28 Kasım 2017 Salı

ULUSLARARASI POLİTİKA VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN SINIRAŞAN SULARIMIZ BÖLÜM 2


ULUSLARARASI POLİTİKA VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN SINIRAŞAN SULARIMIZ BÖLÜM 2



C- Bölge Dışı Ülkelerin Politikaları ve Senaryolar 

Ortadoğu, zengin petrol yataklarıyla öteden beri bölge dışı güçlü ülkelerin dış politikalarında bu bölge her zaman öncelikli olarak yer almıştır. 
Bölge ülkelerinin çeşitli çıkar mücadelelerinin yanında, dış kaynaklı güçlerin uygulamaya çalıştıkları politikalar, Ortadoğu'yu çok hassas dengelere 
oturtmuştur. 

Su üzerinde oynanan bölgesel politikalar yanında sıkça bölge dışı ülkelerin de konuya eğilimleri, hatta bölgede kendi politikalarını uygulama çabaları dikkat çekmektedir. Bölgenin petrol kaynaklarının zenginliğinden kaynaklanan bu durumu açıklamak zor değildir. Özellikle güçlü olarak tanımlanabilecek ülkelerin (ABD, Almanya v.b) bölgeye yönelik politikaları, çözüm sürecine bölge ülkelerinin politikalarıyla beraber, hatta daha önde katılmakta ve neredeyse kilitlenmiş bir satranç oyununu anımsatan çözümsüzlüğe katkıda bulunmakta dır. 


Çıkan en küçük bir çatışmayı bu çerçevede değerlendiren bölge dışı söz sahibi ülkeler, çıkarları gerektirdiğinde müdahaleden kaçınmazlar. Ancak bu ülkeler böylesine hassas olan bölgede politikalarını büyük bir gizlilik içinde yürüttüklerinden dolaylı amaçları ancak meydana gelen olayların birleştirilmesi 
sonucu tahmin edilebilmektedir. Bazen de bu tahminler ışığında bir takım senaryolar üretilebilmektedir. 

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra tek süper güç olarak değerlendirilen ABD'nin bölgedeki etkinliğini yadsımak olası değildir. Bu gücün farkında olan Fransa, Almanya ve Japonya gibi güçlü ülkeler, petrole duydukları gereksinmelerini de dikkate alarak ABD'ye Ortadoğu politikasında 
destek verme durumunda kalmışlardır (Bulloch, Darwish, 1994, s:16-17). 

Ortadoğu ülkelerinin ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmişlik düzeyleri dikkate alındığında, bölge dışı etmenleri değerlendirmeye katmadan politika 
üretemeyecekleri son derece açık görülmektedir. Buradan, sınıraşan sular konusunda Türkiye, Suriye ve Irak'ın aralarında bir çözüme ulaşması, bu 
çözümün başta ABD olmak üzere bölgede etkili diğer güçlü ülkelerin çıkarlarına zarar verilmediği ölçüde mümkün olacağı söylenebilir. 

Bölgede dikkat çeken diğer bir olgu İran'ın ABD faktörüne karşın başına buyruk bir politika izlemesidir. Suriye gibi İran'ın da, politikasının önemli bir 
kısmını teröre destek vererek devam ettirme çabasında olduğu görülmektedir. Bu arada ABD, Ortadoğu dengelerinin ekonomik globalleşmeye uygun olarak 
yeniden kurulmasını İran'daki rejimin yıkılmasıyla olası görmektedir (Bahçacı, 1995, s:36). 

İran'ın bölgede etkin bir güç görünümünde olması, bu gücün kaynağının ne olduğu sorusunu gündeme getirmiştir. Batı kaynaklı gelişmiş bir teknolojiyi 
arkasına almadan böyle bir karşı gelişin olamayacağı düşüncesi, Almanya'nın Ortadoğu'ya ilişkin politikalarındaki son dönemdeki aktivite ile birleşince İran-
Almanya dayanışmasının olduğu iddiaları ortaya atılmıştır (Bahçacı, 1995, s:36). 

Amerika'nın Ortadoğu'daki en önemli müttefiklerinden biri olan İsrail'in İran ile ortak sınırlarının olmayışı, İran'a karşı mücadelede ABD açısından bir 
dezavantaj olarak değerlendirilmektedir. Bu noktada İran'la komşu olan Türkiye, stratejik bir konuma gelmiştir. 1996 Şubat'ı ile ivme kazanan Türk-İsrail yakınlaşmasını bu perspektiften değerlendirmek olasıdır. Böylece ABD'nin desteklediği Türkiye ve İsrail, terörizmi kullanan ve bölgesel istikrarsızlığı körükleyen İran ve Suriye'ye karşı etkin bir baskı oluşturabilecektir (Nokta, 2-8 Haziran 1996, s:12). 

ABD'nin İran'a yönelik politikaları Orta Asya petrollerinin değerlendirilmesinde bir avantaj yakalayabilmeyi de içermektedir. Bu arada İran, Orta Asya Cumhuriyetleriyle oldukça önemli bağlar kurmuş bu durumdan yararlanmaya başlamıştır. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bölgedeki dış kaynaklı politikalar sadece suya endeksli değildir, ancak bu paylaşımın su yakın bir gelecekte önemli bir soruna dönüşeceği anlamına gelmektedir. 

Bölge ülkeleri (Türkiye, Suriye, Irak) çözüm sürecinde önceliklerini gözden geçirirken bölge dışı etmenleri gözardı edemez durumdadır. Gerçi gözardı etmek fiilen olanaksızdır. Çünkü bölgeye aktarılmış, Çekiç güç gibi oldukça önemli, bölge dışı askeri kuvvetler bulunmaktadır. 

Su kaynaklarına sahip Türkiye bu avantajını kullanabilmenin planlarını bu günden yapmalı gerçekleşebilir politikalar üretmelidir. ABD'nin ünlü mühendislik-müteahhitlik firmalarından Brown and Root, Körfez Savaşı sonrası değişen koşullar ve Türkiye'nin bölgedeki değişen rolü çerçevesinde bir projeyle ilgili olarak hazırladığı fizibilite raporunda, Türkiye'nin 2000 yılında bölgenin su imparatoru olacağını, yılda 15 milyar doların üzerinde gelir elde edeceğini iddia ederken; Türkiye açısından oluşabilecek kazanımların yalnızca bir yönünü vurgulamaktadır (Ayna, Güz 93, s:30). 

Türkiye'nin elde edebileceği bu konumun öneminin güçlü ülkeler yanında, bölgesel ülkeler de farkındadırlar. Böylece Türkiye merkezli politikalar hızla üretilmektedir. Bunun en somut göstergelerinden biri komşularımızdan Ermenistan, İran, Irak, Suriye ve Yunanistan'ın PKK terörüne verdikleri destektir (Bahçacı, 1995, s:36). Ayrıca Suriye ve Yunanistan arasında imzalanan işbirliği anlaşmaları Türkiye'yi Doğu ve Batı'dan rahatsız edebilecek yansımalara sahiptir. Aynı zamanda ABD'nin Kuzey Irak'ta Otonom Kürt Yönetimine destek vererek (Canbolat, 1993, s:355) bir Kürt Devleti oluşumuna katkı sağladığı yönünde sıkça ortaya atılan iddialar da dikkate alınırsa; üretilmesi gereken politikanın çözeceği denklemin ne kadar çok bilinmeyeni 
olduğu ortaya çıkacaktır. 


Türkiye'yi yönetenlerin giderek tırmanışa geçen sorunlar karşısında ne derece duyarlı olduklarını ve hangi konulara öncelik verdiklerini belirleyebilmek amacıyla, 20-24 Mayıs 1996 tarihlerinde, ileriye yönelik tahminlerimize ışık tutabilmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekillerine tek sorulu bir anket çalışması yapılmıştır. 

IV. SINIRAŞAN SULARIN TÜRK DIŞ POLİTİKASINDAKİ ÖNCELİĞİ 

T.B.M.M'nde yaptığımız anket çalışmasında, milletvekillerinin, sınıraşan sular sorununu 2000'li yıllarda Türk dış politikası açısından ne kadar öncelikli 
gördükleri araştırılmıştır. Araştırmada T.B.M.M'nin %50'si hedeflenmiş, ancak %10'luk bir oranda cevap alınabilmiştir. Elde edilen oranın açıklayıcılığı zayıf 
olmakla beraber, yapılan çalışmanın çok yeni olması ve sınıraşan sularımızla ilgili çarpıcı bir bulguya ulaşması nedeniyle incelememiz içinde yer almasında 
yarar görülmüştür. 

Anket çalışmasından elde ettiğimiz sonuçlara göre, Milletvekillerine yöneltilen "2000'li yıllarda Türk Dış Politikası'nın öncelikli sorununun ne 
olacağı" konusundaki soruyu yanıtlayanların %58'i önceliği sınıraşan sular sorununa vermişlerdir. Türk-Yunan ilişkileri %27 ile su sorunundan sonra 
değerlendirilmiştir. Türki Cumhuruyetlerle ilişkiler %6 ve Rusya ile ilişkiler %4 oranında öncelik taşımış, yanıt veren Milletvekillerinin %5'i ise bu soruyu boş 
bırakmıştır (Bkz. Tablo-I). 

Tablo-I bize ileriye dönük olarak olumlu işaretler vermektedir. 


Milletvekillerinin sınıraşan sular konusundaki duyarlılıkları bizi, Türkiye'nin olası bir krizde hazırlıksız yakalanmayacağı, bu konuyla ilgili politikasını 
önceden saptayabileceği varsayımına ulaştırmaktadır. Ancak düşündürücü bir soru vardır: Potansiyel olarak duyarlı milletvekillerinin sıkça yaşanır olan 
hükümet krizleri nedeniyle düşündüklerini realize edebilme olanakları nedir? Bu sorunun yanıtı belki de daha düşündürücü olacaktır. O nedenle Türkiye'nin 
siyasal istikrarının biran önce sağlanması oldukça yaşamsaldır. 

V.SONUÇ 

1950'li yıllardan itibaren giderek ivmesini hızlandıran ekonomik gelişmeye yönelik çabalar, ülkeleri maliyeti yüksek yatırımlara yöneltmiş; eldeki kaynaklardan yararlanma çabalarının yoğunlaşmaya başlaması sınırdaş ülkeler arasında yeni sorunların ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Ülkelerin 
daha çok kaynak kullanma isteğine koşut olarak, kıt kaynaklara olan talep artmış ve aralarında çıkan sorunların temelinde çoğunlukla bu kıt kaynaklar yer 
almıştır. Nitekim Güney komşularıyla arasındaki su paylaşımına yönelik sorunlar, Türkiye'nin sınıraşan sularından Fırat ve Dicle üzerinde Güneydoğu Anadolu Projesi'ni yaşama geçirmeye başlamasıyla belirmiştir. Türkiye'nin özellikle yıllardır ihmal edilişi ve geri kalmışlığının şikayet konusu edildiği Güney Doğu Bölgeleri için yaşamsal değeri olan ve ülkenin ekonomik potansiyelini geliştirmek açısından büyük önem taşıyan bu proje ilerledikçe, su sıkıntısı çekecekleri konusunda endişeleri artan Suriye ve Irak, tepkilerini çeşitli boyutlarda göstermiş ve göstermektedirler. 

 Türkiye ile aşağı çığır ülkelerinden Suriye ve Irak arasındaki bazı temel anlaşmazlıklar göze çarpmakta, bunlarda çözümsüzlüğün bir kader olarak 
belirmesine neden olurken, uluslararası hukukta sınıraşan sularla ilgili çok net bir kabulün bulunmaması, çözüm sürecinin uzamasına katkıda bulunmaktadır. 
Suyun Türkiye'den kaynaklanıyor olması, Suriye ve Irak'a karşı önemli bir koz olarak değerlendirilebilmektedir. Özellikle su kaynakları Irak'a göre çok daha az 
olan Suriye, Türkiye'ye bağlımlı olmaktan duyduğu rahatsızlıkla suya karşı terör kozunu kullanmak istemiştir. 

Güney komşularımızın, özellikle Suriye'nin uluslararası hukuka ve insanlığa aykırı politikalara bel bağlamasına karşın, Türkiye sertlik yanlısı bir politika izlememektedir. Bunu ekonomik çıkarlarını dikkate alma gerekliliğine bağlamak olasıdır. Çünkü Türkiye'nin ihracat yaptığı ülkelerden önemli bir bölümünü Arap ülkeleri oluşturmaktadır. Türkiye'nin uyguladığı bu pasif politikaya bir diğer gerekçe de dış dünyanın alışılmadık bir uygulamaya göstereceği tepkiden çekinmesi gösterilebilir. Burada 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Türkiye'ye yöneltilen tepkilerin henüz belleklerden silinmemesinin etkisi var denilebilir. 

Türkiye'nin en büyük yanılgısı, kendisini haklı gördüğü konularda girişimci olmayışıdır. Olumsuz etkilerini halen hissettiren ve kalıcı bir çözüme 
henüz ulaştırılamayan Kıbrıs Sorunu'nun başlangıcında, haklılık tezi ile konuya gereken hassasiyetle yaklaşmayan Türkiye'ye karşın; dünya kamuoyunu 
etkilemek için, uluslararası platformları propaganda fırsatı olarak değerlendiren Yunanistan, kolaylıkla harekete geçebildiği bir kamuoyu desteğine sahip 
olabilmiştir. Bu konuda hayli geciken Türkiye en haklı olduğu tezlerinde uluslararası kamuoyunu iknada zorluk çekmektedir. 

Kıbrıs Sorunu konusundaki deneyimi Türkiye'nin bekle-gör politikasından çok şey kaybedeceğinin delilidir. Türkiye bir kez daha hataya düşmemek için Ortadoğu 'da giderek önemli bir soruna dönüşeceğinin sinyallerini veren "sınıraşan sular" konusunu ciddiye almalı ve geçmişteki hataları yinelenmemelidir. Sınıraşan sular sorununa ilişkin gerçekçi politikalar oluşturmaktaki başarı, çözümde de başarıyı getirecektir. 

Sınıraşan sular konusunda Türkiye'nin alması gereken önlemlerin başında teröristlerle aynı safta bulunan ülkelere karşı dünya kamuoyunu harekete 
geçirmek gelmelidir. Türkiye geri kalmışlık paradoksundan kurtulacaksa, bunun ilk adımı GAP'ı yaşama geçirmek olacaktır. Bu nedenle Ortadoğu politikasını 
tekrar değerlendirilmeli ve PKK-GAP pazarlıklarına ortam oluşturacak yanlışlara fırsat verilmemelidir. Son dönemde İsrail'le olan işbirliği çalışmaları, 
Arap Dünyası'nı her ne kadar rahatsız etse de, Türkiye'nin Ortadoğu politikasındaki tercihinin netleşmesinin en açık işareti ve ikili askeri 
anlaşmalarla çevreleme politikası izleyen komşu ülkelere karşı önemli bir kozdur. 

Atatürk'ün "Yurtta Barış, Dünyada Barış" idealine ulaşmada Ortadoğu'da sağlanacak başarı önemli bir adım olacaktır. Bu adımı atabilmek büyük ölçüde 
"Suda Barış, Bölgede Barış" özleminin giderilmesiyle olasıdır. 


Ortadoğu’da Su Sorunu ve Türk Dış Politikasında Sınıraşan Sularımız

 03.02.2012

Ortadoğu’da Su Sorunu ve Türk Dış Politikasında  Sınıraşan  Sularımız

Giriş

Sürekli büyüyen nüfus, su kullanımının her geçen gün artması ve iklim değişikliği gibi nedenlerden dolayı mevcut ve sabit su kaynaklarının ihtiyaçları karşılayamayacak hale gelmesi üzerine akarsuları paylaşan devletlerarasında yaşanan soruna “su sorunu” denilmektedir. Suyun devletlerarasında sorun teşkil etmesi, su sorununun sosyal bir bilimde incelenmesine yol açmıştır.
  Dünya’da ve özellikle bölgemizde kişi başına düşen su miktarının hızla azalması, sınır aşan suları, gerginliklerin ve uluslar arası ilişkilerin merkezine taşımıştır ki, suyun hayati bir önem taşıdığı düşünüldüğünde suyun “sorun” olması gayet normaldir.
  Su sorunu değince aklımıza, Türkiye’nin de içinde bulunduğu, Ortadoğu gelmektedir. Ortadoğu ülkeleri zaman zaman su sorunu yüzünden deyim yerindeyse birbirlerini “ bir kaşık suda boğacak”  duruma gelmektedirler.
  Ortadoğu’nun gerek petrol kaynaklarına sahip olması,gerek geçiş noktası olması gerekse önemli su yollarını barındırması;Ortadoğu’nun odak ve çatışma noktası olmasına,dikkatleri üzerine çekmesine sebep olmuştur.Bu sebeplerle, kanımca, Ortadoğu’yu “kıtalararası” bir bölge olarak adlandırabiliriz.
  Ortadoğu’da Su Sorunu İçinde yaşadığımız Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgeleri, dünyada kişi başına suyun en az miktarda düştüğü yerlerdir.

  Orta Doğu’da su sorunları 1. Dünya Savaşı’ndan yani Osmanlı Devletinin yıkılışından sonra küçük ve batıya bağlı ülkelerin ortaya çıkarılması ile 19. yüzyılın sonlarında ve özellikle de 20. yüzyılda başlamıştır. Merkezi otoritenin coğrafya üzerinde etkili olduğu, bir başka deyişle bölgedeki son istikrarlı dönemde var olmayan bu sorun Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra yani bölgeye hâkim yapının değişip, ulus-devletlerin türemeye başlamasıyla kendisini göstermiştir. Bölgede yeni oluşan sınırlarda nehirler temel alınmış ve böylece sorunun tohumları 20.yüzyıl başlarında atılmıştır. 

  Türkiye'nin dâhil edildiği savaş senaryolarında sorunun temel dayanağını “uluslararası sular” veya “sınıraşan sular” oluşturmaktadır.”Uluslararası sular”, iki farklı devletin topraklarında yer alıp, bu devletler  arasında sınır oluşturan ve her iki ülke arasında paylaşıma tabi olan sulardır. “Sınıraşan sular” ise bir devletin sınırları içinde doğarak akan ve başka devletin sınırlarına geçip buralarda aktıktan sonra denize dökülen sulardır. Ancak son dönemlerde uluslararası su kavramı, sınır aşan su şeklinde kullanılmaya başlamıştır. Daha ziyade ulaşım amaçlı kullanım dışında sulama, içme ve enerji için kullanımı söz konusu olan, iki ya da fazla devlet arasında sınır oluşturan veya farklı ülkelerde doğup akan sulara sınır aşan su tabiri kullanımı yaygınlaşmıştır. Orta Doğu’da sorunlu olabilecek altı tane uluslararası nehir bulunmaktadır. Bunlar;  Nil, Ürdün, Litani, Asi, Dicle ve Fırat nehirleridir.

  Dünya nüfusunun @'ının, birden fazla ülke arasında paylaşılan nehirlerin çevresinde yaşamakta olduğu dikkate alındığında, suyun uluslararası politikadaki yeri daha belirginleşecektir.    Suyun kıt bir kaynak olduğunun yoğun olarak hissedilmesiyle beraber, Ortadoğu ve sorundaşı bölgelerde, bu kaynaktan maksimum yararlanma olanakları incelenmeye ve bu yönde politikalar üretilmeye başlanmıştır. Özellikle iki veya daha çok ülkenin sınırlarını aşarak başka bir ülke topraklarına akmaya devam eden ve "sınıraşan sular" (transboundry rivers) olarak isimlendiren nehirleri kapsayan coğrafyada yer alan ülkeler arasında gergin ilişkilerin olduğu dikkat çekmektedir. 

Türkiye ve güney komşuları arasındaki ilişkileri bu çerçevede değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Türkiye, Suriye ve Irak'ın da sınıraşan sular üzerinde gerçekleştirmeye çalıştıkları projeler zaman içerisinde paylaşım sorunlarına yol açmış; özellikle Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Projesi'ni(GAP) yaşama geçirme çabaları, Suriye ve Irak tarafından endişe ile karşılanmıştır.    Ortadoğu’yu, su sıkıntısı konusunda üçe ayırarak irdelemek gerekir. Birinci gruba Türkiye, Irak ve Suriye’yi alabiliriz. Bu ülkelerde su konusunda hayati bir sorun bulunmamakta dır. Diğer yandan, Filistin, İsrail ve Ürdün’de yeraltı suları bakımından bir sıkıntı mevcuttur. Bu konuda en kötü durumda olan ülke Suudi Arabistan’dır. Kuzey Afrika’da ise en önemli problem Nil Havzası’nda yaşanmaktadır. Mısır için bir hayat damarı olan Nil Nehri, bu ülke ile diğer yukarı kıyıdaş ülkeler arasında giderek şiddetlenen bir sorun olarak devam etmektedir. Burada önemli olan nokta Mısır’ın Nil olmadan var olamayacağıdır. Suriye ve Irak ise Mısır gibi, tek bir su kaynağına bağlı değillerdir. Dolayısıyla Suriye ve Irak anlaşma yollarını ararlarsa çok iyi ikame edilebilecek şansları vardır.   

Türk Dış Politikasında Sınıraşan Sularımız ve Su Sorunu   Türkiye’nin  Orta Doğu’ya yönelik dış politikalarını etkileyen parametrelerden birisi de su sorunudur. 
  Türkiye su sorunundan söz edildiğinde ilk akla gelen ülke durumundadır. Çünkü, Ortadoğu'yu besleyen en önemli su kaynakları Türkiye'nin elindedir. Bu durum başta Suriye ve Irak olmak üzere tüm bölge ülkelerinde rahatsızlık yaratmaktadır. Güney komşularıyla arasındaki su paylaşımına yönelik sorunlar, Türkiye'nin sınıraşan sularından Fırat ve Dicle üzerinde Güneydoğu Anadolu Projesi'ni yaşama geçirmeye başlamasıyla belirmiştir.

  Su kaynakları politikamız, suyun ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınması, su ve gıda güvenliği açısından önceliklerimiz, AB ile tam üyelik müzakereleri, bölgesel gelişmeler göz önünde bulundurularak oluşturulmakta ve değişen koşullara göre gözden geçirilmektedir. Türkiye’nin yenilenebilir, ucuz ve çevre dostu olan hidroelektrik potansiyelinden ve su kaynaklarımızın sağladığı diğer ekonomik ve sosyal faydalardan verimli ve sürdürülebilir biçimde yararlanması amacıyla gerekli projeler hayata geçirilmektedir. Bu çerçevede, başta GAP Bölgesi olmak üzere ülkemizdeki baraj, hidroelektrik santrali ve sulama projelerini bir an önce gerçekleştirmesine ilişkin çalışmalar sürdürülmektedir. Fırat ve Dicle üzerinde toplam 21 baraj ve 19 hidroelektrik santralini kapsayan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) , Irak ve Suriye’yi rahatsız etmiş, suyun miktarının azalacağı ve sulama sularının drenajı nedeniyle kalitesinin düşeceği gerekçesiyle projeye karşı çıkmışlardır.

  Türkiye, suların hakça, akılcı ve optimum kullanımını, suyun yararlarının paylaşılmasını ve diğer kıyıdaş ülkelere “önemli derecede zarar” (significant harm) verilmemesini savunmaktadır. Ayrıca Dicle ve Fırat suları konusunu tüm boyutlarıyla ve bütüncül bir yaklaşımla görüşmeye hazırdır. Bu çerçevede bir iyi niyet gösterisi olarak talep edilen bilgi ve veriler diğer kıyıdaş ülkelere iletilmiş ve bilgi değişiminin havza bazında karşılıklı olması gerektiği vurgulanmıştır. 
  Türkiye'nin sınıraşan sular sorununu masaya toplu olarak yatırma önerisini ileri sürmesi, Suriye ve Irak tarafından sıcak karşılanmamıştır. Bu ülkeler, her nehri ayrı birer sorun yada konu olarak düşünmenin çözüm sürecine katkı sağlayacağını, aksi halde Türkiye'nin önerdiği total çözüm yaklaşımının kendileri açısından tartışılamaz olduğunu belirtmektedirler.  Asi, Fırat ve Dicle su havzaları da soruna konu olan nehirlerdir. Asi’de Türkiye, Suriye ve Lübnan ile sorun yaşarken Fırat ve Dicle’de soruna ortak olarak Türkiye, Suriye ve Irak karşımıza çıkmaktadır. 

  Türkiye iyi niyetinin bir ifadesi olarak, suyu bir silah olarak kullanma yoluna gitmemiştir. Oysa ki, Suriye terörist PKK’yı besleyerek ve Türkiye’nin ikazlarına rağmen bu tutumundan vazgeçmeyerek Türkiye’den bu yönde taviz alabileceğini düşünmüştür.. 

  Türkiye'nin Fırat ve Dicle'nin sularından yararlanması, Irak ve Suriye'yi sürekli tedirgin etmektedir ve bu ülkeleri, Fırat ve Dicle üzerinde yapılmak istenen en küçük bir tasarrufa dahi inceleme yapmaksızın tepki gösterir duruma getirmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu zenginleştirecek, refahı artıracak suya ilişkin her proje, kendilerinin o oranda yoksullaşacağı korkusu ile Irak ve Suriye'yi, Türkiye'ye yönelik baskı politikaları uygulamaya itmiştir. GAP kapsamında atılan her adım Suriye'yi gittikçe artan bir oranda Türkiye'ye muhtaç etmektedir.

Değerlendirme;

Azalan su arzına karşın, nüfusla birlikte artan su talebinde, arz ve talebin dengelenmeye çalışılması su sorununu meydana getirmiştir. Su sorunu, bir ülkenin sadece sosyal ve ekonomik yapısını değil,onun dış politikadaki tavrını da etkilemektedir.

Kanımca asıl sorun, artan nüfus ve azalan su kaynakları değil; suyun etkin bir şekilde değerlendirememesi ve devletlerin- kendi çıkarlarını gözettikleri için-bir uzlaşma sağlayamamasıdır.

Su meselesi, devletler üstü bir yapının idaresinde olmalı ve böylece insan yaşamı için hayati önem taşıyan ve ikamesi olmayan suyun etkin kullanımı için bütün ülkeler ortak ve hassas hareket etmeli, ülkesel çıkarlar bir yana bırakılmalıdır.  

Kaynakça
  
1)Prof.Dr.Ali İhsan Bağış, “Ortadoğu Su Meselesinde Türkiye Ve Gerçekler”,22 Mart 2004 2) A. Nazmi ÜSTE , “Uluslararası Politika Ve Türk Dış Politikası Açısından  
Sınıraşan Sularımız” ,D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi ,Cilt:13, Sayı:I, Yıl:1998, ss:231-246 3) “Türkiye’nin Sınır aşan Sular Politikasının Ana Hatları” ,T.C. Dışişleri Bakanlığı 
Resmi Web Sitesi 4) http://www.genbilim.com/content/view/3188/39/ ,Erişim Tarihi:02 Şubat 2012 5) Tuğba Evrim Maden, “Türkiye-Suriye İlişkilerinde Suyun Rolü”, 
Orta Doğu Analiz Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 35, Kasım, 2011, Ss. 37-39

AKMANDOR, Neşet; PAZARCI, Hüseyin; KÖNİ, Hasan (1994); Ortadoğu Ülkelerinde Su Sorunu, TESAV Yayınları, Yayın No:4, Ankara. 
ALACAKAPTAN, Aydın G. (1993); "Sınıraşan Sularımız Dicle ve Fırat'ın Arap Komşularımızla Büyük Sürtüşmelere Neden Olmaları 
Beklentileri Abartılıdır" Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, Bağlam Yayıncılık, Yayına Hazırlayan: Sabahattin Şen, İstanbul. 
BAHÇACI, Çınar (1995); Türkiye'nin Ortadoğu'ya Yönelik Dış Politikası, Türk Demokrasi Vakfı, Ankara. 
BULLOCH, John; DARWISH, Adel (Ocak 1994); Su Savaşları, Altın Kitaplar Yayınevi, 1.Basım, İstanbul. 
CANBOLAT, İbrahim S. (1993); "Yeni Dünya Düzeni'nde Ortadoğu ve Türkiye Gerçeği", Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, Bağlam Yayınları, İstanbul. 
CHALABI, Hassan; "Fırat'ın Suları ve Uluslararası Kamu Hukuku" Ayna Dergisi, Kış 1993-Bahar 1994, Sayı 2, "Conference Implications" tarafından çevrilmiştir. 
ERGİL, Doğu (Aralık-Ocak 1990); "Ortadoğu'da Su Savaşları Mı?" Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: XLV, Not 4. 
İNAN, Kamran (1995); Hayır Diyebilen Türkiye, 2.Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul. 
İNAN, Kamran (1993); Dış Politika, Ötüken Neşriyat A.Ş, Kültür Serisi:73, İstanbul. 
KUT, Gün (1994); "Türk Dış Politikasında Su Sorunu", Türk Dış Politikasının Analizi, Derleyen: Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul. 
MANGO, Andrew (1995); Türkiye'nin Yeni Rolü, Türkçesi: Erhan Yükselci-Şükrü Demircan, Ümit Yayıncılık, Ankara. 
ÖZCEL, Berk (Güz 1993); "Güvensizlik Kurbanı: Ortadoğu Barış Suyu Projesi", Ayna. 
REGUER, Sara (January 1993); "Controversial Waters: Exploitation Of The Jordon River, 1950-1980", Middle Eastern Studies, Vol.29, No:1, pp. 
53-90, Published By Frank Cass, London. 
TEPLER-DREZON, Marcia (April 1994); "Contested Waters And The Prospects For Arab-Israeli Peace", Middle Eastern Studies, Vol. 30, 
No:2, pp. 281-303 Published By Frank Cass, London. 
TURAN, İlter (1993); "Sunuş", Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, Bağlam Yayıncılık, Yayını Hazırlayan:Sabahattin Şen, İstanbul. 
Turkish Review Of Middle East Studies, Formerly Puplushed as" Studies On 
Turkısh-Arab Relations", 1993, İstanbul. 


GAZETELER 

İSTANBUL TİCARET GAZETESİ, Sayı 1911, 24 Mayıs 1996. 
YENİ YÜZYIL GAZETESİ, 9 Haziran 1996. 
MİLLİYET GAZETESİ, 22 Haziran 1996. 

 http://orsam.org.tr/orsam/gencorsam/11401?dil=tr

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder