Şanlı Bahadır Koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şanlı Bahadır Koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2017 Cumartesi

Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?

Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Hoşgeldin, DUATEPE
Aboneliklerim
Amerika Araştırmaları Merkezi
Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı? 
Şanlı Bahadır Koç
Amerika Araştırmaları Merkezi
ajp1914@yahoo.com
31 Temmuz 2015 Cuma

ABD ile görüşmeler ve anlaşma nihayetlenmiş değil tabii ama henüz ABD'den somut olarak ne aldığımızı anlamak kolay değil. Şu anda görünen ABD PYD'den vazgeçmiş veya vazgeçecek gibi değil, bahsedilen bölgeyi ve sivilleri korumak ve Esad'ı vurmakla ilgili herhangi bağlayıcı bir taahhüde girmeyi reddediyor. Adı bir kere telaffuz edildikten sonra ABD’nin artık İncirlik’i de cebe atacağını 
varsayabiliriz. PYD'nin söz konusu bölgeye girip girmeyeceği bile belli değil. 
Ayrıca bu bölgede sadece siviller ve muhalifler için havadan ve dışarıdan 
korumayla istenilen düzeyde bir korunma sağlanabileceği şüpheli. ABD’nin 
Türkiye'nin istediği grupların buraya hakim olmasını kabul edip etmeyeceği 
meçhul. PKK-PYD’ye "yine açığa düştünüz, ABD yine sattı sizi” denecek bir şey henüz yok. 

Bu arada anlaşmanın varlığının belli olmasından sonra yerli ve yabancı medyaya 
çelişkili, muğlak ve havada denebilecek bazı bilgi, değerlendirme ve demeçler 
yansıdı. Bunların kısmen tarafların pazarlık pozisyonlarını güçlendirmek için 
sızdırıldığı ve manipüle edildiği düşünülebilirse de, tarafların gerçekten 
anlaştılar mı, varılan ön mutabakattan farklı şeyler mi anladılar, biri öbürünü 
ya da bizi kandırıyor mu, yoksa kervan yolda mı dizilecek, bu tam belli olmadı. 
Bu yazı yayınlandığında resim bir parça daha netleşmiş olabilir ama müzakere 
sürecinin haftalar ve hatta daha uzun sürmesi de sürpriz olmaz çünkü aslında 
tarafların pozisyonları, amaçları, öncelikleri ve olayları değerlendirmeleri 
arasında önemli farklar var. Türkiye’deki koalisyon görüşmeleri, PKK ile yeni 
çatışma durumu, ABD-İran anlaşmasının geleceği ve IŞİD’in bölgede yaratmaya 
devam ettiği yıkım da olayların seyrini etkileyebilecek ve araya sürprizler 
sokuşturabilecek faktörler arasında.

PKK

“Çözüm süreci” denilen şeyin ve çatışmasızlığın PKK’ya ne kadar yaradığı artık 
herkes için açık olmalıdır. Bunun neden ve şekillerini daha önce yazmıştık. Daha 
çok demokrasi, açılım, müzakere ve süreç PKK’yı zayıflattı mı, güçlendirdi mi? 
Efendim? Demek ki, liberal şablonlar, planlar ve teoriler her zaman doğru 
çıkmıyormuş değil mi? PKK en son 2011’de vurulmuştu. Örgütü böylece kendi haline bırakmanın onun palazlanması, eğitim, siyasi yayılma, alan kontrolünü ele geçirme, meşrulaşarak yabancı ortaklarla bir kısmı gizli bile olmayan ilişkiler 
geliştirme, sadece kendi seçmeni değil halkın geneli gözünde de imajının kısmen rehabilite etme, ona oy vermenin sadece Batı’daki Kürtler için değil “Nişantaşı ve Cihangir’deki beyaz Türkler” için bile kabul edilebilir bir şey haline 
gelmesi gibi sonuçları oldu. Bunların çoğu kolaylıkla tahmin edilebilirdi. PKK 
arada ayrıca kahraman, kadın ve hatta çevre hakları savunucusu oldu. 
Türkiye'nin, o da şimdi değil ileride, PKK'yla yapabileceği müzakereyi en 
azından önemli bir süre için çatışmasızlık olmadan yürütebilmesi gerekiyor. 
“Türkiye PKK'ya ölçülü, orantılı ve kısa cevap vermeli" diyenler ciddi şekilde 
yanılıyor. NATO’nun da Türkiye’ye orantılı ve sınırlı tepki vermesinin istenmesi 
anlaşılır gibi değildir. Bir terör örgütüne askeri tepki verirken, eğer 
sivillere zarar verme de söz konusu değilse, neden ölçülü olunsun ki? Ayrıca 
örneğin ABD tarihte kendisine yapılan hangi saldırıya sadece orantılı cevap 
vermiştir? PKK sana tokat attığında senin ona sadece tokatla karşılık vereceğini 
bilirse ve sen bunu caydırıcılık sanırsan çok -çook!- tokat yersin. Türkiye'nin 
PKK’ya karşı haklı, gerekli ve ertelenemez nefsi müdafaası güçlü, orantısız, ucu 
açık olmalı. Bu çatışmada insiyatif bizde olmalı, çatışmanın temposunu –elbette 
tamamen değil ama büyük ölçüde- biz belirleyebilmeliyiz ve “tırmandırma 
hakimiyeti” (“escalation dominance)” Türkiye’de olmalı. PKK’nın bu çatışma 
safhasından ciddi yara, kayıp ve gerilemeyle çıkmaması bizim için yenilgi olur. 
Büyük ölçüde kendine fazla güvenerek başlattığı bu çatışmadan sonra PKK’nın 
Türkiye’ye karşı aynı şeyi bir daha aklından bile geçirmemesi gerekiyor. Tabii 
bunları böyle ifade etmek kolay da nasıl başaracağız bunu? Ve tabii PKK’nın da 
eli armut toplamıyor. Ayrıca unutmayalım PKK için ne kendi ne ortadaki ve ne de karşıdaki insan hayatının önemi var. Bu “iğrenç” bir şey ama bu tür bir 
mücadelede belki de önemli bir avantaj da onun için. 

Bu nedenle başlangıçta şunu sormalıyız kendimize, gelecekte, belki de yakın 
gelecekte yaşanabilecek büyük çaplı askeri ve sivil kayıplara rağmen bu 
mücadeleyi sürdürmek istiyor muyuz gerçekten? Çünkü eğer işi yarı yolda 
bırakacak ve tekrar 1. kareye döneceksek o zaman bütün bu insanlar bir hiç için 
ölmüş olur. Çatışmanın amacının PKK’yı masaya getirmekle sınırlı olması 
gerektiğini söyleyenler de yanılıyor. Çünkü aslında PKK zaten pazarlıktan 
kaçıyor sayılmaz. Sorun onun (aslında anlaşılır bir şekilde) Türkiye’nin 
mücadele etme iradesini kaybettiğini düşünmesinde ve bunu masada kendince 
kazanımlara tahvil etme isteğinde. Operasyonların amaçları arasında kamu 
otoritesinin şüphe bırakmayacak derecede tekrar tesis edilmesi gerekiyor. Bu 
otoritenin hem de göz göre göre kaybolması AKP’nin belki de en büyük hatasıydı. 

Artık AKP’nin bölgedeki tabanı ve liderleri de bunu açıkça belirtip şikayet 
ettiklerine göre bu konuda ciddi olduklarını umabiliriz. Bunun dışında PKK’nın 
askeri olarak ülke dışına çıkarılması da gerekiyor. Türkiye’nin artık PKK ile 
örgütün silah tehdidinin gölgesi altında taktik düzeyde olanlar hariç esaslı 
hiçbir müzakereye girmemesi gerekiyor. 

PKK liderlerinin yarına sağ çıkamayabileceklerinden korkmaya başlamaları hem bu ara amaçlara ulaşmak ama hem de makul nihai sonuca varmak için gerekli. PKK verdiği alt düzeyde kayıpların yerini çok zorlanmadan doldurabiliyor. Bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel dokusu bunu daha uzun süre mümkün kılabilir. O nedenle PKK’lı militanları öldürmek tek başına örgütün moral gücünü, amaçlarını, taleplerini ve bunlara ulaşma umudunu azaltmıyor. Terörle mücadele literatüründe liderlerin ortadan kaldırılmasının terör örgütlerinin gücü, devamlılığı, talepleri ve performansına nasıl etki yaptığı konusunda farklı görüşler var. 

Bize göre PKK liderlerini hedeflemeyen, hatta buna öncelik vermeyen bir 
mücadelenin sonuç alması çok zor olur. Bayık ve ekibinin kalbine korku salmadan onları makul bir müzakere kıvamına sokmak neredeyse imkânsız. Bunun için de liderleri sürekli takip etmek, onlarla ilgili anlık ve nokta istihbarat 
üretebilecek durumda olmak gerek. Bu kolay değil ve şimdiye kadar Türkiye’nin bu yeteneği geliştirememiş olması gerçek bir skandal. MİT ve askeri istihbaratın 
başına getirilecek kişilerden belki de ilk önce PKK liderlerine yönelik 
istihbaratın geliştirilmesi istenmelidir. Bu sağlandığında da, PKK ile o anda 
müzakere ediyor bile olsa yüksek değerde hedef tespit edildi mi vurmaktan 
kaçınmamak gerek. PKK'nın her saldırısı ya da tehlikeli hamlesine misliyle 
karşılık verebilecek istihbarat, ateşgücü, koordinasyon ve kararlılığa sahip 
olmamız gerekiyor. Bu arada tabii dağa çıkmanın yaz kampına gitmek olmadığı, 
gidenlerin beyninin kayaların üstünde yapışıp kalabileceğini düşündürmek de 
önemli. Ama bölgedeki insanlarda oluşan, “bu savaşı PKK’nın kazanacağı”na dair algının kırılması ise hayati. Sonuçta PKK’nın askeri varlığının sonlandırılması 
elbette müzakereyle olacak ama bu kesin ve kaçınılmaz bir şey değil. Şunu kabul edelim, Türkiye’nin bu savaşı kaybetmesi özellikle yapageldiği hata ve 
eksikliklerde ısrar ederse ciddi bir olasılıktır. Bu aşamada Türkiye’nin uzun 
bir süre müzakereden bahsetmemesi gerekiyor. Müzakere konusunu çok çabuk ve istekle dile getirmek karşı tarafa bizim savaşma irademiz, sabrımız, kayıp 
vermeye ve acıya dayanıklılığımız konusunda arzu edilmeyen olumsuz sinyaller 
gönderiyor. Hâlbuki Suriye ve Irak’ta eli dolu olan ve işi tırmandırırsa ABD ile 
girdiği yeni ilişkiyi riske edecek olan taraf PKK. Türkiye şu anda askeri dikkat 
ve enerjisini büyük ölçüde PKK’ya odaklayabilir. Elbette IŞİD de var ve 
Suriye’deki “bölge”yle ilgili olarak gireceğimiz taahhütler de askeri yükler 
getirecek ama onlar ikincil önemde. Sonuçta PKK için ne kendi ne de bu taraftaki insan kaybının önemi var. O yüzden liderlerin peşinden gidip onlara ölüm korkusu salmak gerekiyor. Yani ceviz ağaçlarının altında yayılıp meyve yerken korkmalı PKK liderleri ki masaya geldiğinde makul olsunlar. Tabii sadece bu değil ve bu da kolay bir şey değil ama gerekli ve mümkün. Liderlere yönelik nokta, vur-kaç komando operasyonları lazım, bunun için de eğitimli, çok çok iyi eğitimli personel, cesaret (çünkü riskli) ve tabii nokta ve anlık istihbarat. Önümüzdeki dönemde MİT’in artık barış istihbaratından önce savaş istihbaratına odaklanması gerekiyor: Hedefler, ilişkiler, toplantılar, şemalar, siyasi ve askeri planlar, adresler, kamplar, eylem hazırlıkları, hücreler, silah sevkiyatları, elektronik haberleşme, para transferleri, düşünme biçimleri ve karar alma mekanizmaları istihbaratı. PKK’nın üst düzey yetkililerine yönelik istihbarata önem verilmesi gerekiyor. IŞİD Türkiye’ye ABD’ye olduğundan daha büyük bir tehdit mi? Evet. Ama PKK da, hem IŞİD’e göre hem de tüm radikal örgütlerinin toplamının ABD’ye olan tehdidinden daha büyük bir tehdit Türkiye için. Bu kadar basit, adeta matematik kadar kesin ve açık bir şeyi anlamak o kadar eğitimli anlı şanlı entelektüel için niye bu kadar zor oluyor? IŞİD bu oyunda sadece karakter oyuncusudur (“tecavüzcü Coşkun”?), tabii engellenmelidir, etkisiz hale getirilmelidir. Ama Türkiye için esas büyük uzun dönemli tehdit o değildir. Ona bakarak ve odaklanarak PKK’yı gözden kaçırmanın açıklaması olamaz.

Bu arada Türkiye’de kurulacak hükümetin bu mücadeleyi kararlılık ve ustalıkla 
sürdürecek türden olması da çok önemli. Bu nedenle PKK ile mücadeleyi önemseyen partilerin mevcut tercihlerini gözden geçirmeleri gerekebilir. Bu konuda son olarak şunu söyleyelim: Türkiye "iyi  insan" olarak PKK’yı yenemez. Savaşı kazanmak için PKK’ya karşı zalim, şımarık, dengesiz, küstah ve kinci olmalıyız. 

Bunlar kulağa hoş gelmeyen sıfatlar olabilir ama başarı için gereklidir. PKK’nın 
başarılı olma umudunu kırmalıyız, ki şu anda bu tarihi olarak en zirve 
noktalarından birinde, belki de yükseğindedir. Başarılı olmanın ahlaki getirisi 
bu belki rahatsız edici sıfatların önemini azaltacak ve onları affettirecektir. 
Zayıflık, yavaşlık, erteleme, kararsızlık, gevşeklik, sabırsızlık, yumuşaklık, 
unutkanlık, bağışlayıcılık gibi şeyler çatışmanın uzamasına ve çok daha fazla 
insanın ölmesi veya hayatının mahvolmasına neden olmaktadır.  İşte tam bu 
nedenle terörle mücadelede teröriste karşı yumuşak olmak sadece teknik değil 
ahlaki bir kusurdur da. “İyi olmaktansa korkulan ve saygı gören olmalıyız.” 
Yoksa bu kavgayı ya kaybederiz ya da sonuçlandıramadan çok kayıplar verir ve acı çekeriz.  İlk jest ve şirinlikte hemen yine çözüme dönecekmiş gibi davranmayalım ve dönmeyelim. PKK ile mücadele konusunda HDP dışındaki partilerin aralarındaki tüm husumet, şüphe ve görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak bir araya gelebilmeleri ve temel konularda anlaşabilmeleri gerekiyor. Bunu yapamazlarsa da bu konuda kimin hangi pozisyona sahip olduğunun net bir şekilde ortaya çıkması ve seçmenin de sandıktaki tercihini belirlerken bunu biliyor olması iyi olur. 

HDP

HDP’nin şiddeti desteklememesi, ki bunun doğruluğu bile tartışılır, yeterli mi? 
Şiddete net, aktif ve istikrarlı bir biçimde karşı çıkması da gerekmiyor mu? 
HDP’nin “elinde silah yok.” Burada hukuki bir suçlamanın hazırlığı anlamında 
değil analitik olarak soralım. HDP’nin PKK’dan farklı hangi konuda neyi var, 
talep, pozisyon, prensip, amaç ve felsefe olarak? HDP, PKK’yı “dinliyor” mu? 
Kullanıyor mu? En önemlisi onun kurduğu fiziki ve psikolojik baskıyla oy alıyor 
mu? HDP, PKK’dan bağımsız mı? Farklı mı? Ona yardım ediyor mu? Ondan yardım alıyor mu? HDP’nin hızlı ya da yavaş bir şekilde çözümün içeriği konusunda PKK’dan farklılaştığı iddia edilebilir mi? HDP PKK’yı eleştiriyor mu? Ona silah bırakma çağrısı yapıyor mu? PKK eylemlerini kınıyor mu?  Seçim sürecinde Demirtaş’a şu sorular tekrar tekrar sorulmalı değil miydi? PKK’ya yönelik eleştirileriniz neler? Onlarla direk görüştüğünüzde de bunları söylüyor 
muydunuz? Hiç PKK’dan emir aldınız mı? Bu arada acaba PKK ile yapılan 
görüşmelere 1) HDP dışındaki partilerin ortak oluşturdukları talep ve 
pozisyonlarla çıkılabilse sonuç ne olurdu? Hatta bu görüşmelerde diğer parti 
temsilcileri de gözlemci olarak katılsa bu teknik ve lojistik olarak imkansız mı 
olurdu? Görüşmeler bu şekilde yapılsa ve yine sonuç çıkmasa bu “çözümsüzlük” 
Türk tarafı için çok daha meşru ve silahlı mücadeleye başvurmak daha kolay, 
erken, güçlü ve etkili olmaz mıydı? Bunlar birçok kulağa masal gibi gelebilir 
ama bizce daha çok “devlet adamlığı yaratıcılığı eksikliği” olarak görülebilir.

Barzani

Bu arada Barzani kendi otoritesini giderek daha açıktan sarsan PKK’dan tehdit 
algılama, Ankara’yla kendi açısından hayati enerji ve ticaret ilişkisi, Bağdat 
ile yaşadığı gerilimlerden bunalma ve hatta İran’ın artan etkisinden duyduğu 
rahatsızlık gibi nedenlerle son krizde Türkiye’ye destek verdi. Sonuçta PKK’nın 
davranışlarının savunulamayacak türden olması da bir faktör olabilir. Ama 
PKK’dan sadece askeri değil artık belki siyasi olarak da çekinen Barzani’nin 
bazı durumlarda bu tavrını değiştirmesi de şaşırtıcı olmaz. 

Bir de Barzani’nin içinde yaşadığı iç ve dış sıkışıklıktan tüm açmaz, zorluk ve risklerine rağmen bağımsızlık kartını çekerek çıkmayı denemesi ihtimalini de göz önünde tutmalı. 
Hatta belki bunun için kafasında bir takvim belirlemiştir de Türkiye’ye açık 
desteği bununla ilgilidir. Düşük de olsa bu ihtimal gerçekleşirse Türkiye’nin 
PKK karşısında sözlü destek aldığı Barzani’ye nasıl tepki vereceğini önceden 
kararlaştırması doğru olabilir. Bu cevabın olumlu olmaması gerekir diye  düşünüyoruz ama bu konu belki üzerinde biraz düşünmeyi tartmayı gerektirebilir. 

PYD

ABD’lilerin ikili görüşmelerde PYD-PKK ilişkisi –aslında birliği- konusu 
açıldığında tam ne dediklerini bilmek ilginç olurdu. Tabii burada konunun 
ayrıntılı olarak konuşulduğu ve kendileriyle istihbarat bilgilerinin 
paylaşıldığını varsayıyor ve bunun henüz -hala!- olmadığını düşünmek bile 
istemiyoruz. Acaba bu toplantılarda bize, “sunduğun kanıtlar yetersiz” mi 
deniyor,  “eskiden öyleyse bile bunlar artık PKK değil, sen de fazla uzatma” mı? 
Yoksa iki örgütün aslında aynı şey olduğu kabul ediliyor ama sadece IŞİD’e karşı savaşan başka etkin güç olmadığı için bu durumu kabullenmemiz gerektiği mi? 

Washington’daki basın toplantıların katılan muhabirlerin sözcüleri bu tür 
sorularla açması belki enteresan yeni tartışmalar ve gerçeklerin kapısını 
açabilirdi. ABD’nin kendisinin de bilmemesi mümkün olmayan PYD-PKK birliği 
konusunda yeterince sıkıştırılmış ve utandırılmış olmamasını Türk devleti ve 
medyasının ciddi boyutta ortak bir ayıbı ve beceriksizliği olarak görmeliyiz. 
Konuyu uzatmak istemiyoruz ama örneğin Obama’nın kendisinin bu yönde bir soruya ABD’nin pozisyonunu bizim lehimize az da olsa esnetmeden ve bazı itiraflarda bulunmadan cevap ver(e)meyeceğini zannediyoruz. Tabii burada bununla ilişkili şu başarısızlığı da hatırlayalım: Washington Post gibi gazetelerde ABD’nin üstünü çizdiği radikal Suriyeli grupların sözcüleri bile kolaylıkla dertlerini anlattıkları yazılar yayınlatabilirken (kaçırdıysak lütfen affola) Türkiye’nin resmi temsilcileri ya da Türk uzman ve yazarların Türkiye’nin IŞİD, PKK, PYD, terörle mücadele, Suriye gibi konulardaki pozisyon, iddia, öneri, eleştiri, uyarı ve savunmalarını  içeren tek bir yazı yayınlanmamış olmaları acıklıdır. 

(Bu arada tam bu yazı yayına hazırlandığı sırada Davutoğlu’nun Washington Post gazetesinde Türkiye’nin terörle mücadele pozisyonunu anlattığı yazısı çıktı, 31 Temmuz 2015). Bu durumun Türkiye’ye duyulan ön yargı gibi mazeretlerle açıklanması mümkün değildir. Türkiye PYD konusundaki imaj savaşını şu anda ciddi olarak kaybetmiş durumdadır. Bu konuda dünyanın önyargılı olduğu doğruysa bile bizim de iyi bir performans gösteremediğimiz söylenebilir. PYD’nin Esat karnesi, PKK ile ilişkisi, yaptığı etnik temizlik, tüm şirin ve ultra ilerici görüntüsü altında Barzani’ye yakın Kürtlere bile alan bırakmaması, yaptığı suikastlar ve tehditler yeterince anlatılamadı.      

ABD’ye şunu kameraların önünde açıkça sormalı değil miyiz? Sen şimdi bu PYD’nin PKK olmadığına ve Türkiye’ye karşı hiçbir şekilde şiddete başvurmayacağına “kefil” misin? Değil misin? O halde beni ne hakla engelliyorsun? Tabii burada akla şu soru da geliyor: Türkiye ABD’ye PYD’ye ilişmeyeceğinin sözünü verdi/verecek/vermeli mi gerçekten? Gerçi, PYD’ye, şu aşamada askeri bir harekât yapmanın, 

1) Bu örgütün dünyada “şirin” bir imaja sahip oluşu, 
2) Bize şu an için ivedi bir saldırı tehdidi olmayışı, 
3) Bunun da etkisiyle Türkiye’nin saldırgan ve kavgacı taraf olarak görülme riski, 
4) Bölgedeki ABD varlığı ve ABD’nin PYD’yi korumak için neler yapabileceğinin açık olmaması, 
5) PYD’yi vurmanın Ankara’nın IŞİD’in koruyucusu olduğu yolundaki temelsiz ama yaygın kanıyı daha da güçlendirme ihtimali ve 
6) Aslında Türkiye’nin de yüzlerce kilometre genişlikte yeni bir cephe açmaya askeri, siyasi ve psikolojik olarak hazır olmaması gibi nedenlerle denenmemesi / ertelenmesi anlaşılabilir. 

Ama bize göre Türkiye PYD konusunda kendini bağlayıcı bir taahhüde girmemelidir. ABD PYD’ye PKK ve Türkiye ile ilgili olarak ne kadar baskı yapıyor? Ama aslında bir de şu var: PYD’nin şu anda “uslu ve cici” görünmeyi başarabilme si bizim için iyi bir şey midir? PYD açık verse ve gerçek doğası ve niyetini kussa bizim için daha iyi değil mi? PYD hem ABD desteğini korumak hem de kendine ikinci bir cephe açmamak için şu aşamada PKK dışı görünmeye çalışacak ve Türkiye’ye ilişmeyecektir. Biz de “bu PYD bize saldırmıyor, iyi çocuklar bunlar, özyönetim, kadın askerler” vs diyecek “faydalı olağan aptallar” olacaktır. Eğer bunun geçici ve yanıltıcı bir sessizlik ve huzur olacağına inanıyorsak o halde ne 
yapmalıyız PYD’nin gerçek yüzünü kusması için?

Türkiye kendisine karşı aktif silahlı eylemlere katılmış PYD üniformalı 
PKK’lıları isim isim ayrıntısıyla biliyor mu? Türkiye’nin elinde kaç PYD’linin 
kaydı var? Bu kayıtla ne kadar ayrıntılı? Bu teröristlerin database’i ne kadar 
özenli tutuluyor, ne kadar güncel, ayrıntılı, kullanışlı ve analitik? Ne kadar 
sık kullanılıyor? MİT PKK-PYD ilişkisini somut olarak dokümante edemiyorsa ne 
için var diye sorası geliyor insanın. Kadro, doktrin, amaç, lider, strateji, 
kumanda sistemindeki benzerlik ve hatta birliği, aradaki haberleşmelere 
dayanarak kanıtlamak ve ABD’nin ve dünyanın önüne koymak ve bunu gecikmeden yapmak gerekiyor. Gerçi ABD (zaten halihazırda sahip olması gereken bu istihbaratla yüzleştiğinde bile pişkinliğe vurarak, “haklı olabilirsin, ama napalım bu işler böyle, bu arkadaşlara ihtiyacım var, alış bu duruma” diyebilir. 
Hatta neredeyse kesinlikle böyle diyecektir. PKK-PYD ilişkisi kanıtlanıp ABD 
önce utandırılıp sonra bunlarla iş tutmaktan vazgeçirilmeye mi çalışılmalı, 
yoksa bu hiç ya da çok denenmemeli mi? ABD PYD’den vazgeçebilir mi? 
Vazgeçmeyecekse ilişkileri germeye değer mi? ABD’yi bu konuda zorlamamanın onu PYD’den tamamen vazgeçirmesi değilse bile ona telkinde bulunmaya ve onun davranışlarını sınırlamaya zorlaması ve desteğini sınırlaması gibi faydaları 
olabilir. Geçen yazıda söylediğimiz gibi bu aşamada ABD’yi -o da bir parça- 
suçlu hissettirmekten fazla şeyler ummak doğru olmayabilir. 

Bu arada, Türkiye’de bazılarının sandığı gibi, IŞİD’e karşı Türkiye’nin gönülsüz 
ve sınırlı da olsa desteği PYD’nin sağladığından daha önemli mi gerçekten ABD 
için? Bundan emin olmayalım. Kaldı ki, artık Türkiye IŞİD’e karşı aktif 
mücadeleye katıldıktan ve İncirlik’i operasyonlara açtıktan sonra kolay kolay 
burada geri adım atamaz. Ama ABD dolaylı ve imalı olarak da olsa şunu diyebilir: 
“PYD yerine seni seçmemi istiyorsan onun ‘yerde’ yaptığını yapabilmen lazım. Yok bunu bana veremiyorsan o zaman kusura bakma ben PYD ile ilişkimi devam 
ettiririm. En fazla İncirlik karşılığında bunun ölçek ve alanını sınırlayabilirim. O da benle çok sıkı pazarlık yaparsan. Gevşek olursan onu da unut.”

Bir de şu soruyu soralım ki peşin hükümlü olduğumuz, değişime ve umuda tamamen kapalı olduğumuz düşünülmesin:  PYD PKK’dan esasta, kalıcı ve müspet şekilde farklılaşabilir mi? Bu ne olursa mümkün olabilir? Bunu en etkili nasıl talep, teşvik ve tespit edebiliriz? PYD PKK geçmişinden sıyrılabilir ve artık PKK’lı değil gibi düşünüp hareket edebilir mi? Daha ileri gidelim, PKK’nın kendisinin şimdi PYD’nin olduğu iddia edilen türden “cici” bir şekle bürünmesi mümkün olabilir mi? Son hafta içinde yaşanan olayların gösterdiği ise bunun çok düşük ihtimal olmasının yanında zaten PKK’nın kendisi tarafından da istenmediğidir. 

Şu aşamada PYD konusunu kabullenmek ve zamana bırakmak dışında bir yol yok gibi düşünülebilir. PYD rahat mı bırakılmalı? Peki rahat bırakmanın parametreleri ve kuralları ne olacak? Türkiye PYD’ye aşılmasına kesinlikle tahammül göstermeyeceği açık bazı çizgiler çizmeli, hem coğrafi hem aktvite hem de söylem olarak. Bunlar aşıldığında da ABD dahil hiçbir gücün PYD’nin hem de orantısız sertlikte cezalandırılacağını engelleyemeyeceği bilinmeli. PYD konusunda sürekli iddia, talep, uyarı, sınırlama, ceza ve mühlet verme gibi yollarla uyanık, ihtiyatlı, tetikte, aktif  ve talepkar olmak mümkün ve gerekli. PYD’nin Türkiye’ye karşı dokunulmazlığı de fakto, de jure ve hatta zımnen dahi olmamalı. PYD tarafından Türkiye’ye yapılabilecek en ufak saldırının çok sert karşılık bulacağı açık olmalı. PYD’nin ilerleyen askeri kapasitesine yönelik operasyonlar yapılmalı. Hatta bazen sırf Türkiye’nin caydırıcılığını periyodik bakıma almak için ve rakibi çaresiz hissettirmek için kaprisli olunmalı ve “incir çekirdeğini doldurmayacak bahanelerle” kaprisli bir şekilde PYD vurulmalı ve ABD’nin varlığına rağmen burada patronun kim olduğu hatırlatılmalı. 

Gerçi bu tür önerilerin Türk karar alıcılar tarafından uygulanmayı bırakın 
anlaşılabileceğinden bile umutlu değiliz. 

Düşmanı çaresiz bırakma, tüm umutlarını tüketme amaçlı bu tür adımlar kendileri için fazla riskli, anlamsız ve gereksiz bulunacaktır.   



Uzman Hakkında

Şanlı Bahadır Koç
Amerika Araştırmaları Merkezi
ajp1914@yahoo.com


Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?  
  Kuzey Suriye’de İmarlı Kelepir Kantonlar: PYD ile Modus Vivendi Nasıl Olmalı?  
  Türkiye-İran-Suudi Arabistan Üçgeninde Rekabet ve İşbirliği 
  PKK’yla Silahlı Mücadele ve “Süreç”: Zorunlu Hareketler, Artistik Hareketler 
  Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan  
  Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi  
  Ukrayna Krizi: ABD Hegemonyasının Sonunun Başlangıcının Sonu?  
  ABD’nin Orta Doğu’dan “Doğum İzni”  
  Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not 
  Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez 
  Amerika-Sonrası Dünyanın İlk Krizi: Libya 
  Türkiye Libya’da Ne Yapmalı? 
  Bahreyn’e Suudi Müdahalesi 
  “Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının 
  Neden, Şekil ve Olası Sonuçları 
  Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar 
  Arşivden - Ermeni Tasarısına Karşılık ABD’ye Niye ve Nasıl Sert Karşılık 
  Vermeli? 
  Çay Partisi: "İki Ucu Keskin Kılıç" 
  Ara Seçimlerin ABD Dış Siyasetine Muhtemel Etkileri 
  Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek 
  Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı? 
  Alon Liel: "Erdoğan Kürt Devletine (Eyaletine) Hazır" 
  Mullen’ın Ankara Ziyareti 
  Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri 
  Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama? 
  Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?" 
  “Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü - Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ 
  Nükleer Takas: Müttefiklerimiz Yenildiği İçin Biz de Yenik mi Sayılacağız? 
  İSRAİL-ABD GERİLİMİNİN ESAS NEDENİ “İRAN MESELESİ” Mİ? 
  ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar 
  OBAMA ORTA DOĞU BARIŞI KONUSUNDA ŞEREFLİ MAĞLUBİYETTEN FAZLASINI İSTİYORSA 
  Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu 
  ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı? 
  Orta Doğu Barış Süreci ve ABD: “Yanlış Giden Neydi?” 
  Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu 
  ERMENİ KARAR TASARISI ÜZERİNE NOTLAR, YORUMLAR VE ÖNERİLER 


Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA        canlı tv
 Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 


***

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
19 Ağustos 2014 Salı

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan 
Şanlı Bahadır Koç 



Olur da Barzani bağımsızlık düğmesine basarsa artık AKP’nin ve onu 
destekleyenlerin  “Kürt politikamızın” başarılıymış gibi davranmaya devam etmesi güçleşecektir. Bir Kürt devleti Türkiye'ye ne yapar? Şu anda Barzani ile 
"aramızın iyi olması" onlarca yıllık önemdeki böyle bir meselede karar alırken 
tek başına belirleyici bir faktör olmamalıdır. Kürt devletinin sorun ve hatta 
ciddi bir tehdit olması için Türkiye toprakları üzerinde hak iddia etmesi 
gerekmez. Bu devlet sadece varlığı, yaratacağı emsal ve çekim gücü ile PKK başta olmak üzere Kürt siyasi hareketinin muhayyile, hesap ve pazarlık pozisyonu üzerinde tehlikeli etkiler yapacaktır.  

Irak’tan kopacak bir Kürt devletine “izin vermek,” destek olmak ve hatta onu 
bazı durumlarda korumak karşılığında Ankara olarak Barzani’den;

1) Türkiye toprakları üzerinde hak iddia etmeyeceği, Türkiye’nin içişlerine 
hiçbir şekilde karışmayacağı,

2) topraklarında PKK varlığına ve onun propaganda, lojistik ve adam devşirme 
gibi faaliyetlerine kesinlikle izin vermeyeceği, hemen değilse bile belli bir 
süre sonunda bölgeyi terketmeyen PKKlıları yakalayarak Türkiye’ye teslim 
edeceği, bazı olağanüstü durumlarda Türkiye’nin PKK’ya yönelik askeri 
operasyonuna izin vereceği,  

3) Türkmenlere “iyi davranacağı” ve onlara çoğunluk oldukları bölgelerde otonomi vereceği ve Ankara’nın bu konuda garantörlüğünü kabul edeceği ve Türkmen bölgesinin petrol gelirinden nüfusu oranında pay alacağı,  eğer dahil olursa Kerkük’ün yeni devlet içinde özel statü sahibi olacağı,

4) yeni devletin Kürt petrolünü dünyaya Türkiye üzerinden pazarlayacağı, bu 
petrolde isterse Türkiye’nin önceliği olacağı, belki Türkiye’ye avantajlı fiyattan petrol değilse bile gaz vereceği,

5) topraklarında üçüncü ülkelerin üslerine yer vermeyeceği,

6) tüketim malları, yatırım, bankacılık, enerji gibi konularda Türk firmalarına 
ayrıcalık vereceği, dış ticaretini Türkiye üzerinden yapacağı gibi konularda 
sözlü ve yazılı garantiler istenebilir ve belki alınabilir de, ama bunların 
bağlayıcılığı ve güvenilirliği ne kadar olur? 

Zamanla Kürtlerin Türkiye’ye olan bağımlılıklarını hafifletmeyeceklerinden ve ona alternatifler bulmayacakların dan emin olunamaz.  
Örneğin, bu yeni Kürt devleti zaman içinde bölgede dengeler ve güvenlik durumu değiştiğinde petrolü Akdeniz’e Suriye üzerinden çıkarmak isteyebilir ve bunda başarılı olursa Ankara’ya verdiği yukarıdaki türden taahhüt ve garantilere bağlı kalmak konusunda daha az istekli hale gelebilir.  

Türkiye güçlü olduğunda bile bunu stratejik olarak “nakde çevirmekte” çok 
başarılı olamayan bir devlettir. Barzani yönetimi ile güç, büyüklük, alternatif 
ve leveraj farklarından kaynaklanan Türkiye lehine asimetrik durum pratikte 
somut kalıcı ve bağlayıcı avantajlara çevrilememiştir. Türkiye’nin K. Irak 
yönetimi ve kurulursa bağımsız devleti üzerindeki etkisi ve leverajı sınırsız 
olmayacaktır. Kaldı ki, Barzani ve Talabani birçok açıdan Ankara’ya ihtiyaç 
duydukları dönemlerde bile Türkiye’deki Kürt meselesi ile ilgili rahatsız edici 
söylem ve uygulamalarda bulunmaktan kaçınmamışlardı. PKK’yı kendi egemenlikleri ve liderliklerine tehdit ve alternatif görmelerine rağmen Kürtler arasındaki siyaset ve iletişimin geldiği nokta itibariyle ona karşı askeri güç kullanmaları artık kolay değildir. Türk sermayesi, boru hatları, enerji pazarı, tüketim malları, gayrı resmi “güvenlik garantisi” gibi şeylere olan ihtiyaç ve hatta bağımlılıklarına bel bağlayarak orada bir Kürt devleti kurulmasının bize zarar vermeyeceğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Barzani ve Talabani ve partileri birçok açıdan problemli liderler olsalar bile Türkiye açısından temel sorun niyetleri, karakterleri ve hatta uygulayacakları politika değil yaratacakları 
emsaldir. Kürt devletinin Türkiye için yaratacağı menfi etkiler dolaylı, 
gecikmeli, yavaş, kademeli ve ilk başta muğlak olacak ve “derinlerden gelecek” 
olmakla beraber bu nedenle daha az gerçek ve daha az önemli olmayacaktır.   

Barzani ile PKK arasında hep bir şüphe, rekabet ve gerilim olacaksa da bu durum ikisi arasında taktik nedenlerle veya "Kürt kamuoyunun baskısı" yüzünden iletişim, işbirliği ve dayanışma olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kısa vadede mesela IŞİD ile peşmergeler arasında yaşanabilecek çatışmalara PKK‘nın Barzani yanında katılması bu iki aktör arasında önemli bir emsal ve "duygusal bağ" yaratabilir. Bu tür intra-Kürdist dayanışma örnekleri gelecekte pan-Kürdist dinamiklerin temelini oluşturabilir. Bu tecrübe ve duygular, tepedeki farklılıklar ve güvensizliklere rağmen ileride PKK'ya karşı Kürt bölgesinden popüler düzeyde maddi ve duygusal desteğin eksik olmayacağını düşündürtebilir. 

Son yıllarda "sınırların açılmasıyla" Kürtler arasında iletişim kanalları açılmış, iki ülkenin Kürtleri birbirlerini daha iyi tanımaya başlamıştır. Milliyetçilik ve kendi devletine sahip olma isteği bazen lider ve halklara rasyonel olmayan şeyler yaptırabilir ama yine de Barzani’nin sınırsız olmayan petrol gelirini Türkiye’deki Kürtlerle paylaşmak zorunda olacağı büyük bir Kürdistan’ı istediğini düşünmek doğru olmayabilir. Barzani muhtemelen “Türkiye’deki Kürtler” kartını Ankara’nın kendisine yönelik yaklaşım ve politikasını istediği kıvama sokmanın bir aracı olarak görmektedir. Ama Barzani zenginliğini diğer Kürtlerle paylaşmak istemese bile iç ve Kürtler arası meşruiyeti sağlamak ve PKK’dan kendini sakınmak için “koruma parası” vermek zorunda kalabilir, ki belki zaten şimdi bile veriyordur.

Son dönemde Batı ve hatta Türk kamuoyunda K. Irak yönetimi ile ilgili  sempatik yayınların arttığı görülmektedir. K. Irak yönetiminin başta Türkmenler olmak üzere azınlıklara yönelik karnesi Orta Doğu’nun genelinin altında değildir ama çok üstünde de değildir. “Kürdistan’ın ekonomik başarısı” denen şey de aslında büyük ölçüde Bağdat’tan gelen petrol gelirinin önce KDP ve KYB elitleri arasında paylaşılması ve sonra altyapı harcamalarına yönlendirilmesinden ibarettir. 
Bölgede üretim anlamında önemli bir ilerleme olduğu söylenemez. Yaşanan 
“patlama” büyük ölçüde gayrı-menkul, tüketim malları ithalatı, kısmen Irak’ın 
geri kalanından gelen turizm ve huzur arayan Iraklı sermaye akışı ve esas olarak ilerideki petrol gelirinin yaratacağı düşünülen zenginlik beklentisi üzerine 
bina edilmiştir ve birçok açıdan hadi sanal demeyelim ama kırılgandır. 
K. Irak’ta rüşvet, ahbap-çavuş ilişkilerinin boyutu, başta Barzani olmak üzere bazı ailelerin ekonomik hayattaki hakimiyeti zaten bilinen şeylerdir. Son olarak 
bazen hakkında methiyeler çizilen peşmerge kuvvetlerinin konvansiyonel bir 
askeri çatışmada, elbette karşısındaki rakibe göre değişmekle beraber, çok 
etkili bir performansı olamayabileceği düşünülmelidir. Ancak Iraklı Kürtlerin 
ülkenin geri kalanıyla arasında önemli siyasi, ekonomik ve belki de en önemlisi 
duygusal kopuşlar yaşandığı ise açıktır. Arapça bilen genç Kürtlerin oranı 
yüksek değildir. Bazı kesimlerde ve siyasi elitler arasında daha çok KYB 
kesiminde bağımsızlık yönünde adım atılırsa bunun yol açabileceği zorluklarla 
ilgili endişeler olsa da, duygusal anlamda bağımsızlık yönünde güçlü bir halk 
desteği olduğu da görülmektedir.

Dış politikada neyin büyük, derin, kalıcı ve acil olduğunu sezmek çok önemlidir. 
IŞİD tehlikesini hem içerik ve doğa, hem büyüklük hem de süre (kalıcılık) 
açısından abartmak bizi başta Kürtler olmak üzere değişik aktörlere aslında 
vermemiz gerekmeyen (vermemememiz gereken) ödünler vermeye yönlendirebilir. 

“IŞİD çıktı o zaman tampon olarak Kürt devleti kurulsun” diyenler cahil, aptal 
veya şaşkın değillerse bizi öyle zannediyor olmalılar. “Kim daha ‘kötü’ ise o 
aynı zamanda daha büyük tehdittir” diye düşünmek doğru olmayabilir. IŞİD kalıcı olduğu şüpheli, etrafında onu boğmak için hazır bekleyen dolu düşmanı olan, Sünniler arasında bile uzun va hatta orta vadede destek bulması güç, metotları nedeniyle itici bir örgüt ve tehdittir. Türkiye ve Türklere yönelik eylemlerde bulunmasına karşı tetikte olmak gerekir. Ama IŞİD nedeniyle Kürt devletine razı olmak eve giren fare nedeniyle onu paldır küldür ucuza satmaya benzer. 

Barzani’nin Türkiye’nin Kürt devletine karşı çıkmayacağı ve bunu engellemeye 
çalışmayacağı şeklindeki açıklamaları Ankara’nın bir caydırıcılık başarısızlığıdır 
ve bu vahim durum muğlak ve kuru Dışişleri açıklamalarıyla tamir edilemez. Barzani Türkiye'nin söylem, vücud dili, sessizlik, vurgu, eğilim, mevcut ve geçmiş tatbikat ve inandırıcılığını tarttıktan sonra, birçok başkaları gibi, Ankara‘nın Kürt devletini aktif olarak engelemeyeceği sonucuna varmıştır. 

Hüseyin Çelik’in Financial Times’a Başbakan’a rağmen değilse bile 
ondan habersiz ve izinsiz yapıldığını düşündüğümüz açıklamaları da Ankara’nın bu konudaki kafa karışıklığı ve stratejik berraklık yokluğu ile mesaj disiplini, 
koordinasyon, konsantrasyon ve liderlik zaafının boyutlarını ortaya koymuştur. 
Aslında Çelik’in açıklamaları yüksek düzeyde, açık bir şekilde ve tekrar tekrar 
yalanlansa ve düzeltilse bir fırsata çevrilebilirdi ama Erdoğan’ın dikkat 
eksikliği, seçim endişeleri, girdiği angajmanlar ve partideki Kürt grubuna tam 
hakim olamaması gibi faktörler bu oldu-bittiyi mümkün kılmıştır.

Türkiye’deki liberal-İslamcı-solcu kesimlerde kısmen PKK’yı da içerecek şekilde 
Kürt aktörlere karşı genel bir sempati, kayırma, destek ve avukatlık eğilimi ve 
suçluluk kompleksi olduğunu söylemek haksızlık olmayabilir. Kürt siyasetçilerin 
Türkiye genelinde ve özellikle AKP içinde nüfus ve oy oranlarını aşan derecede 
bir etkiye sahip olduklarını iddia etmek de yanlış olmayabilir. 

Türk sol-liberaller ve bazı İslamcılar yıllarca, 
1) Önce Kürt devletinin mümkün olmadığını ve “evham yapmamamızı”, 
2) Bunu engellemeye çalışmak için bir şey yapmak gerekmediğini, 
3) Sonra, belki bu devletin mümkün olduğunu, 
4) Takiben ama bunu engellemenin mümkün olmadığını, ve nihayet bu devletin kurulursa aslında iyi bir şey olacağını iddia etmişlerdir. Eğer sözkonusu olan hayati bir mesele olmasa bu durum komedi olarak görülebilirdi belki ama konunun ehemmiyeti ve ciddiyeti nedeniyle dramatik veya traji-komik ifadeleri daha uygun olabilir.

ABD

Yıllardır üsler, güvenlik garantileri ve petrol ayrıcalıklarını içeren planlar 
çerçevesinde “ABD Irak’ı bölmek istiyor” diye düşünürken Washington şu anda en azından resmi pozisyon olarak ülkenin birliğinin en büyük dış destekçisi olarak görünmektedir. ABD bu amacından vaz mı geçti? “Numara mı yapıyor?” Zaten hiç istememiş miydi? Obama’dan sonra başka bir başkan bunu tekrar ister ve olayları yine oraya doğru iter mi? ABD’nin Irak’ın bölünmesine ve Kürt devletine karşı çıkması için nedenleri, “düşünce balonları” ve mantık silsilesine dair ihtimaller şöyle özetlenebilir:

1) Kürtler bağımsızlık isterse başkaları da ister, bunun sonu olmaz. Ülkede, bölgede, dünyada ayrılıkçılığı tetikleyebilir, her yer ateş topuna döner, petrol akışı olumsuz etkilenir, kaotik ortamda İran’ın etkisi artabilir ve hatta belki Rusya ve Çin’in bölgeye benim aleyhime olacak şekilde girmeleri sözkonusu olabilir,  

2) “Mükemmel sınırlar” yoktur, sınırları değiştirsen de hep mutlu olmayan azınlıklar olacaktır, bunların bir kısmı da eline silah alıp “dağa çıkar”, istikrar gelmez, 

3) “Musul, Kerkük, Bağdat gibi karışık şehirleri oluk oluk kan akmadan, milyonlarca insanı yerinden etmeden nasıl paylaştıracak ve böleceksin?” 

4) “Şiistan’da İran’ın sadece diplomatik değil  ideolojik etkisi artar, İran’ın etkisi ve belki de fiziki varlığı Suudi sınırına dayanır,  Bahreyn’de rejimin düşebilir,” 

5) “Teröristler kaotik, otoritesiz yerlerde oksijen bulur, Sünnistan El Kaide merkezi haline gelir, Ürdün ve Suudi Arabistan’ı tehdit eder,” 

6) “Kürtler bize bağımlı ve yük olur, korumak zorunda kalırız, halbuki biz gereksiz savaş ve taahütlerden kaçınmak istiyoruz” 

7) “’ABD böldü’ derler, ülkeyi işgal ederek bunun yolunu açmış güç olarak tarihe geçeriz, bu da ileride bize terör olarak geri döner,” 

8) “Irak’ı birarada tutmak için tüm umutlar bitmiş değil, IŞİD çok ciddi bir tehdit olmakla beraber “saman alevi gibi parlayıp sönebilir”, ve onu pasifize etmek için bölgede herkesin işbirliği gerekir ama ülkenin bölüneceği algısı olursa kimse kimseyle işbirliği yapmaz ve herkes kendi başının derdine düşer ve 
yangından ne kurtarırsa kar diye düşünmeye başlayabilir,”  

9) “Kürt devletine komşular izin vermez, abluka altına alırlar, Kürtleri koruyacağım diye NATO üyesi Türkiye dahil onlarla aramı bozamam,” 

10) “Bölünecekse bile ben bölmüş gibi görünmeyeyim, bu yönde istekli gibi görünürsem Türkler endişeleniyor. İyisi mi, karşıymış gibi duralım da Ankara iyice bir kıvama gelsin,”  

11) “Bölünecekse bile benim başkanlık dönemimde bölünmesin”, yaşanacak kanlı olma ihtimali çok yüksek o buhranlı dönemle uğraşmak zorunda kalmayayım, tarihe Irak’ı bölen başkan olarak geçmeyeyim”, 

12) “Belki bölünecek ama daha zamanı gelmedi, Kürtler de acele ederek krizden istifade Kerkük’ü falan ele geçirerek ve oldu-bitti referandum ve bağımsızlık kararlarıyla fırsatçı durumuna düşerek hata yapıyorlar, sonuçta bu coğrafyada yaşayacaklar, İsrail gibi kendileri hakkında ne düşünüldüğü ve hissedildiğini dikkate almama lüksleri olacak kadar güçlü de değiller,” 

13) Bölünme dışında hala daha iyi alternatifler var, gevşek federalizm gibi, bunlardan daha ümit çıkmadı, 

14) “Irak istikrara kavuşursa orta ve uzun vadede çok önemli bir petrol üreticisi ve pazar olacak, bu ülkeyi birarada tutmak ve onunla özel ilişki geliştirmek en iyisi ve burada yaptığımız muazzam siyasi ve askeri yatırım ve harcamaların ve ödediğimiz bedellerin boşuna olmaması için tek çare bu,” 

15) “Irak’ta kaos ve bölünme İran ile nükleer anlaşma ihtimalini zayıflatır, Tahran bölünmenin ABD oyunu olduğunu düşünerek nükleer alanda ödün vermekten uzaklaşabilir.” 

16) “Şimdi Kürt devletine karşı çıkayım, ileride ortam değiştiğinde, petrol şirketlerine verilecek ayrıcalıklar, askeri üsler, ticaret anlaşmaları gibi adımlar karşılığında pozisyonumu değiştiririm.”

İRAN

İsrail ve ABD ile sıcak ilişkileri olan, korunmak için onlara muhtaç olan ve 
belki üs veren, Sünni karakterli ve İran’a temel bir bağımlılığı olmayan bir 
Kürt devleti, İran içindeki Kürtlere yönelik de daha ilgili ve sorun yaratıcı 
olabilir. İran ideal olarak Irak’taki Şii çoğunluk üzerinden bu ülkenin tamamı 
üzerinde etkili olmayı tercih eder ama Irak bölünürse de hem etrafındaki Sünni 
ülkeler, hem Irak’tan kopacak Sünnistan’a karşı Tahran’a daha çok ihtiyaç 
duyacak  “Şiistan” üzerindeki etkisini arttırabileceği için durumdan tamamen 
mutsuz olmayabilir. Ama acaba İran bu Şiistan’a gerektiği kadar yardım 
edebilecek midir? Bir Kürt devleti kurulursa da bunun içindeki KYB unsuru 
üzerindeki İran etkisi aynı derecede devam eder mi ve belki de daha önemlisi bu Kürt devletinde giderek zayıflayan KYB damarının gücü ne kadar olacak? Tahran’ın Kürt devletini engellemek, canını yakmak ve onu etkilemek için direk askeri müdahale değilse de, istikrarsızlaştırma ve Türkiye’den daha az derecede olmakla beraber izolasyon gibi bazı kartları olduğu söylenebilir. İran yıllarca bir Kürt devletinin sahip olduğu Kürt nüfusun büyüklüğü ve daha radikal ve örgütlü oluşu nedeniyle esas olarak Türkiye için tehdit olacağını düşünmüştür. Tahran 
Ankara’nın bu olası Kürt devletine muhalefet etmekte çok istekli oluşundan 
hareketle daha sınırlı, düşük profilli ve esnek bir politika izlemiştir. Ama 
şimdi giderek Ankara’nın Kürt devletine muhalefeti zayıflar gibi görünürken 
İran’ın daha tedirgin olmaya başladığı görülmektedir. Kürt devletine karşı 
koymakta derece ve aciliyet açısından eşit derecede olmasa da önemli çıkarları 
olan bu iki devletin bu yönde işbirliği, iş bölümü, koordinasyon ve külfetlerin 
paylaşımı konusunda daha başarılı olması gerekirdi.   

SONUÇ

K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasına karşı değişik kesimler olaya şu 
şekillerde yaklaşabilir: 
1) “Bu hayati derecede tehlikeli bir gelişmedir ve engellemek için (hemen) herşey yapılmalıdır.” 
2) “Böyle bir gelişme Türkiye için problemler yaratır ama Orta Doğu politikamızı sadece bu konuya endekslemek doğru olmaz.” 
3) “Bir Kürt devletinin Türkiye için risk ve tehdit olup olmayacağı belli değildir, “heyecan yapmaya gerek yok, akışına bırak.” 
4) “Kürt devleti bir tehdit ve risk değil fırsattır.” Bizceyse, Iraklı Kürtlerin başka şartlarda anlaşılabilir ve sempati duyulabilir bağımsızlık istekleri Türkiye için önemli bir risk, problem ve tehdittir. Bu durum Iraklı Kürtlerin niyet, güç, söylem ve uygulamalarından etkilenebilir ama ondan bağımsız boyutları da vardır.

Uluslararası ilişkiler matematik değildir ve birçok konuda kesin tahminde 
bulunmak doğru değildir, "özellikle de gelecek hakkında". Ama Irak'tan kopan bir Kürt devletinin Türkiye'deki radikal Kürtlerin ve PKK'nın istek, talep, 
beklenti, ihtiras, amaç, heyecan, seferberlik ve birliklerini ciddi şekilde 
arttıracağı o kadar açıktır ki, asıl bunun aksini iddia eden ya da 
uygulamalarıyla bunun tersini düşündükleri intibaını verenlerin bu pozisyon ve 
politikalarının ardındaki varsayım, mantık, bilgi ve düşünce silsilesini ortaya 
koymaları ve savunmaları gerekir. Bazı şeyler "eski moda", "yorgun," "yıpranmış" 

ve tekrarlana tekrarlana bıkkınlık vermiş ama aynı zamanda gerçek ve hayati 
derecede önemli olabilirler. Bir Kürt devletinin Türkiye için hem çok büyük hem 
de ucu belirsiz riskler yaratacağı gerçeği de bunlardan biridir. Bölgede son 
yıllarda yaşananlar göstermiştir ki bir ülke için belki de en büyük tehdit iç 
savaştır ve Irak’tan kopan bir Kürdistan Türkiye için bu ihtimali belirgin 
derecede arttırabilir. Irak’ta bir Kürt devleti kurulduktan sonra Türkiye’deki 
radikal Kürtleri ve PKK’yı makul adımlarla tatmin etmek çok daha zor olur.Kürt 
devletini engellemek Ankara'nın en önemli dış politika meselesi olmalıydı ama 
sanki bu "tam zamanlı gerçek bir iş" değil de hobi ve hatta bir angarya gibi 
görülmüştür. Kürt milliyetçiliğinin “ötekisi” Türkiye olmamalıdır. Çünkü bu 
durum Türkiye’deki Kürtlerin huzur, devletine duyduğu bağlılık ve muhabbete 
olumsuz etki yapabilir. Ama bunu söylemek Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinden Türkiye’nin endişe edecek bir şey olmadığı, o Kürt devleti ile ortak olursak Türkiye’deki ayrılıkçılığın da ortadan kalkacağı veya en azından zayıflayacağı anlamına gelmez.

Erdogan Kürtlerle pazarlık ve onlarda yaratılan gerçekçi olmayan sağlıksız 
beklentilerle "teneke kutuyu sürekli aşağıya doğru tekmelemekte" ve sanki 
bunların ödeme vakti hiç gelmeyecek gibi davranmaktadır. Ama “stratejik kredi 
kart borcunu sürekli başka kartlarla ödeyerek" yaşanamaz. 
Erdoğan muhtemelen Kürt konusunda oynadığı oyunun ne kadar tehlikeli ve sorumsuzca olduğunun farkında değildir. Kürtlerle petrol anlaşması, ticaret, Maliki’nin hata ve kabalıkları, Barzani ile “özel ilişki”, Iraklı Kürt liderin Türkiye’deki bir kısım Kürt seçmen üzerinde olduğu düşünülen etkisi, parti içindeki Kürt lobisi, partinin seçmen tabanındaki Kürt oylar, açılım sürecinin önce mimarı sonra esiri olmak, ardı ardına gelen seçimler ve muhalefetin etkisizliği onu mevcut sürdürülemez noktaya getirmiştir.  

Erdoğan devletin önemli bir kısmını Cemaat‘e teslim ettikten sonra durumu yarı 
toparlamıştır ve bu mücadelesinin nihai sonucu henüz belli değildir. Ama 
Irak‘tan kopacak bir Kürt devletinin Türkiye'nln içinde belki hemen belki zaman 
içinde yaratacağı türbülans toparlanabilecek türden olmayacaktır. Bu 
başarısızlığın felaket boyutunda olabilecek sonuçları zaman içinde ortaya 
çıkabilecek olsa bile sorumluların "zaman aşımından”, nedenler ve sonuçlar 
zincirinin birbirine karışmasından ya da insanların hafızasının zayıflığından 
medet ummaları ve istifade etmelerine izin verilmemelidir. Bu potansiyel 
felaketin sorumluları şimdiye kazandıkları gerçek veya sözde başarı, şan ve 
şöhretin onları tarihin acımasız hükmünden koruyamayacağını anlamalıdırlar. 
Tarih mazeretleri, bahaneleri, "iyi niyetleri", şanssızlıkları, vs değil 
kriminal derecedeki  sorumsuzluk ve başarısızlıkları dikkate alacaktır.

Türkiye’de PKK’nın kazandığı mevziler ve Irak’tan kopacak bir Kürt devletinin 
ciddi ihtimal haline gelmesi başka şeylerin yanında siyasi hayatımızda Türk 
milliyetçi kadro, söylem, destek ve örgütlenmelerin zayıflaması, yetersizliği ve 
etkisizliği ile de ilgilidir. PKK konusunda bu kadar ödünler veren ve Barzani’ye 
yeşil değilse bile sarı ışık yakan bir Erdoğan’ın normal koşullarda seçimlerde 
bu kadar süre bu kadar destek almaya devam etmemesi gerekirdi. Milliyetçi 
kadroların diğer konulardaki yetersizliği onları doğru noktada durdukları 
konularda bile etkisiz olmaya götürmüştür. Şöyle söyleyelim, milliyetçi kadrolar 
eğitim, sağlık ve ekonomi gibi konularda dört başı mamur değilse bile ilgi çeken 
ve güven veren politika, kadro, söylem ve imaj üretebilmiş olsalar AKP Kürt 
meselesinde bugünkü kadar riskli ve maliyetli adımları atacak duruma gelemezdi. 


Uzman Hakkında

Şanlı Bahadır Koç
Amerika Araştırmaları Merkezi
ajp1914@yahoo.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?  
  Kuzey Suriye’de İmarlı Kelepir Kantonlar: PYD ile Modus Vivendi Nasıl Olmalı?  
  Türkiye-İran-Suudi Arabistan Üçgeninde Rekabet ve İşbirliği 
  PKK’yla Silahlı Mücadele ve “Süreç”: Zorunlu Hareketler, Artistik Hareketler 
  Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan  
  Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi  
  Ukrayna Krizi: ABD Hegemonyasının Sonunun Başlangıcının Sonu?  
  ABD’nin Orta Doğu’dan “Doğum İzni”  
  Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not 
  Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez 
  Amerika-Sonrası Dünyanın İlk Krizi: Libya 
  Türkiye Libya’da Ne Yapmalı? 
  Bahreyn’e Suudi Müdahalesi 
  “Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: 
   Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının 
  Neden, Şekil ve Olası Sonuçları 
  Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar 
  Arşivden - Ermeni Tasarısına Karşılık ABD’ye Niye ve Nasıl Sert Karşılık 
  Vermeli? 
  Çay Partisi: "İki Ucu Keskin Kılıç" 
  Ara Seçimlerin ABD Dış Siyasetine Muhtemel Etkileri 
  Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek 
  Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı? 
  Alon Liel: "Erdoğan Kürt Devletine (Eyaletine) Hazır" 
  Mullen’ın Ankara Ziyareti 
  Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri 
  Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama? 
  Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?" 
  “Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü - Prof. Dr. Ümit 
  ÖZDAĞ 
  Nükleer Takas: Müttefiklerimiz Yenildiği İçin Biz de Yenik mi Sayılacağız? 
  İSRAİL-ABD GERİLİMİNİN ESAS NEDENİ “İRAN MESELESİ” Mİ? 
  ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar 
  OBAMA ORTA DOĞU BARIŞI KONUSUNDA ŞEREFLİ MAĞLUBİYETTEN FAZLASINI İSTİYORSA 
  Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu 
  ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı? 
  Orta Doğu Barış Süreci ve ABD: “Yanlış Giden Neydi?” 
  Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu 
  ERMENİ KARAR TASARISI ÜZERİNE NOTLAR, YORUMLAR VE ÖNERİLER 


***