EKONOMİK KRİZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EKONOMİK KRİZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Temmuz 2017 Pazar

DARBELERİN EKONOMİK ETKİSİNİN ANALİZİ, BÖLÜM 10

DARBELERİN EKONOMİK ETKİSİNİN ANALİZİ, BÖLÜM 10

SONUÇ VE TEKLİFLER 

1. SONUÇLAR: 

1.1. Siyasi ve sosyal sonuçlar 

- Demokrasilerde, “milli iradenin” dokunulmazlığı esastır. Türkiye’de her on yılda bir gerçekleştirilen darbeler, “milli iradeyi” yok ederek, demokrasinin kesintiye uğramasına yol açmış; Türkiye’nin “kanun devletinden”, bir “hukuk devletine” dönüşmesini engel olmuştur. Milletin temsil hakkını tehlikeye düşürecek her müdahale demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi evrensel değerleri 
çiğnemek anlamına gelmektedir. Millet iradesinin sürekliliği ve aksatılmaya uğratılmaması temsili demokrasinin temelidir. Bu yüzden demokrasi, her koşulda korunması gereken ve kültür benliğimize nakşedilmesi gereken bir değerdir. 

- Sivil toplumun gelişmesi halkın huzur ve refahının sağlanmasıyla, eğitim seviyesinin ve demokrasi bilincinin gelişmiş olmasıyla mümkündür. Bunun için ise siyasi ve iktisadi istikrarın kalıcı olmasının zaruridir. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de, siyasi ve ekonomik istikrarın olduğu dönemlerde iktisadi ve sosyal kalkınma hız kazanmış; buna mukabil istikrarsız dönemlerde istikrarsızlığın bedelini tüm millet ödemiştir. Darbelerin meydana geldiği ara rejim dönemlerinde, ekonomide yüzlerce milyar lirayı bulan kayıplar yaşanmış; bu dönemlerde ortaya çıkan çıkar çevreleri ve rantiye sınıfı merkezi bütçeden en büyük paya sahip olmuş; finansal vurgunlar yapılmış, milletin vergileriyle oluşan merkezi bütçe talan edilmiştir. 

- Türkiye’deki darbelerin sosyal, siyasal, psikolojik ve önemli ölçüde ekonomik boyutlarının olduğu bilinen bir gerçektir. 28 Şubat müdahalesi de bu etkenler etrafında şekillenerek darbeyi yapanlar açısından söz konusu boyutlar manipülasyon aracı olarak kullanılmıştır. Bu çerçevede 28 Şubat müdahalesini karakterize eden iki ana unsurdan bahsetmek mümkündür. 

- Bir yönüyle ülkede gelişen olaylar karşısında psikolojik ortamın da etkisiyle halkın verdiği tepkiler, diğer tarafta ise devlet içinde bu refleksleri değerlendirerek siyasete müdahale etmeye çalışan yapılar karşımıza çıkmaktadır. Sivil ve askeri bürokrasinin yürütme organına karşı yürüttüğü bu mücadelede halk hem darbe sürecine maruz bırakılmış hem de “halkın hassasiyetleri” öne sürülerek müdahale için bir araç olarak tercih edilmiştir. 

- 28 Şubat’ın ekonomik boyutunun dış etkenlerle birleştiği düşünülen yönünde ise, dönemin Refah-Yol Hükümetinin bir dış politika tercihi olarak kullandığı Müslüman ülkelerle diyalog önceliğinin, belli sivil-askeri bürokrasi çevrelerinde “Laik Cumhuriyeti tehdit eden bir olumsuzluk” olarak formüle edildiği görülmüştür. 

-Buna göre Türkiye’nin Batı sisteminin dışına çıkmaması esastır. Bununla birlikte “havuz sistemi” diye tabir edilen ekonomi politikası düşüncesine karşı, sermaye akışlarının belli bir ideolojik birliktelik temelinde odaklanmasının hedeflendiği ve bunun önemli ölçüde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bu durum, ekonomik anlamda refah düzeyi yüksek kesimlerin büyük ölçüde laikliğin savunuculuğunu yapan sivil-askeri bürokratik elitleri desteklemesi, diğer tarafta yer alan ve çoğunluğu oluşturan görece düşük gelir seviyesindeki kesimlerin ise muhafazakar değerler etrafında kümelenmesi sonucunu doğurmuştur. 

- 28 Şubat dönemine damgasını vuran ve siyasi ve kültürel yönleri daha ağır basan laik-muhafazakar bölünmüşlüğü doğal olarak siyasete de yansımıştır. 28 Şubat atmosferinde hem ülke ekonomisinin gelişmesi yönündeki hamlelerin hem de demokrasi ve insan hakları gibi her milletin hak ettiği evrensel değerlerin geliştirilmesini engelleyen çatışmacı bir siyasetin hüküm sürdüğünü söylemek mümkündür. 

- Koalisyon hükümetinin icraatlarının halka hizmet yönüyle ve ekonomik değer yaratma potansiyelinden ziyade “Türkiye İran mı oluyor?” benzeri sorgulama larla değerlendirildiği görülmektedir. Yapısal olarak “Hükümetin emrindeki” askeri bürokrasinin diğer sivil aktörlerle birlikte, irtica tartışmalarının toplum nezdinde alevlendirilmesinde ve hükümete karşı kullanılmasında öncü rol oynadığı anlaşılmıştır. Bu darbeye yeltenenler açısından toplumdaki dindarlaşma eğilimi Refah Partisinin iktidara gelmesiyle belgelenmiş olmaktadır. 

- 28 Şubat sürecinde özellikle laiklik tanımıyla şekillenen ideolojik tercih, kendisi hariç her türlü farklılığı dışlamış ve düşman olarak görmüştür. Bu yaklaşım irtica kavramını kendi belgelerinde “iç tehdit” başlığıyla resmileştirmiştir. Sivil ve askeri bürokrasinin gücü elinde bulunduran bir bölümünün verdiği kötü sınav, içinde bulundukları Türk Silahlı Kuvvetleri, yüksek yargı ve üniversiteler gibi çok önemli hizmet birimlerinin halkın gözünde “milletin kültür ve kimlik değerleriyle kavgalı” birer yapı olarak değerlendirilmesine neden olmuştur. İrtica temelinde harekete geçirilen ve diğer kamu kurumlarına da sirayet ettiği görülen fişleme dalgalarının yarattığı mağdurlar hiç şüphe yok ki bu sürecin en dertli tanıkları olmuşlardır. 

- Meselenin silahlı kuvvetler açısından belki de en can alıcı kısmı müdahaleyi normal veya rutin bir prosedür olarak görme alışkanlığıdır. Harp Okulu müfredatı almak suretiyle siyaseti yönetmeye talip olmak çözülmesi gereken en öncelikli sorundur. Siyaset kurumuna, siyasetçiye ve genel olarak sivilliğe öncelikle güvensizlik duygusu perspektifinden bakan asker zihniyetinin değişmesi ordunun itibarına önemli bir katkı sağlayacaktır. Bu bakış açısının 28 Şubat sürecinde etkin olan diğer çevreler açısından da değişmesi, Anadolu ve taşranın temsil ettiği muhafazakarlığa tepeden bakan anlayışın terk edilmesi önem taşımaktadır. 

- Türk Silahlı Kuvvetlerinin devletin idari yapılanmasındaki ana unsurlar ile demokrasinin yaşamasına katkı sağladığı düşünülen basın, üniversite ve sivil 
toplum kuruluşları üzerindeki ölçüsüz etki ve baskısı 28 Şubat darbesini kaçınılmaz kılan esas resmi gözler önüne sermiştir. Ordunun bu faktörleri kullanmak suretiyle mesaisinin önemli bir bölümünü milletin iradesiyle iş başına gelen bir 

Hükümeti düşürmeye harcadığı görülmüştür. Askerin yasal olarak kendisine tanınan sınırı ihlal ettiği ortadadır. Bu süreçte oluşturulan güvensizlik ve korku 
havası döneme damga vuran özelliklerden biri olmuştur. Bir anlamda toplumun, karar alma mekanizmalarının ve ekonominin militerleştirilmesine teşebbüs edilmiştir. 

- Bu yönleriyle 28 Şubat sürecini şekillendiren bürokratik ve sivil yapıların, yöneticileri veya etkin konumdaki personelin elinde deyim yerindeyse 
“oyuncak edildiği” anlaşılmaktadır. Başta fişlemeler olmak üzere, kurumsal düzeyde atılmış olan her keyfi adımla birlikte 28 Şubat’ı gerçekleştirenlerin kendi hukuklarını “hukuksuzluk” temelinde oluşturduklarını göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında, esas olarak yasal mevzuatın darbe teşebbüslerine açık kapı 
bırakmayacak şekilde gözden geçirilmesi önem taşımaktadır. 

- 28 Şubat müdahalesi, bir ülkenin ordusunun siyasileşmesini ortaya koyması açısından son derece dikkat çekici bir sürece işaret etmektedir. 
Nitekim Komisyonumuza gelen resmi belgeler ışığında ifade etmek gerekirse, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Refah Partisine olan menfi bakışını iktidara 
gelmeden önce belli ettiği görülmüştür. Koalisyon kurulduktan sonra iktidardan düşmesi için yapılanlar ise kamuoyunun gözü önünde cereyan etmiştir. 
Bununla birlikte, asker dışında sürece katkıda bulunan unsurların etkiye açık veya kullanılmaya müsait görüntüleri de demokratik değerler açısından 
sorgulanmaya muhtaçtır. 

- 28 Şubat’ın geneline bakıldığında asker-toplum ilişkisi açısından ibret alınacak yönlerinin olduğu görülmüştür. Ordu daha önce yapılan darbelerden farklı olarak doğrudan silah tehdidiyle değil, başka bürokratik, siyasi ve toplumsal aktörlerle bu süreci yürütmüştür. Bir bakıma darbeyi kurumsallaştırmıştır. Darbe sürecinde yer aldığı düşünülen ve millet iradesi kavramıyla barışmak gibi bir yol ayrımında olan tüm kesimler için vicdan muhasebesi sürecinin devam ettiği ümit edilmektedir. 
Gelişmiş ekonomi ve siyasi istikrar darbe teşebbüsleri önündeki en önemli bariyerlerdir. Demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesine yönelik olarak alınacak her karar mağdur olmuş vatandaşlarımıza ödenmesi gereken özür borcunun anlamlı noktalarını teşkil edecektir. 

- Sonuç olarak, denilebilir ki, 28 Şubat’ta bir Türkiye klasiği bir kez daha sergilenmiştir. Bu klasiğin adı Türkiye’de Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana asker ve sivil bürokraside var olan ve zaman zaman gün yüzüne çıkan “atanmış-seçilmiş” veya “devlet-hükümet” çekişmesidir. Bir Batılının asla anlayamayacağı bu düşüncenin arka planında, Türkiye’de kendisini devletin gerçek sahibi olarak gören bazı bürokratların, toplumun içinden çıkan seçilmişlere yönelik derin 
güvensizlikleri yatmaktadır. Bu hastalıklı düşünce sahiplerine göre, Türkiye’de seçilmişler, bir başka deyişle siyasetçiler, nihai tahlilde, kendi menfaatlerini 
milli menfaatlerin üzerinde gören kişilerden oluşmaktadır. Bu nedenle, siyasilerin, devlet ve devlet aygıtı tarafından, her zaman ve her şart altında 
yakından takip edilmesi ve gözetlenmesi zaruridir. Bu anlayış, 1982 Anayasasındaki askeri ve yargı vesayetinin arkasında yatan ana etkendir. 

1.2. Ekonomik sonuçlar: 

 - 28 Şubat sürecinde, kamu ve bankalar asli görevlerinden uzaklaşmışlardır. Popülist politikaların finansmanı amacıyla kamu bankalarının kullanılması bu 
bankaların görev zararları yazmalarına neden olmuştur. 2001 krizi sonrasında finansal sistemin güçlendirilmesi sürecinde kamu bankalarının görev zararlarının 
ülkeye maliyeti 21,9 milyar dolar seviyesindedir. Öte yandan yüzde 100 mevduat garantisi altında özel sektör bankaları zayıf denetim altında toplamış oldukları fonları geri dönüşü olmayan ekonomik birimlere transfer etmeleri, öz kaynakları yetersiz ve küçük ölçekli özel bankaların risklere karşı kırılganlığını artırmıştır. Nihayetinde bankacılık görevini yerine getiremeyecek hale gelen şirketlerin yönetimlerine TMSF tarafından el konulmuştur. TMSF’nin yönetimlerini devraldığı 25 banka için 31,4 milyar dolarlık kaynak ihtiyacı doğmuştur. Sonuç olarak özel sektör ve kamu sermayeli bankaların yeniden yapılandırılmasının ülkeye maliyetinin 53,3 milyar ABD doları olduğunu ifade edebiliriz. 

 - Türkiye’de yüksek kamu borçlanma gereğine bağlı olarak artan faiz oranları bir taraftan özel sektör yatırımlarını dolayısıyla da büyüme sürecini olumsuz 
etkilerken, diğer taraftan da bankacılık kesiminin asli görevinden uzaklaşmasına ve daha çok Hazinenin fon ihtiyacına cevap verecek yapıya bürünmelerine 
neden olmuştur. 28 Şubat süreci sonrasında şoklara karşı kırılganlıkların daha da yükselmesiyle 1999 ve 2001 yıllarındaki ekonomik küçülmelerin yatırımlara 
olumsuz yansımaları 47 milyar ABD doları civarındadır. 

 - Devlet iç borçlanma senetlerinin bankaların toplam aktiflerindeki payı 1990 yılında %10 iken, bu oran 1999’da %23 seviyesinde gerçekleşmiştir. 
Kamu kesiminin faiz harcamalarının gayri safi milli hasılaya oranının değişmediğini kabul ettiğimizde 1997-2007 periyodunda yaklaşık 119 milyar ABD doları fazladan faiz giderlerine harcama yapıldığı görülmektedir. 

 - Bunun yanında ilgili dönemde hükümetlerin yapısal sorunlara kayıtsız kalması ve popülist harcamalarını finanse etmek için yüksek faiz oranlarını teşvik 
etmeleri kısa vadeli sermaye akımlarını teşvik etmiş ve kur-faiz arasındaki makasın açılmasına neden olmuştur. Böylesi durumlarda ekonomi kısa vadeli sermaye akımlarına karşı bağımlılık katsayısı yükselmekte ve meydana gelen cari açığın sürdürülemez boyuta ulaştığının hissedilmesinin akabinde sermaye çıkışlarının yaşanması, iktisadi büyümeyi olumsuz etkilemekte ve büyüme performansını istikrarsız kılmaktadır. Bu bağlamda 1999 yılında meydana gelen ani sermaye çıkışlarının ardından ekonomide %6,1 oranında, 2001 yılındaki sermaye çıkışları sonrasında ise gelir seviyesinde %9,5 oranında daralma söz konusu olmuştur. 

İki dönemdeki sermaye çıkışları sonrasında gayri safi milli hasıla düzeyinde toplamda 75 milyar ABD Doları azalış meydana gelmiştir. 

 - Fiyat istikrarının olmadığı, piyasada güven unsurunun eksik bulunduğu ve karlılık oranlarının tahmin edilemediği ekonomilerde doğrudan yabancı sermaye 
girişleri beklentilerin altında kalmaktadır. Küresel bazda sermaye girişlerine yönelik genel eğilimlerin yoğunlaştığı 1994-2001 yılları arasında Türkiye’ye yönelik doğrudan sermaye yatırımları beklentilerin altında kalmıştır. Meksika ve Brezilya örneklerinde 1995-2000 periyodu için doğrudan yabancı sermaye girişlerinin gayri safi yurtiçi hâsılaya oranı Brezilya’da %3 ve Meksika’da %3,2 düzeyinde iken ilgili yıllarda Türkiye için bu oran %0,4 seviyesindedir. 
Milli gelirin %2 seviyesinde sermaye girişlerinin olacağını varsaydığımız takdirde 16,5 milyar $ daha fazla net doğrudan yabancı sermaye girişlerinin olacağını 
söyleyebiliriz. 

 - Öte yandan ulusal parada değer kaybının beklenen etkileri vermesinde ihracat ve ithalatın talep esneklikleri önemlidir. İthalatın ve ihracatın talep 
esnekliğinin yüksek olması devalüasyondan beklenen sonucun alınmasına yardımcı olmaktadır. Tersi durumda ise ihracat ve ithalat rakamları arzulanan 
büyüklükte gerçekleşebilmektedir. Bu açıdan Türkiye’de 2001 yılında meydana gelen devalüasyon sonrasında ihracat, ithalat ve dış borçlar bağlamında aynı 
miktarda yabancı para karşılının daha fazla mal ve hizmet satışı ile gerçekleşmesi nedeniyle kazançtan ziyade maliyet unsuru olmuştur. Ulusal paradaki değer kaybının öncesi ve sonrası kıyaslandığında ihracat, ithalat ve dış borç servisi bağlamında kriz yaklaşık 13,8 milyar dolarlık ek maliyet getirmiştir. 

 - Bunun yanında IMF ile yapılan görüşmeler sonrasında varılan mutabakatlar doğrultusunda 2008 yılına kadar destek kredisinin alınmaya devam edildiği 
görülmektedir. Buna göre 2000-2008 yılları aralığında IMF’den yaklaşık 48,7 milyar dolar destek kredisi alınmış, alınan bu kredinin maliyeti 6 milyar $ 
seviyesinde gerçekleşmiş ve ABD doları bazında %12,3 gibi oldukça yüksek faiz oranından borç alınmıştır. 

 - Türkiye’deki askeri müdahalelerin önemli nedenlerinden birisi askeri kesimin gelir düzeyinin, dolayısıyla da hayat standartlarının gerilemesidir. 
1960 askerî darbesi sonrasında kurulan OYAK’ın 28 Şubat sonrasında siyasal etkinliğini kullanarak finans sektöründe, özellikle de bankacılık alanında önemli 
gelişmeler kaydetmiştir. 28 Şubat öncesinde sıralamaya giremeyen OYAK 2000 yılında 4,9 milyar dolarlık ciroyla Koç ve Sabancı Holding'den sonra üçüncü 
sıraya yerleşmiştir. 

2. Teklifler: 

- Ülkemizde demokrasiye müdahale eden tüm darbe ve muhtıralar ile demokrasiyi işlevsiz kılan diğer bütün girişim ve süreçlerin tüm boyutlarıyla araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kanunla TBMM çatısı altında bir daimi Komisyonun kurulması, 

- Türkiye'de darbelerin zemin bulmasının gerçek sebebi, demokrasimizin güçlü olmamasıdır. Güçlü bir demokrasi, muasır medeniyete ulaşmış dünyada uygulanan evrensel demokratik hukuk normlarının, insan hak ve hürriyetlerinin benimsenmesiyle mümkündür. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği katılım ortaklığının 
sağlanmasıyla ilgili gerekli reformlara devam edilmesi, 

- Demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partilerdir. Siyasi partilerin ve siyasetin kurumsal kimliklerinin güçlendirilmesi için önündeki hukuki ve idari engellerin 
kaldırılmasıyla ilgili yasal düzenlemelerin yapılması, bu maksatla darbe dönemlerinden kalma Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, Yüksek Seçim Kurulu Kanunu gibi mevzuatın gözden geçirilmesi, 

- Ülkemizde demokratikleşme adına atılan her adımın karşılaşılan bir kriz sonucunda gerçekleştiği görülmekte, bugün itibariyle yakın tarihi ve özellikle darbe geçmişi ile yüzleşen Türkiye’de darbe ürünü olan tüm yasa, tüzük, yönetmeliklerin yeniden gözden geçirilmek suretiyle, başta Türkiye Cumhuriyeti 
Anayasası’ndaki askeri vesayet unsurları olmak kaydı ile ortadan kaldırılması ve olağan bir süreç içerisinde milletin arzuladığı çağdaş normlara uygun 
demokratik adımların atılması, yeni Anayasa çalışmalarının bir an önce Uzlaşma Komisyonu’nca neticelendirilmesi. 

- Tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin oluşturulabilmesi için “yargıda teklik prensibi” gereğince, Askeri İdare Mahkemeleri ve Askeri Yargı Kurumlarının 
kaldırılması, sadece disiplin suçları açısından askeri düzenlemelerle sınırlı kalması için yasal düzenlemeler yapılması, 

- TBMM çalışmalarını düzenleyen TBMM İçtüzüğü hükümlerinin günün şartlarına ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak yeniden düzenlenmesi, TBMM Araştırma 
Komisyonlarının çalışmalarıyla alakalı tanımların ve kısıtlamaların kaldırılması, 

- Türkiye’de ve dünyadaki darbelerin bilimsel çerçevede siyasi, sosyolojik ve ekonomik boyutlarının incelenmesi amacıyla, Ankara'daki bir devlet üniversitesi 
bünyesinde “ Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Darbeleri Araştırma Enstitüsü ” kurulması, 

- Darbelerde mağdur olan kişiler ve hak kayıplarıyla ilgili yeni bir TBMM Araştırma Komisyonu kurularak, tüm mağdurlar hakkında inceleme yapılması, 

- Darbeler döneminde yapılan fişlemeler, andıçlamalar vb. faaliyetler ile tutulan dokümanlar ve fişlerin, varsa af kapsamı dışında tutulanların adli sicil 
kayıtlarının yeniden gözden geçirilerek, imha edilmesi, 

- Sivil veya kamu görevlisi olarak adı darbe ve işkence olaylarına karışan kişilerin isimlerinin kamu kurum ve kuruluşları ile kamuya açık yer ve tesislere 
verilmemesi, verilenlerin kaldırılması, 

- 12 Eylül askeri darbesinden üç yıl sonra Danışma Meclisi tarafından çıkarılan 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunundaki “iç tehdit” ifadesinin 
tarif edilerek somut hale getirilmek suretiyle yeniden düzenlenmesi, bütün mevzuattaki “iç tehdit” vb. kavramların buna uyarlanması, 

- Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine, kendi Kanunu dışında, diğer kanun,437 yönetmelik, ve genelgelerle verilen görevlerin günün şartlarına uygun olarak gözden geçirilerek yeniden düzenlenmesi ve MGK Genel Sekreterliğin sivilleşme sürecinin tamamlanması, 

- Türkiye'de darbe kültürünün sona erdirilmesi amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca okullarda ve üniversitelerle, askeri 
okullarda, sivil ve demokratik bir anlayışın geliştirilmesi için kişi hak ve hürriyetleri, demokrasi ve insan hakları kavramlarının geniş şekilde işlenmesi hususunda Milli Eğitim müfredatında gerekli değişikliklerin yapılması, mevcut ders kitaplarında yer alan metinlerin demokrasi ve insan hakları açısından yeni baştan gözden geçirilmesi, darbeci zihniyetin izlerini taşıyan unsurların tamamen çıkarılması için bir çalışma başlatılması, 

- Geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin, üniversitelerde, demokratik, çağdaş, özgürlükçü bir anlayışla yetiştirilmesi için Yüksek öğretim Kurulu 
Başkanlığının günün şartlarına uygun şekilde yeniden yapılandırılmasıyla ilgili çalışmalara destek verilmesi, 

- Milletimizin birlik ve beraberliğini, hür ve eşit vatandaşlık anlayışı içinde toplumsal barışımıza zarar veren ve Türkiye'de uzun yıllar boyunca çeşitli kesimler tarafından istismar edilen sorunların, herkesin kendisini ifade konusundaki hassasiyetleri de gözetilerek yeniden değerlendirilmesi, 

- Darbe dönemlerinde haksız mal edinimleri olan kişilerle ilgili araştırma yapılması önündeki yasal engellerin kaldırılması, 

- Darbe dönemlerinde çıkarılan TSK İç Hizmet Kanunun 35’inci maddesi derhal kaldırılmalıdır. Buna bağlı olarak çıkarılan İç Hizmet Yönetmeliğinin ilgili 
maddeleri de iptal edilmelidir. Darbe dönemlerinde uygulamaya konulan TSK mevzuatının özellikle personel istihdamı, terfi ve göreve son vermeyle ilgili 
maddelerinin hukuk normlarına göre yeniden düzenlenmesi, 

- Güvenlik birimlerinin mevzuatında demokrasi ve insan hakları ihlallerine sebep olabilecek net olmayan hükümlerin ilgili Bakanlıklar ve teşkilatları tarafından 
incelenmesi ve mahzurlu unsurların giderilmesi, 

- Orduya siyaseti sokmadan gerekli hukuki düzenlemeler yapılarak Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, 

 - Askeri bürokrasinin yasama, yürütme ve yargıya müdahalesinin önünün alınması için gerekli hukuki ve cezai yaptırımlar içeren yasal düzenlemelerin yapılması ve darbelerin demokrasi suçu sayılması, 

- Askeri mevzuat içerisinde yer almaması gereken ticari faaliyetlere konu olan ve ordunun da kamuoyu nezdinde imajını zedeleyen OYAK vb. kurumların 
Türk Ticaret Kanunu hükümlerine uygun hale getirilerek, orduyla hukuki bağının kesilmesi, 

- Türkiye’de sivil ve askeri harcamaları millet adına, millet iradesini temsil eden TBMM adına görev yapan Sayıştay tarafından şeffaf bir şekilde incelenip, 
bu konularla ilgili lüzumu halinde Meclise bilgi verilmesi, 

- Banka lisansları her türlü siyasi etkiden uzak olarak, objektif şartlar çerçevesinde, bağımsız kurullarca verilmesi, 

- Gerek Meclis İçtüzüğünde gerekse de 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nda ve ilgili mevzuatta gerekli değişiklikler yapılarak, banka sırrı, müşteri sırrı veya ticari sır niteliğindeki bilgilerin, istenmesi halinde, Meclis Araştırma Komisyonlarına verilebilmesi için gerekli hukuki düzenlemelerin yapılması, 

- Kamuoyunda illegal yapılanmalar olarak bilinen JİTEM, kontrgerilla, derin devlet gibi kavramların karşılığı olan kurum veya kuruluşların, uluslararası 
savunma örgütleriyle ilişkileri varsa incelenmesi, 

- 28 Şubat sürecinde kapatılarak mallarına el konulan vakıflara ait taşınır ve taşınmazlarının iadesi konusunda Vakıflar Genel Müdürlüğünce bir çalışma 
yapılması. 

BÖLÜM DİPNOTLARI ;


341 Altan, Mehmet; Darbelerin Ekonomisi, 7. Baskı, Hemen Kitap Sis Yay., İst., 2012, s. 151. (Altan, Darbeler) 
342 Karaçor, Zeynep; “Enflasyonun Kültür ve Geleneği: Türkiye Ekonomisi Üzerine Bir Analiz”, Türkiye Ekonomisi, Ed. Ahmet Ay, Çizgi Yayınları, 
Konya, 2007, s. 119. 
343 Şahin, Hüseyin; Türkiye Ekonomisi, 3. Baskı. Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1995, s. 229. 
Akaryakıt istikrar fonu %10’dan %25’e çıkarılmış, fakat daha sonra petrol şirketlerinin itirazları üzerine bu oran sıfırlanmıştır. 
344 Şahin, s. 230. 
345 Karluk, Rıdvan. Türkiye Ekonomisi, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1996, s. 415. 
346 Korkmaz, Esfender,“5 Nisan Kararları Ekonomiyi Daha Çok Rayından Çıkardı”, Dünya Gazetesi, 5 Nisan 1995, s. 2. 
347 DTM , 1997 Yılı Başlıca Ekonomik Göstergeler. Ekim-Kasım 1997, s. 50. 
348 Demir, Murat; Türkiye’de Kamu Borçlarının Gelişimi ve Sürdürülebilirliği, Çizgi Kitabevi, Konya, 2009, s. 84. 
349 Karaçor, s. 122. 
350 Doğan, Adem; “Demokrasi ve Ekonomik Gelişme” Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 25, 2005, s. 10. 
351 Doğan, s. 5. 
352 Seviğ, Veysi. Mali Kriz Ortamında Uygulanan Ekonomi Politikalarının Hukuksal Boyutları, Türkiye’de Kamu Ekonomisi ve Mali Kriz, XII. 
Türkiye Maliye Sempozyumuna Sunulan Tebliğ. Belek-ANTALYA: 14-17 Mayıs1997, s. 2. 
353 Rant kollama, bireylerin devletten ekonomik, mali ya da sosyal nitelikli bir transfer elde edebilmek için lobicilik yaparak kaynak israf edici harcamalarda 
bulunması şeklinde tanımlanabilir. Rant kollama terimi ilk kez 1974 yılında Anne Krueger tarafından kullanılmıştır (Krueger, 1974). 
354 Demir, Murat ve Sever Erşan; “Kamu Harcamalarının Gayrisafi Yurt İçi Hasıla ve Faiz Oranları Üzerindeki Etkisi”, Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler 
Meslek Yüksekokulu Dergisi, Cilt: 8, Sayı:1-2, 2005, s. 152 
355 Buchanan James, “Rant Kollama ve Kar Kollama” (Çev. Aytaç Eker), İçinde: Aytaç Eker ve Coşkun C. Aktan, Politik Yozlaşma ve Rant Kollama, Ankara, 
Takav Matbaası, 1994, s. 283 
356 Demir, Sever, s. 153. 
357 BDDK, “Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi”, BDDK Çalışma Tebliği, BDDK Yayn, Üçüncü Baskı, Ankara 2010, s. 10, (BDDK, Tebliğ). 
Ersel, Hasan ve Kumcu, M. Ercan. “İstikrar Programı ve Kamu Dengesi”, Türkiye İçin Yeni Bir İstikrar Programına Doğru, İstanbul: TÜSİAD Yay. No:T/95, 1995, 
s. 149 ABD’de Clinton yönetiminin önerdiği sağlık reformu, kamu açıklarına yol açacağı gerekçesiyle tepki görmüş, piyasanın olumsuz tepkisi üzerine reform 
değiştirilmiş ve uygulaması geciktirilmiştir. 
358 Ersel, Kumcu, s. 149. 
359 Demir, s.121. 
360 Uluatam, Özhan, Makro İktisat. Genişletilmiş 7. Baskı. Ankara: Savaş Yayınları, 1993, s. 302 
361 Büyükdeniz, Adnan: Türkiye’de Faiz Oranları, İstanbul, Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, 1991, s. 22 
362 Yıldırım, Kemal ve Karaman, Doğan: Makro Ekonomi, Eskişehir, Eğt. Sağ. ve Bil. Arş. Çalş. Vakfı, 1999, s. 76 
363 Dufey, Gunter ve Giddy, Ian H. International Money Markets, , Prentice Hall International Inc., New Jersey, 1994, s. 131 
364 Sever, Demir, s. 54. 
365 Vasicek, Oldrich Alfons, “The Economics of Interest Rates”, Journal of Financial Economics, Vol. 76., 2005, s. 293. 
366 Caporale, Guglielmo Maria; Williams, Geoffrey “Long-term Nominal Interest Rates and Domestic Fundamentals”, Review of Financial Economics, 
Vol. 11., 2002, s. 128 
367 Edwards, Sebastian; Khan, Mohsin S (1985) “Interest Rate Determination In Developing Countries:A Conceptual Framework”, NBER Working Paper No: 
1531. http://papers.nber.org/papers/w1531.v5.pdf, s. 4 
368 Poddar, Tushar; Goswami, Mangal; Solé, Juan and Icaza, Victor Echévarria “Interest Rate Determination in Lebanon”, 
April, IMF Working Paper. 2006, s. 5. 
369 Yabancı paranın forward değerinin spot değerinden daha yüksek olması durumudur. 
370 Dua, Pami; Pandit, B.L.;“Interest Rate Determination in India: Domestic and External Factors” Journal of Policy Modeling Vol.24. ,2002, s. 874 
371 Acar, Mustafa, Güncel İktisadi Tartışmalar, Orion Kitabevi, Ankara, 2009, s. 82 
372 Yıldırım, Karaman, s. 76. 
373 Yeldan, Erinç; Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, 7. Baskı, İletişim Yay., İstanbul, 2003, s. 157 
374 Nitekim Komisyona bilgi veren Sayın Ahmet ERTÜRK de söz konusu çarpıklığı “…Biliyorsunuz, İstanbul Sanayi Odasının her yıl yayınladığı 500 büyük firma 
listesi vardır. O yıllarda, 500 büyük firma içinde yer alan 468 özel sektör firmasının -onların içinde çünkü kamu kuruluşları da yer almaktadır- bilançolarına 
baktığımızda, faaliyet dışı kârları yani faiz gelirlerinin net bilanço kârlarına oranı şöyle bir seyir izlemiştir: 1990’da yüzde 33’tür bu, 1996’da yüzde 52’ye 
çıkmıştır, 99’da yüzde 219’a yükselmiştir. Yani şu demektir: Siz 100 liralık bilanço kârını… Yani normal faaliyetlerinizden elde edilen kâr varsa 220 lira da 
faiz gelirlerinden kâr elde etmişsiniz. 99’un bu çok çarpık bir rakamı. 96’da bu 52 lira olmuştur. Yani 100 liralık faaliyet gelirinin 100 liralık bilanço gelirinin 
52 lirası faaliyet dışı gelirlerden yani faiz gelirlerinden oluşmuştur. Bu ne demektir? Bu, özel sektör işletmelerinin ellerindeki nakit kaynakları üretime ve 
yatırıma değil devlet iç borçlanma senetlerine yatırmaları anlamına gelmiştir. Devlet iç borçlanma senetleri yoluyla elde edilen borç ise bütçenin finansmanına 
harcanmıştır. Yani böyle bir kısır döngü içinde o yılları yaşadık. Yine o 468 özel sanayi işletmesinde, 90’la 99 arasında ortalama yıllık yüzde 18,7 reel artış 
göstermiştir faaliyet dışı gelirler. O yıllarda Türkiye’nin reel büyümesi yüzde 3,1’dir. Yani ülkenin milli geliri reel olarak yüzde 3,1 artarken 468 özel sektör 
işletmesi ki bu neredeyse Türk sanayisinin tamamını temsil eden işletmelerdir, bunların faaliyet dışı gelirleri, reel olarak yüzde 18,7 yükselmiştir. Şimdi, bu 
çarpıklıktan en çok yararlanan sektör bankacılık kesimi olmuştur. Bankacılık kesimi de…. Ya da şöyle düzeltelim: Bankacılık kesimi de en az özel sektör 
işletmeleri kadar, ondan da daha fazla bu çarpıklıktan menfaat sağlamışlardır. Ama bu, aynı zamanda, diğerlerinde olmayan, bankalar için geçerli olan önemli 
bir risk unsurunu da üstlenmiş olmaları anlamına gelmiştir. Bu risk, kur riskidir, faiz riskidir, likidite riskidir. Yani bankalar yüksek faizli enstrümanlara 
kaynaklarının önemli bir bölümünü aktarırken aynı zamanda bir faiz riskine, bir kur riskine ve bir likidite riskine maruz kalmışlardır. Nitekim, bu riskler 
gerçekleştiğinde 25 tane banka maalesef batma durumuna gelmiştir…” şeklinde ortaya koymuştur.
375 Akdiş, Muhammed, Faiz Politikalarının Enflasyon Üzerindeki Etkileri ve Türkiye, Ankara, Yimder Yayınları, 1995, s. 149 
376 Büyükdeniz, s. 83 
377 Tarı Recep ve Kumcu Funda Serâ, “Türkiye’de İstikrarsız Büyümenin Analizi (1983-2003 Dönemi)” Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 
Dergisi Cilt:9 2005, s. 156. 
378 Ay, Ahmet, “Tarihsel Süreç İçerisinde Türkiye’de Büyüme”, Ed. Ahmet Ay; Türkiye Ekonomisi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2007, s. 30 
379 Şiriner, İsmail ve Doğru.Yılmaz; “Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamikleri Üzerine Bir Değerlendirme", Yönetim Bilimleri Dergisi, 2/3, 2005, s. 172. 
380 Sever, Erşan, Finans, Dış Ticaret ve Büyüme İlişkisi: Türkiye Analizi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2009, s. 212. 
381 Şiriner, Doğru, s. 172. 
382 Yeldan, s. 49 
383 Tarı, Kumcu, s. 160. 
384 Acar, s. 51-52.
385 Sever, s. 33.
386 Sever, s. 117.
387 Kanunun 4. maddesine göre “Türkiye’de bir bankanın kurulması veya yabancı ülkelerde kurulmuş bir bankanın Türkiye’de açacağı ilk şubesi için Bankalar 
Kurulu’ndan izin alınması şarttır”.
388 Hasan ve Mehmet Reşat Karamehmet'lerin Park Yatırım Bankası, Halis Toprak'ın Toprakbank’ı, Mustafa Süzer'in Konut Endüstri ve Ticaret Bankası – 
Kentbank’ı, İbrahim Betil'in Bank Ekspres’i ile Doğan Grubu'nun Alternatif Bank'ına banka kurma izni verilmiştir.
389 Ural, Mert; “Finansal Krizler ve Türkiye”, Dokuz Eylül Ünv. İİBF Dergisi, Cilt:18, Sayı:1, 2003, s. 15
390 Kırıt Emrah, Anayasal Açıdan BDDK, İstanbul 2007, s. 125
391 Derviş, Kemal; “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”, 14 Nisan 2001, s. 6.
392 BDDK, Tebliğ, s. 9.
393 Toprak Metin, Demir Osman, Türk Bankacılık Sektörü: Sorunlar, Krizler, Arayışlar, Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Dergisi, C. 2, S. 2, 2001, s. 9.
394 BDDK, Tebliğ, s. 12.
395 Nitekim, Komisyonumuza bilgi veren Sayın Ahmet ERTÜRK de bu durumu “…. Banka sisteminin çöküşü -ki 28 Şubat sürecinin en çarpıcı olgularından 
birisidir- bir sonuçtur. 90’larda meydana gelen bu çöküş ve 2000’lerin başına kadar sirayet eden bu çöküş yine 90’lı yıllarda devam eden yanlış ekonomik 
politikaların, yine biraz önce değindiğimiz olumsuz siyasi şartların ve yönetim tarzlarının ortak bir sonucudur.” şeklinde özetlemiştir.
396 BDDK, Tebliğ, s. 16.
397 Ülkemizde yaşanan yolsuzlukların sebeplerinin, sosyal ve ekonomik boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen 
önergeler çerçevesinde Meclis Genel Kurulu’nun 07/01/2003 tarih ve 755 sayılı kararı ile Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuş ve söz konusu karar 09/01/2003 
tarih ve 24988 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. “Yolsuzlukların Sebeplerinin, Sosyal ve Ekonomik Boyutlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin 
Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”nda Türkbank ihalesi ile ilgili olarak (s. 717);
“…20. Yasama döneminde 9/43 esas numaralı soruşturma komisyonu kurularak, soruşturma sonucunda 8/7 oy çokluğu ile TCK 240. m. uyarınca Görevin Kötüye 
Kullanılması suçundan Yüce Divan’a sevkine gerek olmadığına dair karar ile sonuçlandırılmış ise de, Devlet Denetleme Kurulu raporunun Meclis Soruşturma 
Komisyonu’nun kararından sonraki bir tarihe rastlaması, yine ihale süreci ile ilgili yapılanların ihaleye müdahale anlamını taşıdığı açık olduğundan ve sonradan 
elde edilen yeni deliller ve komisyonumuzca bilgisine başvurulan Mesut Yılmaz’ın kusurlu olduğunu kabul ettiğine ilişkin beyanlarından, Korkmaz Yiğit ve Hayyam 
Gariboğlu ve Güneş Taner’in cevapları doğrultusundaki, raporda yer alan belge ve bilgiler, Karara muhalefet eden üyelerin gerekçelerinin daha haklı 
mesnetlere dayandığı, Suçun niteliğinin TCK 240 anlamında olmayıp Başbakan ve ilgili bakanın “500 000 000 dolardan aşağı verirseniz iptal ederim” 
diyerek ihaleye direkt müdahalede bulundukları, ihaleye katılanlardan biri hariç hepsi ile görüştükleri, birinden aldığı bilgiyi bir başkasına aktardıkları, 
raporun bu doğrultuda hazırlandığı halde kararın fiile uygun olmadığı,Bu haliyle, mülkiyeti TMSF’na ait olması sebebiyle devlet malı olduğunda kuşku 
bulunmayan Türkbank’ın ihalesinde (Kapalı teklif usulü arttırma) anlatılan şekildeki eylemlerle ihale sürecinde, malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak 
ilişki ve görüşmelere girilmesinin, Mesut Yılmaz ve Güneş Taner bakımından, TCK’nun 205 inci maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği…” 
gerekçeleriyle, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ve Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner haklarında TCK 205 inci maddesinde tarif edilen devlet 
hesabına yapılan alım-satıma fesat karıştırma suçunu oluşturacağı düşüncesi ile haklarında Anayasanın 100, İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca 
Meclis Soruşturması açılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu çerçevede, TBMM’nin 9.12.2003 günlü, 790 sayılı kararı ile kurulan 9/5-6 Esas numaralı 
Meclis Soruşturması Komisyonu’nun 25.6.2004 günlü, E:A.01.1.GEÇ.9/5,6-143, K:8 sayılı raporu, TBMM Genel Kurulu’nun 13.7.2004 günlü 114. birleşiminde 
görüşülerek, eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve eski Devlet Bakanı Güneş Taner’in; Türkbank ihalesi sürecinde, ihalenin yapımında ve fiyat oluşumunda 
fesat karıştırmak suretiyle güdümlerinde bir medya düzeni kurmak için tüm organizasyonları gerçekleştirdikleri, böylece siyasi rant amaçladıkları, ayrıca, 
Türkbank ihalesi ile doğrudan ilişkisi bulunmayan üçüncü şahıs konumundaki Kamuran Çörtük’e, ihalede üstlendiği aracılık misyonunun karşılığı olarak, 
Genç TV’nin bedelsiz olarak verilmesini sağladıkları ve bu eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 64. maddesinin birinci fıkrası delaletiyle, aynı Kanun’un 
205., 219/1-4. ve 33. maddelerine göre yargılanmak üzere Anayasa’nın 100. maddesi uyarınca Yüce Divan’a sevkine 3 çekimser ve 15 red oyuna karşı 
429 kabul oyuyla karar verilmiştir. Bu karar, 9/5-6 Esas sayılı Meclis Soruşturma Komisyonu Raporu ile bağlı dosyalar TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliği’nin 
16.7.2004 günlü K. K. Md. A. 01.0.GNS. 0.10. 00.02-6780 sayılı yazısı ekinde Yüce Divan Başkanlığı’na (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na hitaben) 
gönderilmiştir.
Anayasa Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda ise, 23/06/2006 tarihli ve E:2004/2, K:2006/3 sayılı karar ile, “…davada zamanaşımı olmadığına…” 
ve “…Dosyadaki delillerin değerlendirilmesi sonucu, sanıkların eylemlerinin, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 240 ıncı maddesine uymasına, 
23 Nisan 1999 tarihinden önce gerçekleştirilmiş olmasına ve görevi kötüye kullanma suçunun 21.12.2000 günlü, 4616 sayılı Yasa’nın 1 inci maddesinin 
5 inci bendinde sayılan kapsam dışı suçlar arasında yer almamasına göre, 4616 sayılı Yasa’nın 1 inci maddesine 4758 sayılı Yasa ile eklenen 4 üncü 
bend uyarınca, davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine…” oyçokluğu ile, “…suçla ilgili dosya ve delillerin, dava zamanaşımı süresi sonuna 
kadar muhafaza edilmesine ve yargılama giderinin kamu üzerinde bırakılmasına…” ise oybirliği ile karar verilmiştir.
398 Müderrisoğlu, Okan; “28 Şubat’tan Kalan Fatura: 52 Milyar Dolar”, Sabah Gazetesi, 7 Mayıs 2012.
399 BDDK, Tebliğ, s. 12
400 23/06/1999 tarihli ve 23734 sayılı RG.
401 31/12/2005 tarihli ve 26040 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 
402 01/11/2005 tarihli ve 25983 mükerrer sayılı Resmi Gazete. 
403 http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Diger_Raporlar/15279C8914BD.pdf 
404 Bu çerçevede, sorunlu bankaların çözümlenmesinde TMSF tarafından gerçekleştirilen işlemler hakkında gerek kamuoyunun tam ve doğru bilgilendirilmesi, gerekse bu süreçte yaşanan zorluklar ile edinilen bilgi ve 
deneyimlerin yazılı hale getirilerek kamuoyu ile paylaşılması amacıyla 2006 yılında Fon bünyesinde “Raf Temizliği Projesi” başlatılmış, bu kapsamda 1994-2003 yılları arasında yönetim ve denetimi Fona devredilen ve 
Fon tarafından devir, birleşme, satış ve tasfiye yoluyla banka çözümleme sürecine alınan toplam 25 banka ile ilgili (Egebank, İnterbank, Etibank, İktisat Bankası, Toprakbank, Egsbank, Yurtbank, Bank Ekspres, Esbank, Bank 
Kapital, Pamukbank, Demirbank, Ulusal Bank, Türk Ticaret Bankası, Yaşarbank, Sitebank, Tarişbank, Kentbank, Sümerbank, Bayındırbank, Marmarabank, Impexbank, Kıbrıs Kredi Bankası, TYT Bank, ve İmar Bankası) her 
banka için ayrı bir kitap hazırlanmış ve bankaların çözümleme süreçleri kronolojik olarak tüm detaylarıyla incelenmiş, bankaların Fona devir sebepleri ve kullanılan istismar yöntemleri, çözümleme ve geri kazanım 
faaliyetleri, mali bünyelerini rehabilite etme, satış, devir ve birleştirme gibi çözümleme adımları ve hukuki süreçleri ortaya konulmuş, Proje kapsamındaki kitaplar ise, e-book olarak www.raftemizligi.com adresinde 
yayınlandığı gibi, kitaplarla ilgili güncellemeler de yapılmaya devam etmektedir. 
Yine Pamukbank’ın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (Fon) devredilmesiyle ilgili iddiaların, Fon’a devredilen bankalar ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) faaliyetlerinin, Tarişbank’ın Fon’a devrinin ve 
satışının, bankacılık ve finans sektöründe yaşanan sorunların ve BDDK’nın T. İmar Bankası yönetimine el konulması sürecinin incelenmesi amacıyla verilen önergeler çerçevesinde Meclis Genel Kurulu’nun 28/10/2003 
tarih ve 25273 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 784 sayılı kararı ile Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuş ve Komisyon özellikle Fon’a devredilen bankalar konusunda inceleme ve değerlendirmede bulunarak, bankacılık ve 
finans sektöründe yapılması gereken düzenlemeler ve alınması gereken önlemlerle ilgili önerilerine ilişkin raporunu 26.05.2004 tarih ve 4 sayılı karar ile Meclis’in takdirlerine sunmuştur. Söz konusu Rapor’da finansal 
sektörün ekonomik büyümeye ve ulusal refah düzeyinin artırılmasına katkı sağlamasına yönelik hale getirilebilmesi için makroekonomik istikrar ortamının sağlanması, etkin gözetim ve denetimin sağlanması, kamu 
bankalarının, özel bankaların, kalkınma bankasının yeniden yapılandırılması, bankacılık sisteminde yer alan sağlıksız unsurların temizlenmesi dikkati çeken önemli değerlendirme ve önerilerden bazılarıdır. Bu kapsamda 
yine bankacılık, TMSF ve mevduat sigortasına, finansal sistemin denetlenmesine, bankaların bilgi işlem sistemlerinin denetlenmesine, bağımsız denetime, BDDK tarafından banka yönetimine atanacakların 
yapacakları raporlamalara, sermaye piyasalarına, sigortacılığa ve diğer finansal kuruluşlara ilişkin değerlendirme ve önerilere yer verilmiştir. 

Benzer şekilde ülkemizde yaşanan yolsuzlukların sebeplerinin, sosyal ve ekonomik boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen önergeler çerçevesinde Meclis Genel Kurulu’nun 
07/01/2003 tarih ve 755 sayılı kararı ile Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuş ve söz konusu karar 09/01/2003 tarih ve 24988 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Komisyon, para, bankacılık, hazine işlemleri, gümrük, 
sermaye piyasası kurumu ve merkez bankası; enerji yapım, ihale işlemleri, ulaştırma, milli savunma, ilgili üst kurullar, yerel yönetimler; sağlık, sosyal güvenlik ve özelleştirme ile adalet, içişleri, tarım ve köyişleri 
bakanlıkları, üniversiteler, dernekler, Türkiye tarım kredi kooperatifleri, vakıflar genel müdürlüğü ve diğer konular ile ilgili çeşitli alt komisyonlar kurmak suretiyle, ülkemizde yolsuzluğa yol açan yönetsel, yapısal ve 
toplumsal nedenleri belirlemiş, bunların yol açtığı sorunları tartışmış, genel ve özel çözüm önerileri getirmiştir. 
405 BDDK, Tebliğ, s. 36 
406 Coşkun Metin, Para ve Sermaye Piyasaları, Detay Yayıncılık, Ankara 2010, s. 105. 
407 Özel, Mustafa; Devlet ve Ekonomi, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 31. 
408 Başkaya, Fikret, Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayınları, Ankara 1986, s. 259. 
409 Altan, Mehmet; Süperler ve Türkiye, İstanbul: Afa Yayınları, 1986, s. 109. (Altan, Süperler). 
410 Nitekim Ezgi GÜRSES de “28 Şubat Demokrasi Ters Şeritte” adlı çalışmasında (sh. 194-195) 28 Şubatın Cumhuriyet tarihi boyunca ekonomik ve siyasi bakımdan ayrıcalıklı bir kesimin, bürokrasinin ve devletle organik 
ilişki içindeki büyük sermayenin, yeni gelişen toplumsal güçlere karşı giriştiği bir tasfiye operasyonu olarak okunabileceğini ifade etmiştir. Yazar, bu durumu “Özal’lı yıllarda başlayan girişimciliği teşvik etme ve ekonomiyi 
dışa açma politikaları 1990’lı yıllardan itibaren geleneksel “merkez”in dışında, yani “devlet”ten nispeten bağımsız oluşan ve adına kısaca “Anadolu sermayesi” dediğimiz yeni bir iktisadi gücün ortaya çıkmasını 
kolaylaştırmıştır.”İslamcı siyaset”in o dönemde yükselişe geçmesi de bir yanıyla bu ekonomik dinamikle bağlantılıdır. Ne var ki, bu yükseliş geleneksel kayırmacı ekonomik sistem içinde devletle işbirliği halinde 
palazlanmış olan yerleşik ve daha “büyük sermaye”yi ciddi olarak kaygılandırmıştır. Bu çevreler Refah Partisi iktidarının kendileri aleyhine olarak bu “kenar” gücünü destekleyeceğinden endişe etmişlerdir. Nitekim RP’nin 
büyük ortağı olduğu hükümetin ekonomi alanında izlediği kimi politikalardan “büyük sermaye”nin rahatsızlık duyduğunu ve bunu kontrol ettiği merkez medya aracılığıyla dışa vurduğunu biliyoruz. Büyük ölçüde bu nedenle 
devlet eliyle dağıtılan ranttan kendisinin artık yararlandırılmayacağı, dolayısıyla geleneksel avantajlı pozisyonunu ve “seçkin” sınıfsal statüsünü kaybedeceği endişesine kapılan “büyük sermaye”, RP-DYP 
koalisyonuna sert bir muhalefet yürütmeye başlamıştır” şeklinde özetlemiştir. (Ezgi GÜRSES, 28 Şubat-Demokrasi Ters Şeritte, İstanbul 2012) 
411 Söz konusu şirketlerden biri de Kayserili işadamları tarafından kurulan Dost Sigorta şirketi olmuştur. Söz konusu şirkete ve çalışanlarına yönelik olarak şirket kurucuları (Mustafa Tekeli, Saffet Arslan) tarafından 
18.10.2012 tarihinde Komisyonumuza verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere emniyet ve yargı ayaklı bir çok baskı uygulanmış ve sonuç olarak şirket feshedilmek zorunda kalınmıştır. Bu durumun etkileri Komisyona bilgi 
veren Saffet Arslan’ın ifadelerine “...Bu tutuklanıp bırakıldıktan sonra ben işi tamamen bıraktım. Kendimde bir enerji, bir gayret göremiyordum. Hep önüme benim her şeyimi feda etmek istediğim devletin, sebepsiz, gereksiz, 
ölçüsüz tutuklaması geliyordu ve kendimi güvende bağlanacak bir ülkede hissetmiyordum gibi. Acaba ülkemi değiştirsem, Türklükten çıkmak aklıma gelmiyor da ülkeyi değiştirmek aklıma geliyor ve ben o zaman ölçülebilir 
rakamlar vermek istiyorum:1200 kişi çalışan İpek Mobilyayı 450 kişiye düşürdüm ve hala daha İpek Mobilya eski formunu yakalayabilmiş değil…” şeklinde yansımıştır. 
412 Yaşar, Süleyman, “28 Şubat’ın Halka Maliyeti Ne oldu?”, Sabah Gazetesi, 7 Mart 2012. 
413 Acar, Mustafa, “Bir Ekonomik ve Siyasi Karabasan: 28 Şubat Süreci”, Gündem, 28.02.2012. 
http://acar.aksaray.edu.tr/agenda.asp?ShowDetail=Yes&AgendaId=100 
414 Acar, Mustafa, “Bir Ekonomik ve Siyasi Karabasan: 28 Şubat Süreci”, Gündem, 28.02.2012. 
http://acar.aksaray.edu.tr/agenda.asp?ShowDetail=Yes&AgendaId=100 
415 Parla, Taha; “Türkiye'de Merkantilist Militarizm 1960-1998”, Birikim, Sayı 160-161, Ağustos-Eylül. 2002, s. 204 
416 Akça, İsmet; “Kollektif Bir Sermayedar Olarak Türk Silahlı Kuvvetleri”, Birikim, Sayı 160-161, Ağustos-Eylül.2002, s. 227. 
417 Parla, s. 205. 
418 Akça, s. 250. 
419 Akça, s. 252. 
420 Akça, s. 11. 
421 Akça, s. 12. 
422 Yay, Gülsün Gürkan, Enflasyonu Düşürme Politikalarının Maliyetleri: Teori, Uygulama ve Türkiye, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Sayı:184, 
Temmuz 2001, s. 77 
423 Hazine Müsteşarlığı, Borç Yönetim Raporu, Nisan 2003, s. 20. (Hazine, Borç Yönetim). 
424 Celasun, Merih: “2001 Öncesi ve Sonrası: Makroekonomik ve Mali Bir Değerlendirme”, 
www.econ.utah.edu/~ehrbar/erc2002/pdf/i053.pdf, s. 16. 
425 Hazine, Borç Yönetim, s. 20. 
426 Eğilmez Mahfi, Kumcu Ercan, Ekonomi Politikası Teori ve Türkiye Uygulaması, 2. Baskı, Om Yayınevi, İstanbul 2002: s. 274. 
427 Uygur, Ercan: “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri” TEK Tartışma Metni, 2001, 
http://www.tek.org.tr/dosyalar/KRIZ-2000-20013.pdf, s. 23. 
428 Celasun, s. 16. 
429 Kalkınma Bakanlığı, 1996-2001 Döneminde Yaşanan Krizler ve Etkileri Raporu, Ankara, 2012, s. 10. (Kalkınma, Rapor). 
430 Kalkınma, Rapor, s. 10. 
431 BDDK, Tebliğ, s. 13.
432 TCMB, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, 2006, http://www.tcmb.gov.tr/, s. 49. 
433 Acar, s. 83. 
434 BDDK, Tebliğ, s. 57. Zira Komisyona bilgi veren Sayın Ahmet ERTÜRK bu durumu “…Halk Bankası ve Ziraat Bankası görev zararı diye milyarlarca dolar 
zarara uğradılar ve biraz sonra vereceğim ama öncelikle bu rakamı telaffuz etmek istiyorum, o gün sadece kamu bankalarını ekonominin içinde tutmak için, 
tekrar ayakları üstünde çalışır hâle getirmek için 23 milyar dolar para aktarıldı…” şeklinde ifade etmiştir. 
435 BDDK, Tebliğ, s. 29. 
436 Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonuna Sunulan Rapor, 2012, s. 2 
437 TRT Kanunu’nun 15’inci Maddesi gibi. 


***

DARBELERİN EKONOMİK ETKİSİNİN ANALİZİ, BÖLÜM 9


DARBELERİN EKONOMİK ETKİSİNİN ANALİZİ, BÖLÜM 9



2.10.3. 2001 Krizinin Dış Dengeye Etkisi 

Krizin meydana geldiği 2001 yılında dış ticaret dengesizliğinde olumlu değişim söz konusudur. İhracatta yaklaşık 4 milyar dolar artış, ithalatta ise 13 milyar 
dolar azalış olmuştur. Dolayısıyla toplam bazda devalüasyon sonrası 17 milyar dolar civarında bir önceki yıla göre dış ticaret dengesinde pozitif gelişme 
olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan ulusal parada değer kaybının beklenen etkileri vermesinde ihracat ve ithalatın talep esneklikleri önemlidir. 
İthalatın ve ihracatın talep esnekliğinin yüksek olması devalüasyondan beklenen sonucun alınmasına yardımcı olmaktadır. Tersi durumda ise ihracat ve 
ithalat rakamları arzulanan büyüklükte gerçekleşemeyecektir. Bu açıdan Türkiye’de devalüasyon sonrasında ihracat, ithalat ve dış borçlar bağlamında aynı miktarda yabancı para karşılının daha fazla mal ve hizmet satışı ile gerçekleşmesi, devalüasyonun maliyetini göstermesi bakımından önem arz etmektedir. 
Buna göre ulusal paradaki değer kaybının öncesi ve sonrası kıyaslandığında ihracatta 11 milyar dolar, ithalata ise 9,5 milyar dolar değerinde daha fazla mal 
ve bedel ödemesi meydana gelmiştir. Dolayısıyla devalüasyon sonrası dış ticaret açısından 2,5 milyar dolarlık bir kayıp söz konusu olmuştur. 


Tablo: 22 



Öte yandan dış borç ödemeleri bakımından da devalüasyonun olumsuz etkisinden bahsedebiliriz. Ulusal paranın dış değerindeki gerilemenin ardından 24,6 milyar dolarlık dış borç ödemesi bir önceki yıla kıyasla 11,3 milyar dolar daha fazla mal ve hizmet satışı ile karşılanmış olunmaktadır. Buradan hareketle 
ihracat, ithalat ve dış borç servisi bağlamında krizin yaklaşık 13,8 (2,5+11,3) milyar dolar ek maliyet getirdiği söylenebilir. 

Tablo: 23 


Bunun yanında IMF ile yapılan görüşmeler sonrasında varılan mutabakatlar doğrultusunda 2008 yılına kadar destek kredisinin alınmaya devam edildiği 
görülmektedir. Buna göre 2000-2008 yılları aralığında IMF’den yaklaşık 48,7 milyar dolar destek kredisi alınmış, alınan bu kredinin maliyeti 6 milyar 
dolar seviyesinde gerçekleşmiş ve dolar bazında %12,3 gibi oldukça yüksek oran üzerinden faiz ödemesi yapılmıştır. 

2.10.4. 2001 Krizinin Finansal Sektöre Etkisi 

2001 yılının Şubat meydana gelen bu ikiz kriz bankacılık sektöründeki yapısal sorunların çözümüne yönelik kapsamlı bir programın gerekliliğini göstermiştir. 
Güçlü ekonomiye geçiş programı bağlamında finansal sektörün güçlendirilmesi amacıyla kamu ve özel sektöre yönelik bir çok kararlar alınmıştır. 

Bu kararlar kamu bankalarını finansal sistem içinde bir istikrarsızlık unsuru olmaktan çıkarmayı hedeflemiş ve görev zararı alacaklarının tasfiyesi, kısa vadeli yükümlülüklerin azaltılması, kamu bankalarına sermaye desteği sağlanması, mevduat faizlerinin piyasa faizlerine uyumlu hale getirilmesi ve kredi portföyünün etkin yönetimi alanlarında yoğunlaşmıştır. 

Kamu bankalarının, özel bankalar ve banka dışı kesime olan kısa vadeli yükümlülüklerinin azaltılması amacıyla, Hazine’den almış oldukları özel tertip tahviller karşılığında Merkez Bankası’ndan repo veya doğrudan satış yoluyla likidite temin etmeleri sağlanmıştır. Bu suretle, 16 Mart 2001 itibarıyla 8,5 milyar TL civarındaki kısa vadeli yükümlülükler sıfırlanmıştır. Hazine Müsteşarlığı, kağıt değiştirme ve nakit ödeme suretiyle erken itfa yoluyla kamu bankalarının nakit girişlerinin ve likidite pozisyonlarının düzenli bir yapıda gelişmesine ve böylece bu bankaların kısa vadeli borçlanma faiz oranları üzerindeki baskılarının azalmasına katkıda bulunmuştur. 

Bunun yanında sermaye yapılarının güçlendirilmesi amacıyla büyük bölümü menkul kıymet olmak üzere 2001 yılsonu itibarıyla 3,6 milyar TL civarında sermaye desteği sağlanmıştır. 

Bu bağlamda kamu bankalarının görev zararı 19 milyar dolar ve kamu bankalarına yapılan sermaye desteği 2,9 milyar dolar seviyesinde olduğuna göre, 2001 bankacılık krizinin kamu bankaları çözümleme maliyeti toplamda 21,9 milyar dolar düzeyindedir434. 

Türkiye’de finansal liberalleşme sonrasında özel bankaların sayılarında artış kaydedilmiş ve banka sayısı 81’e kadar yükselmiştir. Daha önce de değinildiği üzere kurulan bu bankaların sermaye yapıları arzulanan seviyeden düşük, etkin denetimden uzak ve asli fonksiyonlarından uzak faaliyet yürüten yapıdadırlar. 
Bu nedenle Şubat 2001 krizinin bankacılık sektörü üzerindeki etkisi de derin olmuştur. 

Şubat 2001 krizi ile Türk bankacılık sektöründeki iç denetim ve risk yönetimi zafiyetleri, belirgin bir biçimde görünmüştür. Gerçekleşen riskler, zararın hızla 
artmasına ve zaten yetersiz olan öz kaynakların erimesine neden olmuştur. Sektörün Aralık 2001 itibarıyla zararı 10,5 milyar TL’ye ulaşmış olması 
(toplam aktiflerin %6,1’i) krizin en çarpıcı göstergelerinden birisidir. Ayrıca bu süreçte artan döviz kuru ve yükselen faiz, kaynak maliyetini yükseltmiştir435. 

 Yukarıda da belirtildiği üzere, Türkiye’de bankacılık faaliyetlerinin sektörün gereklerine uygun şekilde yapılmaması sürecinde ortaya çıkan içsel ya da dışsal 
şokların ardından çeşitli dönemlerde bazı bankaların yönetimlerine el konulmuştur. 1994-2003 yılları arasında 20’si temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi TMSF’ye devredilen, beş adedi ise faaliyet izni kaldırılarak iflasına karar verilen olmak üzere toplam 25 banka bulunmaktadır. 1994 yılından itibaren haklarında iflas kararı verilen ve temettü hariç ortaklık hakları fona devredilen bankalara ilişkin olarak tasfiye, çözümleme ve geri kazanım çalışmaları devam etmektedir. 

 Fona devredilen bankaların devir zararlarının, devir tarihleri itibarıyla ABD doları türünden karşılıklarının toplamı 24.044 milyon dolar seviyesindedir. 
Faaliyet izni kaldırılan veya yönetimi ve denetimi TMSF’ye devredilen toplam 25 bankanın çözümleme sürecinde tarihi değerler ile toplam 31,4 milyar ABD 
doları kaynak ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu kaynağın 4,2 milyar doları fon kaynaklarından, 25,9 milyar doları Hazine Müsteşarlığı’ndan borçlanma ve 
1,3 milyar doları Merkez Bankası’ndan kullanılan avanslar şeklinde temin edilmiştir 436. Özel sektör ve kamu sermayeli bankaların yeniden yapılandırılmasının ülkeye maliyeti 53,3 milyar ABD doları seviyesindedir. 

Diğer taraftan, özellikle 2001 krizinin bankacılık sektöründe derin hissedilmesinin nedenlerinden birisi de öz kaynakların arzulanan düzeyden aşağı olmasıdır. 
Bunun sebebi ise ortakların gerektiğinde sermaye desteği sağlayacak malî güce sahip olmamaları veya bu konudaki isteksizlikleridir. 
2000 yılının Aralık ayında 4,2 milyar dolar olan bankacılık sektörünün toplam dönem net zararı 2001 yılında yaşanan bu kriz sonrasında yaklaşık 2,7 milyar 
dolar artmış, 6,9 milyar dolar TL dönem zararı gerçekleşmiş ve ayrıca, özel bankaların sermayesi 6 milyar dolar civarında erimiştir. 
Finansal piyasaların performansını izleme araçlarından diğeri ise hisse senetlerinin günlük işlemlerinin yapıldığı borsadır. Türkiye’de İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) hisse senetlerinin alış-veriş işlemlerinin yürütüldüğü piyasadır. Tablo 25’te bu piyasada işlem gören hisse senetlerinin toplam borsa kıymeti kapitalizasyon değeri ile gösterilmektedir. Ayrıca borsada işlem gören şirketlere ait bir çok menkul kıymet ve değerli evrakın oransal olarak değişimini ölçmeye yarayan toplu endeks değerleri sunulmuştur.

Tablo: 24 

İMKB’ye İlişkin Göstergeler (Milyon Dolar); (%) 





Grafik-8: İMKB 100 Endeksi 


Tablo’dan da izleneceği üzere yıllık ortalama bazda 2001 yılında İMKB’de tüm endeks değerinde 2001 yılında %30 oranında azalış olmuş ve endeks değeri 
10138 seviyesine düşmüştür. Endeks kriz öncesi değerine ancak 2004 yılında ulaşabilmiştir. Buna ilave olarak krizin yaşandığı ay olan 2001 yılı Şubat ayında 
ortalama borsa endeksi 9291 değerine inmiştir. Öte yandan borsa kapitalizasyon değeri krizin yaşandığı 2001 ve devamındaki 2002 yıllarında düşüş göstermiştir. 
İlgili yıllara ilişkin borsa kapitalizasyon değerleri sırasıyla 476,8 ve 344 milyar dolar düzeyine düşmüştür. 

SONUÇ 

Türkiye’de halkın oylarıyla yönetime gelen siyasi iktidarların askeri devlet geleneğiyle bağdaşmayan icraatlarını takiben çeşitli şekillerde askeri müdahaleler meydana gelmiştir. Askeri müdahalelerin nedenleri ve sonuçları açısından değerlendirildiğinde siyasi, sosyal ve ekonomik unsurların öne çıktığı görülmektedir. 

 Bu bağlamda 28 Şubat darbesi irtica tehdidi ve laikliğin elden gitme tehlikesi bahanesiyle dönemin iktidarını değiştirmeye yönelik olarak asker, medya ve iş dünyasının ittifakıyla yapılmıştır. 
Bu dönemde hukuk devleti kuralları hiçe sayılmış ve demokrasiye sistem dışından müdahale edilerek siyasi iktidar baskı kullanılmak suretiyle değiştirilmiştir. Bu müdahalenin siyasi ve sosyal bazda etkileri yanında ekonomik bakımdan da etkileri söz konusu olmuştur. Bu çalışmada 28 Şubat darbesinin Türkiye üzerinde yapmış olduğu etkinin ekonomik boyutu ele alınmıştır. 

 Mikro ekonomik değişkenlere yönelik veri elde etme yada elde edilen verilere ilişkin güvenilirlik sorunu yanında bazı değişkenlerin kayıt altında bulunmamasından dolayı daha çok makro ekonomik değişkenler esas alınarak 28 Şubat sürecinin ekonomiye etkileri incelenmeye çalışılmıştır. 

Demokratik usullerin geçerli olduğu ekonomilerde şeffaf kuralların bulunması bir taraftan belirsizliği azaltırken, diğer taraftan yöneticilerin kaynakları gayri meşru araçları kullanarak bir başkasına devretmelerini ve politik aşırılığa gitmelerini engellemektedir. Demokrasi politik gücün barışçı ve öngörülebilir biçimde transferini ifade ederken, otokrasilerde politik güç şiddetle ve intizamsız biçimde transferlere konu olmaktadır. Bu türden yönetimlerde kamu harcamalarına ilişkin büyüklükler siyasal karar alma sürecinde baskı ve çıkar gruplarının rant kollama faaliyetleri yoluyla aktif görevler aldığı ve kamu harcamaları kompozisyonunu büyüme ve kalkınmanın finansmanı yerine hiç de rasyonel olmayan kişisel ya da grupsal çıkarlar doğrultusunda belirlenmektedir. Nitekim 
Türkiye’de 1997 yılından itibaren kamu harcamalarının kullanımında ekonomik kriterlerin göz ardı edilmesi yanında harcamaların finansmanında da ekonomik rasyonaliteden uzaklaşılmasının meydana getirdiği sorunlar borçlanmayı besleyen ve daha maliyetli konuma getiren sebeplere dönüşmüştür. Bu dönemde kamu ve bankalar asli görevlerinden uzaklaşmışlardır. Popülist politikaların finansmanı amacıyla kamu bankalarının kullanılması bu bankaların görev zararları yazmalarına neden olmuştur. 

2001 krizi sonrasında finansal sistemin güçlendirilmesi sürecinde kamu bankalarının görev zararlarının ülkeye maliyeti 21,9 milyar dolar seviyesindedir. Öte yandan yüzde 100 mevduat garantisi altında özel sektör bankaları zayıf denetim altında toplamış oldukları fonları geri dönüşü olmayan ekonomik birimlere transfer etmeleri, öz kaynakları yetersiz ve küçük ölçekli özel bankaların risklere karşı kırılganlığını artırmıştır. Nihayetinde bankacılık görevini yerine getiremeyecek hale gelen şirketlerin yönetimlerine TMSF tarafından el konulmuştur. TMSF’nin yönetimlerini devraldığı 25 banka için 31,4 milyar dolarlık kaynak ihtiyacı doğmuştur. Sonuç olarak özel sektör ve kamu sermayeli bankaların yeniden yapılandırılmasının ülkeye maliyetinin 53,3 milyar ABD doları olduğunu ifade edebiliriz. Türkiye’de yüksek kamu borçlanma gereğine bağlı olarak artan faiz oranları bir taraftan özel sektör yatırımlarını dolayısıyla da büyüme sürecini olumsuz etkilerken, diğer taraftan da bankacılık kesiminin asli görevinden uzaklaşmasına ve daha çok Hazinenin fon ihtiyacına cevap verecek yapıya bürünmelerine neden olmuştur. Bankacılık sektörü kredilerinin toplam aktiflere oranı 1990’de %47, 1994’te %39 ve 2001’de %24,6 olarak gerçekleşmiştir. Bunun yanında yüksek faiz oranları reel kesimin finansman maliyetlerini artırmış ve yatırımlarda gerileme meydana gelmiştir. 28 
şubat süreci sonrasında şoklara karşı kırılganlıkların daha da yükselmesiyle 1999 ve 2001 yıllarındaki ekonomik küçülmelerin yatırımlara olumsuz yansımaları 47 milyar ABD doları civarındadır. 

Kamusal denge sorununa bağlı olarak artan faiz oranları, ilgili dönemde buradan beslenen kesimi ziyadesiyle tatmin ederken, halkın refah düzeyi üzerinde olumsuz etki yapmıştır. Devlet iç borçlanma senetlerinin bankaların toplam aktiflerindeki payı 1990 yılında %10 iken, bu oran 1999’da %23 seviyesinde gerçekleşmiştir. Kamu kesiminin faiz harcamalarının gayri safi milli hasılaya 
oranının değişmediğini kabul ettiğimizde 1997-2007 periyodunda yaklaşık 119 milyar ABD doları fazladan faiz giderlerine harcama yapıldığı görülmektedir. 

Bunun yanında ilgili dönemde hükümetlerin yapısal sorunlara kayıtsız kalması ve popülist harcamalarını finanse etmek için yüksek faiz oranlarını teşvik etmeleri kısa vadeli sermaye akımlarını teşvik etmiş ve kur-faiz arasındaki makasın açılmasına neden olmuştur. Böylesi durumlarda ekonomi kısa vadeli sermaye akımlarına karşı bağımlılık katsayısı yükselmekte ve meydana gelen cari açığın 
sürdürülemez boyuta ulaştığının hissedilmesinin akabinde sermaye çıkışlarının yaşanması, iktisadi büyümeyi olumsuz etkilemekte ve büyüme performansını istikrarsız kılmaktadır. Bu bağlamda 1999 yılında meydana gelen ani sermaye çıkışlarının ardından ekonomide %6,1 oranında, 2001 yılındaki sermaye çıkışları sonrasında ise gelir seviyesinde %9,5 oranında daralma söz konusu olmuştur. İki dönemdeki sermaye çıkışları sonrasında gayri safi milli hasıla düzeyinde toplamda 75 milyar ABD Doları azalış meydana gelmiştir. 

 Yabancı sermayenin bir ülkede yatırım yapması için siyasi, ekonomik istikrar ve kârlılık oranları önemli faktörler arasında bulunmaktadır. Bu anlamda sık sık darbelerin yapıldığı, konuşulduğu ya da tehlikesinin bulunduğu ekonomilerde yabancı sermaye girişleri sınırlı düzeyde kalmaktadır. Bunun yanında fiyat istikrarının olmadığı, piyasada güven unsurunun eksik bulunduğu ve 
karlılık oranlarının tahmin edilemediği ekonomilerde doğrudan yabancı sermaye girişleri beklentilerin altında kalmaktadır. Küresel bazda sermaye girişlerine yönelik genel eğilimlerin yoğunlaştığı 1994-2001 yılları arasında Türkiye’ye yönelik doğrudan sermaye yatırımları beklentilerin altında kalmıştır. Meksika ve Brezilya örneklerinde 1995-2000 periyodu için doğrudan yabancı sermaye girişlerinin gayri safi yurtiçi hâsılaya oranı Brezilya’da %3 ve Meksika’da %3,2 düzeyinde iken ilgili yıllarda Türkiye için bu oran %0,4 seviyesindedir. Milli gelirin %2 seviyesinde sermaye girişlerinin olacağını varsaydığımız takdirde 16,5 milyar $ daha fazla net doğrudan yabancı sermaye girişlerinin olacağını söyleyebiliriz. Türkiye’de bir taraftan yatırım ve üretimde bulunması için yurt dışından yabancı sermayenin gelmesini istenirken, diğer taraftan da kendi bünyesinde bulunan yerli sermayenin bir kısmına yeşil sermaye adı verilerek, sahiplerinin yatırımlarını engelleme veya ürettikleri malların bazı kurumlarda 
satışına izin verilmeme gibi bir uygulama 28 Şubat darbesi sonrasında yaşamıştır. 

Öte yandan ulusal parada değer kaybının beklenen etkileri vermesinde ihracat ve ithalatın talep esneklikleri önemlidir. İthalatın ve ihracatın talep esnekliğinin yüksek olması devalüasyondan beklenen sonucun alınmasına yardımcı olmaktadır. Tersi durumda ise ihracat ve ithalat rakamları arzulanan büyüklükte gerçekleşebilmektedir. Bu açıdan Türkiye’de 2001 yılında meydana gelen devalüasyon sonrasında ihracat, ithalat ve dış borçlar bağlamında aynı miktarda yabancı para karşılının daha fazla mal ve hizmet satışı ile gerçekleşmesi nedeniyle kazançtan ziyade maliyet unsuru olmuştur. Ulusal paradaki 
değer kaybının öncesi ve sonrası kıyaslandığında ihracat, ithalat ve dış borç servisi bağlamında kriz yaklaşık 13,8 milyar dolarlık ek maliyet getirmiştir. 

Bunun yanında IMF ile yapılan görüşmeler sonrasında varılan mutabakatlar doğrultusunda 2008 yılına kadar destek kredisinin alınmaya devam edildiği görülmektedir. Buna göre 2000-2008 yılları aralığında IMF’den yaklaşık 48,7 milyar dolar destek kredisi alınmış, alınan bu kredinin maliyeti 6 milyar $ seviyesinde gerçekleşmiş ve ABD doları bazında %12,3 gibi oldukça yüksek faiz oranından borç alınmıştır. 

Türkiye’deki askeri müdahalelerin önemli nedenlerinden birisi askeri kesimin gelir düzeyinin, dolayısıyla da hayat standartlarının gerilemesidir. 1960 askerî darbesi sonrasında kurulan OYAK’ın 28 Şubat sonrasında siyasal etkinliğini kullanarak finans sektöründe, özellikle de bankacılık alanında önemli gelişmeler kaydetmiştir. Aynı zamanda OYAK bu etkin gücü sayesinde Sümerbank’ı TMSF 
den çok uygun bedel karşılığında satın almış ve bu dönemde karlılığını önemli düzeyde artıran nadir kuruluşlardan birisi olmuştur. 28 Şubat öncesinde sıralamaya giremeyen OYAK 2000 yılında 4,9 milyar dolarlık ciroyla Koç ve Sabancı Holding'den sonra üçüncü sıraya yerleşmiştir. 

Son olarak 28 Şubat süreci ülkede beşeri sermaye üzerinde de etkili olmuştur. 28 Şubat kararları sonrasında TSK bünyesinden siyasi görüşü ya da dini tercihlerinden dolayı 1600’den fazla subayın görevine son verilmiş, bu kişilerin başka kamu kurumlarında çalışmaları yasaklanmış, hatta çeşitli şekillerde baskı usulleriyle özel sektörde dahi çalışmaları engellenmek istenmiştir. Öte yandan irtica tehdidi bahanesiyle binlerce başörtülü öğrenci mağdur edilmiş, kamu kurumlarında başörtülü çalışanlar ise ya başını açmak ya da çalıştığı kurumdan ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Laiklik bahanesi altında kendisine meslek edinmek ya da mesleğini icra etmek isteyen bu bireylerin başta eğitim ve sağlık olmak üzere birçok alanda istihdam olmalarının engellenmesi, bir taraftan ekonomik gelişme sürecine negatif etki yaparken, diğer taraftan da toplumsal barışı zedelemiştir. 

Bu bağlamda bir ülkede demokratik işlevlerin geçerliliğini yitirdiği darbe süreçleri siyasi sonuçları yanında ekonomik sonuçları bakımından da önemli tahribatlar meydana getirmektedir. Toplumsal reflekslerin tam olarak gelişmediği Türkiye gibi ülkelerde kamu kaynakları rasyonaliteden uzaklaşılarak darbeyi destekleyen çıkar gruplarının istekleri doğrultusunda kullanılmaktadır. Aynı zamanda kendileri gibi düşünmeyen diğer grupların ekonomik aktiviteleri de çeşitli yöntemler kullanılarak engellenmektedir. Bunun yanında kurumların işleyişinde piyasa kurallarının dışına çıkılması, işletmelerin muadil ekonomilere göre küçük, yoğunlaşmanın az, risk yönetimi kültürünün tam olarak yerleşmediği yapıya bürünmelerine neden olabilmektedir. Böylesi bir durumda ulusal ekonominin 
uluslararası platformda rekabetçi kimliğe kavuşması mümkün olmadığı gibi dışarıdan gelecek şoklara karşı kırılganlık katsayısı da artış göstermektedir. 

Öte yandan küreselleşme sürecine bağlı olarak ülkelerin birbirlerine karşı bağımlılıklarının giderek arttığı içinde bulunduğumuz dönemde uluslararası sermaye akımlarının bir ülkede makro ekonomik performans üzerindeki etkinliği daha da belirginleşmektedir. Sermaye yetersizliğinin bulunduğu Türkiye gibi ülkelerde demokrasinin kesintiye uğradığı darbe dönemlerinde uluslararası 
sermayenin ülkeye girişleri de önemli oranda düşmektedir. Özetlemek gerekirse, demokratik işleyişe dışarıdan yapılan her türlü müdahale ulusal ve uluslararası bağlamda iktisadi faaliyetlerin ülke lehine gelişmesine engel olmakta ve bedeli ağır tahribatlar meydana getirmektedir. 

Finansal sistemin küresel boyut kazandığı günümüzde ortaya çıkan yeni fırsatlar beraberinde bazı riskleri de taşımaktadır. Araştırmalar sermaye akışkanlığının yükselmesi ile birlikte artan risklerden dolayı meydana gelen krizlerin ülkelerde daha yüksek maliyetlere sebep olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan finansal sektörde risklerin önlenmesi yada risklerin yönetilmesi bağlamında güçlü finansal yapıların önemi daha da belirgin hale gelmektedir. Bu doğrultuda özellikle finansal sektörde banka lisansı verilmesine ilişkin değerlendirmeler her türlü siyasi etkiden uzak olmalı ve yürürlükteki düzen gibi bağımsız kurullarca yerine getirilmeli ve objektif şartlara bağlanmalıdır. Aynı şekilde mevcut ve yeni banka hakim ortaklarının ve yöneticilerinin evrensel standartlarda etik değerlere ve olumlu toplumsal imaja, sektörün gerektirdiği ölçüde sürekli ve sürdürülebilir sermaye birikimine sahip olan, kanun, mevzuat, kural ve prensiplere titizlikle uyan kişilerden oluşmasına özen gösterilmeli ve özel önem verilmelidir. 

Diğer taraftan, gerek T.C. Ziraat Bankası, T. Halk Bankası ve T. Vakıflar Bankası T.A.O. ‘dan gerekse de Fon’a devredilen bankalara ilişkin olarak ilgili kurum ve kuruluşlardan Komisyonumuzca 1991-2001 dönemine ait, bankalarca kullandırılan ve tahsil edilemeyen en büyük 100 kredi ve kullandırıldıkları kişilere ilişkin bilgi ve belgeler talep edilmişse de, söz konusu bilgiler 5411 sayılı 
Kanunun 73. ve 159. maddeleri gereğince banka ve müşteri sırrı olduğu gerekçesiyle gönderilmemiştir. Bu itibarla gerek Meclis İçtüzüğünde gerekse de 5411 sayılı Kanunda değişiklikler yapılarak, söz konusu sır niteliğindeki bilgilerin Meclis Araştırma Komisyonlarınca istenebileceğine yönelik düzenlenmenin yapılması gerekmektedir.. 

 Sonuç olarak, siyasi ve ekonomik yapının doğal dinamiklere bağlı olarak değişimine mani olan dış müdahaleleri ortadan kaldıracak toplumsal refleksin oluşturulmasına yönelik çalışmaların işlerlik kazanması gerekmektedir. Bunun yanında demokrasiye müdahaleyi engelleyecek yasal düzenlemelerin de hayata geçirilmesi, önümüzdeki süreçte kaynakların daha etkin kullanıldığı 
rekabetçi üretim yapan ekonomik yapının oluşumuna önemli düzeyde katkı sağlayacaktır. 



***