Cahit Armağan Dilek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cahit Armağan Dilek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2020 Çarşamba

Türkiye 18 Yılda Nasıl Bu Hale Düşürüldü.,

Türkiye 18 Yılda Nasıl Bu Hale Düşürüldü.,







Cahit Armağan Dilek 

04 Mart 2020

AKP-Erdoğan yönetimi, 18 yıl önce iktidara geldiklerinde PKK terör örgütüyle müzakere masasına oturmamış PKK'yı askeri olarak yenmiş teröristleri topraklarının dışına çıkarmış bir Türkiye teslim almışlardı.
Adana Mutabakatıyla Suriye, PKK'yı terör örgütü olarak kabul etmişti. Suriye yola gelmişti. 
Ortadoğu'da bütün ülkelerde büyükelçilerimiz vardı, diplomatik ilişkiler gelişiyordu. Türkiye saygın ve sözü dinlenen bir devletti.
İran-Irak savaşındaki arabuluculuk yapabilmiş Türkiye'nin, İran ve Irak ile ilişkileri dengeliydi. İran'daki dini rejime rağmen ilişkiler gelişiyordu.
Irak ile ilişkilerimiz 1991'deki ABD müdahalesi, Keşif Güç görevlerine rağmen iyiydi. Filistin-İsrail sorununda arabuluculuk yapabilecek güvenilen devlettik.
Libya ile ticari ilişkilerimiz gelişiyordu. Türkler büyük yatırım-inşaat ihaleleri almıştı.
Mısır devlet başkanı Suriye ile Adana Mutabakatının kolaylaştırıcısı olmuştu. Türk-Mısır ilişkileri sorunsuzdu.
Kıbrıs'ta ver kurtul fikri hakim değildi.
Ege'de 18 adamız henüz işgal edilmemişti.
Doğu Akdeniz'de, Rum-Yunan ikilisi bütün kıyıdaş ülkelerle üçlü ittifaklar oluşturmamış, bu ittifak halkalarını Doğu Akdeniz'den Balkanlara Türkiye'yi kuşatan bir ittifak zincirine dönüştürmemiş, Doğu Akdeniz'i paylaşmamışlardı.
NATO, Karadeniz'e davet edilmemiş, Karadeniz NATO/ABD gölü olmamıştı. Ruslar, Türk yurdu Kırım'ı ilhak etmemiş, Karadeniz'i askeri olarak tam kontrol altına almamıştı.
Ekonomik krizler aşılabiliyordu. G20'de bir ara 16. sıralardaydık
Liste çok uzun ama geçen 18 yıl içinde yaşananlardan bazıları ve gelinen nokta şu:
Türkiye, tarihinin en derin ekonomik krizini yaşıyor. Kişi başı milli gelir azalıyor. G20'den çıkma riski var.
PKK iktidarı müzakere masasına oturttu, siyasi aktör muamelesi gördü, Suriye kuzeyinde 60-70 bin kişilik ABD özel kuvvetlerinden eğitim almış donatılmış ABD ve Avrupa ülkelerinden siyasi ve askeri tanınırlık gören bir yapıya dönüştü.
Yanlış Suriye politikaları nedeniyle Şam ile PKK ortaklık, Fırat'ın doğusunda PKKistan ilan aşamasına gelindi.

Musul başkonsolosluğumuz IŞİD terör örgütünce işgal edildi çalışanlar esir alındı. Irak'ın kuzeyinde PKK kontrolünde "no mans land" oluştu.
PKK hamisi Barzani, stratejik ortak ilan edildi, Barzani'nin özerkliğine ses çıkarılmadı, Irak'ın bölünmesinin önü açıldı. Şimdi aynı hatalı hamle ÖSO gibi gruplar ve oluşturulan yerel yönetimlerle Suriye'de yapılıyor.
PKK'nın hem ABD hem Rusya ile ortak olması engellenemedi.
Irak kuzeyi ile Suriye kuzeyinde oluşan özerk yapıların birleştirme projeleri görülemedi.

Kuzey komşumuz Rusya güney sınırlarımızdan kuşattı komşumuz oldu.
Libya iç savaşının bir parçası olundu.
Kıbrıs'ta, Türk kimliği silinme tehdidinde, ikinci Girit olma yolunda.
Irak'ta, Suriye'de Doğu Akdeniz'de Libya'daki bütün hatalı politikalar için Türk askeri sahaya sürüldü. Dış politikadan anladıkları sadece askeri gücü kullanmak oldu.
Hesapsız, öngörüsüz, anlık karalarla oluşturulan iç politikayı hedefleyen dış politika kararlarıyla 18 yılda Türkiye'nin her şeyi alt üs oldu, ters yüz oldu.
Türkiye'nin Irak'tan Libya'ya kadar uzayan cephede ateşe sürüklendi. Rusya ve ABD dört bir yandan Türkiye'yi çifte kuşatmaya aldı.

Gelinen noktada, Irak, Suriye, Libya'dan şehit haberleri sıradanlaştı. Siyasi hedefi nihai hedefi bilinmeyen belli olmayan İdlib'teki savaştan da şehitler gelmeye devam ediyor.

Tam da bu ortamda şehit edebiyatı piyasaya sürülüyor. Neymiş şehitler tepesi boş kalmamalıymış. Türk vatanında şehit kanıyla sulanmamış bir karış toprak var mı ki halen şehit gelsin diye dini duygular ve kavramlar istismar ediliyor?
Ve şehitlik edebiyatına vatan millet edebiyatı eşlik ediyor.
İktidarın küçük ortağına göre İdlib'ten çekilirsek Hatay'dan olurmuşuz.
Erdoğan'a göre "Bugün Kamışlı'da, Resulayn'da, Tel Abyad'da, İdlib'de vermediğimiz savaşı, yarın Şırnak'ta, Mardin'de, Gaziantep'te, Hatay'da vermek zorunda kalırız."

Bu edebiyatla hem başarısızlıkların üstü örtülüyor hem de sanki savaşa girmek, çok şehit vermek başarıymış gibi gösteriliyor.
Soralım: 80 yıl bölgesinde barış adası olan Türkiye Cumhuriyeti 18 yılda neden bu hale düştü? Neden engelleyemedi çevresindeki kuşatmayı?
Suriye'de Irak'ta olanları, ortaklık yapılan dış güçlerin asıl/nihai hedefinin Türkiye olduğu şimdi mi anlaşıldı?

İdlib'teki hatalı politikanın sonucu içine düşülen açmazların hesabı verileceğine Çanakkale ile bir tutularak milletin aklıyla dalga geçiliyor.
Çanakkale'de Türk'ün vatan toprağı işgalcilere karşı korunuyordu. Atatürk biliyordu ki, Çanakkale geçilirse vatan elden gidecekti. Onun için ölmeyi emretti. İdlib kimin vatan toprağı? Çanakkale ile ne ilgisi var?
Suriye'de, Süleymanşah türbesinin de bulunduğu vatan toprağı terk edip çekilmek ama Suriye toprağını Suriye ordusuna karşı korumak hangi aklın eseri veya hangi dış gücün dayatması?

***

13 Nisan 2020 Pazartesi

Parçalı Suriye ve PKK/YPG'ye Hayat Alanı.,

Parçalı Suriye ve PKK/YPG'ye Hayat Alanı.,



Cahit Armağan Dilek 
23 Ekim 2019


Türkiye, 35 yıldır terörle mücadele ediyor. Çok büyük kayıplar yaşadı, tecrübeler kazandı. Ama bir şeyi gözden kaçırıyor.

O da özellikle 11 Eylül saldırılarından bu yana küresel boyutlara ulaşmasıyla birlikte terörün bir dış politika aracı olduğudur.

Terörle mücadele kazanılıyor başarı gibi görülüyor ama terörün yaşandığı bölgelerdeki dönüşümle terörü dış politika aracı olarak kullanan aktörlerin hedefine ulaşmış olabileceği gözden kaçırılıyor.

El Kaide ile mücadele ve teröre destek veriyorlar bahanesiyle ABD liderliğindeki koalisyon, Afganistan'ı ve Irak'ı işgal etti. Irak, Afganistan ve Pakistan terör sarmalının içine düştü. El Kaide yok edilemediği gibi örgütün küresel yayılımının önü açıldı, üç ülke de başarısız devlet kategorisine düştü.

İşgal edilen Irak'taki El Kaide'den yeni terör örgütleri doğdu. 2014'te Suriye ve Irak'ın büyük bölümünü işgal eden IŞİD terör örgütü bunlardan biri oldu.

Bu sefer IŞİD'le müdahale için ABD liderliğindeki koalisyon yeniden Irak'a döndü, Suriye'de buna dahil edildi.

Koalisyon Suriye'de IŞİD'le müdahale için başka bir terör örgütü PKK/YPG'yi kara gücü olarak kullandı. Sözde IŞİD'ten kurtarılan PKK/YPG işgali altındaki bölgelerde süreç uzadıkça PKK devletçiğinin temelleri atıldı.

Türkiye'nin yanlış kurgulanmış Suriye politikası ve stratejisi de orada PKK devletçiğinin güçlenmesine neden oldu. 

Stratejinin üç temel unsuru zaman, mekan ve kuvvettir. Türkiye'nin doğru stratejisi, tehdit algılaması ve öngörüsü olsaydı doğru strateji Haziran 2015'te Tel Abyad PKK/YPG'nin eline geçip Fırat'ın doğusunun coğrafi bir bütünlük altında ele geçtiği anda Türkiye'nin harekatını yapması gerekirdi.

Zamanında o harekat yapılsaydı bugün ne Menbic'i ne Kobani'yi ne de Fırat doğusunu konuşuyor olacaktık. Suriyeli sığınmacı krizi bu boyutlara ulaşmayacaktı.

Barış Pınarı Harekâtı geç de olsa yapılması gereken bir harekât olarak başladı ancak ABD'nin araya girmesiyle ara verildi. Bu büyük bir hata olarak tarihteki yerine alacaktır. Arazideki durum harekâtı tamamen durdurdum demeye de uygun değil. Çünkü YPG tam çekilmedi.

ABD, Rusya ve Avrupa'dan gelen tehdit ve şantaj içerikli açıklamalar, uluslararası alanda Türkiye'ye yönelen savaş suçu gibi sözde suçlamalar Türkiye'yi harekatı yeniden başlatma kararını vermekten uzak tutuyor. YPG'nin çekilmesine fırsat tanımak bahanesiyle birkaç gün daha uzatmak sonra tamamen durdurmak olasılığı daha yüksek.

Türkiye, Suriye kuzeyinde kendisine yönelen terör tehdidiyle mücadele ederken oradaki terör yapısının tamamen ortadan kaldırılmasını ve son teröristin etkisiz hale getirilmesini nihai hedef olarak açıklamıştı.

Ama teröristlerin silahlarıyla birlikte çekilmesini öngören mutabakatı ABD ile imzalaması bu hedeften vazgeçtiğini, sınırda belli bir mesafede terör yapısının bulunmasına razı olduğunu gösteriyor.

İki gün önce ABD'li senatör Graham, Türkiye-Suriye sınırında Türklerle Kürtler (!) arasında çatışmayı önlemek için uluslararası güç denetiminde havadan ABD destekli tampon bölge önerisini Trump'ın fikri olarak açıkladı. Peşinden SDG/YPG benzer taleplerini açıkladı.

Son olarak Alman savunma bakanı aynı öneriyi desteklediklerini ve Perşembe günü NATO savunma bakanları toplantısına getireceklerini açıkladı. Anlaşılan o ki, ABD ve Avrupa arasında bu iş pişiriliyor. NATO bu gücün sorumluluğunu alırsa şaşırmamak lazım.

Trump'ın Türklerle Kürtler(!) savaşıyor twitlerinin aslında neye hizmet ettiğini görüyor musunuz?

Pompeo'nun dün Trump'ın askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğini söylemesini buraya not edelim. Röportajın gelişiminden askeri güç kullanmaktan kastın Türkiye'ye karşı fiziken askeri saldırıdan ziyade sınır hattına ABD gözetiminde uluslararası güç yerleştirilerek Türkiye'nin harekatını sınırlandırmak olduğu büyük olasılık.

Trump'ın, Suriye doğusunda kalma, SDG/YPG'yi korumaya devam etme, Irak'ın batısında yeniden konuşlanma, petrolü kontrol etme kararını da buna ekleyin. Yani ABD, Suriye'yi yine terk etmiyor. Edemez çünkü İsrail'in güvenliği buna izin vermez.

Lavrov'un tüm Kürt yapılarının Suriye anayasasına sağlam şekilde yazılması açıklamasını da dikkate aldığımızda, Türkiye halen terörle mücadele safhasındayken diğer aktörler planladıkları parçalı yeni Suriye'yi hayata geçirme safhasında.

Türkiye, Suriye kuzeyinde terör yapılanmasını oradan kaldıramadığı gibi IŞİD'le mücadele adı atında PKK/YPG'nin terörden aklanarak Suriye'de diğer aktörlerce de desteklenen ve kabul edilen bir devletçik yapısına dönüşmesini de engelleyememekle karşı karşıya.

Suriye krizinde kartların yeniden karıldığı günleri yaşıyoruz. Türklerle Kürtlerin savaşmasını (aslında PKK/YPG'nin imhasını engelleyerek yeni hayat alanı açmak) önlemek üzere aramıza girmeye hazırlanan ABD/Batı aynı zamanda Suriye ile aramıza girip işbirliğini önlemeye hatta Ortadoğu ile bağımızı koparmaya çalışıyor.

Suriye'de, ABD/Batı askeri olarak da Türkiye'nin karşısında pozisyon alıyor. Türkiye bu açmazdan ABD/Batı'nın beklemediğini yapmalı, Suriye ile derhal işbirliğiyle Adana Mutabakatı üzerinden PKK/YPG konusunu Şam'a bırakmalı, anayasa komitesinde de Esad ile mutlaka birlikte hareket etmeli.

Yoksa önce Suriye sonra Türkiye bölünür.


https://21yyte.org/tr/suriye/parcali-suriye-ve-pkk-ypg-ye-hayat-alani


***

23 Eylül 2019 Pazartesi

2015 Seçimleri Süresince PKK nın Van'daki Faaliyetleri

 2015 Seçimleri Süresince PKK nın Van'daki Faaliyetleri 


Röportaj: 2015 Seçimleri Süresince PKK nın Van'daki Faaliyetleri 
21. Yüzyıl  Türkiye Enstitüsü                           
Bugün 16 Aralık 2015 Çarşamba  

Terörizm ve Terörizmle Mücadele
20 Temmuz 2015 Pazartesi

Röportaj: 2015 Seçimleri Süresince PKK'nın Van'daki Faaliyetleri
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından yazıldı.



MHP Van Milletvekili adayı Gültekin Çavuşoğlu ile 2015 Genel Seçimleri’nde Van genelinde seçim faaliyetleri çerçevesinde nasıl bir atmosferin yaşandığı, seçim 
çalışmalarının nasıl yürütüldüğü hususlarına ilişkin bir görüşme yapılmıştır. 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Seçim döneminde Van’da nasıl bir atmosfer vardı ve seçim çalışmaları nasıl yürütüldü? Van genelinde halkın seçimlere yönelik tutumu nasıldı?

Gültekin Çavuşoğlu: Ben Van’dan halkın, tabanın talepleri sonucunda aday oldum. Van/Erciş’te benim ailemin de kökenin çok geçmişe dayanmasından dolayı partilerüstü bir konumumuz bulunmaktadır. Bu nedenle bölgede her parti ve seçmeni bana ve aileme çok saygı duyarlar. Ancak bu seneki seçimlerde biz seçim çalışmalarına başladıktan sonra, PKK tarafından vatandaşlar üzerinde korkunç bir baskı oluşturulmaya başlandı.HDP, kendi tabanına yönelik ciddi bir çalışma yapmadı. HDP’ye oy vermeyeceğini düşündüğü seçmen gruplarına bu arada Van’da MHP’ye ve AKP’ye yönelen seçmene yönelik bir baskı, tehdit, şantaj politikası geliştirdi. Polis, PKK tarafından tehdit alanların kendilerine şikayetçi olmasını istedi. Ancak insanlar şikayetçi olmaktan dahi korktu.

Önce köyler bloke edildi. Köylerde baskı ve şiddetle kırsal kesim tamamen kontrol altına alındı. 

Kırsal kesim kontrol altına alındıktan sonra aynı ekip ve kadrolar bu sefer şehir merkezindeki KCK yapılanmasıyla birleşerek ev ev dolaşmaya başladı. 

Eve gittiğiniz zaman seçim arifesi olduğu için kimse kapısını açmamazlık yapamıyor. Yani bir çocuğun bayramda gelip kapıyı çalması ne kadar tabii bir olaysa herhangi bir partinin de istedikleri yere gitmesi gayet tabii. Ve bu ekipler bsütün evleri bilakis bir değil bir kaç kez ayrı ayrı ekiplerle sürekli baskı 
altına aldı.



Baskı yaparken de önce oy talep ediyor ama bunun yanında da el altından şunu söylüyor, diyor ki; “Siz bize oy vermiyorsunuz, buradan pis kokular hissetmeye 
başladık.” Bunu söylerken de “çocuğunuz şu okulda okuyor çok da zeki olduğunu duyduk” gibi ifadeler kullanıyorlar. 
Yani adım adım sizi takip ediyoruz,  çocuğunuz da bizim kontrolümüz altında.  Nitekim bana gönderilen mesajlardan birisini okuyayım; “Siz Van halkının ne kadar tehdit aldığının farkında mısınız Gültekin Bey, HDP’ye oy verenlerin dışında kim ben falanca partiye oy veriyorum diyebilir. Halk çocuklarıyla tehdit edildi.” Bana gelen yüzlerce mesajdan sadece bir tanesini paylaştım.

Tabi bu köyler bloke edildikten sonra aynı yapı bu sefer şehir merkezini baskı altına almaya başladı ve sistemli bir şekilde bizim çevremizdeki çok geniş, 
büyük bir destek besleyen -yani Erciş halkı beni öz evladı olarak bilir, orda çok ayrı bir konumum var, sokakta 10 kişiden sekizi tereddütsüz HDP’lisi bile 
saygı duyar ama oyunu vermez- böylesine bir yapı bu sefer çöküşe geçti. Anladım ki çevremdeki insanları bile yani ekibimde çalışan kadro bile sürekli tehdit alıyor. Bizzat belediye başkanı tarafından görüşme talebimiz can emniyeti nedeniyle geri çevrildi.

Aradan bir müddet geçtikten sonra çevrede yavaş yavaş bir çökme başladı. Etrafımız çözülmeye başladı. En yakındaki samimi insanlar bile tehdit almaya 
başladı. Seçimlerde her sandığın başında yaklaşık 30-40 kişilik gruplar sandıkları kuşatmaya aldılar, okulların etrafına PKK bayraklarıasıldı ve seçmenler ürkmeye başladı. PKK bu şekilde varlığını net bir şekilde gösterdi. Bu durum karşısında da vatandaş yavaş yavaş çözülmeye başladı.

Bildiğiniz gibi 6-7 Ekim olayları Van’da çok ciddi bir şekilde yaşandı. Bu olaylar esnasında yaklaşık 430 işyeri yakıldı ve yıkıldı. Bu işyerlerinin yaklaşık 260 tanesi Erciş’teydi. PKK tarafından 6-7 Ekim olaylarına yapılan atıf neticesinde vatandaşlarda, HDP’nin barajı aşamaması halinde aynı sonucun yaşanma 
endişesi hakim oldu. Çünkü bölgede devlet yok, örgüt dağda ve şehirde hakim ve halk örgüt tarafından yoğun bir baskı altında tutuluyor.

Çevremde yakın olduğum insanlar bile evladına birşey olmasından korktuğu için, barajın aşılması ve bölgede bir sıkıntı yaşanmaması adına HDP’ye oy verdiler. 
MHP olarak maalesef gerekli sandık kurulu üyelerini gösteremedik çünkü insanlarımız çekildi. Hatta ben KAMUSEN Genel Başkanı’yla bizzat görüştüm. Orada gerekli sandık kurulu üyeleri verilmediğini belirttim. Bana cevabı; “Gültekin Bey, tedirgin oluyorlar herhalde yabancı oldukları için görev almak 
istememişlerdir” şeklinde oldu.

Bu bölgede devlet şeklen var. PKK burada istediği şeyi yaptırma gücüne sahip. Haracını da alıyor, mahkemesini de kurmuştur. Bugün Van merkezde hiç tereddütsüz esnaflar da dahil olmak üzere haraç vermeyen hiçbir fert yoktur. Örgütün söylemi; “Kürdistan’da ticaret yapıyorsunuz, Kürdistan’a vergi vermek 
mecburiyetindesiniz” şeklinde. Vatandaşlar tarafından haraç toplamak amacıyla örgütün gönderdiği yazılar gösterildi bana. İstedikleri rakam bir milyon dolar 
civarında. Haraç ödemeyen vatandaşları önce Hakkari’ye sonra Kuzey Irak’a götürüyorlar. En son bir yazıyla bir vatandaşa ödeme yapması için 04 Nisan’a 
kadar zaman verilmişti, sonrasında ne oldu bilmiyorum. Bölgede mahkemeler kurdu örgüt. Devletin mahkemesine gitmek yasaklandı, gidenler azarlanıyor. Her mahallede komiteler oluşturulmuş, her köyde de ikişer kişilik komiteler oluşturulmuş durumda. Bütün kararları veren bu ekipler.


Seçim gecesi de saat 03.00’dan sonra sandıkların kontrolü örgüt yandaşlarının eline geçti. Kurul başkanı korkudan bir şey yapamadı, zaten sandık kurulu 
üyelerinin bir çoğuna kendileri hakim. Benim tahminim gece saat 03.00’dan sonra, örgüt mensuplarının oyları kendilerinin kullandığı. Çünkü bir önceki seçimlerde almış olduğu oy bandı 193-200 bin seviyesinde iken birden bire bu seçimlerde 370 bin seviyesine çıkması akla mantığa uygun birşey değil. Oyların yaklaşık %25-30 civarı tamamen gayri meşrudur. Ben bunu iddia ediyorum. Tipik bir örnek vermek istiyorum. İkinci sıra milletvekili adayımız Yavuz Selim Çamuşcu beni aradı; 

“Ağabey Van’daki oyların büyük çoğunluğu başka isimler adı altında kullanıldı” dedi. Yani gelmeyenlerin oyu saat 03.00’dan sonra örgüt mensupları tarafından 
kullanıldı.

Bir başka örnek; bir vatandaş eşine oy kullanmaya gidelim diyor, o da biraz işleri olduğunu söylüyor, bu nedenle eşi öğleden sonra oy kullanmaya gidiyor. 
Öğleden sonra eşi komşusuyla birlikte aynı sandıkta oy kullanmak için gittiğinde görüyor ki listede oy kullanmış gözüküyor,kayınvalidesi iki ay önce vefat etmiş 
ama ismi var o da kullanmış, komşununki de kullanılmış. Hiç sesini çıkartmadan eve geliyor sandıklar açıldıktan sonra eşi isyan ediyor, “bu nasıl olur, bu 
sandıktan hiç olmazsa bu kadar çıkması gerekirdi” diyor. Eşi o zaman diyor ki; “Ben oy kullanamadım, benim yerime de kullanmışlar, merhum annenin yerine de kullanmışlar, komşunun yerine de kullanmışlar.”

PKK/HDP baskı, tehdit ve terörize eylemlerini sadece bize karşı değil, AKP’ye karşı da uyguladı.Van AKP birinci sıra milletvekili adayı Burhan Kayatürk hem 
YSK’ya müracaat ediyor üç gün önce hem de Avrupa’dan gözlemci talebinde bulunmuş. Tabi ben bunu teyit edemedim.AKP üzerindeki baskılar da çok boyutlu idi. Van merkezde 26 büro kiraladılar. Ertesi gün 26 büronun kira kontratları iptal edildi. Sonunda AKP kirası normal olarak 3000 TL olan bir yere 36 gün için 90.000 TL vererek bir tek yer kiralayabildi.Yapılan baskılar sonucunda AKP’nin  700  sandık müşahidi müşahitlik görevinden ayrıldılar. 

Bunların yerine AKP sandık görevlisi atadı. Ancak her gün 15-20 AKP sandık görevlisi seçim gününe kadar görevindenistifa etti. Sonunda Ankara’dan 250 kişiyi sandık görevlisi olarak getirmek zorunda kaldılar. Seçim günü AKP müşahitlerini ve görevlilerini sandık başına taşıyacak minibus firması anlaşmayı iptal etti ve taşımadı. AKP’nin iki seçim otobüsü vardı. Her gün saldırıya uğradı ve camları kırıldı. Hatta AKP 1. Sıra adayı ve milletvekili Burhan Kayatürk, polis kayıtlarına geçtiği için biliyorum, bir PKK’lı tarafından “gerekirse sana Ankara’da da ulaşırız” diyerek tehdit edildi.

Yani sonuç itibarıyla anti demokratik bir seçim olmuştur. Baskı ve zulüm altında yapılan bir seçim olmuştur. Van’daki ve Güneydoğu Anadolu’daki siyasal gerçeği 
kesinlikle yansıtmıyor.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Bölgeden bir vatandaş olarak tüm bahsettiğiniz hususlar ışığında gelecek süreci nasıl değerlendiriyorsunuz ve önerileriniz 
nelerdir?

Gültekin Çavuşoğlu: Haziran 2015 genel seçimleri sonrası sandıktan çıkan oylar bağlamında Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerindeki siyasal yapı, doğru ve dikkatli analiz edilmeye muhtaçtır. Analizin doğru ve sağlıklı sonuç verebilmesi için PKK, KCK, mahalle örgütlenmeleri, devletin duruşu, bunların karşısında kamunun işlevi ve HDP dışındaki MHP, CHP ve diğer siyasi partilerin bu bölgedeki etkinliği ve yapılanması dikkatle incelenmelidir.

Dün ben PKK’lı değilim diyen insanlar bugün evlerine, iş yerlerine PKK ve Apo posteri asar duruma nasıl geldi? Açılımla yapılan bazı teşvikler ve tavizler 
neticesinde, vatandaş;“hükümet destek veriyor, bana ne oluyor” diyor. Vatandaş sahipsiz ve bir noktada güçlü olan tarafa yöneliyor. Acilen devlet orada varlığını hissettirmek mecburiyetindedir. Hissettiremediği için daha düne kadar açık ve aleni şekilde bölücü unsurlara karşı tavır koyan vatandaş bugün HDP’ye 
korkudan, içine sindiremese bile onun illegal yapılanması PKK’ya ve diğer unsurlarına karşı  sempati duyar noktaya gelmiştir. 

Diğer bir sorun tüm bu gelişmeler neticesinde, Van’da sermaye ve gayrimenkuller hızla el değiştirmeye başlamıştır. Vatandaşlar, belli kişiler hedef 
gösterilerek; “Sakın bunların mallarını almayın, nasıl olsa defolup gidecekler” şeklinde baskı altına alınıyor. Düne kadar örnek bin lira olan bir gayrimenkulün 
değeri talep olmadığı için yarı yarıya düşmüş, değer kaybetmiştir. Vatandaş çaresizlik içerisinde. Burada kastedilen kişileri Türkler diye değerlendirmemek 
lazım, Kürt olup da vatanına milletinin birlik ve bütünlüğüne karşı sevgi ve muhabbet besleyen insanlar da PKK’nın hedef grubu içerisinde yer almaktadır. 
Örneğin ben aşiret liderleri ile de görüşüyorum, diyorlar ki merkezde sana oy veririz ama köylerde veremeyiz çünkü tespit edilen kişiler dağa kaldırılıyor ve 
işkenceye maruz bırakılıyor.

Diğer bir sorun, meslek odalarının örgüt yandaşları tarafından ele geçirilmesidir. Bu yerler üzerinden PKK’ya destek sağlanmaktadır. Ayrıca örgütün talimatı ile yeni meslek odaları kuruldu ve sivil toplum örgütü adı altında bu oluşumlar üzerinden baskı unsuru oluşturmaya çalışıyorlar. Bunlar ulusal ve yerel toplantılar düzenleyerek siyaset yapmaya başladılar. Zaten belediyelerin odalarla yakın ilişki içerisinde oldukları malum.

Van’da vatandaş örsle çekiç arasında kalmış durumdadır. Yerelde belediyeler hakim ve belediyeler de örgüte büyük destek sağlıyorlar. PKK bölgede, devletten daha örgütlü çalışma alanı yarattı kendisi için. Aile işlerinden, haraç almaya, mahalle örgütlenmesinden belediye örgütlenmesine paralel bir devlet ağı kuruldu. 

Yani şu an maalesef örgüt tamamen hakim durumda.Van’da faaliyet gösteren örneğin, Türk Sanat Müziği dernekleri gibi halkın kültür değerlerine sahip 
çıkabilecek bütün yerler bakanlık, valilikler ve devlet tarafından ihmal edildi ve tamamen bölücü unsurlara saha terk edildi.

Bölgede örgüt tarafından fişlemeler yapılıyor. Yargı, emniyet, örgüte rağmen karar almakta çekinceli duruma düştü. Bölge, Kürtçü ve dinci kıskacı altındadır. 
Şu anda olay Marksist Kürtçü mü olalım, dinci Kürtçü mü olalım aşamasına gelmiştir. Bölge insanının bütün umutları kırılmış ve gelecek kaygısı başlamıştır. Bir çok yerli aile kenti terk etmek zorunda kalmıştır. Okullarda aleni bir şekilde bölücülük propagandası yapılmaktadır. Okullardaki hakimiyet, maalesef milli eğitimin düştüğü durumu göstermektedir. Okullar tamamen kontrol altına alınmış durumda. Bölge ve Van’da AKP ve HDP dışındaki partilerin yaptıkları sorumluluk almaktan öte semboliktir. Bu çok önemli yani orada sembolik bir yapılanmamız var.

Seçim öncesinde sokaklara kanlı musluk afişleri asıldı. Bu afişler halk üzerinde korku ve endişe yaratt

Ayrıca “HDP dışında başka partinin giremeyeceği” şeklinde pankartlar da asıldı.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da şu an devlet ve demokrasi yoktur. AKP’nin arkasında devlet gücü olmasına rağmen, seçimlere çeyrek kalaya kadar seçim bürosu bile açmamıştır ya da açamamıştır. Sadece iki ay içerisinde AKP Belediye Meclis Üyesi olup HDP’ye geçen belediye meclis üyesi sayısı 33’tür. 
Seçimde HDP’nin elde ettiği başarı, bölgenin Kürdistan olma referandumu olarak değerlendirilmiştir. 

Bu durumun önüne geçmenin tek yolu acilen devletin varlığını bölgede hissettirmesidir.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Devletin varlığını hissettirmesinden kastınız nedir?

Gültekin Çavuşoğlu: Devlet bölgede yargısıyla, kolluk güçleriyle bulunmalı. Ben vatandaş olarak illegal güçler tarafından sorgulanıyorsam, sandığa korku ve 
endişe içerisinde gidiyorsam, benim aracıma TOMA refakat ediyorsa, devletin vatandaşını bu noktaya getirmemesi gerekmektedir. Bölgeyle ilgili projeler 
üretilmeli ve tüm siyasi partiler bölgede etkinlik gösterebilmelidir. Vatandaş kendisini sahipsiz hissediyor, çünkü baskı altındalar, sindiriliyorlar ve ölümle 
tehdit ediliyorlar.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Çok Teşekkür ederiz.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/07/20/8241/roportaj-2015-secimleri-suresince-pkknin-vandaki-faaliyetleri


Uzman Hakkında
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
bilgi@21yyte.org

Uzmanın Diğer Yazıları

  Kasım Ayı Türk Dış Politikası Güncesi 
  Ahıska Türkleri'nin Sürgün Edilişinin 71. Yılı  
  Saygı ve Özlemle Anıyoruz 
  21. Yüzyıl Dergisi'nin 83. Sayısı Çıktı 
  21. Yüzyıl Dergisi'nin 82. Sayısı Çıktı 
  Gözde Kılıç Yaşın Sputnik News'e Konuştu 
  Kurban Bayramınız Kutlu Olsun.,

  Cahit Armağan Dilek, bugün saat 21.30'da Kanal B'de Bekleme Odası     Programı'nda 
  

TÜRK DIŞ POLİTİKASI FALEZ TOPLANTILARI-2015 


  Başımız Sağolsun... 
  Türk Dış Politikası Temmuz Gündemi-2015 
  Röportaj: 2015 Seçimleri Süresince PKK'nın Van'daki Faaliyetleri 
  Gözde Kılıç Yaşın TRT AVAZ'da  
  Türk Dış Politikası Gündemi-Haziran 2015 
  21. Yüzyıl E-Dergisi 79.Sayı/Temmuz Çıktı 
  21. Yüzyıl E-Dergisine Nasıl Abone Olurum? 
  TDP-Mayıs Gündemi 
  21. Yüzyıl Dergisi Haziran/78.Sayı 
  Prof.Dr. Ümit Özdağ bugün saat 11:25'te Samanyolu Haber'de 
  TDP Nisan Gündemi 
  Prof.Dr. Ümit Özdağ'ı Sosyal Ağlardan Takip Etmek İçin... 
  21. Yüzyıl Dergisi 76. Sayısı  
  Dr. Erhan Canikoğlu Sputnik News'e konuştu... 
  Gözde Kılıç Yaşın TRT Avaz'da 

 İkinci Van Raporu;  

  Özdemir Akbal, 30.03.2015 Saat 08:30'da TRT Radyo 1 Gündem Programı'nda 
  21.Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi'nin 10. Sayısı "Küresel Enerji Rekabeti" Çıktı 

 Arşiv Seti Kampanyası 

  Özdemir Akbal, 19.03.2015'te saat 08:20'de TRT Radyo 1 Gündem Programı'nda 
  Çanakkale Şehitleri Anısına... 
  Ümit Özdağ’dan Kozmik Oda Bombası: Kontrgerillanın 100 bin İsmi TBMM’ye Verildi 
  Prof.Dr. Ümit Özdağ cevapladı: Erdoğan’ın Kürt Sorunu Yoktur açıklaması ne anlama geliyor? 
  Gözde Kılıç Yaşin, Saat 12:15'te TRT AVAZ Dünya Gündemi Programı'nda 
  100 Bin Özel Harpçinin İsmi Meclis’te Mevcut 
  Prof.Dr.Ümit Özdağ'ın, Sputnik Türkiye'ye IŞİD'in Kimyasal Silahları İle İlgili Açıklamaları 
  Prof.Dr.Ümit Özdağ, bu akşam 22:00'de Ülke TV Ankara-İstanbul Programı'nda 
  (E) Tümgeneral Sayın Alaettin PARMAKSIZ’ı kaybettik... 
  75. Sayı: Ortadoğu'dan Türkistan'a IŞİD 
  TDP-Şubat Gündemi 
  Prof.Dr.Ümit Özdağ, bu akşam saat 21:00'de Mehtap TV Ana Fikir Programı'nda 


Copyright © 2015. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz 
tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

..

15 Aralık 2018 Cumartesi

Kuşatılmış Türkiye ve Afrin Harekatı

Kuşatılmış Türkiye ve Afrin Harekatı


Cahit Armağan Dilek  
06 Mart 2018

Türkiye 20 Ocak 2018'den buyana Afrin'de yürütülen Zeytin Dalı Harekatına odaklanmış durumda. Türkiye'nin seçim sathı mahalline girmiş olmasının etkisiyle iktidarın Afrin'deki sınır ötesi terörle mücadele harekatını "Türkiye savaşta"ymış gibi göstermesi nedeniyle de harekat iç politikada da birinci gündem maddesi olmaya devam ediyor, gündemi Afrin'deki gelişmeler belirliyor.
Bu satırların yazarı olarak daha harekat başlamadan çok önce Afrin'de de terör örgütü yapılanması olduğunu, hedef bölge olduğunu söyleyip yazmıştım. Ancak yıllardır Suriye kuzeyindeki gelişmelere müdahale edilmemiş olması nedeniyle Suriye kuzeyindeki terör koridorunu engelleme maksadıyla yapılacak harekatın hedef önceliklendirmesinin iyi yapılması gerektirdiğini de ifade etmiştim. Bu kapsamda tehdidin ağırlık merkezinin hedef alınması gerektiğini, terör cephesinin uzunluğu da dikkate alındığında terör örgütü PKK/YPG'nin ağırlık merkezinin yani Fırat'ın doğusunun ana, acil ve öncelikli hedef olması gerektiğini belirtmiştim.

Siyasi iktidar bir şekilde kendi değerlendirmesi çerçevesinde Afrin'i önceliklendirmiş ve orada harekat başlatılmıştır. Zor, uzun süreli, kırılgan bir hal tarzı tercih edildiğini düşünüyorum. Ama hedef önceliklendirmesine katılmasam da Afrin harekatının başlamasıyla birlikte bize düşen görev de Türk milletinin bağrından çıkan Türk ordusunun ve ona destek veren Türk jandarması, Türk polisi ve korucularımızın mümkünse kayıpsız olarak ve kendilerine verilen talimatlar doğrultusunda harekatı başarılıyla sonuçlandırılmasını desteklemektir, öyle de yapıyoruz. Ancak bunu yaparken de kuşkusuz harekatın başarısı için aksaklıklara yönelik uyarılarımızı da yapmaya devam edeceğiz.
İşte Türkiye'nin siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik bütün ağırlığını Afrin'e odakladığı bir ortamda yapılması gereken bir uyarının da  "tehdidin sadece orada olmadığını,  çevresinde Türkiye'yi kuşatmaya yönelmiş muhtemelen daha büyük tehdit halkalarının bulunduğuna" dikkat çekme olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün kartlarımızı tek bir tehdide yöneltmek, hepsini aynı sepete koymak doğru değildir ve daha büyük sorunlara, tehditlere yol açabilir. Çok detaylı yazılıp tartışılabilecek bu konular burada ana hatlarıyla ifade edilecektir.

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'ta Türkiye dışlanıyor: 

Kıbrıs'ta KKTC ile GKRY arasında yeniden müzakereleri başlatıp KKTC'yi ilhak etmeye yönelik Rum/Yunan politikaları arkasına ABD ve AB'yi de almış olarak devam etmektedir. Doğu Akdeniz'in zengin enerji kaynaklarını kontrol altına almak üzere Türkiye'yi dışlayan mekanizmaların (Yunanistan-GKRY-Mısır, Yunanistan-GKRY-İsrail, Yunanistan-GKRY-Lübnan) Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi adeta yok sayıp karasularına hapseden münhasır ekonomik bölge girişimleri, bu bölgelerde AB ülkelerinden, ABD'den ve hatta Katar ile S.Arabistan gibi ülkelerin firmalarının sondaj faaliyeti başlattıklarını, aynı ülkelerin savaş gemilerini de bölgeye göndererek sondaj çalışmalarına eskortluk edip Türkiye'ye gözdağı verdiklerini görüyoruz. GKRY'nin Kıbrıs'ta yarattığı sorunları AB'ye mal edip Türkiye ile AB'yi karşı karşıya getirmek istediği de aşikar.

Yunanistan Ege Denizi'ni işgal ediyor: 

Ege'de Yunanistan'dan kaynaklanan sorunlar karmaşıklaşarak varlığını sürdürmektedir. Bunların en başında aidiyeti anlaşmalarla Yunanistan'a devredilmemiş 152 civarında ada, adacık ve kayalığın fiili Yunan işgalinde olması gelmektedir.  Sadece Kardak kayalıklarında fiilen bulunamayan Yunanistan, karasularını ve hava sahasını AB sınırları olarak sunup krizi ve muhtemel bir çatışmayı Türkiye-AB arasında yaşanmasını sağlamaya yöneldiğini görüyoruz.
Ege'de NATO Daimi Deniz Gücü daimi hale geldi: Suriyeli göçmenlerin Avrupa'ya geçişini kontrol altına almak ve engellemek üzere Türkiye ile AB arasındaki anlaşmalar sonrasında NATO'dan talep edilen destek bağlamında 2016 yılı başlarından itibaren Ege denizinde NATO Daimi Deniz Gücü görev yapmaktadır. Burada can sıkıcı olan husus bu güçteki yabancı savaş gemilerinin Türk karasularında da görev yapma serbestliğinin olmasıdır. Avrupa'ya Suriyeli göç konusu büyük ölçüde durmuş olmasına ve Türkiye'nin gerek kalmadı demesine rağmen NATO görevinin devam etmesi anlaşılır değildir.

Karadeniz NATO/ABD denizi oluyor: 

Önceki yılarda defalarca uyarmamıza rağmen Türkiye'de üzerinde belki de hiç konuşulmayan konulardan biri. ABD'nin sadece Karadeniz'de varlığımız yok oraya da gireceğiz politikası çoktan sır olmaktan çıkmıştır. 2000'li yılların başına geldiğimizde Türkiye'nin liderliğinde Karadeniz'e kıyıdaş devletler arasında oluşturulan siyasi ve özellikle askeri işbirliği mekanizmalarının ABD'nin NATO Füze Kalkanı Projesi ve Kırım'ın Rusya tarafından ilhakı gerekçeleriyle ABD/NATO tarafından Karadeniz çevresindeki ülkelerde denizde daha fazla NATO/ABD askeri varlığının yerleştirilmesinin, bulundurulmasının bahanesi edilmiştir.  ABD savaş gemileri neredeyse aralıksız Karadeniz'de varlık göstermekte, savaş uçakları Karadeniz üzerinde uçmakta, daha önce kendi ülke bayraklarıyla gelen ülkeler artık NATO görev gücü adı altında Karadeniz'de bulunmakta, tatbikatlar yapmaktadır.
Bütün bunlara Rusya'nın sessiz kalması beklenemezdi. Rusya da aynı şekilde karşılık verdi, Karadeniz ve çevresinde askeri varlığını artırdı, uzun menzilli füze ve savaş uçaklarını konuşlandırdı. Kısaca Karadeniz'de askeri yığınaklanma ve silahlanma yarışı başladı. Bu da beraberinde sıcak çatışma olasılığını getirdi. Böylece barış ve huzurun sahip olduğu Karadeniz, ABD'nin ben de orada olacağım zorlamasıyla bu ortamı kaybetti ve yeni çatışma alanı olarak ortaya çıkmaya başladı. Tabi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs 2016'da “Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Toplantısı“nda yaptığı konuşmada NATO’yu Karadeniz’deki varlığını artırmaya çağırmasının Türkiye açısından ve Türk-Rus ilişkileri açısından büyük talihsizlik olduğunu da ifade edelim.

Rusya üç taraftan Türkiye'yi çevreliyor:

 Yukarıda kısaca ifade ettiğimiz Karadeniz'de artan NATO/ABD varlığına karşı Rusya'nın Kırım'a yerleştirdiği S400 füzeleri, uzun menzilli savaş uçakları, radar sistemleri, ve Karadeniz filosun kattığı savaş gemileri ve denizaltılar ile Karadeniz'i kontrol etmektedir. Ermenistan ile ikili askeri anlaşmaları çerçevesinde o ülkye S-300 füze sistemi konuşlandırmıştır. Eylül 2015'te askeri olarak müdahil olduğu Suriye'de S400 başta olmak üzere en gelişmiş savaş uçaklarını, radar ve istihbarat sistemlerini konuşlandırmıştır. Evet Rusya ile Astana süreci kapsamında İdlib ve Afrin'de daha önce Fırat Kalkanı harekatında işbirliği yapıyoruz dediğinizi duyar gibiyim. Ama bu Rusya'nın bir numaralı tehdit gördüğü ABD liderliğindeki NATO'nun üyesi Türkiye'yi Batı ittifakını çatlatmak aralarındaki ikili çoklu ilişkileri bozmak için bir manivela olarak kullanmayacağı anlamına gelmiyor. Sahadaki gelişmeler aslında bunu teyit eder niteliktedir. Yukarıdaki özet askeri konuşlanması da bunu göstermektedir.
Yukarıdaki haritaya bakıldığında aslında Rusya'nın Türkiye'yi kuzey, doğu ve güneyden çevrelediğini rahatça görebilirsiniz. Unutmayalım ülkeler arasında dostluk yoktur, çıkarlar ve çıkar ortaklıkları vardır.

Güney sınırları boyunca terör koridoru oluştu: 

2008 sonrasında başlayan açılım politikaları ve müzakere/çözüm sürecinin sonunda yurt içinde yarattığı terör sarmalı yanında eş zamanlı olarak sınırlarımızın güneyinde Irak ve Suriye kuzeyinde PKK/YPG/PYD terör örgütünü kontrolünde bir terör koridorunun oluştuğu da görüldü. Tehdit büyümeden müdahale edilmemiş olması nedeniyle önce Fırat Kalkanı sonra Zeytin Dalı Harekatıyla kapsamlı harekatlar yapılmak zorunda kalındı. Ancak Fırat'ın doğusundaki daha uzun bir koridora bir etki yapılamadığı anlaşılmaktadır.

Bu terör koridorunun sonunda Akdeniz'e açılmanın yanısıra kuzeye yani Türkiye'ye doğru genişlemeyi hedeflediğini, Türkiye'nin Ortadoğu ile bağlantısını kestiği gibi Türkiye'yi sınırları içine hapseden, Ortadoğu'daki gelişmelere etki edemeyen, terör koridorunu bir ülke konumuna soktuğunu görmemek mümkün değil. Halihazırda Fırat'ın doğusunda ABD  desteğinde PKK devletçiğinin inşa sürecinin devam ettiği görülmektedir. Ayrıca PKK/YPG'nin Irak kuzeyindeki boşluğu doldurmaya yönelik hamleler peşinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Güney sınırları boyunca askeri olarak olmasa da Irak ve Suriye'de siyasi nüfuz kurarak terör koridoruna paralel bir Şii koridorunun da İran tarafından oluşturulmakta olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Terör örgütleri yurt içinde pusuda bekliyor:

 PKK terör örgütü yurt içinde Temmuz 2015'ten sonra çok büyük zayiatlar aldı, yurt içindeki eylem kabiliyetine önemli oranda darbe vuruldu. Bu 2017 yılıyla birlikte PKK'nın saldırılarında belirgin bir düşüşe yol açtı. Ancak bu durum Türkiye'yi yanıltmamalı. Çözüm sürecinde PKK'nın Türkiye genelinde yığınaklar yaptığı, yapılanmalar oluşturduğu bilinmektedir. Temmuz 2015'ten sonra bunun ne kadarı bertaraf edildi tam bilinmemektedir. Ayrıca PKK terör örgütünün 2014'ten buyana ağırlığı Suriye kuzeyine verdiğini, oluşan konjonktür nedeniyle Suriye kuzeyini öncelikli olarak ele aldıkları, ABD'nin desteğiyle burada PKK açısından önemli ilerlemeler yaptıklarını da görmeliyiz. Dolayısıyla Suriye kuzeyinde kendilerini sağlama alacak PKK/YPG terör örgütünün yeniden Türkiye'ye yönelmeleri mutlaka beklenmelidir. Hele Kandil'in PKK'nın kuruluşunun 40. yılı olan 2018'de Türkiye'de zafere ulaşmayı hedeflediğini gösteren açıklamalarına bakılırsa PKK'nın pusuda beklediğini söylemek hiç de abartı olmayacaktır.



Diğer taraftan aşırı köktendinci selefi dinci IŞİD, El Nusra gibi terör örgütlerinin yeniden bir yapılanma, teşkilatlanma içine girdikleri, bu örgütlerin Türkiye içinde de benzer hazırlık içinde olduğu yabancı uluslararası raporlara tehdit değerlendirmelerine yansımıştır. Yani bu terör örgütleri de taşeronluğunu yaptıkları güçlerin talimatını beklemektedirler.
Çok sayıda yabancı asker, savaş uçağı, silah sistemi Türk topraklarında: IŞİD'le mücadele kapsamında hükümet TBMM'den aldığı yetkiye dayanarak Türk topraklarını ve askeri üslerini IŞİD karşıtı koalisyon üyelerine yani yabancı ülkelere açtı. ABD ile başlayan bu süreç Temmuz 2015'te açıklanan İncirlik Mutabakatı olarak biliniyor. İncirlik Mutabakatı taraflarca imzalanmamış olup sadece sözlü mutabakat gereğince önce ABD daha sonra başka ülkeler de olmak üzere çok sayıda savaş uçağı, asker, silah (HIMARS gibi) ve istihbarat sistemi (NATO AWACS'ları, füze savunma sistemleri dahil) Türkiye'de konuşlandı. Yabancı savaş uçakları Türkiye'den izin almaya gerek duymadan Suriye'de operasyonlar düzenledi, düzenliyor.

IŞİD karşıtı koalisyonun yayımladığı bilgilere göre 60'dan fazla yabancı ülke savaş uçağı, 1.200'den fazla yabancı asker Türkiye'de konuşlanmış durumdadır. İşin ilginç tarafı, tabi ki Türkiye tek taraflı kimseye sormadan bunu durdurabilir ancak, yabancı asker ve uçakların sayıları ve görev süresinin önü açıktır, bir sınırlama gözükmemektedir. Aylardır IŞİD'in artık bittiği dillendirilmesine, özellikle ABD uçaklarının PYD/YPG'ye verdiği destekle Suriye kuzeyindeki alanlarını genişlettiği bilinmesine rağmen halen İncirlik Mutabakatına son verilmemesi, ABD'nin YPG'ye askeri desteğine karşı bir koz olarak kullanılmaması, hatta tek bir imada bile bulunulmaması anlaşılır değildir. Bu anlaşılmazlık içinde, "Türkiye'deki yabancı askerler bizim bilmediğimiz başka bir şey için mi beklemektedir?" sorusu akla gelmektedir.

Sonuç olarak; 

Yukarıda çizilen resim kuşkusuz Türkiye açısından olumsuzdur, ciddi tehlike ve tehditlere işaret etmektedir. Bütün bunlara Türkiye içinde son yıullarda iyice artan kutuplaşmayla birlikte iç cephede yaşanan kırılganlık ve zayıflama, devlet yönetiminde kurumsal karar sürecinin devre dışı bırakılmasıyla devlet yönetiminde yaşanan yönetişim sorunlarını eklemek lazım.

Böyle bir ortamda, Türkiye'nin icra ettiği Afrin harekatı önemlidir, hele başarıyla sonuçlandırmak tabi ki çok önemlidir. Burada elde edilecek keskin bir başarı Türkiye'nin elini güçlendirecektir. Ancak içinde ve sınırlarının hemen dışında Türkiye'yi kuşatan büyük bir tehdit halkası  (üstelik NATO ittifakı içinde müttefik oldukları ABD ve Yunanistan gibi, üye olmaya çalıştığı AB, Suriye'de kritik işbirliği yaptığı Rusya tarafından) varken iç ve dış politikada sadece Afrin'e odaklanmak, Afrin'de zafer elde edilince herşeyin düzeleceğini, tehditlerin bertaraf edileceğini düşünmek ve bunu kamuoyuna anlatmak doğru değildir.
Yukarıda başlıklar altında ifade edilen tehdit noktalarının her biri ayrı ayrı tehdit senaryolardır. Bununla birlikte, Türkiye'yi hedefine almış bu tehdit noktalarını yaratan güçler işbirliği yaparak ya da domino etkisiyle tehdit noktalarının peş peşe harekete geçip tehdit kuşağının sıkışarak Türkiye'yi hareketsiz bırakması ya da hareket alanının daraltması en büyük tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'nin dış politikası, savunması ve güvenliği iç politikaya malzeme yapılmadan ve tek bir noktaya odaklanarak değil resmin büyüğü düşünülerek ele alınmalı, Türkiye'nin bekası ve çıkarları esas olmalıdır.


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/kusatilmis-turkiye-ve-afrin-harekati


***

2 Eylül 2018 Pazar

Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin katkıları (!)


Cahit Armağan Dilek
cahitdilek@yahoo.com

Duayen Gazetecimiz Arslan BULUT'un 06 Ağustos'taki köşe yazısındaki "Fırat'ın doğusu" tabiriyle ilgili tespitleri önemli.

Özet olarak; 100 yıl önce Sevr ile Metinlere giren tabirin aslında siyaset dilindeki yerinin çok daha eski olduğunu belirtiyor. 
Tahrif edilmiş Tevrat'ta Yahudilerin vatanı olarak gösterilen yerin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 2006'da yayımlanan haritada "Free Kürdistan"ın 
kuzey-batı sınırları olarak karşımıza çıktığını belirtiyor.

***
Biz de bazı bilgiler ilave edelim. Fırat'ın doğusuna tabirine Haziran 2015'te Türkiye, önemli ancak kendi "aleyhine" olacak bir anlam kazandırdı!

O tarihte TelAbyad'ın düşüp YPG'nin Fırat'ın doğusunun tamamını kontrol etmesi üzerine Türkiye Fırat'ın batısına geçilmesini kırmızı çizgi ilan etti. 
Böylece Fırat'ın doğusundaki YPG kontrolü zımnen kabullenildi.

Mayıs 2016'da ABD-YPG ortaklığındaki Menbic operasyonuna, sonrasında YPG'nin Fırat'ın doğusuna çekilme şartıyla(!) Türkiye razı oldu. 
YPG Menbic'ten çekilmedi, aksine varlığını artırdı. Fırat'ın doğusu tabiri artık YPG terör yapılanmasının kontrol ettiği bir bölgenin adı olmuştu.

Şimdi Menbic sınırında peşrev atar gibi devriye atıyoruz, sayı sayıyoruz. Ama güreş tutacak halimiz yok.

Menbic " Papaz krizi "yle sarsılan Türk-Amerikan ilişkilerinin kopmadığını gösterme adına her iki taraf Menbic'e sarıldı, askeri ilişkilerin sözde etkilenmediğini buradaki devriyeler üzerinden gösteriyor.

ABD-Türkiye krizleri uzun vadede bitmeyeceğine göre Menbic'te statüko değişmeyecek, peşreve devam edilecek, Fırat'ın doğusuna uzaktan bakılacak gibi.

ABD ve Rusya gevşek merkezi yönetimden yana

İsrail'in güvenliği önceliğiyle Suriye'de bulunan ABD, sözde IŞİD gerekçesiyle desteklediği PKK'nın Suriye'nin dörtte birini, önemli tarım-su-enerji 
kaynaklarını kontrol altına almasını sağladı.

ABD/İsrail'in Suriye'de federal yapı istediği aşikâr. 7 yıllık savaş çok şeyi değiştirdi. Şam'ın zayıfladığını gören İsrail yeniden Esad ile devam edilebileceğini 
söylüyor.

Rusya muhtemelen kendi yönetim sistemini, sahada değişen gerçekleri dikkate alarak daha Astana sürecinin ilk toplantılarında taraflara Suriye anayasa 
taslağı dağıtmıştı. ABD'nin katkı verdiği bilinen taslakta Suriye'de Kürtlere yönetimsel ve kültürel özerklik verilmesi öneriliyordu. Aslında iş çoktan bitmiş!

Bu PYD için büyük kazançtı. Henüz başlamamış müzakerelerde başlangıç noktası bu olursa daha neler kazanamazdı ki!

Rusya da Fırat'ın doğusunu kabullendi

Türkiye'nin düştüğü hataya Rusya da düştü. Haziran 2017'de ABD'nin bir Suriye uçağını düşürmesi üzerine Fırat'ın batısında ABD uçaklarını gerekirse 
düşürebileceğini açıkladı. Açıkça Rusya da Fırat'ı sınır olarak kabul etmişti.

Artık Fırat'ın batısındaki Menbic, Tabka, Rakka ve enerji kaynakları PYD'nin anayasal taleplerinin karşılanması için müzakere edilebilirdi. 
Türkiye'nin karşı durması nedeniyle Astana ve Cenevre süreçlerine dahil edilemiyordu. Putin-Trump mutabakatlarıyla Şam-PYD alt düzlemde 
görüşmelere başladı, Türkiye engeli aşıldı.

Fırat'ın doğusunun statüsü işte bu müzakerelerde belirleniyor. Suriye anayasa komitesine sadece buradaki mutabakatları yazmak düşecek.

Irak'ta öyle olmadı mı? Barzani'nin talepleri önce Geçici İdari Yasaya yazıldı, oluşan fiili durum Irak anayasasına aynen aktarıldı.

Irak'ın Revize edilmiş kopyası Suriye'ye.

Karşınızdakini olduğundan kuvvetli veya zayıf değerlendirmek size kaybettirir. PYD'nin Şam ile müzakeresini ABD zorda, kaybetti şeklinde nitelemek 
gerçekçi değil. ABD ve Rusya "Suriye'deki aktörleri zorlamıyoruz, kendileri çözüm üretiyor" algısı yaratıyor. İkisinin de büyük yatırımlar yaptığı Suriye'deki 
gelişmeleri oluruna bırakmaları mümkün değildir.

Irak ve kuzeyinden alınan derslerin Suriye'ye yansıtıldığını görüyoruz. Fırat'ın doğusunda Rusya onaylı ABD güdümünde PKKistan oluşturuluyor. 
Irak kuzeyindeki Peşmerge rolünde burada Kuzey Suriye Savunma Gücü kuruluyor.

Türkiye ise tehdidin önceliğini tespit etmekte büyük hata yaptı, bunda ısrar ediyor. Bunun son örneği Menbic yol haritası.  Menbic sınırında patinaja devam.

Bu yolla Menbic'te sınırın ötesine geçemeyecek Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna da geçemeyeceği kafalara kazınıyor.

Son günlerde Rusya'dan yansıyan "denetime tabi yerel yapılar" söylemleri bunu teyit eder niteliktedir. Fırat doğusunda özerk bir yapı oluşacak, işin özü bu. 
Seviyesi kapsamını tartışıyorlar, kimin eli kuvvetli göreceğiz, ama biz devre dışıyız.

Papaz, yaptırım, ekonomik krizlerle bunun üstünü örtmeyin, mazeret yapmayın. Daha İdlib var, İran var, var da var. Menbic kandırmacasına son verin, 
Fırat'ın doğusunda oluşan PKKistan'ı milletten saklamayın.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/firatin-dogusuna-turkiyenin-katkilari-48408yy.htm

***

4 Aralık 2017 Pazartesi

Barzani geri adım atar mı? Bu aşamadaki geri adımda kaybeder mi?

Barzani geri adım atar mı? Bu aşamadaki geri adımda kaybeder mi? 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
FİKİR TANKI,
Cahit Armağan Dilek tarafından 
02 Ekim 2017 Pazartesi 22:57'te yazıldı.

Barzani geri adım atar mı? Bu aşamadaki geri adımda kaybeder mi? 
Barzani'den geri adım atması isteniyor. Eğer geri adım atarsa Bağdat ile müzakerenin yolu açılacak, uygulamaya geçen az sayıda yaptırım kalkacak ve 
Türkiye'nin yeniden erdemli dostu olacak... 

GERİ ADIM NE DEMEK? 

Peki Barzani'nin atması istenen geri adımdan kasıt ne? Referandumun iptal edilmesi.... 

Barzani "tamam referandumu ve sonuçlarını iptal ettik" derse her şey çözülecek mi? Öyle veya böyle referandumdan çıkan yüzde 92'lik evet oy unutulacak mı, 
hafızalardan silinecek mi, hiç konuşulmayacak mı? 

Tabi ki hayır... 

.............BARZANİ'NİN GERİ ADIMI ASLINDA İLERİ ADIM OLACAK...... 

Bağdat ile başlayacak müzakerelerde, pazarlıklarda, dış ilişkilerinde o %92 Barzani'nin hep yanında, cebinde, masada olacak... 

Referandum sonuçlarını iptal eden Barzani pek ala yeni bir kararla "hayır referandum sonuçları geçerli, biz uygulamaya sokacağız" da diyebilir... 
Bir toplantılık iş ya da tek talimatlık bir konu,Dolayısıyla, Barzani'ye referandum sonuçlarını iptal kararı aldırtınca kazanacağını, müzakereyle Barzani'yi yola getireceğini sananlar aslında Barzani'ye ileri bir adım attırıyorlar... Referandum yapılmasıyla oluşan durum aynen şudur; atı alan Üsküdar'ı geçti. Peki ne yapılmalı? Yukarıda ifade ettiğimiz gibi referandumu yapmış, %92 evet oyu almış Barzani referandumu iptal ettim gibi sadece söylemde kalacak bir karar açıklasa da mevcut koşullarla müzakere masasına oturduğunda halen avantajlı konumda ve kazanan taraf pozisyonunda dır. 

......... BAĞDAT-BARZANİ MÜZAKERELERİ HANGİ ŞARTLARDA BAŞLAMALIDIR?.............. 

Barzani, ile sadece söylemde kalacak referandum iptal açıklaması üzerine müzakereye geçildiğinde Barzani ile görüşülecek tek konu bağımsızlık ilan süreci olacaktır. 
Hem de BM gözetiminde yapılacak bu görüşmeler Barzani'ye meşruiyet kazandıracaktır. Dolayısıyla Irak anayasasına göre hakkı olan konuların 
garantiye alınmasının, ki bağımsızlık referandumu anayasa dışı bir konudur, sağlanacağı bir müzakere sürecine geçilebilmesi için referandumu yok sayacağını ve masaya getirmeyeceğini taahhüt etmesi, fiilen kontrolünde olan yani işgal ettiği Kerkük'ü ve Musul barajıyla Musul ilindeki yerler dahil tartışmalı 
bölgeleri Bağdat'a terk etmesi, anayasaya aykırı biçimde satıp gelirine el koyduğu aslında bütün Iraklılara ait Kerkük petrolünü Bağdat yönetime 
devretmesi, sınır kapılarını işleterek gelirine el koyduğu sınır kapılarını merkezi yönetimi devretmesi de gerekir. Barzani yönetimi ile Bağdat yönetiminin 
aşlayacağı bir müzakere sürecinin başvuru şartları bunlar olmalıdır. 

..........BARZANİ DEĞİL KARŞISINDAKİLER GERİ ADIM ATIYOR........... 

Peki gelişmeler neyi işaret ediyor? Askeri-politik alandaki gelişmeler Brazani'nin değil karşısındakilerin geri adım attığına işaret etmektedir. Barzani'ye yönelik 
eleştiriler ve tepkilerin yumuşadığı görülmektedir. Ekonomik ambargo, enerji yaptırımı, siyasi yaptırım konulacağını, Barzani'nin yaptığına pişman 
edileceğini iddia edenlerin söylemlerini yumuşatarak "haydi referandumu iptal ettim de, eski ilişkilere kaldığımız yerden devam edelim" seviyesine gelmiştir. 
Barzani'nin duruşunda ise hiçbir değişiklik görülmektedir. Barzani yönetimiyle Bağdat arasında diyalog tesis etmeye yönelik girişimler artmıştır. 

KARŞISINDA GÖRÜNEN CEPHENİN YUMUŞADIĞINI, DİRENÇ GÖSTERMEYECEĞİNİ GÖREN BARZANİ GERİ ADIM ATMAYACAK, (AT) MIŞ GİBİ YAPACAKTIR. BARZANİ'NİN REFERANDUM SONUCUNDAN GERİ ATMAYACĞININ EN SON SOMUT İŞARETİ REFERANDUMUN AĞIRLIK MERKEZİ OLAN, BÜTÜN TARTIŞMALARIN MERKEZİ OLAN KERKÜK'Ü BU ORTAMDA BUGÜN (02 EKİM) ZİYARET ETMESİDİR. 

Referandumu yapmış Barzani müzakereye döneüşecek bir diyalog kurulmasına çoktan razıdır. Bağdat'ı masaya oturtmuş olmak Barzani'nin başarı hanesine yazılacaktır. Barzani için müzakerinin başarıya ulaşması şart değildir. BM ve uluslararası toplum gözetiminde müzakere bir kez başlayıp kısa da sürse 
bunun sonucu Barzani'nin tek yanlı bağımsızlık ilanıdır. Burada dikkat edeceği husus ABD ve Batı ülkelerinin şimdi zamanı değil diyerek referandumu erteletmek istedikler tarihe kadar, ki bu 2018 ortalarıdır, müzakereyi öyle veya sürdürebilmek olacaktır.

..........BARZANİ GERİ ADIM ATSA DA KAZANIYOR, KARŞISINDAKİLER KAYBEDİYOR...........

 Bu durum şunu gösteriyor. Eğer yukarıda belirttiğimiz şartlar tesis edilmeden sadece Barzani referandumu iptal ettik açıklamasıyla başlatılacak müzakere Barzani'nin geri adımı değil bilakis daha da ileri adım atmış ve kazanmış olmasıdır. Çünkü dedik ya atı alan Üsküdar'ı geçti. 
Diş macunu tüpten çıktı, oy sandığa girdi bile. Burada asıl tehlike şuanda Barzani'nin karşısında durduğunu söyleyen ülke ve yöneticilerinin kendi 
toplumlarını ve uluslararsı camiayı Barzani'nin sözde geri adımını Barzani kaybetti, sorun çözüldü, Irak bölünmeyecek, Barzani bağımsızlık ilan edemeyecek diye kandırmasıdır. Dolayısıyla bu aşamada karşısındakilerin yasak savam şeklinde öne sürdükleri referandumdan geri adım at söylemini yerine getirecek Barzani kazan olurken karşısındakiler, ki bundan kastımız Türkiye'dir, kaybeden olur.

Cahit Armağan Dilek tarafından 02 Ekim 2017 Pazartesi 22:57'te yazıldı.


***

22 Eylül 2017 Cuma

IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük

IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük




Yazar: Cahit Armağan Dilek

Barzani ABD, İngiltere, Fransa ve Birleşmiş Milletler'den oluşan dörtlünün referandumun ertelenmesine yönelik 13 Eylül'de önerdikleri alternatif yeterli güvence ve garantiler mevcut değil diyerek geri çevirmesi Irak'ın kuzeyindeki kaosu, çatışma riskini ve belirsizliği daha da artırdı.

Bugün itibarıyla sahada, siyasette ve diplomaside ilgili aktörlerin aldığı pozisyon şunu göstermektedir: Barzani'nin ısrarla yapmak istediği referandumun yapılması Barzani açısından diğer dörtlü grubun alternatif önerisiyle ertelenmesiyle oluşacak durumdan çok daha kötü bir durum yaratacaktır. Barzani teklifi "şimdilik" kabul etmeyerek adeta blöf çekmiş, içeriğini tam bilmediğimiz öneride daha fazla lehte hükümlerin yer almasını sağlamayı hedeflemiştir. Barzani'nin bu açgözlülüğü ve bilinç altındaki "ya yine kandırılırsak, hazır avantajlı bir konjonktür yakalamışken bunu kendi lehimize kullanalım" güdüsüyle reelpolitiği zorlayan bir tutum içine girmesi Barzani'nin kaybetmeye başladığı nokta olmuştur.

Kürdistan'ın Kudüs'ü Kerkük Olmadan Olmaz

Barzani karşındaki cephe şimdilik bu blöfü ve açgözlülüğü görmüştür. Bu karşılıklı restleşme nedeniyle de arazide de durum Barzani aleyhine, bölge ülkeleri ve Türkmenler lehine  gelişmektedir. Kerkük'te Türkmenlerin ve Arapların referandumu boykot edecek olmaları, Türkmenlerin direneceklerini göstermeleri, Bağdat/İran destekli Haşdi Şabi'nin Kerkük'te Peşmergeye karşı pozisyon alması, Kerkük Valisinin görevden alınması ancak bunun tanınmadığın hem vali hem de Barzani yönetimince açıklanması nedeniyle oluşan siyasi boşluk Kerkük'te referandumun yapılmasını fiziken neredeyse imkansız hale getirmektedir. Dolayısıyla Kerkük'te şu anda oluşan askeri politik durum referandumunun yapılmasına izin vermeyecek durumdadır. Bu da Barzani'nin sadece mevcut yasal sınırları içinde yapacağı bir referandumu anlamsız hale getirecektir. Çünkü hep söylediğimiz gibi bu referandumun amacı bağımsızlık istendiğini göstermekten çok Kerkük ve diğer sözde tartışmalı toprakları Barzanistan ya da Kürdistan sınırlarına dahil etmektir. Bu nedenle Kerkük konusu bu referandumun ağırlık merkezini oluşturmaktadır. Onun içindir ki bütün gruplar aktörler orada pozisyon almakta üslenmektedir ve hatta ilk sıcak çatışmalar da orada yaşanmıştır.

Kerkük'ün dahil olmadığı bir bağımsızlık referandumu hem Barzani'nin kişisel siyasi hedeflerinden hem de bölge insanının büyük hedefleri olan bağımsız büyük Kürdistan hayalinden vazgeçmek zorunda kalmalarından başka birşey değildir. Çünkü Kerkük ile bağımsız bir Kürdistan'ın sürdürülebilmesi için gerekli ekonomik kaynağı sağlaması hedeflenmektedir. Bunun yanında bölge insanı üzerinde oluşturulan algı itibariyle "Kürtlerin Kudüs'ü" olarak sunulmaktadır. Bu anlamıyla da Kerkük Kürtler için etnik/dinsel açıdan kutsal bir sanal davayadönüştürülmüştür. Ancak Kerkük'ün bir Türk şehri olarak kurulduğu ve yüzlerce yıllık Türk kimliğini yok sayan, gerçeklere dayanmayan bir davadan sonuç almak mümkün olmayacak, Kerkük'ün gerçek sahipleri buna izin vermeyecektir.

Ayrıca IKBY meclisinde görüşülmüş ancak halk oyuna sunulamamış yani henüz yasallaşmamış taslak Kürt Bölgesel Yönetimi Anayasasında çizilen sınırlar içine edilmiş ve sözde Kürdistan'ın başkenti yapılması hedeflenen Kerkük'ün referanduma dahil edilemeyecek olması büyük Kürdistan hayalinin de suya düşeceğinin en önemli işareti olacaktır. Burada bağımsız bir Kürdistan kurulmasına açıktan destek veren tek ülke olan İsrail'in durumuyla hedeflenen Kürdistan arasındaki ilginç bir benzerliği de ifade etmekte fayda var. Bilindiği üzere İsrail Kudüs'ü kendi başkenti olarak ilan etmiş fakat BM ve uluslararası toplum Kudüs'ü değil Tel Aviv'i başkent olarak kabul etmiştir. IKBY de başkent olarak Erbil'i ilan etmiş ancak bahsedilen taslak anayasasında başkentin değiştirilebileceği ifadesi yazılmıştır. Bundan muradın birgün Kerkük'ün başkent olarak ilan edilmesidir. Barzani bir şekilde referandumu şimdi ya da ertelenmiş haliyle yapsa ve sonrasında da bağımsızlığı ilan edip Kerkük'ü başkent ilan etse İsrail ve Kudüs'ün durumuna düşmesi büyük ihtimaldir.

Barzani'nin pazarlık çıtasını çok yüksekte tutarak kendisine yapılan alternatif önerisini uygun ve yeterli görmemesi, karşısındaki cephenin genişlemesine ve tutumlarının sertleşmesine neden olmuştur. Daha önce sürekli ertelemeden bahseden ABD'den ilk defa referandumun iptal edilmesi sesleri gelmeye başlamış ve artık iptalden bahseder olmuştur. İran'ın en baştan buyana olan sert tutumu, sahada yapacaklarını (sınırın kapatılabileceği, anlaşmaların gözden geçirileceği vs) somut olarak açıklamasıyla devam etmiştir. Baştan buyana sanki Türkiye'yi ilgilendirmiyormuş gibi davranan Türk hükümeti, özellikle ABD'nin tavrını sertleştirmesiyle birlikte, referandumun Türkiye'nin ulusal güvenlik meselesi olduğu değerlendirmesine ulaşmış, 22 Eylül'de sert somut tedbirler açıklayacağını bildirmiştir. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de referandumun yapılmasını uygun görmediklerini açıklamak durumunda kalmıştır. İsrail ise bilinen pozisyonunu yani bağımsız Kürdistan'ı destekleyeceklerini bir kez daha açıklamış, hatta referandum etkinlerine destek olmak üzere IKBY'ye İsrail'den yetkililerin geldiği haberleri medyaya yansımıştır.

Rusya'dan siyasi destek ve Rus ruleti

Barzani, kendisinin ve makamının hiçbir yasal dayanağı olmadığı gibi referandum kararının da yasal dayanağının olmadığını, yapılacak bir referandumun uluslararası gözlemciler gözetiminde yapılmayacak olmasının referandumun ölü doğmasına yol açacağını, bölgesel ölçekte İran veya Türkiye, küresel ölçekte ABD veya Rusya'dan birinin tam desteğini almadan direnişini sürdüremeyeceğini, bağımsızlık yolunda ilerleyemeyeceğini çok iyi bilmektedir.

ABD, Türkiye ve diğer ülkelerin Barzani'nin referandum yapılacağını açıkladığı 07 Haziran'dan sonraki süreçte yumuşak bir tepki göstermesi bölgede bugün oluşan gergin ve yer yer çatışmalı ortamın oluşmasına neden olmuştur. Az sayıda uzmanın aylar öncesinden söylediği "referandumun bölgede çatışmalara yol açacağı öngörüsü ve Türkiye'nin güvenlik ve bekasıyla yakından ilgili olduğu tespiti" o zamanlar Türk hükümetince gerektiği gibi karşılık bulmamış, ancak ABD'nin son sert çıkışı sonrasında Türk hükümeti de rol kapma görüntüsü veren benzer sertlikte ve iç politika hesapları nedeniyle bir politika değişikliğini yapmak zorunda kalmıştır
Tabi bu arada şu noktayı akılda tutmakta fayda vardır. Görünürde Barzani tek başına kalmış, diğer tüm aktörler karşısında cephe almış gibi gözükmektedir. Bu görüntüye çok da kanmamak gerekir. Çünkü hiçbir güce dayanmayacak Barzani'nin böyle bir duruş sergilemesi pek de mümkün değildir. Aksine, acaba Barzani bu sözde tavizsiz duruşunu korurken dayandığı güç nedir sorusunun belki de cevabını içeren bir görüntü olabileceği fark edilmelidir. Örneğin, Rusya'nın bu cephe içinde pozisyon aldığını gösteren bir belirti yoktur. Evet, Rus yetkililer referandum konusunun Erbil-Bağdat diyaloguyla çözülmesi fikrini ifade eden standart açıklamalar yapmışlardı ancak daha ileri giden bir çıkışı olmamıştı. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, 20 Eylül'de Moskova’da düzenlenen basın toplantısında ülkesinin referanduma ilişkin tutumunun sorulması üzerine Rusya'nın bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünden yana olduğunu söyledi. Peskov, Rusya'nın referandum sonucunu tanıyıp tanımayacağı yönündeki sorunun karşısındaysa, şu an için bu konuda yorum yapmak istemediğini ifade etti.

Bununla birlikte Barzani'nin dörtlü heyetin kendisine sunulan öneriyi yetersiz gördüğünün açıklamadığı günlerde Rus şirketi Rosneft'in Barzani yönetimiyle bölgeden çıkan doğal gazın hem bölgesel yönetim sınırları içinde kullanımı hem de Türkiye üzerinden Avrupa'ya ihracı için boru hattı anlaşması imzalamaya hazırlandıklarını açıklaması Barzani'nin sırtını dayadığı güç Rusya mı şüphelerini kuvvetlendirecek bir gelişme olmuştur. Rusya'nın hem İran hem de Bağdat yönetimiyle karşılıklı çıkarlara dayanan iyi ilişkileri olduğu, referandum krizinin çözülmesinde Rusya'nın kritik bir rol üstlenebileceği de gözardı edilmemelidir.

Hodri meydan, yapabiliyorsan yap

Şu andaki aktörlerin pozisyonları dikkate alındığında belki de yapılması gereken husus Barzani'ye "haydi hodri meydan, eğer yapabiliyorsan referandumu yap" restinin çekilmesidir. Tabi ki Kerkük'ü içermeyen öyle veya böyle yapılacak bir referandumun da kritik etkileri olacaktır. O bölgede yaşayan gruplar arasındaki düşmanlıkların daha da artması ve çatışmaların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Ancak, Barzani Kerkük'ü içine almayan, hiç bir somut sonuç getirmeyecek referandumu yapmak istemeyecektir. Böylece Barzani'nin bir süredir sanki söyledikleri mutlaka yapılması gereken bir güç merkeziymiş şeklinde oluşturduğu algının boş olduğu ortaya çıkacaktır. Barzani kaybedecektir. Bu şartlarda Barzani direnişini devam ettirecek olursa intihar etmeyi seçmiş demektir. Her ne kadar referandum krizinin en kritik günlerinde açıklanan Rusya-IKBY doğal gaz boru hattı anlaşmasının enerji ve ekonomik getirisinin hemen yansımayacağı bilinmesine rağmen referandum sürecinde Barzani'ye yönelik önemli bir siyasi destek anlamına geldiğini ve belki de Barzani'yi sert duruşa iten ve tabiri yerindeyse Barzani'yi Rus Ruleti oynamaya yönelten bir etken olduğu görülmelidir.

Her ne kadar Rusya gibi bir ülkeden önemli bir siyasi destek almış olan Barzani'nin Rus ruletine devam etmemesi ve ABD liderliğindeki dörtlü grubun önerisini ya da onun güncellenmiş halini, ki Türkiye-Fransa-BM öncüğünde yeni bir öneri hazırlandığı da konuşulmaktadır, kabul etmesi beklenebilir. Çünkü Rus ruleti Barzani'nin Kerkük'ü tamamen kaybetmesine yol açabilecektir ve Barzani'nin kendileri için intihar anlamına gelecek Kerkük'süz bir çözümü kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü ABD'nin referandumun bu haliyle meşru olmadığını gündeme getirmesi ve hatta iptal edilmesinden bahsetmeye başlaması, iptal talebin dillendiren ülke ve kuruluşların sayısının artması,  Barzani'ye aklını başına topla mesajıdır ve Barzani'nin uluslararası camianın önerdiği alternatifi kabul et dayatmasıdır. Son 24 saatte gelen bilgiler bile Barzani'nin belli şartları içeren bir anlaşmayla referandumu ertelemeyi kabul edeceği olasılığının arttığını göstermektedir. Ancak Barzani'nin Rusya'nın açıktan görülmeyen siyasi desteğinin etkisinde kalması ve referandumu yapmakta ısrar etmesi sürpriz sayılmamalıdır.

IKBY'nin garantörü olmak ve Kürdistan'ı Türkiye'ye kurdurmak

Barzani'nin referandumun ertelenmesini kabul etmesi birçok medyada yer aldığı gibi geri adım falan değildir.Aksine,Barzani'ye önerilen ve uluslararası meşruiyetin kapısını aralayarak bağımsızlığın önünü açacak erteleme alternatifi Barzani'yi uçurumun kenarından alacağı gibi gerçekten bir güç merkezi olarak yeniden doğması ve bağımsızlık hayalinin gerçekleşme garantisi olacaktır.
  Böyle bir sonuç tam da Barzani'nin istediği gibidir ve Barzani'nin "şartlı tuzağının" hayat bulmasıdır. Bu durum bölgeye yönelik küresel hedefleri olan bölge dışı aktörlerin işine gelebilir. Ancak bölge ülkeleri İran, Irak, Suriye ve Türkiye için tek doğru seçenek referandum seçeneğinin tamamen ortadan kaldırılması yani yaptırılmaması ve uluslararası camianın Barzani'ye güvence verecek herhangi bir anlaşma metininin hayata geçirilmemesidir.

Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun IKBY'ye alternatif öneri verilmesine yönelik yeni çalışmaya katılmakta çok istekli davranması ve hatta Türkiye'nin IKBY'nin anayasal çıkarlarının garantörü olabileceğini açıklaması ta en baştan buyana yanlışlarla dolu Suriye-Irak-IKBY politikasına eklenen yeni halkalar olacaktır. Ve Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik tehditler artarak devam edecektir. Çünkü referandumu erteleme adına IKBY'nin bağımsızlığının önünü açacak, Barzani'ye meşruiyet sağlayacak uluslararası bir belgeyi desteklemek ve bu belge çerçevesinde IKBY'nin garantörü olmak IKBY'ye abilik yapmak, haklarını koruyup kollamak değil çok açıkça bağımsız Kürdistan'ı kendi ellerimizle kurup başımıza bela etmekten başka bir şey değildir.



***