksek kurumu olması ordunun tarihsel rolü ve bu rolü gerçekleştirirken göstermiş olduğu performansla ilgilidir.

B. İnönü Döneminde OrduSiyaset İlişkilerinin TemelNiteliği (1938-1950)

Ordu siyaset ilişkisi açısından siyasal gelişmenin evrelerini iki aşamada ele alabiliriz. Bu iki aşama 1939-1944 ve 1944-1950 yıllarına tekabül edeceği gibi 1939-1946 ve 1946-1950 aşamaları olarak ifade edilebilir. 1939-1944 aşaması gibi bir zaman kesitinin ileri sürülmesini haklı kılan sebep, Genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak'ın 12 Ocak 1944'te emekliye sevkini takiben10 7 Haziran 1944 tarih ve 4580 sayılı "Genelkurmay Başkanlığı'nın vazife ve salahiyetleri hakkında kanunun yürürlüğe girmesi ile Genelkurmay Başkanlığı'nın başbakanlığa bağlanması sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin devlet kurumu içindeki bağımsız konumunu yitirmesidir. Fakat diğer yandan 1946'da çok partili düzene geçiş Türk siyasal yaşamında olduğu kadar TSK'nin yaşamında da önemli bir mevki işgal eder. Çok partili düzen ve 1950 seçimleri bağlamında, TSK'nin genel sistem içinde ki gözardı edilemeyen ve kendisini ortaya koyan etkisi de, 1946 yılını bir aşamanın bitişi ve yeni bir aşamanın başlangıcı olarak ele almamız için önemli bir neden oluşturmaktadır. Fakat TSK'nin sistem içinde ki konumu göz önüne alındığında 1939-1944 aşaması daha çok önem kazanmaktadır.

1939-1950 arasında önemli gelişmelerden biri 1939 tarihinde Fransa ve İngiltere arasında yapılan anlaşmalar neticesinde Türkiye Batı eğilimli politika seçeneklerine yönelmiştir. Batı eğilimli politika Batı sistemi içinde süper güç konumuna yükselen ABD ile sürdürülmüş, TSK, "Truman Doktrini" çerçevesinde ABD güvenlik sisteminin içinde yer almaya başlamıştır.

Diğer yandan II. Dünya Savaşı'nda Türkiye savaşa girmemesine rağmen TSK'nin eksikliklerinin çok belirgin olarak ortaya çıkması, genç subayların yüksek kumanda heyetine ve İnönü'nün şahsında somutlaşan devlet yönetimine karşı güvenlerini sarsmış, ordu içinde gizli örgütlerin kurulmasına neden olmuştur. Keza 1946 seçimlerinde CHP'nin yaptığı ileri sürülen seçim hileleri11 subay heyetini özellikle genç subayları 1950 seçimlerinde de aynı hilelerin yapılacağı endişesine sürüklemiş DP'nin iktidara gelmesini engelleyecek muhtemel bir CHP lehine yapılacak hükümet darbesini engellemek amacı ile II. Dünya Savaşı sırasında kurulan gizli örgütlerde yeniden bir dirilme gözlenmiştir.

C. 1939-1944 Aşaması: Kemalist Devrimin Bekçisi Olarak Ordu

Dönemin genel karakteristiği dünya açısından II. Dünya Savaşı'nın başlaması Türkiye açısından II. Dünya Savaşı'na her an hazır konumda olmanın sıkıntıları ve Kemalist devrimlerin yerleşme sürecidir.
Konumuz açısından önemli bir başlangıç Mareşal Çakmak'a rağmen TSK 1. Ordu'daki "Paşalar Meclisi"nin aldığı karar uyarınca İnönü'nün cumhurbaşkanlığına seçilmesini desteklemiştir. 8 Kasım 1938'de yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına İnönü'nün katılması12 eski Başbakan'ın yeni cumhurbaşkanı olması için gereken hazırlıkların tamamlandığı yönünde bir işaret olarak değerlendirilebilir.

TSK yeni cumhurbaşkanına bağlılığını bildirmiş ve İnönü iç siyasal düzenlemelere yönelmiştir. Bayar geçici olarak başbakanlık görevinde bırakılırken13 eski muhaliflerle uzlaşma sağlanmıştır.14

1 Eylül 1939'da II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla beraber Türkiye için yeni bir dönem başlamıştır. Türkiye savaşa hazırlanma süreci ordunun siyasetle ilişkilerinde belirleyici olmuştur.

Savaş hazırlıklarını yürütmekle görevli olan organ 24 Nisan 1933 tarih ve 194443 sayılı İcra Vekilleri Heyeti kararnamesi ile oluşturulan "Yüksek Müdafaa Meclisi"dir. Başbakan'ın başkanlığında, Genelkurmay Başkanının da katıldığı Bakanlar kurulundan oluşan "Yüksek Müdafaa Meclisi"nde seferberlikte bakanlıklara düşen görevler belirleniyordu. Milli Savunma Bakanlığı'nda kurulan bir büroda genel sekreterin yönetiminde seferberlikle ilgili işler önceden hazırlanıp, gerek görülen dairelerden görüş alınmaktadır. Alınan görüşler genel sekreterlikçe "Yüksek Müdafaa Meclisi"ne iletilir ve "Yüksek Müdafaa Meclisi"nin aldığı kararlar genel sekreterin bürosu tarafından uygulanmaktadır.15

"Yüksek Müdafaa Meclisi"nin çalışmaları hakkında detaylı bilgiye sahip olmamamıza rağmen, gerek Çakmak'ın askeri konulara hiçbir makamı karıştırmamaya olan eğilimi gerekse Ali Askeri Şura'nın yetkilerinin "Yüksek Müdafaa Meclisi"nin çalışmalarını verimsiz kıldığı düşünülebilir.

Sorun 1924 Anayasası'nın savaş hazırlığı konusunda hiçbir düzenleme getirmemesinden kaynaklanmaktadır. "Bakanlar Kurulu'nun hükümetin genel politikasından birlikte sorumlu olduklarına dair 46. maddesindeki genel hükümden sonra gelen" bakanların her biri kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden tek başına sorumludur ifadesi, 5398 sayılı yasadaki tanımla birleşince ortaya Milli Savunma Bakanının "Cumhuriyet ordusunun hazırlanması"ndan tek başına sorumlu tutulabileceği şeklinde bir durum çıkmaktadır.16 Milli Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı ilişkileri göz önünde tutulursa, son kertede savaş hazırlıklarından Genelkurmay Başkanı Çakmak'ın sorumlu olduğu söylenebilir.

Ordu siyaset ilişkileri açısından II. Dünya Savaşı'nın önemi Kurtuluş Savaşı askerlerinin devamı olan "Yüksek Kumanda Heyeti" ile genç subaylar arasındaki çelişkidir. Çekilen zorlukları ve ordunun kötü durumunu dile getiren genç subaylara verilen cevaplarda "Biz İstiklal Savaşı"nda diye başlayan ve genç subayları bu zorlukları dile getirmekten dolayı kınayan yüksek kumandanın bu hareketle iki amacı olduğu düşünülebilir. Genç subaylara inanç ve güven vermek17 ve yapılan hatalara karşı tepkiyi bastırmak.

Yüksek Kumanda Heyeti'nin ve sivil yönetimin orduyu savaşa yeterli derecede hazırlayamaması ve savaş içinde karşılaşılan güçlükler genç subayları İnönü yönetimi ve Çakmak'a karşı cephe almaya itmiş ve ordu içinde gizli örgütler kurulmaya başlamıştır.

Savaşın başlangıcında Alman ordularının üst üste kazandığı galibiyetler, savaşa girmediği halde Türk subay heyetinin üzerinde şok etkisi yaratmıştır. TSK, ile özellikle Alman ordusunu kıyaslayan genç subaylar, içinde ki durumun sorumlusu olarak gördükleri İnönü yönetimini ve ordunun yüksek kumanda heyetini devirmek için oldukça geniş bir kadroya sahip olan ve ordunun birçok birliğine yayılan gizli örgütler kurmuşlardır.

1942-43'te Çorlu'da bir grup subay İnönü yönetimini devirmek amacı ile birleşmişler ve General Muzaffer Tuğsavul'a başvurarak ordunun yöneticileri tutuklayarak idareye el koyması harekatına başkanlık yapmasını istemişlerdir. Tuğsavul bu teklifi ülke için "intihar" olacağı gerekçesiyle geri çevirmiştir.18

Ordu içinde 1941 -42'lerde de kurulan ve 1950'ye kadar çalışmalarını sürdüren örgütlerden birisi "Seyfi Kurtbek ekibi"dir. Kurtbek ekibi 1943'te ikiye ayrılmıştır. Kurtbek ekibi ile ilişkisini kesenlerden Kurmay Binbaşı Necip San ve Cemal Tural yeni bir örgüt kurmuşlar, 1943'te Erzurum'da Ahmet Yıldız ve A. Kadir Meram, San ve Tural'ın da bulundukları yemin töreninden sonra bu göreve girmişlerdir.

Gizli örgütlerin ordu içinde yaygınlık derecesi ve çalışma tarzları hakkında Koçaş'ın verdiği bilgiler oldukça açıklayıcıdır. 1944 Nisanı'nda Sarıkamış'da görevli olan Üstğm. Koçaş Alay Komutanı Alb. Nazmi Dora tarafından Erzurum'da ordu ikmal şubesi Müdürü Kur. Bnb. Cemal Tural'a bir mektup iletmekle görevlendirilmiştir. Erzurum'da mektubu Tural'a veren Koçaş, Tural tarafından yönlendirilen, birliklerin, komutanların, silahların, eğitiminin durumu ile ilgili soruları cevaplandırmıştır.19

Birliğine dönen Koçaş, Alay komutanı Alb. Dora'ya Kur. Bnb. Tural ile aralarında geçen görüşmeyi nakletmiştir. Alb. Dora Türkiye'nin savaşa girmediği halde savaşın sıkıntılarını çektiğini, sıkıntının sadece ordunun değil, ülke ve milletinde sıkıntısı olduğunu belirterek, Cumhuriyet'in ilk on beş yılında girişilen büyük kalkınma hareketinin durduğunu ileri sürmüştür. Koçaş'ın kalkınmanın durmasında savaşın rolü olup olmadığı sorusuna, savaşın etkisinin olması ile birlikte yapılması gereken şeylerin yapılmadığı cevabını vermiştir.20 Zorlukların ömrünü doldurmuş kişiler tarafından çözülemeyeceğini ileri süren Alb. Dora, Çakmak'ın yirmi yıldan beri Genelkurmay Başkanı olmasını eleştirerek, Cemal Tural ve Necip San gibi subayların hak ettikleri görevlerde olmadıklarını iddia etmiştir.21

Koçaş, bir örgüt ile konuştuğunun farkına vararak, üç subayın ismini vermiş ve bu subayların da Alb. Dora'nın üyesi olduğu örgütten olup olmadığını sormuştur. Alb. Dora'nın olumlu cevap vermesi ve Koçaş'ı da örgüte davet etmesi üzerine Koçaş bu teklifi reddetmiştir.22

Koçaş'ın verdiği bilgilere göre, Alb. Dora örgütün Sarıkamış lideridir. Örgüt diğer alaylara da yayılmıştır. Örgüte alına subaylar kural olarak Erzurum'da ki örgüt tarafından Alb. Dora'ya yollanmaktadırlar23

Mevcut bilgiler savaş içinde İnönü ve Çakmak'a karşı aktif çalışma içinde olan yaygın gizli örgütlerin varlığını kanıtlamaktadır.

1939'da başlayan Milli Şef döneminin karakteristik özelliklerinden birisi de bu dönemin siyasal elitini "devrimci savaşçılardan" çok bürokrat aydınların veya bürokratlaşmış devrimcilerin oluşturmasıdır. Atatürk'ün çevresinde kümelenmiş ve etkinliklerini Atatürk'ten alan 1923-1938 döneminin resmi gayriresmi eliti büyük ölçüde etkisizleştirilmiştir. Sivil bürokrasinin yönetici ve temsilcisi İnönü'nün her ne kadar ordu içinde ki gücüne dayanarak da cumhurbaşkanı olması, Çakmak'ın cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında belirginleşen güç zaafı, zamanla Yüksek Kumanda Heyeti ile sivil siyasal elit24 ve bürokrasi arasında ağırlığı sivil siyasal elit ve bürokrasiden yana basan bir dengenin oluşmasına neden olmuştur. Yeni dengenin bu tür bir eğilim kazanmasında ordu tabanının Yüksek Kumanda Heyetini desteklememekten de öte anılan heyete karşı bir tutum içerisine girmesinin rol oynadığı söylenebilir.

25 Mayıs 1940 tarih ve 3832 sayılı Örfi İdare Kanunu sivil siyasal elitin TSK veya daha doğru bir ifade ile Yüksek Kumanda Heyeti'ne vurduğu en ağır darbelerden birisi olarak nitelenebilir. Anılan kanunda örfi idare komutanlıklarının genel güvenlik ve asayişe ilişkin olan ve polise tanınan yetkileri kullanabilmesi için Bakanlar Kurulu'nun bir kararnameyle komutanlığa aktarılacak yetkileri belirlemesi
gerekiyordu.25

Bakanlar kurulunun 2/14780 sayılı ve 4 Aralık 1940 tarihli kararnamesiyle örfi idare komutanlıkları alacakları kararları doğrudan uygulamadan alıkonuluyordu. Örfi idare tarafından alınan kararlar mahalli zabıta tarafından uygulanabiliyordu.26

Böylece savaş tehdidinin büyük olmasına rağmen, ordunun hareket sahası daraltılmış ve sivil bürokrasi, TSK'nin savaştan faydalanarak bağımsız eylemde bulunmasını, bağımsızlaşmasını büyük ölçüde engellemiştir.
Çakmak'ın 12 Ocak 1944'te emekliye sevk edilmesinden sonra27 çıkarılan 4580 sayılı "Genelkurmay Başkanlığı'nın Vazife salahiyetleri hakkında kanun" ile Genelkurmay Başkanlığı başbakana bağlanmış ve başbakana karşı sorumlu tutulmuştur. (md. 1) Genelkurmay Başkanı Başbakan tarafından teklif ile Bakanlar Kurulu tarafından atanacaktır. (md.2) Genelkurmay Başkanı'nın bakanlıklarla yapacağı doğrudan görüşmelerin önceden başbakan tarafından belirlenmek ve gerektiğinde değiştirilmesi hükmü getirilmiştir. (md.3) 4580 sayılı kanunun 5. maddesi ile 429 sayılı "Şeriye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekaletlerinin ilgasına dair kanun"un 9, 10, 11 ve 12. maddeleri ve 636 sayılı "Şurâyı Askeri Kanununun 3. maddesinin anılan kanuna aykırı hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Böylelikle, Genelkurmay Başkanlığı'nın müstakil konumu ortadan kaldırılmış, Genelkurmay Başkanı'nın cumhurbaşkanı tarafından teklif ve başbakan tarafından atanması hükmü iptal edilmiş, bakanlıklarla doğrudan ilişki kurma yetkisi kaldırılmış, askeri bütçenin TBMM'ye Milli Savunma Bakanlığı tarafından getirilmesi uygulamasından vazgeçilmiştir. Ayrıca, "Şurayı Askeri Kanun"un 3. maddesinin aykırı hükümlerinin iptali ile, Ali Askeri Şura'nın oluşmasında Genelkurmay Başkanlığı'nın etkisi ortadan kaldırılmıştır.

1939-1944 aşaması konumuz açısından üç başlık altında özetlenebilir. 1) Sivil Siyasi elitin TSK üzerinde egemenlik sağlaması, 2) Yüksek Kumanda Heyeti ile subay kadroları arasında çelişki, 3) TSK'ye gizli örgüt geleneğinin yerleşmesi.

D. Kemalist Devrimin İktidar OrtaklığındanÇıkarılan Ordu (1944-1950)

1944-1950 yılları arasında dünya haritası yeniden şekillenmiş, nüfuz ve etki bölgeleri el değiştirmiş, yeni paylaşıma gidilmiştir. Anılan yıllar Türkiye'de iç ve dış siyasette değişikliklerin yoğun ve hızlı yaşandığı yıllardır. 
Değişikliklere koşut olarak, TSK'nin rejim içinde ki konumunda ve bünyesinde de bir dizi değişiklik gerçekleşmiştir.

TSK'nin yapısındaki ve rejim içinde ki konumunda gerçekleşen değişiklikleri şu başlıklar altında toplamak mümkün gözükmektedir;

a) Milli Savunma anlayışında milli-bağımsızlıkçı tutumdan uzaklaşılarak, A.B.D'nin ve Batı'nın savunma sisteminde yer almak için ön hazırlıkların yapılması,

b) Alman askeri doktrininin tedrici terki ve Amerikan askeri doktrininin benimsenmesi,

c) CHP-DP arasında ki siyasi çatışmada subay ve heyetinin ağırlıklı olarak CHP karşıtı bir tutum alması ve bu bağlamda ordu içindeki gizli örgütlerin tekrar çalışmaya başlaması; Yüksek Kumanda Heyeti'nde CHP ve DP'li hiziplerin belirmesi,

d) 30.05.1949 tarih ve 5398 sayılı "Milli Savunma Bakanlığı'nın Kuruluş ve Görevlerine Dair Kanun"un kabulü ile TSK'nin rejim içinde ki siyasal ağırlığının bir kurum olarak kesin bir şekilde ortadan kalktığının onaylanması.

Anılan aşamada, kanaatimizce önemli olan değişiklik anları ve TSK'nin geçirdiği yapısal değişim genel olarak aynı eğilimi muhafaza ederek devam etmiştir. Bunların içinde tek istisna, TSK'nin sivil siyasal elit tarafından kendisine devlet kurumu içinde verilen rolü benimsememesi ve bu konumu 1960-1961'de değiştirmesidir.

Yukarıdaki özetin asker siyaset ilişkisi yönünü açarsak CHP kurulduğu günden itibaren II. Dünya Savaşı sonuna değin, parti, aşamalı olarak, asker-sivil devrimci bürokrasinin ordu destekli sivil devrimci bürokrasinin ve nihayet devrimci niteliğini yitirmiş donuklaşmış, ordu desteğini yitirmiş, bürokrasinin parti içindeki diğer gruplara egemen olduğu bir süreci yaşamıştır.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder