CEMİYETLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CEMİYETLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2017 Çarşamba

RUSYANIN YÜRÜTTÜĞÜ ORTA DOĞU POLİTİKASI İÇİNDE İRŞAD VE CİHANDANİ CEMİYETLERİNİN ROLÜ


RUSYANIN YÜRÜTTÜĞÜ ORTA DOĞU POLİTİKASI İÇİNDE İRŞAD VE CİHANDANİ CEMİYETLERİNİN ROLÜ, BÖLÜM 1 





RUSYANIN YÜRÜTTÜĞÜ ORTA DOĞU POLİTİKASI İÇİNDE İRŞAD VE CİHANDANİ CEMİYETLERİNİN ROLÜ 


SUNUŞ 

Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, 
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


RUSYA’NIN YÜRÜTTÜĞÜ ORTA DOĞU POLİTİKASI İÇİNDE İRŞAD VE CİHANDANİ CEMİYETLERİNİN ROLÜ 

Dr. Öğ. Yb. Suat AKGÜL
* K.K.Astsb.Meslek Yüksek Okulu Öğretim Başkanlığı 


Asya, Avrupa ve Afrika’nın birleşim noktasındaki Türkiye; bu kıtaları gerek karadan gerek denizden birleştiren bir köprüdür. Türkiye, Asya’dan 
Avrupa’ya doğu-batı ekseninde, Avrupa ve Asya’dan Afrika’ya kuzey-güney ekseninde yapılabilecek her türlü ekonomik ve askerî faaliyeti kontrol 
edebilen önemli bir coğrafi konuma sahiptir. Bu nedenle dünya hâkimiyeti için mücadele eden güçler açısından Türkiye kilit bir ülke konumundadır. 

Türk boğazları başta Rusya olmak üzere bir çok devlet tarafından büyük bir öneme sahiptir. Rusya bu yüzden her fırsatta Boğazlar üzerine yüklenmiş ve çeşitli taleplerde bulunmuştur.1 Doğu Anadolu’nun yapısı itibariyle XX. yüzyılla birlikte önemi anlaşılan petrol bölgelerinin kontrol ve hâkimiyet noktasının “Orta Doğu” ve “Kafkasya” doğrultusu üzerinde olması ayrı bir nitelik kazanmaktadır. Buna göre Kafkasya ve Orta Doğu’ya uzanmak için Doğu Anadolu stratejik bir mevkidedir. 

Sıcak denizlere açılmak düşüncesini millî bir politika hâline getiren Rusya açısından gerek Boğazlar ve gerekse İskenderun Körfezi’ne inmenin 
kestirme yolu olan Doğu Anadolu, emellerinin tesisi için önemli olmuştur. 

Türkiye’nin elinde bulundurduğu arazi, Avrupa, Asya, Afrika, kara ve deniz yolları üzerinde askerî, siyasi ve iktisadi bakımlardan önemli bir duruma sahiptir. Türkiye’nin bu durumu Osmanlı döneminde de aynı değere sahipti. Türkiye’nin coğrafi ve stratejik durumunu, çalışmamızda ağırlıkla incelediğimiz dönem olan XX. yüzyılın başlarındaki yapısı ile göreceğiz. Aslında bu coğrafya büyük deniz yollarının ve yeni kıtaların meydana çıkarılmasına, Süveyş kanalının açılmasına ve havacılık teknolojisinde meydana gelen gelişmelere rağmen değerini korumaya devam etmektedir. 

Birinci Dünya Savaşı öncesi, Osmanlı’nın Balkanlar’daki büyük toprak kaybından sonra Avrupa’da Trakya’nın doğu parçası ve devletin büyük arazisi olarak da Batılıların Küçük Asya dedikleri Asya’nın güney batı ucu kalmıştı. Ön Asya, Orta Doğu gibi adlandırmaların da yapıldığı Türklerin elinde kalan son topraklar; Anadolu, Irak, Suriye ve Arabistan Yarımadası idi. 

İngiltere, Hindistan yolunun emniyeti için Babülmendep ile Hürmüz Boğazı arasındaki küçük aşiret reislerini koruyuculuğu altına almış, Aden’de bir üs kurmuştu. Aden etrafında, Lahç Emiri, Hadramut kıyılarındaki kabile başları, Umman, Bahreyn, Kuveyt Emirleri hep İngiliz himayesi altındaydılar. Böylece Arap Yarımadası’ndaki Osmanlı hâkimiyeti, Kızıldeniz ile çöl arasında bir şerit gibi uzanan Hicaz, Asir ve Yemen’e sıkışmış kalmıştı. 

İngiltere, İran’ın güneyinde de nüfuz bölgesi kurarak Basra Körfezi’ni bir İngiliz körfezi hâline getirmişti. Mekke Şerifi Hüseyin ise kendi bölgesinde İngilizlerin yardımıyla Haşimi Halifeliğinin ihyası düşüncesindeydi.2 

Suriye ve Irak’ta bağımsızlık davasını güdenler olmasına rağmen buradaki halk şimdilik bir ayrılık hareketine girişmemişti. Aynı şekilde Doğu Anadolu’daki Kürtler de ayrılık düşüncesinde değildi. Ermeniler ise Ruslar başta olmak üzere İngiltere ve ABD tarafından bölgedeki Türk ve müslümanlara karşı kışkırtılmakta idi. Rus-Kafkas sınır bölgesi, Karadeniz’den Hopa’nın kuzeyinden başlayarak Yusufeli, Narman, Horasan doğusundan geçerek Veli Baba doğusunda Aras Nehri’ni atladıktan sonra Ağrı Dağı’na uzanan dağ silsilesini takip ederek Küçük Ağrı Dağı’nda İran sınırı ile birleşiyordu. İran ile olan sınır bugünkü İran ve Türkiye sınırıyla aynıydı. 

Yüzlerce yıllık mücadeleler sonucunda Karadeniz-Hazar Denizi -Basra Körfezi -kısmen Hint Okyanusu- Kızıldeniz- Doğu Akdeniz ile çevrili bu bölgede, Rumeli, Anadolu, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika ile hâkim durum sağlanmıştı. Bir iç deniz olan Karadeniz, Ege ve Akdeniz vasıtasıyla Atlantik’e bağlanmış ve nihayet Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının değeri, daha bariz bir şekilde belirmişti. Bu suretle Boğazlar Osmanlı Avrupası’nın uzun yıllar Türkler elinde kalmasını sağlamıştı. Dolayısıyla Rumeli de Anadolu’nun ayrılmaz bir vatan parçası hâline getirilmişti. 

Boğazların elde bulundurulması zorunluluğu emniyet kuşağının, Balkanlar’dan gelecek bir harekete karşı Tuna’da ve Balkan dağlarında bulundurulmasını gerektirmişti. Bu suretle Boğazlar’la Rumeli, Avrupa istikametinde yapılan genişlemelerin ve tutunabilmelerin hem sebebi hem de egemenliğin hinterlandı olmuştu. Bununla beraber Boğazlar, yalnız Avrupa istikametinde hedef göstermekle kalmamış, Karadeniz devletlerinin ve özellikle Rusya’nın açık denizlere çıkmalarına, geniş istilalar yapmalarına engel olmuş ve bu durum, Anadolu’da Doğu ve Kuzey istikametlerinden gelecek tehlikeleri iç manevralarla karşılayabilir bir strateji de yaratmıştı. Bu stratejik mihver, Anadolu ile Arap Yarımadası’nı da korumuştu. Arap Yarımadası’nın elde tutulması, Anadolu’ya güneyden gelecek bir saldırıya karşı, emniyet sağlayan hinterland olmuştu.3 

Tarih boyunca olduğu gibi gerek Asya’dan Avrupa’ya ve gerek Avrupa’dan Asya’ya doğru gelişen mücadelelerde, Anadolu Yarımadası emin bir mihver olarak başarılı hareketlerin başlıca amili ve geçidi olmuştu. Özellikle Irak ve Arap Yarımadası’nın son zamanlarda petrol kaynakları bakımından çok zengin olduğunun da öğrenilmesi, bölgenin değer ve önemini bir kat daha artırmıştı. Bunun sonucunda, gelişen ve petrole fazlasıyla ihtiyaç duyan milletlerin her türlü siyasi emelleri Osmanlı toprakları üzerinde toplanmıştı. İşte bu müstesna jeopolitik durum, milletler için bir hedef ve ihtiras kaynağı olmuştur. Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan ve petrol kaynağına yakın olan bu önemli bölge, dolayısıyla millî hedef, millî strateji, millî siyaset ve millî güç gibi konuların doğmasını ve gelişmesini sağlamıştı.4 

Türk toprakları bu jeopolitik yapısından dolayı asırlarca münferit ve toplu saldırıların başlıca hedefi olmuştur. Devlet yakın ve uzak yabancı devletlerle ve onların kışkırttığı yurt içindeki unsurlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. 

Batılı büyük devletlerin Osmanlı’yı parçalama ve paylaşma girişimleri ve bu girişimler sonucunda yaptıkları gizli anlaşmalar Osmanlı Devleti açısından sonun başlangıcı olmuştur.5 

Kuzey ve doğudan Rusya, güneyden İngiltere, Osmanlı Devleti’ni sıkıştırmaya başlamıştı. Musul ve Bakü petrollerinin taşıdığı değeri de dikkate aldığımızda Osmanlı toprakları üzerinde bir mücadele başlamış ve bir Rus-İngiliz rekabeti doğmuştu. Bu açıdan baktığımızda Osmanlı topraklarının, emperyalist devletlerin emellerini gerçekleştirebilmeleri için bir savaş sahnesine dönüştüğünü görürüz. 

Doğu Anadolu, Kuzey Irak ve İran Azerbaycanı’nın Coğrafi ve Stratejik Durumu 

Doğu Anadolu 

Bugün Doğu Anadolu dediğimiz bölge daha geniş bir alanı da içine alarak yerli ve yabancı kaynaklarca XVIII. yüzyıla kadar Turcomania olarak adlandırılmıştır. Bu yüzyıldan sonra yapay olarak oluşturulan Armenie ve Kürdistan adları bölgenin tarihî ve coğrafi yapısına uygun düşmemektedir.6 
Doğu Anadolu yüksekliklerin ve dağ silsilelerin çok olduğu ve iklimin sert geçtiği bir bölgedir. Karadeniz’den Irak, Suriye sınırlarına doğru bakılınca birbirinin ardında kuzeyden güneye doğru beş uzun sıradağ dalgası görülür. Bu sıradağ şeritleri birbirinden başlıca dört havza hâlinde ayrılmış bulunmaktadır. Bu durumları ile de kuzey-güney veya güney-kuzey doğrultusunda birer savunma mevzii olurlar. 

Doğu yaylasına bir de Kafkas, İran sınırları tarafından bakılırsa, doğubatı istikametinde beş uzun sıradağ şeridinden meydana gelmiş dağlık bir bölge olarak göze çarpar. Bu duruma göre sıradağ şeritleri arasında Çoruh, Kemah, Kelkit, Karasu, Aras, Murat ve Dicle nehirleri olmak üzere birbirlerine paralel bir uzanışla Dicle hariç, sınırlardan batıya doğru giderler. 

Karadeniz kıyısı, Van Gölü güneyi ile Güneydoğu Toroslar, Çoruh ve Yeşilırmak Vadileri ve Tunceli bölgeleri ormanlıktır. Bir askerî harekât açısından Murat, Fırat ve Aras Nehirlerinin yukarı havzaları çıplaktır.7 Bölge bu yönüyle isyana ve gayrinizami harbe müsait bir manzara arz etmektedir.8 

Birinci Dünya Savaşı öncesi mülki taksimata göre Doğu Anadolu bölgesinde; Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Sivas illeri ile Urfa müstakil sancağı vardı. Vilayetlerin adlarını taşıyan şehirlerden başka Giresun, Amasya, Tokat, Erzincan, Bayburt, Bayezid ve Malatya başlıca şehirleri teşkil etmekteydi. Sivas ilinin Doğu Anadolu’ya bitişik kısmı ile beraber Doğu Anadolu’nun yüzölçümü 355.456 km2, nüfusu ise 6.253.399’dur.9 

Bu bölgedeki nüfusun 5 milyonu İslam, 400 bini Rum, 700 bini Ermeni, 3 bini Musevi ve 100 bini diğer unsurlardan oluşmaktaydı. Nüfus yoğunluğu 
kıyılarda ve ovalarda idi. Nüfusun büyük çoğunluğunu meydana getiren Müslümanların üçte ikisini Türk, üçte biri kadarını çoğunluk Kürtlerde olmak 
üzere diğer Müslüman unsurlar teşkil ediyordu. 

Bölgede yaşayan Kürt aşiretleri büyük oranda merkezî hükûmete bağlı idiler. Ancak sosyal yapı ve aşiret hayatının bölgedeki en etkin güç olması ve 
dağlık ve yolsuz yerlerde bulunmaları dolayısıyla hükûmetten çok bölgedeki ağa ve şeyhlerin nüfuz ve etkisi altındaydılar. Bölgede çapulculuk ve eşkıyalık da eksik olmuyordu. Ermenilerin başta Ruslar olmak üzere bazı devletler tarafından kışkırtılmaları bölgede huzursuzluk kaynağı idi. Ermeniler bir Rus askerî hareketinin Doğu Anadolu’daki gönüllü ve doğal askerleri konumundaydılar. Ayrıca bölgede Süryani Keldani, Nasturi ve Yezidi gibi unsurlar da vardı. Bunların da çoğu Rusya hesabına faaliyet göstermekteydi.10 

Doğu bölgesinde Türk-Rus sınırının uzunluğu 450 km, İran Azerbaycanı sınırı da 400 km kadardı. Ruslar kuzeyden Karadeniz üzerinden ve Kafkasya’dan yürüteceği bir askerî harekâtla Doğu Anadolu üzerinde baskı oluşturabilirdi. Buna karşılık Doğu Anadolu Bölgesi; harekât, iskân, yol, iaşe durumları elverdiği takdirde Türklerin Kafkasya üzerinden Türkistan’a gitmelerini sağlayan bir köprü niteliği arzediyordu.11 

Irak 

Osmanlı Devleti’nin önemli bölgelerinden birisi de Irak’tı. Irak; Şam çölü ile İran sınırı arasında ortalama 200 km eninde ve Basra körfezinden itibaren kuzeybatıya doğru ortalama 700 km uzunluğunda bir bölgeydi. 

Bağdat ile Diyarbakır’a kadar nehirler arasında olan bölgeye “Elcezire” veya “Yukarı Mezopotamya”, Bağdat’tan güneye doğru nehirlerin birleştiği 
Korne’ye kadar olan bölgeye de “Aşağı Mezopotamya” denilmekteydi. 

Irak’ın hayat damarları Dicle ve Fırat Nehirleridir. Bunlar Aşağı Mezopotamya’da birleşir ve Şattülarap adı ile Basra körfezine dökülürler.12 

Irak ve Elcezire, idari bakımdan Bağdat, Musul ve Basra illerine ayrılmıştır. Basra ilinin Necit sancağı İbnissuud idaresine geçmiş, Kuveyt, bir şehir idaresinde muhtariyet kazanmıştır. Çöl ve steplerdeki göçebeler, nehir yakınlarındaki yarı göçebe halk, yüksek dağlardaki Kürtler, aşiret reislerine bağlı olup hükûmete belirli vergi verirlerdi. 

2,5 milyon tahmin edilen nüfusun %60’ı Arap, %26’sı Türk ve Kürt ve %10’u da Yezidi, Asuri, Musevi ve Ermeni unsurlardı. Kürtler, Musul, Süleymaniye’de; Türkler Kerkük sancağında; Yezidiler Sencar dağında; Asuriler kuzeyde; Musevi ve Ermeniler muhtelif şehirlerde az sayıda bulunmaktaydılar.13 

Irak bölgesiyle daha çok İngilizler ilgilenmekteydiler. Hint Denizi kıyılarında kuvvetli bir devletin bulundurulmaması İngiltere’nin stratejisinin temel taşlarından birisi idi. Bunlardan Kahire-Kalküta ekseni-üzerinde bulunan-Irak ve Filistin’e İngilizler büyük önem vermekteydiler. 

Almanların -Bağdat’a doğru- bir demir yolu yaparak Irak’a nüfûz etmeye ve İslam Birliği fikirlerini yaymaya çalışmaları, İngilizleri harekete geçirmiş, bu durum karşısında İngilizler, Kuveyt, Muhammere şeyhlerini elde etmek ve İbnussuud ile iyi ilişkiler kurmak ve Osmanlı Devleti aleyhine bu bölgede geniş bir propaganda yapmak yolunu tutmuşlardı.14 

Bir yandan Irak’taki petrol kaynakları, öbür yandan İran’daki petrol kaynakları ve Abadan rafinerileri, İngilizlerin ekonomik bakımdan Irak’a verdikleri önemin başında gelmekteydi. Osmanlı Devleti’nin Almanlarla iş birliği yapması, İngilizler için Hindistan’ın ileri mevzii alarak kabul ettikleri Basra Körfezi’nin başının ele geçirilmesini önemli bir sorun hâline getirmişti. İngiltere, Doğu Anadolu üzerine Irak bölgesinden yüklenmeyi planının temeli olarak görmekteydi. 

Kafkasya ve İran Azerbaycanı 

Doğu Anadolu üzerinde yürütülecek herhangi bir politika için hiç şüphesiz Kafkasya ve Kuzey İran bölgesinin arasında kalan ve Hazar Denizi’ne kadar uzanan alanın büyük bir önemi vardır.15 

Kafkasya, Karadeniz’le Hazar Denizi arasında geniş bir bölgedir. Kuban ve Terek Nehirleri havzaları bu bölgenin kuzey parçasını teşkil eder. 

Terek Nehri’nin daha kuzeyindeki Kama Nehri’nden Hazar Denizi ve Volga Nehri kıyılarına kadar uzanan geniş bir step, Kafkasya’yla Rusya’yı birbirinden ayırmaktadır. 

Kafkasya’nın en önemli coğrafi yapısı Büyük ve Küçük Kafkas Sıradağlarıdır. Karadeniz’de, Poti’den Hazar Denizi’ndeki Bakü’nün güneyine doğru giden bir hat üzerinde uzanan Riyon ve Kura Nehirleri Kuzey ve Güney Kafkasya Sıradağlarını birbirinden ayırır. Büyük Kafkas Dağları, Riyon, Kura Nehirleri çizgisiyle Kuban, Terek Nehirleri çizgisi arasında Karadeniz’den Hazar Denizi’ne doğru uzanmaktadır. Küçük Kafkas Sıradağları ise Batum, Kars, Erivan, Karabağ bölgelerini kaplar. Büyük ve Küçük Kafkas Sıradağları, Kuzey Kafkas ve Güney Kafkas silsilesi diye de anılmaktadır. Her iki silsile Riyon Nehriyle Kura Nehri havzalarını ayıran Susam Dağları vasıtasıyla birbirine bağlanmakta ve Maverayı Kafkas (Güney Kafkasya) diye ikiye bölünmektedir.16 

Gerek Büyük gerek Küçük Kafkas Sıradağları, Doğu Anadolu’dan Kafkasya içlerine ve Kafkasya’dan Doğu Anadolu’ya yapılacak askerî harekâta karşı uygun bir yapı oluşturmaktadır. Rusya birçok kez Osmanlı üzerine yürüttüğü askerî harekâtta bu istikameti kullanmıştır. 

Ruslar, Kafkasya bölgesini, Basra ve İskenderun Körfezi’ne ulaşabilmenin en önemli basamağı olarak gördüklerinden bu bölgeyi stratejik yollar ve askerî tahkimatla donatmıştı. Dünya Savaşı sırasında Doğu Türk illeri buradan yürütülen askerî harekâtla elden çıkmıştı. Ayrıca bu bölgedeki Rus askerî komutanlığı Doğu Anadolu’daki etnik yapıyı harekete geçirmek için yürütülen gizli faaliyetlerin merkezi durumundaydı. Ermenileri de buradan yönlendirmekte idiler. 

Kuzey İran’a (İran Azerbaycan’ı) gelince Doğu Anadolu ile bütünlük arz etmesi bakımından büyük bir öneme sahiptir. Azerbaycan, Hazar Denizi güneyin deki Elbruz Dağları ile Türk-İran sınırı üzerinde bulunan Zagros Dağları arasında bir yayladır. Bu bölge başlıca üç havzaya ayrılır. Bunlar Kuzeyde Aras, ortada ve batıda Rumiye Gölü, güneyde de Kızıl Özen Nehri havzasıdır.17 

Ruslar; İran Azerbaycanı’nı (Tebriz ve Rumiye Gölü havzasını) Dünya Savaşı’ndan önce işgal etmişler ve burada askerî nüfuz bölgeleri ile askerî 
garnizonlar kurmuşlardı. Ruslar, sıcak denizlere ulaşmak maksadını gerçekleştirmek için bu fırsatı değerlendirmek istiyorlardı. Burası İran’ın 
batısına sokulmuş bir hançer, Rus istila yollarını açan bir köprü başı niteliği kazanmıştı. 

İran Azerbaycanı; Hazar Denizi ile Karadeniz, Akdeniz ile Hint Denizi’ni bağlayan ve Orta Doğu’nun kıtalarla münasebetini temin eden geniş bir köprü görevi gören coğrafi konumda bulunuyordu. Bu bakımdan büyük bir askerî ve coğrafi değeri vardı. İran Azerbaycanı’nın Bakü ve Musul petrollerine ulaşabilecek en uygun yerde bulunması da bölgenin önemini artırmaktaydı.18 Rus-İngiliz politikası, İran Azerbaycanı üzerinde büyük bir mücadeleye girişecektir. Bu mücadele, Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi savaştan sonra da devam edecektir. 

Rus Ajanı Kürt Aşiret Liderlerinin Faaliyetleri 

1911 Trablusgarp Savaşı’ndan itibaren bazı Kürt aşiretlerinin İttihat ve Terakki yönetimine karşı hoşnutsuzlukları hat safhaya çıkmışken Rusya bu fırsattan istifade etme yollarını aradı. Bazı Kürt aşiret reisleri Trablusgarp Savaşı’nın karışık ortamından yararlanmak istiyorlardı. Bunun için propaganda faaliyetlerine yöneldiler. Özellikle Bitlis’te gösteriler yapılmakta, bildiriler dağıtılmaktaydı. Bu faaliyetlerin lideri konumundaki kişi Van’da askerî birliklere saldırılarda bulunan Şeyh Said Ali idi. Siirt ve Bitlis civarında Kör Hüseyin Paşa hükûmet kuvvetlerine saldırılar düzenlerken Simko da Türk-İran sınırında çeşitli saldırılarda bulunuyordu. 

Rus Dışişleri görevlisi Orfelyev bu olaylara dikkat çekerek “bölgede bir karışıklığın çıkabileceğini” belirtiyordu.19 Rusya dağınık görünen bu 
hareketleri organize etmek ve daha etkili hâle getirebilmek için Rus ajanı Abdürrezzak’ı bu hareketleri birleştirmekle görevlendirdi. Abdürrezzak 
Bedirhani 1889’da Rusya’ya giderek Rus himayesine girmiş, Rusya hesabına yürütülen çalışmaların en önünde yer almıştı. Abdürrezzak, 1912 Şubatında Erzurum’da Rusya’nın güdümünde bazı Kürt aşiret reislerinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda herhangi bir ortak karar alınamamasına rağmen bazı Kürt aşiretleri ile Yezidilerin Rusların tarafında faaliyet gösterecekleri ortaya çıktı. Bu konuda Olferyev, “Yezidilerin Rusların asıl dostları olduklarını ve bunların çoğunun Rusça konuştuğunu, evlerine Rus Çarının resimlerini astıklarını, Ruslarla beraber Türkler’e karşı savaşmak istediklerini ve Rus Çarının emrinde olduklarını” belirttiklerini yazmaktaydı.20 

Rus etkisi Irak’taki Kürt gruplara kadar ulaştı. Bu konuda Rusya’nın Bağdat Başkonsolosu 1912’nin Aralık ayı ortalarında Talabani aşiretinden Muhammed Ali ile görüştü. Bu görüşmede bazı aşiret reisleri Rusya’nın hâkimiyeti altına girmek istediklerini belirttiler. Hatta Şemdinan bölgesindeki Muhammed Sıddık ve Musa Bey de Rusya’nın himayesini kabul edebileceklerini belirttiler.21 

Trablusgarp ve Balkan savaşlarından sonra Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu güç durumdan yararlanmak isteyen Doğu Anadolu’daki Ermeniler ve bazı Kürt aşiretleri aralarında gerginlik olmasına rağmen bir ittifak arayışı içindeydiler. Van, Adana, Sivas, Erzurum ve Bitlis’te gergin bir durum meydana gelmişken Ermeni Patriği Zaven Evgiyan birçok Kürt aşiretinin Ermenilerle dost olduklarını; ancak Osmanlı Devleti’nin bunu engellemeye çalışarak özellikle Bitlis’te bir Kürt-Ermeni çatışması meydana getirmek istediğini” belirtiyordu.22 

Türk hükûmeti doğuda meydana gelebilecek bir karışıklığı önlemek için çeşitli girişimlerde bulundu. Özellikle Rusya hesabına çalıştıklarını bildiği Şeyh Taha ve Abdürrezzak’ı çeşitli şartlarla affedebileceğini bildirdi. Ancak Abdurrezzak’ın karşı talepleri üzerine Hükûmet, adı geçen kişinin Rusya lehinde çalışmaya devam edeceği görüşü ile bu girişimine son verdi. 

Osmanlı Devleti Rusya’nın Balkanlar’daki karışık durumdan yararlanma yoluna gidebileceğini, bunun için de Doğu Anadolu’da Rusya’nın Kürt aşiretlerini kendi taraflarına çekmek için faaliyette bulunabileceklerini düşünüyordu. 

Osmanlı Devleti’nin bu konudaki kuşkuları doğruydu. Çünkü Rusya’nın faaliyetleri sonucu Doğu Anadolu’daki bazı Kürt aşiretlerinin Rusya’ya ilgisi 
gittikçe artmaktaydı. Rus kaynaklarından anlaşıldığına göre Bitlis vilayetindeki Kürtler kendi aralarında teşkilatlanmaya başlamışlardı. Kafkas Rus askerî yetkilileri Aralık 1912’de Kürtlerden bazılarının Rusya’ya sempati duyduklarını, Rusya’ya karşı herhangi bir harekete girişmeyecekleri hatta Caf (Cef) aşireti reisinin Rusya’ya bağlanmak istediğini öğrenmiş bulunuyorlardı. Öte yandan Barzani Şeyhi Abdüsselam da “Rusya’yla ilişki kurmak ve Rusya’nın himayesine girmek istediklerini ve eğer bazı istekleri de kabul edilirse Rusya tarafında yer alacaklarını” söylemekteydi.23 

Rus albayı Andiyevski’nin belirttiğine göre “Van bölgesinin güneyindeki ve Musul vilayetinin kuzeyindeki çoğu şeyhler ve Barzani Şeyhi Abdüsselam, Rusya himayesine girmeye hazırdı.”. Beyazid’deki Rus konsolos yardımcısı “Bazı Kürt gruplarının Rusya tarafına geçebileceklerini” belirtmekteydi. Bu gelişmeler ışığında Olferyev, bölgesinde genel bir Kürt isyanının olabileceği ihtimali üzerinde duruyordu.24 Muhtemel bir Kürt isyanını kendi lehine çevirmeye çalışan Rusya, bazı Kürt aşiretleri ile yeni bir temas daha kurdu. Rusya ilk iş olarak Kürt aşiret reislerini ve etkili önderlerini kendi tarafına çekmenin yolunu arıyordu. Bu konuda Bitlis’teki konsolos yardımcısı Şirkov “Eğer şeyh, molla ve hocaların çoğu Rusya’ya meylederse Kürt halkının da meyledeceğini” söyleyerek “Bitlis’teki bazı Kürt liderlerinin Rusların gelmelerini dilediklerini” belirtiyordu. Şirkov, Kürt aşiretlerinin gittikçe Ruslara yanaştıklarını ve hatta haç bile sipariş verdiklerini gizli bir yazı ile Rusya’ya bildiriyordu.25 

Rusya’nın Kürt aşiret ileri gelenleri elde etme girişimleri olumlu bir sonuç verdi. Bazı Kürt ağaları Rusya’nın desteğini sağlayarak isyan hazırlıklarına giriştiler. Bunlardan Bedirhanoğulları’ndan Hüseyin ve Hasan isyan için çalışmalara başladılar. Hüseyin ve Hasan Beyler ancak Rusya’nın tam desteğini aldıktan sonra ve eğer emellerine ulaşırlar da bağımsız bir Kürt beyliği kurarlarsa Rusya’nın himayesine girmek şartıyla isyan edeceklerdi.26 

Rusya’nın kışkırtmalarıyla yürütülen bu faaliyetler önemli bir Kürt Cemiyeti’nin oluşmasına yol açtı. Rusya’nın desteğiyle genel bir isyan hareketine girişmeyi düşünen Kürt grupları ve çeşitli isyan komiteleri bu organizasyonu sağlamak maksadıyla İrşad Cemiyetinin kurulmasını sağladılar. 

A. Rusya’nın Kurdurduğu İlk Kürtçü Örgüt: İrşad Cemiyeti 

Rusya Doğu Anadolu’da büyük çabalarla ve özel itinayla oluşturduğu isyan ortamının artık hazır olduğuna kanaat getirmişti. Bu maksatla dağınık 
isyan komitelerinin ve farklı grupların ortak bir hedefe yöneltilmesinin ve birleştirilmesinin zamanı gelmişti. Rusya’nın daha önceden çeşitli vaatlerle 
elde ettiği kişiler bir toplantı düzenleyerek birlikte hareket etme kararı aldılar. 

Mayıs 1912’de Doğu Anadolu’daki bazı Kürt aşiret reisleri ve aşiret ileri gelenleri bir toplantı düzenlediler. Bu Genel Kürt Asamblesinde bir parti etrafında toplanma ve ortak hareket etme kararına varıldı.27 Bu cemiyet daha sonra İrşad adını alacak ve Doğu Anadolu’da genel bir isyan hareketini organize etmekle çeşitli kişileri görevlendirecektir. 

Tamamen Rus yanlısı bir çizgi izleyen İrşad’ın kuruluşunu sağlayan kişi Abdürrezzak Bedirhan’dı. Cemiyetin kurucuları arasında Sibki Aziz Bey, 
Zirki Akid Efendi, Bekir Efendi, Eleşkirtli Şeyh Osman Efendi ve Bitlisli Molla Selim Efendi bulunuyorlardı.28 

1912 Ağustosunda Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Giers, Dışişleri Bakanlığına gönderdiği bir raporda “İrşad” adlı bir cemiyetin genel bir isyan hazırlığı içinde olduğunu bildiriyordu. Giers raporunda cemiyetin merkezinin Doğu Anadolu’da olduğunu, Kürt aşiret reislerinin ve dinî liderlerinin  Kürdistan Beyliktir ” sloganı ile isyan etmek üzere oldukları bilgisini veriyordu.29 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***