Hamas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hamas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2020 Cumartesi

ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 2

 ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 2




2. TÜRKİYE - İRAN İLİŞKİLERİ: AŞILMASI GEREKEN GÜVEN BUNALIMI

İran 70 milyonluk nüfusu, Türkiye yüz ölçümünün yaklaşık iki misline ulaşan toprakları ve özellikle enerji alanındaki devasa kaynakları ile Ortadoğu’nun en önemli ülkeleri arasında. İran aynı zamanda Türkiye’den sonra Ortadoğu bölgesinin ve tüm Müslüman coğrafyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. Üstelik İran, Türkiye’nin de komşusu. Bu veriler dikkate alındığında Türkiye ile İran arasında ciddi bir ekonomik yakınlaşma, hatta entegrasyon beklemek doğal bir sonuçtur. 
Ancak ilişkilere bakıldığında son derece sağlıksız bir tablo ile karşılaşılıyor:
İran, Çin ve Rusya ile birlikte, Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği ülkeler arasında yer alıyor. Açık 5 milyar doları aşıyor. Ticaretin % 75’ini gaz alımı 
oluştururken enerji dışı ticaretin hacmi sadece 2 milyar dolar civarında kalıyor. Oysa Türkiye sanayisi ve tarım-hayvancılık sektörleri İran’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çok müsait. Buna rağmen İran, Türk mallarına yüz vermiyor, ticaret bir türlü istenen hızda ilerlemiyor. Doğrudan yatırımlarda ise durum çok daha kötü. İran’a girmek isteyen Türk yatırımcılar akla zarar engellemelerle karşılaşıyorlar. Türk yatırımcılar bırakınız komşu ülkeden olmanın ve ortak kültürel-dini benzerliklerin tadını çıkarmayı, Türk oldukları için bazı özel engellemelerle dahi karşılaşabiliyorlar. Tüm bu engelleri aşıp ihalenin son aşamasına geldiğinizde ise tüm süreç birdenbire iptal edilebiliyor. 

TAV ve Türkcell’de bunun en açık örnekleri yaşandı. Geçenlerde USAK’ı ziyaret eden bir grup Türk işadamı ise sorunun bir başka boyutundan dert yandı. İranlı işadamlarının son dönemde sıkça Türk işadamlarına işbirliği önerisinde bulunduklarını, ancak bu ilişkilerin Türk tarafı için hep hüsranla sonuçlandığını belirttiler. İranlılar Türk işadamlarından meslek sırlarını aldıktan, üretimin nasıl yapıldığını iyice öğrendikten sonra Türk ortağı İran’dan uzaklaştırıp yollarına devam ediyorlarmış. İşadamları İranlıların yaklaşımını ‘şark uyanıklığı’ olarak değerlendiriyorlar ve İran ile uzun dönemli bir işbirliğinin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. Belli ki Devrim sonrasında oluşan kapalı ekonomi ve ekonomik müeyyideler İranlıları rekabetten uzaklaştırmış ve evrensel iş hayatı kurallarını öğrenmeleri bayağı bir zaman alacak. 

Başka bir deyişle İran’da siyasi direncin dışında bir de kültürel direnç var.
Kim ne derse desin, İran’da daha fazla Türk şirketi görmek istemeyen bazı güçlerin olduğu muhakkak. Bunların en önemli hareket noktası Türkiye’nin ‘ABD ve İsrail’in casusu’ olduğu düşüncesi. İran’da Türklerin sayısı arttıkça ‘karşı-devrim’ olacağından endişe ediyorlar. 1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası bu düşünceleri yumuşattıysa da Türkiye birçok radikal devrimci için hala şüphe ile yaklaşılması gereken bir ülke.

İkinci önemli gerekçe Türkiye’nin hemen her alanda İran’ın tersi bir istikameti temsil ediyor oluşu. Türkiye İslam dünyasında farklı bir dini yaşam yorumunun şampiyonu ve serbest ekonomisi ve serbest siyasi yapısı ile İran’dakidevrim rejimini yumuşak gücü ile erozyona uğratabilecek ve nihayetinde sona 
erdirebilecek bir ülke olarak görülüyor. Başka bir deyişle Türkiye anlayışı bazı İranlılarca da ‘İran anlayışının panzehiri’ olarak algılanıyor. Bu durumda da İran 
devletinin derinlerinde Türkiye ile ilişkilere karşı ciddi bir direnç oluşuyor.
İlişkilerin yeterince gelişmemesinde en önemli bir diğer sorun ise geleneksel- tarihsel İran politikaları. Başka bir deyişle İran seküler bir ülke olsaydı da karşımıza çıkabilecek bir sorun. O da İran’ın Arap, Türk ve diğer Müslüman ülkelere karşı izlediği kendine has güven telkin etmeyen dış politikası. Hatırlanacağı üzere Osmanlı döneminde de İran ile Osmanlı Devleti bir müttefik olamamış, ciddi bir ekonomik ya da siyasi işbirliğine girememişlerdir. Bu dönemde İran-Vatikan ilişkileri İran-Osmanlı ilişkilerinden çok daha iyi bir durumdadır. 

Birçok araştırmacı Türk-İran sınırının uzun yıllar boyunca önemli oranda değişmeden kalmış olmasını ilişkilerin olumlu bir yönü olarak sunsalar da sınırların nispeten değişmemesinin nedeni tarafların birbirlerine duydukları güvenden ziyade güç dengesinde aranmalıdır. Eğer Osmanlı Devleti yeterince güçlü olmamış olsa idi İran, Anadolu’nun içlerine kadar uzanmış olurdu. Osmanlı’nın İran’ın içlerine fazlaca girmemiş olmasının nedeni ise Osmanlı’nın yayılma sahası olarak temelde Akdeniz ve Avrupa’yı görmüş olmasında aranmalıdır. Özetle sınırlardaki istikrar ilişkilerin güçlü olmasından kaynaklanmamıştır. Aksine Osmanlı arkadan bir saldırıya uğramamak için Irak’ta ve Anadolu’da İran’a karşı çok çeşitli önlemler almıştır. 

Örneğin Irak Türkmenlerinin kuzeyden güneye bir kılıç şeklinde yerleştirilmelerinin en önemli nedeni ‘İran tehlikesidir.

Aslına bakılırsa İran’ın ilişkileri sadece Anadolu Türkleri ile değil, neredeyse tüm Müslüman dünyası ile sorunlu olmuştur. Bu sorunlar 20. yüzyılda da sürmüş ve İran İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan devletin Müslüman coğrafyadaki algılanması bu açıdan bakıldığında Şah dönemi ile bazı benzerlikler de içermiştir. Örneğin 2008 itibariyle Arap dünyasının bölgede en çok çekindiği ülkelerin başında İran geliyor. 
Soğuk Savaş boyunca Arapları komünizm tehlikesi ile kendi liderliğinde birleştirmeye çalışan ABD şimdi de İran tehdidini bir araç olarak kullanıyor. Bölgede hangi Arap temsilci ile görüşseniz (Suriye, Hamas ve Hizbullah hariç) İran’a hiçbir bölge ülkesinin güvenemediğini anlıyorsunuz. 

Körfez Arapları İran’ın her an kendilerine saldırabileceğini, topraklarının bir kısmını almaya  çalışabileceğini veya iç işlerine karışacağını düşünerek İran’ı en önemli tehditlerin başına yerleştiriyorlar. Çoğu kez bu nedenle ABD’ye yanaşıyorlar. Yani Körfez’deki ABD varlığını meşrulaştıran en önemli neden de İran. Sadece Körfez Arapları değil, Ürdün ve Mısır gibi nispeten daha uzak bölgelerdeki Araplar da İran’a şüphe ile bakıyor ve niyetlerini sağlıklı bulmuyorlar.

İran sadece Arapları değil, Pakistan gibi diğer bazı Müslüman ülkeleri de ‘korkutuyor’. Bunun çok sayıda örneği var ancak en çarpıcı olanı Pakistan’da deprem olduğunda yaşandı. İran, Pakistan’a giden yardım ekiplerine büyük zorluklar çıkardı ve bu durum ne Pakistan, ne de Türkiye tarafından bugüne kadar unutulmadı.
  İran’ın en önemli güven sorunu yaşadığı Müslüman gruplardan biri de Türkler. Sadece Türkiye değil, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk 
cumhuriyetleri de İran’ı şüphe ile karşılıyor. Özellikle Azerbaycan, İran’ın Ermenistan’a verdiği açık desteğin çok net bir şekilde farkında. Eğer Türkiye ve 
ABD’nin net karşı çıkışları olmamış olsaydı Azerbaycan’ın özellikle Hazar’da İran karşısında ne kadar zor durumda kalacağı aşikârdı. 

   Ermenistan’ın Azeri topraklarını işgali sürerken Ermenistan’a her türlü ekonomik desteği veren ilk iki ülkenin Rusya ve İran olduğu da bir sır değil. 
İran başta enerji olmak üzere her alanda Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında güçlenmesine katkı sağlıyor. Tahran’ın zaman zaman iki ülke arasında arabulucu gibi davranma çabası da garip. Çünkü İran bir İslam devleti olduğunu iddia ediyor ve kendi nüfusunun da önemli bir kısmını oluşturan Azerilerin toprakları işgal altındayken kendisini en fazla arabulucu olarak tanımlayabiliyor.

Türkiye açısından ise İran’ın PKK terör örgütüne verdiği destek hala akıllardadır. İran sınırını serbest geçiş alanı gibi kullanan terör örgütünün bugün 
Kandil Dağı’nda kullandığı birçok altyapı da İran’dan birer hatıra. Zamanında terörü görmezden gelen İran bugün aynı derde düştü ve Türkiye ile işbirliği 
yapmak zorunda kalıyor. 

Fakat ilerleyen zamanlarda bu durumun tersine dönmeyeceğinin garantisi de yok. Türkiye için İran imajını etkileyen en önemli unsur ise şüphesiz 1980 ler 
boyunca süren ve 1990ların bir kısmında da net bir şekilde hissedilen rejim ihraç etme çabaları oldu. Bugün dahi Türkiye’de birçok kişi İran’ın hala bu tür 
gayretler içinde olduğunu düşünüyor.

Anlaşılan o ki İran’ın Müslüman ülkeler ile ilişkileri oldukça garip. İran kendisini bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Ancak dış ilişkilerinde birkaç istisna (Suriye, Sudan gibi) dışında neredeyse tüm Müslüman ülkeler ile sorunlu. İlişkilerinin iyi olduğu ülkeler Rusya ve Ermenistan gibi bölgenin iki Hıristiyan ülkesi. Üstelik bu iki ülke Müslümanlarla da ciddi sorunları olan ülkeler. Ermenistan komşusu Azerbaycan’ın topraklarının neredeyse beşte birini işgal etmiş, Rusya ise Çeçenistan’da gelmiş geçmiş en büyük insanlık dramlarından birine imza atmış. Başka bir deyişle bu şartlar altında Osmanlı’ya karşı Vatikan ile işbirliği yapan İran’ı hatırlamamak çok zor.

Bu veriler altında denebilir ki Ortadoğu’da ekonomik entegrasyonu, ticareti ve siyasi işbirliğini arttırmak isteyen Türkiye’nin karşısındaki en önemli engellerin 
başında İran geliyor. Çünkü İran herkesi kendisi gibi biliyor. Türkiye’nin gizli (kirli) bir gündemi olduğunu sanıyor. Türkiye’nin ticaret ile İran’ın altını oyacağından endişeleniyor. 

Tahran’da bu bakış açısı sadece Türkiye’ye karşı değil, diğer birçok bölge ülkesine karşı da var. Oysa İran bu kaygılarında çok yanılıyor. 
Bunu anlaması için ‘ABD ajanı’ olarak algıladığı ülkelerin ABD politikasına nasıl karşı çıktıklarına bir göz atması bile yeterli olurdu.

Gaz Sorunu

Doğalgaz hattındaki kesilmeler İran’ın yanlış bakış açısının bir diğer örneği. Bilindiği üzere Türkiye, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmek ve komşusu İran ile ticaretini arttırabilmek için İran gazını almaya karar verdi. Bu maksatla ciddi yatırımlar yapılarak iki ülke arasında yüzlerce kilometrelik doğalgaz boru hattı 
döşendi. Türkiye ilk defa bu hattı gündeme getirdiğinde içeride ve dışarıda çok önemli siyasi maliyetlerle de karşılaştı. İçeride İran gibi bir ‘İslamcı rejim’ ile iş 
yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu ilkelerinden laikliğe aykırı olduğu söylenirken, dışarıda da ABD, İran ile her türlü işbirliğine karşı olduğunu 
açıkladı. Fakat Ankara tüm bu zorlukların üstesinden gelerek İran doğalgaz hattını hayata geçirdi. Hatta ilerleyen yıllarda İran ile doğalgaz alanında başka 
işbirliklerinin de yolunu aradı. İran’dan tüm dünyanın köşe bucak kaçtığı, ona ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi yaptığı bir dönemde Türkiye’nin tüm bu 
fedakârlığına ve uluslararası yazılı anlaşmalara rağmen İran keyfi bir biçimde, üstelik kara kışın ortasında gazı kesmeye başladı. İran’dan gelen gazın 
kalitesinde de ciddi sorunlar yaşandı. Bu kesintiler zamanla sıklaştı. 2005-2006 kışında ve bu kış ise İran’ın kesintileri Türk ekonomisini vurmaya başladı. 
İki kış önce bazı sanayi tesisleri faaliyetlerini gaz yetersizliği nedeniyle durdururken, bu yıl da elektrik üretiminde ciddi sorunlar yaşanıyor.
İran gaz kesintileri konusunda zamanında açıklama yapma ihtiyacını bile duymuyor. Canı isteyince vanayı kapatıyor, canı istemezse açıyor. Türkiye’de tepkiler sertleşince lütfen bir açıklama gelse de özür vs. hak getire.
Bu yılki gerekçeleri yine aynı: “Kış sert geçiyor. Bize yetmiyor, size mi verelim?” Hatta Türkiye’de bazıları da İran’a hak verecek kadar ileri gidiyor: 
“ Bir ülke kendi vatandaşları dururken gazı dışarı satar mı?” diyorlar. Elbette satar. Eğer bir anlaşma imzalamışsanız, uluslararası taahhütler altına girdiyseniz, 
öncelik dış taahhütlerinizdedir. İçerideki haliniz ne olursa olsun sözünüzde durmak zorundasınız. Aksi takdirde hiç kimse sizinle ne ticaret yapabilir, ne de 
siyasi işbirliği. İran kış soğuklarını tarihinde ilk defa yaşamıyor. Yıllık gaz üretiminin ne kadar olacağı da sır değil. Bu durumda başka bir ülke ile anlaşma 
imzalayan İran’ın öncelikle bu taahhütlerine uyması gerekir. En azından anlaşma imzaladığı Türkiye ile oturup anlaşarak yaşanan sıkıntıyı paylaşması gerekir.
İran’ın bir diğer gerekçesi de Türkmenistan’ın İran’a verdiği gazı ani bir şekilde kesmesi. Türkmenler gaz fiyatını beğenmedikleri için İran’ı yola getirmeye 
çalışıyorlar, İranlılar da faturayı Türkiye’ye çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa Türkmen gazı da Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye Türkmenistan ile herhangi bir 
anlaşma yapmış değil. Hatta böyle bir işbirliğinin önündeki önemli engellerden biri de Tahran Yönetimi oldu. İran, Türkiye’nin Orta Asya ile ilişkilerinde hep 
engelleyici olduğu gibi Türkmen gazı konusunda da her zaman engelleyici oldu. Söyledikleri ile uygulamaları birbirini tutmadı. Türkmen gazının doğrudan 
Türkiye’ye gitmemesi için Türkmen gazını alıp kendi gazıymış gibi Türkiye’ye satmaya kalktı.

Özetle İran içinde bulunduğu kuşatılmışlığa, ABD ve Avrupa ile yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunlara rağmen bölgesine dönük şüphe uyandıran politikalarını 
sürdürüyor. 
Milyarlarca dolar kazandığı Türkiye pazarına karşı dahi sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tutarlı bir ortak gibi davranmıyor.
Oysa ki Türkiye ve İran’ın işbirliği önündeki engelleri aşması demek Türkiye-İran-Orta Asya ve Türkiye-İran-Pakistan hattında derinleşen bir ekonomik 
entegrasyon demek. Bölge ülkeleri arasında katlanan ekonomik ilişkiler sayesinde bölge dışı ülkelerin daha az siyasi müdahalesi demek. 
Türkiye yılmadan İran’a ekonomik araçlar (ticaret, boru hatları vs.) ile girmeye çalışıyor. Çünkü ekonomik olarak bölgeye entegre olmuş bir İran sadece 
Türk ulusal çıkarlarına değil, bölgesel istikrar ve barışa da katkı sağlayacaktır. Ortadoğu’nun kalkınması ve istikrara kavuşmasında hiç şüphe yok ki Türkiye 
ve İran işbirliği özel bir rol oynayacak. 
Eğer bu iki ülke en azından ticari sahada yakınlaşamazsa Ortadoğu’nun (ve hatta Pakistan ve Orta Asya’nın) geleceği için güzel düşler kurmak dahi 
zorlaşacaktır. Bu basit gerçeğin farkında olan İranlıların sayısı az değil. Ancak bu gerçeği anlamak istemeyen ve hala eski Pers İmparatorluğu oyunlarını 
İslamcılık etiketi altında sürdürmek isteyen dar, ama çok etkili bir kadro da İran devletinin içlerinde mevzilenmiş durumda.
Son söz olarak denebilir ki İran’ın önündeki en önemli engel yine İran. İran’dan anlaşılması güç, birbiriyle çelişen mesajlar geliyor. 
Şu an için denebilir ki karşımızda en azından birden fazla İran var ve böyle bir İran da en az ABD kadar bölge ülkelerini korkutuyor.


***


ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 1

ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 1




TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ YUMUŞAK GÜCÜ

Sedat LAÇİNER

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bugüne Türkiye bölgesinde daha etkili bir aktör olmaya doğru ilerliyor. Geçmişte sürekli olarak ‘potansiyel’ olarak değerlendirilen ilişkiler adım adım somut ilişkiler haline gelmeye başlıyor. Türkiye ‘sahaya indikçe’ Ortadoğu, balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere yakın çevresindeki yumuşak gücünü de keşfetmeye, bunun tadına varmaya başlıyor. İsrail-Filistin, Pakistan-Afganistan, Suriye-İsrail ya da İran-İsrail gibi rakip kampların her iki kanadı da kendilerini Türkiye’ye yakın bulabiliyor. 2007 yılının 2. dönemi Türkiye’nin 
söz konusu yumuşak gücünü daha fazla fark ettiği bir dönem oldu. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye-Ortadoğu ilişkilerini ele almak yararlı olabilir.

1. İSRAİL-FİLİSTİN ANKARA BULUŞMASI

Daha önce başka bir ‘küskün kardeşler’ olan Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ile Afganistan Devlet Başkanı Karzai’ye ev sahipliği yapan Ankara Kasım 2007’de bu kez dünyanın en ünlü ‘düşmanları’nı bir araya getirdi. İsrail ve Filistin Devlet Başkanları Ankara’da. Şimon Peres ve Mahmud Abbas’ın Ankara ziyareti birçok açıdan ilk oldu: İlk kez bir İsrail ve bir Filistin devlet başkanı Türk meclisine hitap etti. Peres’in Meclis’teki konuşması İsrailli bir devlet başkanının Müslüman bir ülke meclisinde yaptığı ilk konuşma oldu. Dahası ilk defa iki lider birbirlerini bir başka ülkenin meclisinde dinlediler. 

Bazıları bu ilkleri önemsemeyebilir ve sıradan ‘diplomatik oyunlar’ sayabilir. Ancak iki liderin Ankara ziyaretleri Türkiye’nin (büyük) Ortadoğu’daki ‘yumuşak gücü’nü açık seçik ortaya seriyor. Türkiye gerektiğinde Filistinlileri de, İsraillileri de azarlıyor, sert bir dille eleştirebiliyor. 
Ancak gerektiği zaman her ikisi ile en yakın ilişkileri de sürdürebiliyor. Pakistan ve Afganistan’ın Türkiye’ye duydukları güven, ama birbirlerine duydukları 
güvensizliğin bir benzeri de Filistin ve İsrail tarafında mevcut. Türkiye ile geçinebilenler, birbirleri ile geçinemiyorlar, hatta bir araya dahi gelmekte 
zorlanıyorlar. Aynı durum Irak’ın içinde bile söz konusu. Şiiler de Sünniler de Türkiye’yi kendilerine yakın görebiliyorlar. Böyle bir pozisyona sahip ikinci bir ülke 
bulabilmek gerçekten çok zor. Başka bir deyişle uzun yıllar sırtını Ortadoğu’ya dönen Türkiye yüzünü bölgeye dönmeye başladıkça ve bölgeyi tanıdıkça 
burada kendisi için ‘büyük bir servetin’ olduğunu fark ediyor, daha da fark edecek.
İsrail ve Türkiye Her şeyden önce Türkiye ve İsrail bölge sorunlarının çözümünde iki farklı ekolü temsil ediyorlar. İsrail (ABD ile birlikte) sorunların çözümünü lider, rejim ve hatta sınır değişikliklerinde görüyor. Irak’ın üçe, en azından ikiye bölünmesi İsrail’in gönlünden geçen bir dilek. Irak gibi bir Arap devinin yeniden, karşısına eski haliyle dikilmesini istemiyor. Dahası Suriye ve İran’ın da ABD eliyle hallini umuyor. 
Suriye’de rejim değişimi, Suriye’nin birkaç parçaya bölünemese bile Lübnan ile ilgilenemeyecek kadar zayıflaması ve iç işlerine dönmesi İsrail’in bir diğer gizli 
dileği. İran’ın ise en azından gücünün budanması ve elini Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’den çekmesini bekliyor Tel Aviv. İsrail Irak ve diğer ülkelerde tüm 
bu süreç cereyan ederken Filistin sorununu bir veya iki güçsüz ama Batı yanlısı devlet(ler) kurdurarak çözmenin planlarını yapıyor. 
Elbette bu planlarda Türkiye’nin İsrail’in yanında yer alması İsraillilerin en büyük dileği. Aslına bakılırsa İsrail’in derdi Ortadoğu sorunlarına kalıcı çözümlerden 
çok üzerindeki yükü başka ülkelerin sırtına yükleyebilmek.
Türkiye ise Ortadoğu sorunlarının çözümünün lider, sınır veya rejim değişiklikleri ile çözülemeyeceğini, aksine böylesine ‘yüzeysel’ bir yaklaşımın sorunları içinden çıkılamaz bir hale getireceğini düşünüyor. Irak’ın da Filistinleşme sürecine girmiş olması Türkiye’nin kendi tezini savunurken kullandığı önemli kanıtlarından biri. Ancak Türkiye’nin ABD’yi, ya da İsrail’i ikna edebilmesi kolay değil. Bu nedenle Türkiye her iki devletin politikalarını da belli bir noktaya kadar veri olarak almak ve ona göre tedbir geliştirmek zorunda kalıyor.
Türkiye-İsrail ilişkileri ekonomik rakamlar dikkate alındığında tarihinin en iyi düzeyinde. 2007 yılının ilk 6 ayında Türkiye-İsrail ticaret hacmi 1.2 milyar doları 
aştı. Bunun 782 milyon doları Türkiye’nin İsrail’e ihracatı ve bir önceki yıla göre % 29’luk bir artışa denk düşüyor. 1997 tarihli serbest ticaret anlaşması ticari 
ilişkilere ciddi bir ivme getirirken turizm alanında da iyi ilişkiler hızla gelişmeye devam ediyor. 
Türkiye şu anda İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük ticari ortağı durumunda. Doğrudan yatırımlar ve diğer faaliyetler dikkate alındığında iki ülke arasındaki toplamekonomik faaliyetlerin 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bu da İsrail gibi nispeten küçük bir ülke için kayda değer bir rakamdır.



Türkiye-İsrail Ticaret Hacminin Seyri


Peres ile Türk yetkililer arasındaki görüşmelerde ekonomik ilişkiler elbette gündeme geldi. Ancak gündem bununla sınırlı değildi ve oldukça yüklü oldu. 
Doğal olarak ilk sırada Filistin sorunu görüşüldü. Türk, İsrailli ve Arap işadamlannı tek bir hedef doğrultusunda bir araya getirmeyi amaçlayan Ankara Forumu’nun Batı Şeria’da bir sanayi bölgesi oluşturması, böylece Filistin’in ekonomik sorunlarını azaltarak barışa katkıda bulunması Türkiye açısından önemli bir adım oldu. Peres de bu girişimi çok yararlı bulduğunu çeşitli defalar tekrarladı.
Şüphesiz iki taraf için de önemli bir diğer konu güvenlik ve terör. İsrailliler İran’ın terörü desteklediğini ve nükleer silahlar elde etmeye çalıştığını her vesile ile 
tekrar ediyorlar ve Türkiye’den de benzeri bir tavır bekliyorlar. Ancak Gül-Peres görüşmesinde tarafların İran konusunda net görüş farklılıkları olduğu anlaşıldı. 
Cumhurbaşkanı Gül, Peres’in iddialarının önemli bir kısmına katılmadı.

Güvenlik boyutunda İsrail’in bir diğer önemsediği konu da Türkiye’ye silah satışı. Silah sanayi İsrail’in önemli gelir kaynaklarından. Çoğunlukla ABD lisanslı 
silahları Washington’un izni ve çoğu kez maddi desteği ile İsrail’de üretiyorlar. Bazı silahlarda ufak değişiklikler yaparak İsrail malı versiyonlar da elde 
ediyorlar. Malum Ortadoğu’daki en iyi silah alıcılarından biri de Türkiye ve İsrail Türklere silah satmayı, silahlarını modernize etmeyi çok istiyor. 

Bu konuda hiçbir fırsatı kaçırmamak için elinden geleni yapıyor. Jerusalem Post’un haberine göre Peres bu gezide Türkiye’ye Arrow balistik füze savunma 
sistemi ile Ofek casus uydularının satışını da gündeme getirdi. Arrow (İngilizce ‘ok’ anlamına geliyor) füze savunma sistemi 1986’dan bu yana ABD’nin 
maddi desteği ile sürdürülüyor. Bu desteğin şimdiye kadar 2 milyar doları aştığı belirtiliyor. Sistem Scud ve Şahap 3 (İran) füzelerine karşı denendi ve 
başarılı bulundu. Halen sistemin Arrow II’si geliştirilmiş durumda ve geliştirme çalışmaları sürüyor. Sistemin daha çok Irak ve İran’a karşı geliştirildiği açık. İsrail’in Türkiye’ye pazarlarken ki argümanı da Türkiye’nin bu sisteme İran’a karşı ihtiyaç duyabileceği varsayımına dayanıyor. 
İsrail Arrow’u Hindistan’a da satmak istedi. Ancak ABD’nin muhalefeti nedeniyle sadece radar kısmı satılabildi. Ofek (İbranice ‘Ufuk’ anlamına geliyor) ise 
İsrail tarafından üretilen bir casus uydu. Bir arabanın plakasını dahi okuyabildiği iddia ediliyor. Üzerinde çeşitli sensörler bulunuyor ve işletme ömrü olarak 
1-3 yıllık süreler belirtiliyor. 
1988’de başlayan çalışmalar şu anda Ofek 7’ye ulaştı. Ofek’in Türkiye’ye katkısı şüphesiz Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da istihbarat toplamada olacak. 
İsrail 2008 başı itibariyle bu ürünleri Türkiye’ye satabilmek için hala lobi yapıyor. Ankara göüşmesinden sonra savunma alanındaki önemli bir gelişme 
Türkiye’nin İsrail’den kiraladığı insansız uçakları PKK’ya karşı yoğun bir şekilde kullanmış olmasıdır.

İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres Ankara Görüşmesi esnasında “teröristler F-16 ile kovalanmaz. F-16 ile takip ederek terörle mücadele edemezsiniz. 
Nano gibi yeni teknolojileri kullanmak gerek” derken çantasındaki diğer satılık ürünlere de işaret ediyordu. Bunlar arasında hafif çelik yelekler de var. 
Peres’in sözleri aslında Türkiye’nin yumuşak karnına da işaret ediyor. USAK raporlarının Haziran 2006’da dile getirdiği “balyoz ile sivrisinek öldürülmez” 
sözünün başka bir versiyonunu böylece İsrail’in ağzından da duymuş oluyoruz. 
Nitekim 5 Kasım Zirvesi’nin ardından ABD Başkanı Bush da “sizde istihbarat yok, sizdeki istihbarat ile terörist avlanmaz” mealinde sözler söylemişti. 
Türkiye bu konudaki açıklarını kapayamadığı sürece ABD ve İsrail gibi ülkelerden hem tavsiyeler almaya devam edecektir, hem de bu konuda karşı ülkelere 
ciddi bir koz verecektir.

Görüşmelerdeki bir diğer gündem maddesi de KKTC oldu. Kıbrıs’ta ipler neredeyse tamamen Rumların eline geçtiği için Türkiye’nin manevra alanı tamamen 
daralmış durumda. Buradan çıkışın tek yolu tam bağımsız bir KKTC: Fakat Hükümet, tıpkı kendisinden önceki hükümetler gibi, bu konuda gerekli cesareti gösteremiyor. 
Bu nedenle doğrudan ticaret, doğrudan ulaşım, temsilcilik vb. ara formüller aranıyor. Suriye ile KKTC arasında başlatılan feribot seferleri bu türden önlemler arasındaydı. 
İsrail’den de aynı tür bir uygulama bekleniyor. Hayfa ile Gazi Magosa arasında feribot seferlerine başlanabilmesi ve KKTC’de İsrail’in ticari temsilcilik açması 
Peres’e götürülen öneriler arasında. İsrail’in bu konuda Türkiye’yi ‘kırması’ için herhangi bir neden görünmüyor. Ancak geçen aylar içinde ciddi bir adım da atılmış değil. Hatta KKTC’nin Tel Aviv’de temsilcilik açması önerisinin İsrail tarafından reddedildiği Aralık 2007’de Ha’aretz sayfalarına yansıdı.

Filistin ve Türkiye

Diğer konuk Mahmut Abbas’ın gündemine bakacak olur isek burada işbirliği olanakları daha sınırlı kaldı. Filistin, Hamas’ın Gazze’de kendi idaresini ilan 
etmesinden sonra fiiliyatta iki ayrı ülkeye dönüştü. Mısır-İsrail arasındaki Gazze Hamas kontrolünde ve Batı medyasında ‘Hamasistan’ olarak da adlandırılıyor. Bazı yorumculara göre İsrail bu durumdan hayli memnun. ‘Büyük bir Filistin ile kuşatılmaktansa iki küçük Filistin daha iyi’ diye düşündüğü söyleniyor.

Türkiye’nin Filistin konusundaki en önemli hatası ise Hamas liderini Ankara’ya çağırmak olmuştu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan kendisiyle görüşmekten kaçındıysa da Hamas’ı Ankara’da görmek ABD ve İsrail için en kötü kâbuslardan daha kötü bir kâbustu. Ne yazık ki bunun maliyeti Türkiye’ye Kuzey Irak’ta ve Ermeni meselesinde çıkarıldı. TOBB’un inisiyatifiyle başlayan ve Türkiye’nin devlet olarak sahiplendiği yaklaşım Filistin için üretilmiş tek ciddi proje konumunda. Eğer başarılı olur ise hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu güçlendirecek, hem de İsrail-ABD yaklaşımlarının alternatifi pratikte geliştirilmiş olacak.
Özetle Türkiye uzun yıllar gönülsüz olduğu Ortadoğu’da istekli ve güçlü bir aktör olarak belirmeye başladı. Eğer Ortadoğu’da Türkiye lehine olan zemin iyi 
kullanılabilir ve ciddi hatalar yapılmaz ise Türkiye’siz bir Ortadoğu düşünmek zorlaşır ve Türkiye istikrar sağlayıcı bir güç olarak güneyini bir bataklık olmaktan 
çıkarmaya ciddi katkılar sağlayabilir.

Bundan sonrası için Ankara’da görmeyi arzuladığımız başka ikililer de var elbette ve bunların başında Esad ile Peres geliyor. Olanaksız mı? Türkiye başkaları 
için olanaksız olanın gerçekleşebileceği bir iklim. Eğer Türkiye bu tür ikilileri Ankara’ya getirmeye devam edebilir ve marjinal ülke ve gruplar ile ‘kör gözüne’ 
görüşmelerden kaçınabilir ise son derece zor bir süreci büyük kazanımlar ile tamamlayabilir.

***

6 Şubat 2020 Perşembe

İSRAİL-FİLİSTİN SORUNUNUN TARİHÇESİ BÖLÜM 2

İSRAİL-FİLİSTİN SORUNUNUN TARİHÇESİ BÖLÜM 2



Bu anlaşma Batı Şeria'yı üçe bölüyordu.

1 - A Bölgesi: Batı Şeria'nın yüzde 7'sini oluşturan bu bölge, Doğu Kudüs ve El Halil haricindeki belli başlı yerleşim merkezlerini tam olarak Filistin idaresine bırakıyor.

2 - B Bölgesi: İsrail ve Filistinlilerin ortak kontrolüne bırakılan bu bölge Batı Şeria'nın yüzde 21'ini oluşturuyor.

3 - C Bölgesi: İsrail bu bölgeyi kontrol altında tutacak, ama aynı zamanda Filistinli tutukluları serbest bırakacaktı.

2. Oslo Anlaşması, Filistinlileri pek heyecanlandırmadı. İsrailli dinciler ise ''Yahudi toprağının'' teslim edilmesine öfkeliydi. Öfke ve tahrik içeren bir kampanyaya hedef olan Başbakan Yitzak Rabin, bir aşırı dinci Yahudi tarafından 4 Kasım'da öldürüldü. Suikast bütün dünyaya şok dalgaları yaydı. "Güvercin" diye nitelendirilen ve bir türlü tamamlanamayan barış sürecinin mimarı Şimon Peres başbakan oldu. 

1996-1999 Kilitlenme
1996 yılına girildiğinde anlaşmazlık yine kan dökülmesine yol açıyordu . Hamas örgütü İsrail içinde bir dizi intihar eylemleri düzenledi. İsrail, Lübnan'ı üç hafta süreyle bombaladı.

Peres 29 Mayıs'taki seçimlerde, sağcı Binyamin Netanyahu'ya kıl payı yenildi. Netanyahu, Oslo anlaşmalarına karşı çıkıyor, ''güvenlik içinde barış'' tezini işliyordu.

Netanyahu işgal topraklarında yerleşim inşasının dondurulması kararını kaldırarak Arapları öfkelendirdi. El Aksa Camii'nin altına, arkeolojik amaçlarla bir tünel kazılması için izin verince de, tepkiler daha da şiddetlendi.

İsrail mevcut barış sürecini eleştirmesine rağmen ABD'nin artan baskısı sayesinde Ocak 1997'de El Halil şehrinin yüzde 97'sini Filistinlilere devretti. ABD'de 23 Ekim 1998'de imzaladığı Wye River Beyannamesi ise, Batı Şeria'dan çekilmenin sürmesini öngörüyordu.

Fakat Wye River'ın uygulanmasına ilişkin itirazlar, Ocak 1999'da İsrail'de iktidardaki sağ koalisyonun çökmesine yol açtı. 18 Mayıs'taki seçimlerin galibi İşçi Partili Ehud Barak'tı. İsraillilerle Araplar arasındaki 100 yıllık kavgayı sona erdirmeyi vaat ediyordu yeni başbakan.

Oslo anlaşmalarında öngörülen beş yıllık geçiş süresi, 4 Mayıs 1999'da sona erdi. Ama Yaser Arafat tek yanlı Filistin devleti ilanından vazgeçirildi. Amaç İsrail'deki yeni yönetimle pazarlığa yeniden başlanmasıydı. 

2000 - İkinci intifada
Ehud Barak hükümetinin barışa ulaşacağına dair başlangıçta duyulan iyimserliğin temeli olmadığı zamanla anlaşıldı. Yeni bir Wye River sözleşmesi Eylül 1999'da imzalandı. Ama işgal topraklarından çekilme işleminin devam etmesi mümkün olmadı. Çünkü Kudüs'ün durumu, mülteciler, yerleşimler ve sınırlar gibi nihaî statü pazarlıkları sonuçsuz kalmıştı. Beş yıllık barış süreci sonunda pek bir şey elde edilememesi, Filistin halkında büyük bir bıkkınlık doğurdu.

Barak, Suriye ile barışa odaklandı. Bu alanda da başarı yoktu. Barak yine de İsrail'in 21 yıllık Lübnan macerasına son verdi.

Mayıs 2000'de İsrail'in Lübnan'dan çekilmesi, dikkatleri Yaser Arafat'a yöneltti. ABD Başkanı Bill Clinton ile Ehud Barak kademeli barış görüşmeleri yerine, bütün konularda hep birden sonuç almayı amaçlayan nihai pazarlığa girmeye zorlandı. Bu görüşmeler için ABD başkanının yazlığı Camp David seçildi. İki hafta süren görüşmelerde Kudüs'ün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları konusunda bir uzlaşmaya varılamadı.

Bunun getirdiği belirsizlik içinde, 28 Eylül'de muhalefetteki Likud Partisi'nin Netanyahu'dan sonraki lideri, yılların sağcı politikacısı Ariel Şaron, Mescid-i Aksa'nın bulunduğu kompleksi ziyaret etti. Bunun çok tahrik edici bir hareket olduğu söylendi. Filistinliler bu ziyareti protesto için gösterilere başladı. Ve gösteriler şimdi El Aksa intifadası diye anılan ayaklanmaya dönüştü.

2001 - Şaron'un dönüşü
2000 yılının sonuna gelinirken Başbakan Ehud Barak, giderek kanlı ve öfkeli bir hale gelen şiddet döngüsünün içinde buldu kendini. İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki işgaline karşı intifada tırmanıyordu.

Çevresindeki koalisyon çökerken, Barak 10 Aralık'ta istifa etti. Halktan krizle mücadele konusunda yeni bir yetki istediğini söylüyordu. Ama 6 Şubat'taki seçimleri Ariel Şaron kazandı. İsrailli seçmen 90'lı yıllar boyunca süren ''barış için toprak'' formüllerine arkasını dönmüştü. İsrail'in "Filistinli sorunu"na daha katı bir yaklaşımı savunuyorlardı artık.

Şaron, Filistinli militanlara karşı suikastlar, hava saldırıları ve Filistin idaresindeki topraklara düzenlenen baskınların ağır bastığı politikasını daha da şiddetlendirir ken, can kaybı yükseliyordu. Filistinli militanlar ise İsrail şehirlerinde intihar eylemleri gerçekleştirdi.

ABD şiddet olaylarını durdurmak için uluslararası çabalara önderlik etti. Ayaklanmaya ilişkin uluslararası soruşturmayı, Amerikalı eski Senatör George Mitchell başkanlığındaki heyet yürüttü. CIA'nın eski Direktörü George Tenet ise ateşkesin nasıl uygulanabileceğine dair yaptığı görüşmeler sonunda bir öneri hazırladı. Ama bu girişimler döngüyü kıramadı. 

2002 - Batı Şeria yeniden işgal altında
Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce mart sonra da haziran aylarında Batı Şeria'nın neredeyse tamamını işgal etti. 2002 yılının büyük bir bölümünde Filistin kentleri sık sık baskına uğradı, birbirleriyle bağlantısı kesildi, kuşatıldı ya da uzun süreler sokağa çıkma yasağı altında kaldı.

Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şeria'nın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirdi. Filistinliler, burada bir katliam yapıldığını iddia ettiler. Kendisi de ağır kayıp veren İsrail ordusu ise örgütlü bir direniş ile karşılaştığını belirterek burada sadece 52 Filistinlinin öldüğü konusunda ısrar etti.

Birleşmiş Milletler'in bu konuda hazırladığı bir rapor, "sivilleri tehlikeyle karşı karşıya bırakan şiddet olayları" dolayısıyla her iki tarafı da suçladı ama ortada bir katliam olmadığı sonucuna ulaştı. Uluslararası Af Örgütü ise İsrail ordusunun Batı Şeria'da Cenin ve Nablus'a düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne vardı.

Dikkatlerin odaklandığı bir diğer merkez de Beytüllahim oldu. Beytüllahim'deki Mîlad Kilisesi'nde 5 hafta boyunca devam eden kuşatma, mayıs ayında, kiliseye sığınmış olan çok sayıda Filistinli arasındaki 13 militanın sürgüne gönderilmesiyle sona erdi.

İsrailli yetkililer 2002 yılı boyunca Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da düzenlenen operasyonların amacının Filistinlilerin terör altyapısını yıkmak olduğunu kaydediyordu.

Ancak hızı kesilmiş de olsa intihar saldırıları yıl boyu devam etti.

Üst üste iki yıldır barış süreci durma noktasına gelmişti. Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliği'nden oluşan, "Dörtlü" Orta Doğu'da çözüme yönelik bir 'yol haritası' ile süreci yeniden canlandırmaya çalıştı. 

2003 - Bush'un Ortadoğu politikası
Yol haritasının yayımlanması, içeriği üzerinde 2002 yılı boyunca devam eden pazarlıklar dolayısıyla gecikti. Belge ancak 2003 yılı nisanında Amerika öncülüğünde Irak'a düzenlenen operasyon sonrasında yayımlandı. Belgenin yayımlanmasına kadar da tüm diplomatik girişimler askıda kaldı.

2003 Haziran'ında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush, Ortadoğu konusundaki siyasetini uzun süredir beklenen bir konuşmayla açıkladı.

Bush konuşmasında Filistinlilere 'teröre taviz vermeyen' bir lider belirlemeleri çağrısında bulundu.

Filistinli militan grupların yoğun müzakereler ardından haziran ayında ilan ettiği ateşkes ise ancak 7 hafta süreyle geçerli oldu. 

2004 - Arafat'ın ölümü
İsrail'in hava saldırıları ve Filistinli militanların intihar saldırılarının yaşandığı bir yıl oldu. İsrail'in mart ve nisan aylarında Hamas'ın ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasin'le örgütün önde gelen isimlerinden Abdülazizi el Rantisi'yi öldürmesi Filistinliler arasında büyük tepkiye neden oldu.

İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Gazze'den yerleşimcileri ve askerleri çekme planını açıkladı.

Aynı yıl içinde İsrail Yüksek Mahkemesi, duvarın güzergahının değiştirilmesi gerektiğine hükmetti.

Temmuz ayında da Lahey Adalet Divanı duvarı yaşadışı ilan etti. Ancak İsrail bu kararlara rağmen duvar inşaasını sürdürdü.

Ekim ayının sonlarında rahatsızlanan Filistin lideri Yaser Arafat, 11 Kasım'da tedavi için götürüldüğü Fransa'da hayatını kaybetti.

Mahmud Abbas, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine getirildi. 

2005 - Gazze'den çekilme
Ocak ayında Filistin'de yapılan seçimler sonunda Mahmud Abbas özerk yönetimin başkanlığına getirildi.

Ariel Şaron ise, Gazze'den çekilme planı için hükümetinden onay aldı ve plan ağustos ayı sonunda yaşama geçirildi. Gazze'de bulunan yerleşimciler zorla bölgeden uzaklaştırıldı. 

2006 - Hamas'ın zaferi
Ocak ayı başında beyin kanaması geçirerek komaya giren Ariel Şaron'un yerine gelen Ehud Olmert, Kadima adlı yeni bir parti kurdu.

Kadima, seçimler sonunda merkez sol İşçi Partisi ve aşırı Ortadoks Şas Partisi'yle koalisyon oluşturdu.

İlk başta güçlü bir kamuoyu desteğine sahip olan Olmert, Hizbullah'ın iki askeri kaçırması ardından temmuz ayında Lübnan'a savaş açtı ve Beyrut'un da aralarında bulunduğu bazı kentleri bombaladı.

Sonunda ilan edilen ateşkesin ardından Olmert, askerleri kurtarmayı başaramadığı ve savaşı yönetme biçimi nedeniyle ağır şekilde eleştirildi.

Filistin'de ise, ocak ayında düzenlenen seçimlerden Hamas ezici zaferle çıktı ve tek başına hükümet kurdu.

Ancak İsrail'in varolma hakkını tanıması ve şiddeti reddetmesi için baskı altında kalan Hamas'a yönelik uluslararası ambargo uygulandı.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Hamas'ı gerekçe göstererek, Filistin'e mali yardımları durdurunca, Hamas hükümeti kamu çalışanlarının maaşlarını bile ödeyemez hale geldi.

Hamas'la El Fetih arasında tırmanan gerilim çatışmalara dönüştü; bu çatışmalar kimi gözlemcilere göre, Filistin'i bir iç savaşın eşiğine getirdi.

Geçen yılın mayıs ayında, tarafların üzerinde uzlaşabileceği bir siyasi zemin olması için İsrail cezaevlerinde bulunan önde gelen El Fetih ve Hamas'lı isimler, "cezaevi belgesi" olarak anılan bir bildirge hazırlamıştı.

Direnişin 1967'de işgal edilen topraklarla sınırlı tutulmasını ve İsrail'in üstü kapalı olarak tanınmasını öngören bildirgenin başta yarattığı heyecana rağmen, bu belge de anlaşmazlıkları gidermeye yetmedi.

Hamas'ın belgenin bazı noktaları üzerindeki itirazları karşısında Filistin lideri Mahmud Abbas, konuyu referanduma götüreceğini ilan etti.

Bu amaçla Hamas'a tanınan süreler tekrar tekrar uzatıldı, referandum kozu yerini erken genel seçime gitme tehdidine bıraktı, ancak Abbas bu adımları hayata geçirme aşamasına gelmedi. 

2007 - Bush'un çağrısı
"İç savaş" endişeleri nedeniyle devreye giren Suudi Arabistan'ın aracılığıyla Mekke'de bir araya gelen Filistinli rakip gruplar Hamas ve El Fetih'in ulusal birlik hükümeti kurulması üzerinde anlaşmaya vardı.

Ancak İsmail Hanya başkanlığındaki hükümetin ömrü uzun olmadı. El Fetih'le Hamas arasında yaşanan çatışmalar sonunda, haziran ayında Hamas Gazze'nin kontrolünü ele geçirdi. Abbas hükümeti azletti. Hamas kontrolü altındaki Gazze'de hükümet kurdu, Mahmud Abbas ise, Selam Feyyad başkanlığında yalnızca Batı Şeria'yı kontrol edebilen bir hükümet kurdu.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush, temmuz ayı ortasında İsraillilerle Filistinliler arasında barış görüşmelerinin yeniden başlatılmasını tartışmak üzere uluslararası bir toplantı yapılması çağrısında bulundu.

Filistin ile İsrail tarafları "konferansın sonuç bildirgesi" konusunda uzlaşmakta zorlanınca toplantının yapılacağı yer ve tarihin açıklanması son dakikaya kaldı. Amerikalı yetkililer, kasım ayı ortasında konferansın 27 Kasım'da Annapolis kentinde düzenleneceğini açıkladı. 

2008 - Hamas - İsrail ateşkesinin sonu
23 Ocak 2008: Gazze’den İsrail’deki sınır kasabalarına durmaksızın düzenlenen roket saldırıları sonucunda, İsrail’in Mısır’ın da desteğini alarak başlattığı ablukaya daha fazla dayanamayan Gazzeliler, Refah sınırındaki duvarları yıkarak temel ihtiyaçlarını satın alabilmek için Mısır tarafına geçtiler. 11 gün sonra, 3 Şubat’ta Mısır güvenlik güçleri geçişleri yasakladığında, toplamda 800 bine yakın Gazzeli Mısır’a girip çıkmıştı.

28 Şubat - 3 Mart 2008: İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi. Kubbet-üs-Sahra Müslümanların en kutsal mekanlarından biri olarak kabul ediliyor.

14 Nisan 2008: Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’nin askeri kanadının lideri İbrahim Ebu İlba İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybetti.

19 Haziran 2008: Mısır’ın arabuluculuğunda gerçekleşen müzakereler sonucu Hamas ile İsrail arasında altı aylık ateşkes imzalandı. Hamas roket atmama, İsrail de Gazze’ye yönelik ambargoyu kaldırma ve suikastları durdurma sözü vermişti.

19 Aralık 2008: Hamas ile İsrail arasındaki altı aylık ateşkes sona erdi. Ateşkes sürecinde ambargo hafifletilmediği gibi saldırılar azalsa da kesilmedi.

27 Aralık 2008: Roket saldırılarını gerekçe gösteren İsrail, mezuniyet töreninin yapıldığı bir polis merkezini vurarak aralarında Hamas’ın üst düzey güvenlik görevlilerinin de bulunduğu 140 polisi öldürdü ve Gazze Şeridi’nde “Dökme Kurşun Operasyonu”na başladı. 60 savaş uçağının katıldığı operasyonun sadece ilk saatlerinde 200’ü aşkın Filistinli hayatını kaybetti.

31 Aralık 2008: İsrail Ortadoğu Dörtlüsü’nün ateşkes çağrısını reddetti. 

2009 - Gazze'ye kara operasyonu
1 Ocak 2009: İsrail uçakları Hamas’ın üst düzey liderlerinden Nizar Rayyan’ı evini bombalayarak öldürdü.

3 Ocak 2009: İsrail, Gazze Şeridi’nde kara operasyonuna başladı.

9 Ocak 2009: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın görev süresi fiilen doldu. Ancak başkanlık seçimleri ertelendi.

15 Ocak 2009: Hamas hükümetinin İçişleri Bakanı Said Siyam, oğlu, erkek kardeşi ve ailesi ile birlikte İsrail’in füze saldırısında hayatını kaybetti.

16 Ocak 2009: Gazze’ye silah kaçakçılığının önlenmesi konusunda ABD ve İsrail dışişleri bakanları arasında bir anlaşma imzalandı.

18 Ocak 2009: 22 gün süren operasyonun ardından İsrail ateşkesi kabul ederek yerle bir ettiği Gazze Şeridi’nden çekilmeye başladı. Çekilme işlemi 21 Ocak’ta tamamlandı.

10 Şubat 2009: İsrail’de genel seçimler yapıldı. Tzipi Livni’nin Kadima Partisi Binyamin Netanyahu’nun Likud Partisi’nden bir milletvekilliği fazla çıkarsa da sağ partilerin çoğunluğu alması nedeniyle hükümeti kurma görevi Netanyahu’ya verildi. 31 Mart’ta Likud Partisi’nin aşırı sağ partilerle kurduğu koalisyon hükümeti İsrail meclisinden güvenoyu aldı.

14 Ağustos 2009: Gazze’nin Refah bölgesinde Hamas’a bağlı güvenlik güçleri ile El Kaide’yle bağlantısı bulunduğu iddia edilen Cünd-ü Ensarullah grubu arasında çıkan silahlı çatışmada, örgüt liderinin de aralarında bulunduğu 22 kişi öldü, en az 100 kişi yaralandı. Cünd-ü Ensarullah, Gazze’de bir “İslami Emirlik” ilan etmiş ve Hamas’ı dinden uzaklaşıp Batı’ya yanaşmakla suçlamıştı.

5 Kasım 2009: İsrail’in, Gazze’ye yönelik “Dökme Kurşun Operasyonu”nda orantısız güç kullanması nedeniyle savaş suçu işlemekle itham edildiği Goldstone Raporu, BM Genel Kurulu’nda kabul edildi.

13 Kasım 2009: 24 Ocak 2010’da yapılması planlanan devlet başkanlığı ve meclis seçimleri, Hamas yönetimindeki Gazze Şeridi’nde oylama işleminin gerçekleşemeyeceği gerekçesiyle Filistin Seçim Komisyonu tarafından ertelendi. 

2010 - Mavi Marmara olayı
6 Ocak 2010: 6 Aralık’ta Britanya’dan yola çıkan ve insani yardım malzemesi taşıyan “Filistin’e Yol Açık” konvoyu, Gazze’ye ulaştı.

19 Ocak 2010: Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları’nın kurucularından ve komutanlarından Mahmud el-Mebhuh, Dubai’de kaldığı bir otelde Mossad ajanları tarafından boğularak öldürüldü.

31 Mayıs 2010: “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” sloganıyla yola çıkan Gazze’ye Özgürlük Filosu’na İsrail donanması uluslararası sularda saldırdı. Mavi Marmara gemisindeki 9 Türkiyeli yardım gönüllüsü öldürüldü, 50’yi aşkın gönüllü de yaralandı.

Haziran 2010: Mavi Marmara katliamının ardından artan uluslararası baskılar karşısında Mısır, Refah Sınır Kapısı’nı üç yıl sonra süresiz olarak açarken; İsrail de 20 Haziran’da ambargoyu hafifletme kararı alarak Gazze’ye girebilecek malların listesini yeniledi.

2 Eylül 2010: İsrail’in Gazze’ye saldırması üzerine Aralık 2008’de rafa kaldırılan doğrudan barış müzakereleri, Filistin lideri Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından Washington’da yeniden başlatıldı.

22 Eylül 2010: BM İnsan Hakları Konseyi yayınladığı raporda, İsrail’in 9 Türk’ün ölümü ile sonuçlanan Mavi Marmara baskınını “yasadışı, orantısız ve kabul edilemez gaddarlık” olarak nitelendirdi ve Filistin toprağına deniz ablukası uygulamasının “yasadışı” olduğunu belirtti. 

2011 - UNESCO gerilimi
Eylül 2011: İsrail'in Gazze Şeridi'nde bir hafta boyunca düzenlediği hava saldırılarında 18 Filistinli yaşamını yitirdi.

23 Eylül 2011: Filistin Yönetimi, Birleşmiş Milletler'e tam üye ‘devlet’ statüsü kazanmak amacıyla BM Genel Sekreteri Ban ki-Mun'a başvurdu.

12 Ekim 2011: İsrail ve Hamas, beş yıldır esir olan asker Gilad Şalit ve binden fazla Filistinli mahkumun serbest kalması için anlaştı.

31 Ekim 2011: Filistin, UNESCO Genel Konferansı'nın kararı ile kurumun 194'üncü üyesi oldu.

1 Kasım 2011: ABD, Filistin'in UNESCO'ya üyelik başvurusu kabul edilince, örgüte Kasım 2011'de yapmayı planladığı 60 milyon dolarlık ödemenin iptal edildiğini duyurdu.

18 Aralık 2011: İsrail, Hamas ile Ekim 2011'de yaptığı esir değişim anlaşmasının ikinci aşaması çerçevesinde, kendi seçtiği 550 tutukluyu serbest bıraktı.

23 Aralık 2011: Filistinli gruplar Fetih ve Hamas, uzun süren fikir ayrılıklarının ardından birleşme yolunda önemli bir adım attı. Mısır’ın başkenti Kahire’de yapılan görüşmelerin ardından Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü bünyesine katılma kararı aldı. 

2012 - Mısır arabulucu
3 Mart 2012: İsrail'in, Gazze Şeridi'nde dört gün boyunca düzenlediği ve 25 Filistinlinin öldüğü operasyonlar sonrasında, taraflar Mısır'ın arabuluculuğunda anlaşmaya vardı.

21 Mayıs 2012: Gazze Şeridi'ni 2007 yılından bu yana kontrolü altında tutan Hamas ile Filistin Kurtuluş Örgütü şemsiyesi altındaki en büyük grup Fetih, Filistin'de hükümet kurulması konusunda ilk adımı attı.

30 Kasım 2012: BM Filistin’e, BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsünü verme kararını aldı. BM Genel Kurulu’ndaki oylamada BMGK’nın beş daimi üyesinden Fransa, Rusya ve Çin bu kararı desteklerken İngiltere çekimser kaldı ABD ise hayır oyu kullanmıştı. 

2013 - Kudüs için görüşmeler
29 Temmuz 2013: İsrail ve Filistinliler bugün Amerika Birleşik Devletleri'nin arabuluculuğunda üç yıl aradan sonra ilk doğrudan barış görüşmeleri başlayacağı duyuruldu. Görüşmenin konusu İsrail hükümetinin Kudüs'ün bölünmesini karşı çıkmasıydı. İsrail’in talebi Kudüs’ün Yahudi halkının siyasi ve dini merkezi olması ve 1980'de çıkartılan İsrail Temel Yasası'ndaki 'Tam ve birleşik Kudüs İsrail'in başkentidir' ifadesinden geri adım atmamak. Filistin’in talebi ise Ürdün tarafından işgal edilen, daha sonra 1967 savaşının ardından İsrail'in ilhak ettiği Doğu Küdüs'ün Filistin devletinin başkenti olması. Dönemin ABD başkanı Barack Obama İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhakını tanımıyordu ve büyükelçiliğini Tel Aviv’de tutuyordu.

26 Ağustos 2013: Batı Şeria'daki Kalandiye mülteci kampında İsrail polisinin üç Filistinli'yi öldürmesi ardından, bugün Eriha'da iki taraftan yetkililerin biraraya geleceği barış görüşmeleri askıya alındı. 

2014 - İsrail'in 51 günlük saldırısı
7 Temmuz 2014: İsrail Gazze’ye yönelik 51 gün sürecek saldırılarını başlattı. Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2 bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.

27 Temmuz 2014: İki taraf için geçerli 12 saatlik ateşkes ilan edildi. Fakat İsrail ateşkesin üzerinden 2 saat geçtikten sonra ateşkesi ihlal edip kara saldırısına devam etti. 

2015 - Filistin'den UCM'ye İsrail hakkında suç duyurusu
01 Nisan 2015: Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) resmen üye oldu.

25 Haziran 2015: Filistin, UCM’ye İsrail hakkında suç duyurusunda bulundu. Filistin yönetimi, biri İsrail’in son Gazze savaşı diğeri ise yasa dışı yerleşim faaliyetleri ile ilgili mahkemeye iki ayrı dosya sunmuştu.

31 Aralık 2015: Birleşmiş Milletler 2015 İsrail-Filistin raporu yayınladı. Rapora göre İsrail 2015 yılında 170 Filistinliyi öldürdü, 15 bin 377'sini yaraladı. İsrail son bir yıl içinde Batı Şeria ve Kudüs'te Filistinlilere ait 539 ev ve tesisi de yıktı.

2016 - BM Güvenlik Konseyi kararı
30 Kasım 2016: 30 Kasım 2016: Rusya, İsrail-Filistin sorunu konusunda açıklama yaptı. Putin, İsrail-Filistin müzakerelerine yeniden başlanması çağrısı yaptı ve 1967 sınırlarına tabi ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasını desteklediklerini vurguladı.

23 Aralık 2016: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İsrail'in işgali altındaki Filistin topraklarında yasadışı tüm yerleşim faaliyetlerini "hemen ve tamamen" durdurmasını öngören karar tasarısını kabul etti. Güvenlik Konseyi üyesi 15 ülkeden 14'u karar tasarısı için 'evet' oyu verirken, veto hakkı bulunan ancak bu hakkı kullanmayan ABD 'çekimser' oy kullandı. İsrail BMGK'nın kararına uymayacağını açıklarken ABD'ye çok sert tepki gösterdi. 

2017 - Mescid-i Aksa abluka altında
14 Temmuz 2017: İsrail polisi Cuma günü sabah saatlerinde Mescid-i Aksa'da silahlı saldırıda bulunduğunu iddia ettiği üç Filistinliyi öldürdü, olayda yaralanan iki İsrail polisi de hayatını kaybetti.

Bu olay üzerine Mescid-i Aksa'nın da içinde bulunduğu Harem el Şerif bölgesine giriş-çıkışlar iki gün boyunca yasaklandı. Açıldığında ise giriş noktalarına metal detektörleri yerleştirildi. Dedektörleri protesto eden Filistinliler, Doğu Kudüs'ün sokaklarında namaz kılmaya başladı.

Gerilim arttı Doğu Kudüs'te hem de Batı Şeria'da protestocu Filistinlilere İsrail polisi müdahale etti ve toplamda dört Filistinli öldürüldü. Ardından bir Filistinli, üç İsrailli sivili bıçaklayarak öldürdü.

6 Aralık 2017: ABD Başkanı Trump, İsrail'in başkenti olarak Kudüs'ü tanıdıklarını belirterek, İsrail ABD Büyükelçiliği'ni Tel Aviv'den Kudüs'e taşıyacaklarını açıkladı. 

2018 - İsrail ordusu 59 Filistinliyi öldürdü
3 Ocak 2018: İsrail Parlamentosu (Knesset) 'Birleşik Kudüs' yasasını kabul etti. Birleşik Kudüs yasası 3 saatten fazla süren tartışmalı oturumun ardından, 51'e karşı 64 oyla kabul edildi. Bu yasayla İsrail'in işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs dahil şehrin herhangi bir kısmından çekilmeyi neredeyse imkansız hale getirilmiş oldu. Yasaya göre çekilmeyi onaylamak için parlamentoda en az üçte iki çoğunluk yani 80 milletvekilinin onayı aranacak. Knesset'te toplam 120 sandalye bulunuyor. Yasa aynı şekilde, 61 Knesset üyesi oy kullanmadıkça gelecekte yasanın yürürlükten kaldırılmayacağını kapsayan bir madde içeriyor.

19 Mart 2018: Kudüs'te İsrailli bir güvenlik görevlisini bıçakla ağır yaralayan bir Filistinli vatandaşı açılan ateş sonucu öldürüldü. İsrail basınına göre, 30 yaşındaki güvenlik görevlisi hastaneye kaldırıldıktan sonra yaşamını yitirdi. Saldırganın 28 yaşındaki Filistinli Abdurrahman Beni Fazıl olduğu açıklandı.

14 Mayıs 2018: ABD Başkanı Donald Trump'ın ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma kararı almasının ardından binanın açılışı yapıldı. ABD Büyükelçiliği açılışı ve Nakba'nın (Büyük Felaket) 70. yılı nedeniyle Gazze'de iki gün boyunca yapılacak protesto gösterileri için henüz hazırlık yapılırken İsrail askerleri göstericilere saldırdı. 59 Filistinli İsrail askerleri tarafından öldürüldü. 

(HK)

Kaynaklar: BBC, Aljazeera, Reuters, Euronews,

http://bianet.org/bianet/siyaset/192219-israil-filistin-sorununun-tarihcesi-1897-den-2018-e#2018

***

1 Ocak 2020 Çarşamba

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 6

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 6




10. SONUÇ VE DEĞERLENDIRME 

Arap baharı sürecinde halk hareketlerine destek veren İran’ın Suriye politikasında jeopolitik ve jeostratejik kaygılar belirleyici olmuştur. İran’ın bu kaygılarının belirlenmesinde birbiriyle ilintili çeşitli faktörler rol oynamıştır. Birincisi, Haziran 2005’te Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığına yükselmesi ile kendisini gösteren dış politikada radikalleşme ve devrimci değerlere dönüş olgusudur. 
İran’ın yeniden radikalleşen Ortadoğu politikasında Filistin sorunu merkezi bir yer edinmiştir. Dini, siyasi ve ideolojik nedenlerle Filistin sorununun öne çıkması, hâlihazırda Siyonizm karşıtlığını dış politikasının esası haline getirmiş İran ile İsrail arasındaki gerginliğin yükselmesine neden olmuştur. 

İkinci olarak ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra şekillenen Ortadoğu’nun yeni jeopolitiği, İran’ın bölgeye bakışının şekillenmesinde etkili olmuştur. İranlı yetkililere göre bölge İsrail’e karşı mücadele eden ve Amerikan hegemonyasına karşı direnen “direniş cephesi” ile Batı ile iyi ilişkileri olan “statükocu rejimler” arasında ikiye bölünmüştür. Hamas ve Hizbullah gibi direniş cephesinin ön saflarında yer alan örgütlerin kendi coğrafi alanlarında siyasi etkinliğini artırması ve Irak’ta İran rejimi ile kuvvetli bağları olan Şiilerin ağırlıkta olduğu bir hükümetin şekillenmesi bölgede İran’ın etkisinin yükselmesi olarak değerlendirilmiştir. Bu süre zarfında bölgesel siyasetinin radikalleşmesinin 
yanı sıra İran’ın nükleer programının ve askeri programlarının gelişmesi, bölge 
ülkelerinde, bilhassa Suudi Arabistan başta olmak üzere muhafazakâr Arap devletleri arasında İran’ın yükselişinin tehdit olarak değerlendirilmesine yol açmıştır. Böylece bölgede İran’ın başını çektiği direniş cephesi ile Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği statükocu devletler arasında bir kutuplaşma olmuştur. 

Gerek siyasetin yeniden radikalleşmesi gerekse bölge jeopolitiğindeki değişiklik İran dış politikasında çatışmacı bir paradigmanın yükselmesine neden olmuştur. Buna göre ezelden ebede sürecek olan iyi ile kötünün mücadelesi, hak ile batıl mücadelesi İran ile ABD arasındaki mücadele şeklinde tezahür etmektedir. ABD’nin bölge siyasetinin en önemli unsuru İran’ın bölgesel gücünün kırılması ve İslam Cumhuriyeti rejiminin değiştirilmesidir. İran’da yükselen bu paradigma, Amerikalı yetkililerin zaman zaman dile getirdiği “rejim değişikliği” siyaseti ve ABD’nin Ortadoğu’da artan siyasi ve askeri varlığı ile desteklenmiştir. 

Bölgesel kutuplaşmanın, ABD ve İsrail ile İran arasında gerginliğin yükseldiği jeopolitik ortamda Suriye ile ittifak ilişkisi İran’ın Ortadoğu politikasının en önemli dayanak noktası olmuştur. Dolayısıyla, Suriye yönetimi aleyhine gerçekleşen her türlü gelişme öncelikle direniş cephesini, ardından İran’ın güvenliğini hedef alan girişimler olarak değerlendirilmiştir. Batılı ve İsrailli analistlerin ve stratejistlerin açıkça angajman siyaseti yada rejim değişikliği suretiyle Suriye’nin İran ile ittifak ilişkisinin sonlandırılması gerektiğine dair çalışmaları, İran’ın Suriye’ye jeopolitik ve güvenlik eksenli bakışını güçlendirmiştir. 

<  İranlı yetkililere göre bölge İsrail’e karşı mücadele eden ve Amerikan hegemonyasına karşı direnen “direniş cephesi” ile Batı ile iyi ilişkileri olan “statükocu rejimler” arasında ikiye bölünmüştür. >

İşte bu bakış, İran’ın Suriye isyanı karşısındaki tutumunda da esas belirleyici faktör olmuştur. 
Dolayısıyla Suriye’de Mart 2011’de başlayan ve kısa sürede rejim karşıtı isyana 
dönüşen gösterileri İran yönetimi, Esad yönetimini devirmek amacıyla dışarıdan tasarlanan yeni bir girişim olarak görmüştür. İsyanın giderek büyümesi ve ülke geneline yayılmasına rağmen İranlı yetkililer birçok defa Esad yönetimini her açıdan desteklediklerini ve desteklemeye devam edeceklerini söylemiştir. Suudi Arabistan başta olmak üzere İran’ın bölgesel rakiplerinin ve Batılı ülkelerin Suriye isyanına destek vermesi, İran’ın Esad yönetimine verdiği destekte daha kararlı olmasına neden olmuştur. 

İran, Suriye rejiminin düşmesi durumunda kendi güvenliğinin de tehlike altına gireceğinden endişelenmektedir. Esad yönetiminin düşmesi durumunda Suriye’de Batı ve muhafazakar Arap devletleriyle bağlantılı olan bir rejimin kurulması, İran’ın Suriye’yi ve dolayısıyla Hizbullah ve Filistin direniş örgütleri ile bağlantı noktasını kaybetmesiyle sonuçlanacaktır. Keza, Esad yönetiminin devrilmesinin ardından ülkede istikrarın sağlanamaması durumunda Suriye’nin İsrail karşısındaki duruşu zayıflayacaktır. Ayrıca bu ülkedeki istikrarsızlık yabancı, özellikle Amerikan güçlerinin Suriye’ye müdahalesinin önünü açacaktır. Böylece İran kendi güvenliğinin dayandığı caydırıcılık unsurlarından en önemlisini, yani ileri savunma hattını kaybedecektir. Buna karşılık İranlı 
seçkinler arasında Esad yönetiminin iktidarını koruyabileceğine duyulan inanç, İran’ın isyancılara karşı Suriye rejiminin yanında yer almasını sağlamıştır. 

Bununla birlikte isyanın giderek büyümesi, muhalifler ile rejim güçleri arasında çatışmaların gün be gün şiddetlenmesi ve Esad rejiminin uluslararası desteğini büyük ölçüde kaybetmeye başlaması üzerine İran Suriye siyasetini yeniden değerlendirmeye başlamıştır. Bu süre zarfında Suriye muhalefeti ile görüşme arayışına giren İran yönetimi, karşılıklı şiddete son verilmesi, rejim ile muhalefet arasında diyalog başlatılması ve halkın meşru taleplerinin karşılayacak reformların yapılması çağrısında bulunmuştur. 
Fakat İran’dan gelen bu çağrılar Esad yönetimine olan desteğin çekilmesinden ziyade, Baas rejiminin düşüşünün engellenememesi durumunda İran’ın Suriye’deki çıkarlarının korunabilmesi amacıyla muhalefete karşı söylemin yumuşatılması şeklinde değerlendirilmektedir.

<  Suriye’de Mart 2011’de başlayan ve kısa sürede rejim karşıtı isyana dönüşen gösterileri İran yönetimi, Esad yönetimini devirmek amacıyla dışarıdan tasarlanan yeni bir girişim olarak görmüştür.  >

Arap baharı ile başlayan toplumsal ve siyasal değişim süreci Ortadoğu’da egemen olan siyasal rejimlerin kimi yerlerde devrilmesine, kimi yerlerde de sarsılmasına neden olmuştur. 
Bu sürecin tetiklediği halk isyanları kısa süre içerisinde Suriye’ye de yayılmış ve bu ülkede hakim olan Baas rejimini tehdit etmiştir. Fakat Baas rejimi değişim talebiyle ortaya çıkan isyana karşı şiddet kullanarak mücadele etmek yoluna gitmiş ve bu yolda en büyük siyasi desteği İran’dan almıştır.

Yıllardır bölgede statükoya karşı çıkan ve bu nedenle “İslami uyanış” addettiği Arap baharını destekleyen İran yönetimi Suriye söz konusu olunca “statükonun” sürdürülmesinden yana tavır almıştır. İran’ın bu tavrı kimi çevrelerde mezhep ekseninde siyaset izlemesiyle izah edilmeye çalışılırken İran makamları tarafından İsrail’e ve ABD’ye karşı duran sözde direniş hattının müdafaası şeklinde savunulmuştur.

Farklı ideolojik boyutlarına karşın gerek mezhepçi yaklaşım, gerekse direniş hattı söylemi İran’ın bazı jeopolitik kaygılarına işaret etmektedir. Arap baharının tetiklediği değişim süreci bölgenin jeopolitik yapısında köklü değişikliklere yol açmış, dolayısıyla bölgesel ve küresel aktörlerin Ortadoğu politikalarını yeniden değerlendirmelerine neden olmuştur. Bu değişim süreci bölgedeki tek müttefiki olan Suriye’ye gelene kadar İran jeopolitik çıkarlarına hizmet ederken Suriye’deki muhtemel bir değişim İran’ın jeopolitik çıkarlarını tehdit etmektedir. Bu nedenle İran, Arap baharı Suriye’ye geldiğinde farklı bir tavır almıştır.

İran’ın bölgeye yönelik jeopolitik kaygıları ise ideolojik ve stratejik faktörler tarafından belirlenmektedir. İran’ın devrimci/ideolojik duruşu onun İsrail’i, ABD’yi ve bölgedeki Amerikan müttefiklerini “düşman” olarak görmesine neden olmaktadır. İran devriminden bu yana sözde düşmanları ile İran arasında ortaya çıkan gerginlikler ve çatışmalar, taraflar arasındaki karşılıklı husumet ilişkisine tarihsel bir boyut kazandırmıştır. Bu minval üzere son on yılda Ortadoğu’da İran ve müttefikleri ile Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün gibi İran karşıtları arasında kamplaşma ve soğuk savaş ortaya çıkmıştır. 
Böyle bir ortamda İran’ın savunma stratejisinde Suriye ve Hizbullah ile geliştirdiği ittifak ilişkisi önemli bir yer edinmiştir. İran’ın savunma stratejisinde kritik öneme haiz olan Suriye’de ortaya çıkan isyanın İran’ın dostu Esad yönetiminin devrilmesini talep etmesi ve bölgedeki karşıtlarının da isyancılara destek vermesi İran yönetiminin isyancılara karşı Esad’a destek vermesine neden olmuştur.

İran yönetimi Suriye’deki gelişmeleri bölgesel gerginlikler ve hesaplaşmalar üzerinden okurken Türkiye’nin Suriyeli rejim muhaliflerinin yanında yer alması, iki ülkenin karşı taraflarda durmasıyla sonuçlanmıştır. Bununla birlikte her iki ülkede mevcut hükümetlerin Türkiye ile İran’ı doğrudan karşı karşıya getirecek eylem ve söylemlerden kaçındığı gözlemlenmektedir.


Bayram SİNKAYA

Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden alan Sinkaya’nın başlıca akademik ilgi alanı İran siyasetidir. Tahran Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulunan Sinkaya, doktorasını 2011 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlamıştır. Sinkaya, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir.

SETA  SİYASET, EKONOMİ VE TOPLUM ARAŞTIRMALARI VAKFI

Nenehatun Caddesi No: 66 
GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE
Tel:+90 312.551 21 00 | Faks :+90 312.551 21 90
www.setav.org | info@setav.org
SETA | Washington D.C. Office
1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106
Washington, D.C., 20036
Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099
www.setadc.org | info@setadc.org


DİPNOTLAR;

1. Bkz. Hakkı Uygur, “İran ve Arap Baharı,” SETA Analiz, sayı 52, Mart 2012.
2. Sami Mobayad, “Syria’s One True Friend-Iran,” Asia Times, 12 Temmuz 2006; A. William Samii, “Syria and Iran: 
An Enduring Axis,” Mideast Monitor, vol.1, no.2 (Nisan/Mayıs 2006). 
3. Raymond Hinnebusch, “The Syrian-Iranian Alliance,” The Iranian Revolution at 30, (Washington DC.: The 
Middle East Institute, 2009), s.149; A. Ehteshami & R. Hinnebusch, Syria and Iran: Middle Powers in a Penetrated 
Regional System, (Routledge: Londra, 1997), s.88-91.
4. Bkz. Joobin Goodarzi, Syria and Iran: Diplomatic Alliance and Power Politics in the Middle East, (New York: I.B. Tauris, 2006).
5. Ehteshami & R. Hinnebusch, Syria and Irans, s.91-97.
6. Ehteshami & R. Hinnebusch, Syria and Iran, s.99-100.
7. Houshang E. Chehabi, “Iran and Lebanon in the Revolutionary Decade,” Houshang E. Chehabi (ed.), Distant 
Relations: Iran and Lebanon in the Last 500 Years, (New York: I.B.Tauris, 2006), s.201-230. Ayrıca bkz. İhsan Dağı, 
Ortadoğu’da İslam ve Siyaset, (İstanbul: Boyut, ), s.129-137.
8. Ehteshami & Hinnebusch, Syria and Iran, s.191-95.
9. Bkz. Barry Rubin, “Iran: The Rise of a Regional Power,” Middle East Review of International Affairs, cilt 10, no.1 
(Eylül 2006), s. 142-151. Ayrıca bkz. Mehmet Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller,” Akademik Orta 
Doğu, cilt 1, no.1 (2006), s.39-55.
10. ......q.........Q...... F. Gregory Gause III, “Saudi Arabia: Iraq, Iran, the Regional Power Balance, and the Sectarian Question,” 
Strategic Insights, cilt 6, no.2 (Mart 2007), s.1-8. Ayellet Yehiav, “The Anti-Iranian Front: Egypt, Saudi Arabia, and 
Jordan,” Middle East Review of International Affairs, cilt 11, no.1 (Mart 2007), s.6-9.
11. .......... “Ahmadinejad, Assad escalate rhetoric,” Jerusalem Post, 26 Şubat 2010.
12. ........... Golnaz Esfendiari, “The View from Iran of Syria’s Protests,” RFE/RL, 16 Mart 2012; “Iran: Government-
controlled media mute on deadly protest sın Syria,” Los Angeles Times, 29 Mart 2011.
13. ......... “Iran calls Syrian protests a Western plot,” Reuters, 12 Nisan 2011.
14. .......... “Ahmadinejad says Syria need no foreign intervention,” AFP, 10 Mayıs 2011.
15. .......... Mohammad Mahdi Nia, “Holistic Constructivism: A Theoretical Approach to Understsand Iran’s Foreign 
Policy,” Perceptions, vol.15, no. 1&2 (2010), s. 1-41; Ahmad Sadeghi, “Geneaology of Iranian Foreign Policy: Identity, 
Culture and History,” The Iranian Journal of International Affairs, vol.20, no.4 (2008), s.1-40.
16. .......... Mansour Hodad, “Merase Seyasiye Shia va Meseleye Suriyeh,” Rajanews, 24 Şubat 2012.
17. ......... “Iran va Ayande-e Tahavvolate Suriyeh,” Jamejamonline, 27 Temmuz 2011. 
18. ........ “IRGC Deputy Commander Outlines Military Achievements to Foreign Attaches,” Fars News Agency, 25 April 2006, WNC.
19. ........ “The vital resources of America and the Zionist regime are within the reach of our missiles,” Keyhan, 8 July 
2004, FBIS-NES-2004-0710.
20. ....... İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler için bkz. Richard J. Heydarian, “Iran-Saudi Relations: Rising 
Tensions and Growing Rivalry,” FPIF, 6 Ağustos 2010.
21. ..... “Iran ve Peyamedhaye Bohran dar Suriyeh,” Irandiplomacy, 28 Ağustos 2011.
22. ..... “Iran va Ayande-e Tahavvolate Suriyeh.” 
23. ..... “Syria; from Inside and Outside,” Irandiplomacy, 2 Ocak 2012.
24. ..... Hodad, “Merase Seyasiye Shia va Meseleye Suriyeh.”
25. ..... Kaveh L Afrasiabi, “İran Suriye konusunda Türkiye ile ilişkilerine sınır koydu,” Dünyabülteni, 28 Temmuz 2011. 
26. .......... “Iran ve Peyamedhaye Bohran dar Suriyeh.”
27. .......... “Syria unrest widens Sunni-Shiite divide,” Ahramonline, 7 Nisan 2012.
28. .......... “Iran ve Peyamedhaye Bohran dar Suriyeh.” 
29. .......... Ali Husain Bakeer, “............Interpretation of the Developing Iranian Stance on Syria,” Arab Center for Research and 
Policy Studies (Doha Institute), 28 Aralık 2011.
30. ......... “Iran says expects Syria to respond to publıc demands,” Tehran Times, 7 Temmuz 2011.
31. ........ “Iran ve Peyamedhaye Bohran dar Suriyeh.”
32. ....... “Leader Renews Iran’s Strong Opposition to Foreign Meddling in Syria,” Fars News Agency, 1 Şubat 2012. 
İran’ın Şam Büyükelçisi Muhammed R. Şeybani Suriye devlet televizyonuna verdiği mülakatta İran’ın Suriye’deki 
gelişmeleri Suriye’nin iç işi olarak gördüğünü ve Suriye’ye her hangi bir şekilde yabancı müdahalesine, özellikle 
büyük Arap güçlerinden birisinin müdahalesine şiddetle karşı olduğunu belirtti. Şeybani, ayrıca hükümetini, 
Esad’ın vaat ettiği reformları gerçekleştirmesi ve böylece muhalefet ile rejim arasında diyaloğa elverişli bir ortam 
yaratılması sürecini desteklediğini söyledi. Şeybani, toplumun bütün kesimlerinden gelen verileri dikkate alarak 
Suriye hükümetinin ve halkının bu sorunu çözebileceğini, fakat ABD’nin ve bazı Arap devletlerinin bu isyanı 
kışkırttığını ileri sürdü. “Dialogue, sole solution to Syrian crisis: Iran envoy to Damascus,” Press TV, 13 Şubat 2012. 
33. ..... Jalal Kalantari, Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde yaptığı konuşma, Ankara, 9 Mart 2012. Benzer bir 
değerlendirme için bkz. “Suriye despot rejimlerin özgürlük havariliği sahası,” IRIB (Türkçe servisi), 23 Şubat 2012. 
34. ...... Nimrod Raphaeli & Bianca Gersten, “....The Iran-Syria Alliance: The Economic Dimension,” Global Politician, 29 
Temmuz 2008, ( http://globalpolitician.com/25060-iran-syria). 
35. . “Syria’s Trade with Main Partners (2010),” (http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/september/
tradoc_113451.pdf) . İran ile Suriye arasındaki toplam ticaret hacmine ilişkin olarak kesin bilgiye ulaşılamamıştır. 
Tehran Times’da yer alan ve İRNA’ya dayandırılan bir haberde iki ülke arasındaki toplam ticaret hacminin (teknik 
ve mühendislik hizmetleri dışında) 2010 yılında 330 milyon dolar civarında olduğu belirtilmiştir. Bkz. “Iran, Syria 
ink free trade agreement,” Tehran Times, 18 Aralık 2011.
36. .... “Iranian-Syrian Free Trade Agreement,” Syria Today, 13 Aralık 2011. 
37. .... “Iran-Syria aid could be in the billions: Tehran think tank,” Huffingtonpost, 15 Temmuz 2011. 
38. .... “Iran inks gas pipeline deal with Iraq and Syria,” AFP, 25 Temmuz 2011. 
39. .... “Majlis passes free trade bill with Syria,” Press TV, 13 Aralık 2011. 
40. .... “Iranian-Syrian Free Trade Agreement,” Syria Today, 13 Aralık 2011.
41. .... “Iran’s Support for Syria has reduced economic pressure on Syria,” IRIB English Radio, 14 Aralık 2011. 
42. .... “İran Suriye’de yeni rafineri ve santral inşa edecek,” IRIB Türkçe Servisi, 16 Şubat 2012. 
43. ..... “Suriye, İran, Irak ve Lübnan arasında anlaşma metni,” SANA Türkçe, 20 Şubat 2012. 
44. ..... “Turkey tells UN it seized illegal Iran arms shipment,” Todays Zaman, 2 Nisan 2011.
45. ...... “İran silahına Türkiye engeli,” Milliyet, 5 Ağustos 2011.
46. ...... “Iran sending banned weapons to Syria, U.N. Report says,” CNN, 12 Mayıs 2011. 
47. ...... “Suriye’ye gönderilen füze hammaddesi yakalandı,” Taraf, 20 Ocak 2012.
48. ...London accuses Iran of arming Syria,” Press TV, 21 Ocak 2012.
49... “Iran agrees to fund Syrian military base,” The Telegraph, 19 Ağustos 2011.
50. . “U.S. says Iran helps crackdown in Syria,” Wall Street Journal, 14 Nisan 2011.
51. . “Iran reportedly aiding Syrian crackdown,” The Washington Post, 28 Mayıs 2011. 
52. . “Iran’s IRGC attacks anti-Assad protesters ın Syria,” World Tribune, 22 Mart 2011. 
53. . Taha Dağlı, “Batı’yı şok eden gelişme,” Sabah, 6 Şubat 2012.
54... “Syrian opposition Council accuses Iran of role in bloody crackdown,” Al-Arabiya News, 28 Ocak 2012. 
55.. “Iran reportedly aiding Syrian crackdown.” 
56. .Syrian opposition council accuses Iran of role in bloody crackdown.”. 
57...Administration Takes Additional Steps to Hold the Government of Syria Accountable for Violent Repression 
Against the Syrian People,” US Department of the Treasury, Press Center, 18 Mayıs 2011, 
(http://www.treasury.gov/press-center/press-releases/Pages/tg1181.aspx), “Iran reportedly aiding Syrian crackdown.” 
58.. EU Regulation No.611/2011, 23 Haziran 2011, 
(http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2011:164:0001:0003:EN:PDF ).
59.. “Iran denies supporting Syria in dealing with protesters,” Tehran Times, 19 Nisan 2011; “Iran denies role in 
Syria Crackdown,” Voice of America, 14 Haziran 2011.
60. “İran Suriye donanmasını eğitecek,” Yeni Şafak, 21 Şubat 2012. Bu durum dahi spekülasyona neden 
olmuştur. Pentagon Sözcüsü George Little, ABD ordusunun İran’a ait gemilerin Suriye’de limana yaklaştığına 
ya da yük boşalttığına dair herhangi bir işaret görmediğini belirtti. Little, İran gemilerinin Süveyş Kanalı’ndan 
Akdeniz’e geçtiğini, sonra da tekrar kanaldan geçerek geri döndüğünü kaydetti. “İran Savaş Gemileri Suriye’ye 
gitti mi?” TRT, 22 Şubat 2012, 
(http://www.trt.net.tr/trtavaz/iran-in-savas-gemileri-suriye-ye-gitti-mi--haber-detay,tr,29506.aspx). 
61. .... “Ahmadinejad says Syria need no foreign intervention,” AFP, 10 Mayıs 2011.
62. .....Iran Urges West to Avoid Interference in Syria’s Internal Affairs,” Fars News Agency, 16 Ağustos 2011.
63. ... “Ahmedinejad: İran ve Türkiye bölgede sıkı işbirliği yapmalı,” Mehr Haber Ajansı, 22 Ağustos 2011.
64. .... “Iran warns NATO against entering Syria ‘quagmire’,” Reuters, 28 Ağustos 2008. 
65. .... “Iran: Syrian Suspension from AL makes situation complicated,” DayPress, 14 Kasım 2011. 
66. .... “Sokhangouye Vezarate Kharaje Iran: Torkeye dar morede Suriyeh Dochare Eshtabahe Mohasebati est,” Sharq, 8 Şubat 2012, 
(http://magiran.com/npview.asp?ID=2445910)
67. ... “İran’dan Çin’e Esed Rüşveti,” Aktifhaber, 6 Şubat 2012. 
68. .... “Khazayee: Iran Ready to Play Constructive Role in Settling Syrian Crisis,” Fars News Agency, 14 Şubat 2012; 
“Suriye’nin önceliği, ülkede güvenlik ve istikrarın sağlanmasıdır,” Mehr News Agency, 14 Şubat 2012.
69. .... “Suriye gelişmeleri ve Arap ülkelerinin Şam Elçilerinin geri çekilmeleri,” IRIB (Türkçe), 20 Şubat 2012. 
70. .... Mohammad Ali Mohtadi, “Pro-West Arabs preventing Iraq from mediating in Syria,” Tehran Times, 25 Aralık 2011.
71. .... Bülent Keneş, “ Suriye de yaşanan katliamlarda İran›ın rolü,” Zaman, 6 Ağustos 2011.
72. ... Ehteshami & R. Hinnebusch, Syria and Iran, s.97-99.
73. ....... Bayram Sinkaya, “Şii Ekseni Tartışmaları ve İran,” Avrasya Dosyası, cilt 13, sayı 3 (2007), s.51-57.
74. ...... Bkz. Matti Moosa, Extremist Shiites: The Ghulat Sects (Syracuse: Syracuse University Press, 1987), s.255-419.
75. ...... Ehteshami & R. Hinnebusch, Syria and Iran, s.98-99.
76. ..... Bkz., Khalid Sindawi, “The Shiite Turn in Syria,” Current Trends in Islamic Ideology, vol.8, 23 Haziran 2009; 
Khalid Sindawi, “Shi’sm and Conversion to Shi’sm in Syria: Prevalance, Circumstances and Causes,” the 9th Annual Herzliya Conference, Şubat 2009.
77. .... Roymond Hinnebusch, “Syria from ‘authoritarian upgrading’ to revolution,” International Affairs, vol.88, no.1 
(2012), s.108, 110; Carsten Wieland,“Between Democratic Hope and Centrifugal Fears: Syria’s Unexpected Open-
ended Intifada,” International Politics and Society, no.4 (2011), s.51-52.
78. .. “Dar Aateshe Suriyeh Cheh Kesani Khahed Soght?” Khabaronline, 20 Ağustos 2011. 
79. .. İranlı Ortadoğu uzmanı Sadegh Alhosseini Hamshahri-ye Payidari dergisine verdiği mülakatta Batılı 
güçlerle onların bölgesel işbirlikçilerinin Suriye ve Irak’ın parçalanması suretiyle Kuzey Afrika’dan Pakistan’a 
uzanacak “Sünni Kavis” icat etmeye çalıştığını iddia etmiştir. “Chera Suriyeh Fargh dared?” Hamshahriye Payidari, no.90, 12 Şubat 2012.
80... “Assad meets Supreme Leader in Tehran,” Tehran Times, 3 Ekim 2010.
81. .... “Leader Renews Iran’s Strong Opposition to Foreign Meddling in Syria,” Fars News Agency, 1 Şubat 2012. 
82. .... Mahmoud Shafe’e, “Yak Negah: Tahavvolate Khavarmeyane va Cheraye Defa’ Iran az Suriyeh,” JameJam Online, 8 Ocak 2012.
83. ... “Merhdad Bezarpash, “Doshmanan dar Suriyeh che mekhand?” JameJam, 18 Şubat 2012.
84. ... Shafe’e, “Yak Negah: Tahavvolate Khavarmeyane va Cheraye Defa’ Iran az Suriyeh.”
85. .. “Naaraami dar Suriyeh: Bedaareyi Islam ya Fetne-ye Suudi-Amrikayi?” Rajanews, 14 Haziran 2011.
86. . “Beshar Asad doustane ra maayus kard,” Interview with Ali Bigdeli, Irandiplomacy, 25 Şubat 2012.
87.... Muhammad Ali Subhani, “Seyasete Iran der Ghebale Suriyeh bayed taghyer konad,” Kaleme, 7 Aralık 2011.
88.... “Seyasete Iran der Ghebale Suriyeh bayed taghyer konad,” Kaleme, 16 Azar 1390.
89. .. Mohammad Ali Sobhani, “Hemayete yak janebe Iran az Esad be dzarare Iran est,” Irandiplomacy, 24 Eylül 2011.
90. .. Bayram Sinkaya, “İran-Suriye ilişkileri ve Suriye’de Halk İsyanı,” Ortadoğu Analiz, cilt.3, sayı 33 (Eylül 2011), s.38-48. 
91. .. Ehteshami & R. Hinnebusch, Syria and Iran, s.191.
92.... Bilal Y. Saab, “Syria and Iran Revive an old ghost with Defense Pact,” The Daily Star, 4 Temmuz 2006; Degang 
Sun, “Brothers Indeed: Syria-Iran Quasi-Alliance Revisited,” Journal of Middle Eastern and Islamic Studies (in Asia), vol.3, no.2 (2009).
93. . “Iran has no strategic regional ally: ex-IRGC Chief,” Tehran Times, 15 Temmuz 2010.
94. . Nitekim, Azad Üniversitesi Besic Öğrenci Kulübünün web sayfasında İran’ın neden Esad yönetimini desteklediği sorusuna cevap verilirken, Suriye’de direnişe ekseninde bir hareketin çıkması durumunda Suriye hükümetine verilen desteğin azalacağı ve yeni hareketle iş yapılacağı belirtilmiştir. Azad Üniversitesi Dezful Şubesi Besiç öğrenci kulübü 
(http://www.iaudbasij.ir/post-154.aspx).
95... Mahan Abedin, “Iran banks all on Assad’s survival,” Asia Times, 17 Ağustos 2011.
96. ...... “Seyasete Iran der Ghebale Suriyeh bayed taghyer konad,” Kaleme, 7 Aralık 2011.
97. “Green Movement Council warns Iran regime, sides with Syrian protesters,” The Green Voice of Freedom, 6 Ağustos 2011 
(http://en.irangreenvoice.com/article/2011/aug/06/3231).
98. ..... “Iran Moghabele Merdome Suriyeh Gharar Negarad,” Irandiplomacy, 12 Ocak 2012. 
99. ..... Ehsan Soltani, “Movadze’e Motanagadz Iran der moghabele Suriyeh,” 4 Eylül 2011, 
(http://www.notiziegeopolitiche.net/?p=1488). 
100. ... Mohammad Javad Ranjkash, “Chera Iran mevadze’e do pehlo, mobham va motanaghaz dar berabere Suriye ve Libya ettekhaz kard?” Khabaronline, 30 Ağustos 2011.
101.... Velayati’nin dış politikadaki etkin rolü için bkz. Will Fulton, “A Window into the Foreign Policy of Iran’s Supreme Leader Khamanei,” Irantracker, 16 Kasım 2011.
102. .... “Taseire Enghelabe Eslami ber Suriyeh,” Rasekhoon, (http://www.rasekhoon.net/article/print-25030.aspx). 
103. Bkz. Yvette Talhami, “The Syrian Muslim Brothers and the Syrian-Iranian Relationship,” Middle East Journal, vol.63, no.4 (2009), s.561-580.
104. ... İran Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Araştırmalar ve Eğitim Merkezi Başkanı Büyükelçi Hadi Süleymanpur 30 Kasım 2011’de Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada bölgeye yönelik tehditleri; Batının varlığı, İsrail ve radikalizmin (Selefilik) yükselişi şeklinde tanımlamıştır, (http://sde.org.tr/tr/haberler/1699/iranli-dusunce-kurulusundan-sdeye-ziyaret.aspx). Bu konudaki benzer bir değerlendirme için bkz. “Dar Aateshe Suriyeh Cheh Kesani Khahed Soght?” Khabaronline, 30 Ağustos 2011, (http://www.khabaronline.ir/news-168906.aspx).
105. .. “Suriyeh hamvare dar khatte avval moghabala be sehyonism; nabayed en khatte moghavamat tedz’ef shavad,” Markeze Tahgheghate Estrategic, 12 Ocak 2012, 
(http://www.csr.ir/Center.aspx?lng=fa&subid=-1&cntid=2409). 
106. . “İran İhvan’a dört bakanlık önermiş,” Dünyabülteni, 6 Ocak 2012. Tayfur’un Al-Hayat’ta yer alan açıklamalarına göre İranlı elçiler üç tüccar, Türk aracı ise bir işadamıydı. Tayfur’a Esad’ın başkan olarak kalması 
ve kurulacak koalisyon hükümetine Müslüman Kardeşler’in liderlik etmesi, kabinede Müslüman Kardeşlere dört bakanlık teklif edildi. “Syria’s Muslim Brotherhood rejects reported Iran proposal,” Al-Hayat, 18 Ocak 2012;“İran 
İhvan’a Koalisyon liderliği önermiş,” Dünyabülteni, 18 ocak 2012.
107. .....Iran sought to broker Syria deal between Assad, Muslim Brotherhood,” The Washington Times, 3 Ocak 2012. 
108. ....... “Syria Would Cut Iran Military Tie, Opposition Head Says,” The Wall Street Journal, 2 Aralık 2011.
109. ....... “Iran contributed to supression of Syrian protests – SNC,” 4 Aralık 2011, 
http://www.asharq-e.com/news.asp?section=1&id=27561.
110. ..... “Syria’s Brotherhood Rejected Iran-mediated deal,” Reuters, 18 Ocak 2012. 
111. .... Kaçırılan toplam 29 İranlı ziyaretçi ve mühendisin 11’i 7 Şubat’ta Türkiye ve İran’ın girişimleri sonucunda serbest kaldı. “Iran warns against upshots of military interference in Syria,” Press TV, 16 Şubat 2012. 21 Aralık’ta kaçırılan mühendis ve teknisyenler 10 Şubat’ta serbest bırakıldı. “Kidnapped Iranian Engineers Released in Syria,” 10 Şubat 2012.
112. ....Iran’s Mapna blames Syrian Opposition for Abduction of Iranian Engineers,” DayPress, 21 Ocak 2012. 
113. ...Syrian opposition council accuses Iran of role in bloody crackdown,” Al Arabiyah News, 28 Ocak 2012. 
114. .. Kayhan Barzegar, “Iran-Turkey’s Role in Solving the Syrian Crisis,” Institute for Middle East Strategic Studies, 7 Aralık 2011, 
(http://en.merc.ir/View/tabid/98/ArticleId/371/Iran-Turkey-s-Role-in-Solving-the-Syrian-Crisis.aspx).
115... “Saudi Arabia urges US attack on Iran to stop nuclear programme,” Guardian, 28 Kasım 2010.
116. ....... Paerisa Hafezi, “Analysis: Iran adopts ‘wait and see’ policy on Syrian crisis,” Reuters, 27 Kasım 2011.
117. ...... “Leader Renews Iran’s Strong Opposition to Foreign Meddling in Syria,” Fars News Agency, 1 Şubat 2012. 
118. ...... “Movze’e Torkeye dar barei Suriyeh ba movze’e Amreka va Israel motafavet est,” Mehr News, 13 Ocak 212.
119. ....... Edward Luttwak, “Revenge of the Sunnis,” Foreign Policy, 7 Aralık 2011.
120. ....... Müjge Küçükkeleş, “Arap Birliği’nin Suriye Politikası,” SETA Analiz, sayı 51 (Mart 2012).
121.  Bakeer, “.Interpretation of the Developing Iranian Stance on Syria,”
122.. “Iran not invited to Friends of Syria meting,” Todays Zaman, 26 Mart 2012. 
123. . Mohtadi, “Syria; from Inside and Outside.”
124. . Küçükkeleş, “Arap Birliği’nin Suriye Politikası”, Mesela yaptırım kararının ardından Lübnan Dışişleri Bakanı 
Suriye’ye karşı adım atmayacaklarını söylerken, Başbakan Necip Mikati ülkesinin ne pahasına olursa olsun yaptırımları uygulayacağını söyledi. “Analysis: Syria’s neighbors may soften sanctions blow,” Reuters, 27 Kasım 2011. 
125. . David Pollock & Ahmed Ali, “Assad’s Iraqi Lifeline: Naming, Shaming and Maiming It,” WINEP Policy Watch, no.1843, 8 Eylül 2011.
126. ........Syrian opposition council accuses Iran of role in bloody crackdown.”. 
127. ....... “İran: Suriye rejimi yıkılmayacak,” Hurriyet, 23 Şubat 2012.
128. ........Üst düzey bir Türk Diplomatın Beyanı, 25 Nisan 2012.
129. ....... Şaban Kardaş, “Turkey’s Syria Policy: The Challenge of Coalition Building,” GMF on Turkey, 17 Şubat 2012.
130. ........Mohammad Javad Ranjkash, “Chera Iran mevadze’e do pehlo, mobham va motanaghaz dar berabere Suriye ve Libya ettekhaz kard?” 
Khabaronline, 30 Ağustos 2011.
131. ...... “İran Dışişleri Bakanı: Suriye Sorununu Aramızda Çözelim,” Radikal, 11 Temmuz 2011; “Iran, Turkey holdtalks in a bid to defuse Syria crisis,
” Mehr News Agency, 11 Temmuz 2011. 
132. ..... Ranjkash, “Chera Iran mevadze’e do pehlo, mobham va motanaghaz dar berabere Suriye ve Libya ettekhaz kard?”
133. ..... Kardaş, “Turkey’s Syria Policy: The Challenge of Coalition Building.”
134. ..... “Ahmedinejad: İran ve Türkiye Bölgede sıkı işbirliği yapmalı,” Mehr Haber Ajansı, 22 Ağustos 2011.
135. ...... Erdal Şafak, “New York’tan Dönüş Gündemi,” Sabah, 26 Eylül 2011.
136. .... “İran’dan Ankara’ya Suriye Suçlaması,” Hürriyet, 13 Haziran 2011.
137......“Movze’e Jaddei Iran dar berabare Havadese Suriyeh,” Sobhe Sadegh, 30 Temmuz 2011.
138......“Iran tells Turkey: change tack or face trouble,” Reuters, 8 Ekim 2011.
139......“Sokhangouye Vezarate Kharaje Iran: Torkeye dar morede Surıyeh Dochare Eshtabahe Mohasebati est.”
140..... “Supreme Leader: Iran Defends Syria,” Fars News Agency, 30 Mart 2012.
141..... “Iran, Turkey sharply differ on Syria,” Associated Press, 30 Mart 2012.
142.    “Başbakan’ın İran ziyaretinde öne çıkan başlıklar,” Zaman, 30 Mart 2012.
143.    “İran’dan Suriye’ye hava köprüsü,” Habertürk, 21 Mart 2012.
144.    “Bağdat’tan B Planı için geçiş yok,” Haber 7, 26 Aralık 2011.
145.     Mesela bkz. Yetkin Yıldız, “Türkiye’nin Doğusuna Şii Duvarı Ördüler,” Aktifhaber, 27 Aralık 2011.



***