29 Mart 2017 Çarşamba

KENDİ ARŞİV BELGELERİYLE İNGİLTERENİN ORTA DOĞU POLİTİKASI (1882-1914)


KENDİ ARŞİV BELGELERİYLE İNGİLTERENİN ORTA DOĞU POLİTİKASI (1882-1914) 



SUNUŞ 

Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, 
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


KENDİ ARŞİV BELGELERİYLE İNGİLTERE’NİN ORTA DOĞU POLİTİKASI (1882-1914) 


Yrd. Doç. Dr. Esra SARIKOYUNCU DEĞERLİ
* Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 

Giriş 

Orta Doğu’da meydana gelen gelişmeler, tarihin hemen hemen her döneminde bütün dünyayı etkilemiş, bütün dünyanın ilgisini çekmiştir. Orta Doğu’nun dünya politikasındaki bu tarihî rolü, Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında kültürel ve ekonomik bir aracı olmasından kaynaklanmaktadır. 
Dünyanın en önemli su yolları olan Türk Boğazları, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi Orta Doğu’dadır. Bununla birlikte bölgenin XX. yüzyıldaki önemli yeri petrol üretimi ile belirginleşmiştir. Bu nedenlerden dolayı Orta Doğu büyük devletlerin rekabet sahasına dönüşmüştür. 

Orta Doğu’ya sahip olmak isteyen devletlerin başında İngiltere gelmektedir. İngiltere, hem doğal kaynakları nedeniyle, ekonomik hem de Doğu’ya ulaşım bağlantısı yönünden stratejik önem taşıyan sömürgesi Hindistan’ı güvenlik içinde tutmak ve daha sonra da petrol rezervlerine yakın olmak için büyük öneme sahip olan bu bölgede varlığını güçlendirmek istemiştir. Hindistan’ın ele geçirilmesinden sonra burasının güvenliğini, kendi çıkarlarının ayrılmaz bir parçası sayarak, dünya politikasını buna göre düzenleyen İngiltere, Hindistan’a giden yollar üzerindeki Osmanlı Devleti’ni, Rusya’ya karşı tampon bir devlet olarak desteklemeyi benimsemiştir. Özellikle 1850’den itibaren yoğun bir Rus baskısı altında kalan Osmanlı Devleti’ne en büyük destek İngiltere’den gelmiştir. 1853’te Rus Çarı I. Nikola tarafından Osmanlı’yı paylaşma teklifi götürüldüğünde1 bile İngiltere bu teklife sıcak bakmamıştır. 

Ancak İngiltere’ye rağmen Rusya, sıcak denizlere inme ve Osmanlı’nın Hristiyan Ortodoks tebaası üzerinde dinî hamilik elde etme emellerinden vazgeçmemiştir. Bu isteklerin Osmanlı tarafından kabul edilmemesi üzerine iki ülke arasında Kırım Savaşı (1853-1856) başlamıştır. Bu savaşı, İngiltere ve Fransa’nın yardımlarıyla Osmanlı kazanmış, 1856 yılında Paris Anlaşması yapılmıştır.2 Bu anlaşma ile Rusya’nın gelecekte Osmanlı Devleti’ne karşı niyetlerine engel olunmak için toprak bütünlüğü Avrupa büyük devletlerinin kefilliği altına alınan Osmanlı, Avrupa Konsey üyesi bir devlet olarak tanınmıştır. Her ne kadar Paris Anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü resmen garanti edilmişse de İngiltere’nin başını çektiği Avrupalı devletler Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren 

Rum, Sırp, Romen, Bulgar ihtilalcilerine gizliden gizliye destek vermiştir.3 Bu destek sayesinde 1860’larda Eflak-Boğdan’da Romen birliği kurulmuştur. 

1869'da Süveyş Kanalı’nın açılması ile Mısır’ın olağanüstü bir önem kazanması ve stratejik yolların ağırlığının Doğu Akdeniz’e inmesi İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki politikasında da değişiklik meydana getirmiştir. İngiltere bu tarihten sonra Osmanlı’nın uç noktalarında yer alan ve üzerinde hâkimiyet belirsizliği bulunan stratejik yerleri işgal etmeye başlamıştır. 1875’e gelindiğinde İngiltere, Bosna-Hersek isyanını desteklediği gibi Paris Anlaşması’nın hükümlerini de yok saymıştır.4 Osmanlı Hükûmeti’nin 06.10.1875’te iç ve dış borçlarını karşılayamayacağını ilan etmesinden5 sonra İngiliz ve Fransız ekonomik ve mali çevreleri tamamen Osmanlı’nın aleyhine dönmüştür.6 Nitekim İngiltere, politikasındaki bu temel değişiklik sebebiyle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşına fiilen müdahale etmemiş, çıkarlarını diplomatik yönden korumaya çalışmıştır.7 

93 Harbi de denilen 1877-1978 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 3 Mart 1978’de Ayastefanos Anlaşması imzalanmıştır. Ancak bu anlaşmanın koşulları açıklanınca büyük devletler telaşa kapılmışlardır. Çünkü bu anlaşma Balkanlar ve Orta Doğu’daki siyasi dengeyi alt üst etmekteydi. Buna göre Rusya Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt’a el koyarak İskenderun Körfezi ve Basra Körfezi’ne yol veren stratejik bölgeyi kontrol altına almış oluyordu. Bu İngiltere için hayati önemi olan Hindistan yolunun tehlikeye girmesi anlamına gelmekteydi. Diğer taraftan Rusya Balkanlarda Baserabya’yı topraklarına katıyor, etki alanında olan Sırbistan’ın sınırlarını genişletiyor; Tuna’dan-Ege’ye Karadeniz’den-Arnavutluk’a uzanan büyük bir Bulgaristan oluşturmak suretiyle Balkanlardaki hassas dengeyi kökünden değiştirmekteydi. Balkanlardaki bu yeni durum, bölge ile yakından ilgilenen doğuya doğru genişleme planları yapan Avusturya-Macaristan için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. İngiltere’nin başı çekmesi, Avusturya- Macaristan’ın baskısı ve Almanya’nın da desteği ile Rusya barış koşullarını değiştirmeye zorlandı. Bu amaçla 13 Haziran 1878’de Berlin Kongresi toplandı. Bu arada İngiltere; Ayastefanos’un hükümlerini yumuşatmak, Osmanlı’ya Asya topraklarına bir Rus saldırısı gerçekleşmesi hâlinde yardım 
etmek karşılığında, Doğu Akdeniz’de stratejik konumu olan Kıbrıs’ı kendisine vermesini bu devletten istedi.8 

Başta Ermeni meselesi olmak üzere günün ağır koşulları ve İngiliz tehdidi karşısında 4 Haziran 1878’de imzalanan bir anlaşma ile Osmanlı “geçici olmak” koşulu ile Kıbrıs’ın yönetimini İngiltere’ye bırakmak zorunda kalmıştır.9 Kıbrıs’ı bu şekilde elde eden İngiltere, gözünü Mısır’a çevirmiştir. 

Çalışmamızda, İngiliz arşiv belgelerinden de yararlanılarak Mısır’ın işgalinden Birinci Dünya Savaşı’na uzanan süreçte İngiltere’nin Orta Doğu politikası üzerinde durulacaktır. 

A. Mısır’ın İşgali 

Mısır, daimi olarak Avrupalı büyük devletlerin ilgisini çekmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmeye başladığı XVIII. yüzyıldan sonra da 
açıkça bu devletler faaliyete geçmişlerdir. Bu durum Mısır’ın ticaret kaynakları ve yolları bakımından zengin olan stratejik konumundan kaynaklanmaktadır. 

İngiltere’nin XVIII. yüzyılda Hindistan üzerinde hâkimiyet kurması üzerine Fransa, İngiliz ticaret yollarını keserek bölgede ticari üstünlük kurmak ve İngiltere’nin Hindistan ile bağlantısını kesmek amacıyla 1798’de Mısır’ı işgal etmiştir.10 Ancak Rus-Osmanlı-İngiliz ittifakı ile Suriye’de Osmanlı önderliğinde kurulan ordu karşısında tutunamayan Napolyon 1799’da Fransa’ya geri dönmek zorunda kalmıştır.11 Napolyon’un Mısır’ı işgaline karşı İngiltere’nin aldığı ilk tedbir Doğu Hindistan şirketinin Fars Körfezi’ndeki yerel yöneticileriyle anlaşmalar yapmak şeklinde olmuştur.12 

Fransa daha sonra Mehmet Ali Paşa isyanından faydalanarak bölgeye yerleşmeyi amaçlamışsa da İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı’nın yanında yer alması nedeniyle bunu başaramamıştır. İngiltere, Mehmet Ali Paşa’nın Hicaz, Yemen ve Basra Körfezi istikametindeki ilerleyişini Hindistan yolunu tehlikeye sokacak bir gelişme olarak değerlendirirken Rusya ise Boğazlara yönelik bir tehdit olarak yorumlamış ve Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıştır.13 

Her ne kadar Mısır üzerindeki İngiliz-Fransız çekişmesi yukarıda bahsedildiği gibi 1798 yılında başlamışsa da Fransa’nın Osmanlı yönetiminin izni ile 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması ile şiddetlenmiştir.14 İngiltere kanal açma girişimini sabote etmeye çalışmışsa da bunda başarılı olamamıştır.15 Fransa’nın Süveyş Kanalı projesi ile İngiltere’nin sömürgeleriyle olan bağlantı yolunu ele geçirmesi İngiltere’yi telaşlandırmıştır. Ayrıca aralarında bir savaş çıkması hâlinde, Fransa tarafından Süveyş Kanalı’nın kapatılabilecek olması da İngiliz hükûmetini 
endişelendirmiştir.16 

Stratejik önemi nedeniyle daha önce Kıbrıs’ı ele geçiren İngiltere, bu kez de 11 Temmuz 1882’de Mısır’ı işgal etmiştir.17 Mısır’ın işgali aynı zamanda İngilizlerin gerçek yüzlerinin görülmesi açısından da önem arz eder. Çünkü Bu tarihlerde İngiltere, bir taraftan Ruslara ve Fransızlara karşı Osmanlı Devleti’ni kollayıcı bir siyaset izlerken diğer taraftan ise bir Osmanlı toprağı olan Mısır’ı işgal etmekten de geri durmamıştır. 

Her ne kadar Osmanlı yönetimi başta olmak üzere Rusya ve Fransa tarafından Mısır’ın işgali protesto edildiyse de İngiltere geri adım atmamıştır. 06.01.1905’te İngiliz Dışişleri Bakanlığının Mısır sorumlusu General T.H. Sanderson tarafından İngiliz Dışişleri Bakanlığına gönderilen raporda; “… Her ne kadar her zaman bir saldırının gerçekleşme olasılığı olsa da Mısır’da İngiliz donanmasının bulunması nedeniyle İngiltere’yi yerinden edebilecek herhangi bir gücün bulunmadığı” açıkça ifade edildikten sonra şu hususlar üzerinde durulmaktadır.18 

Sanderson’a göre, Mısır’a sahip olmak, İngiltere açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü, bir savaş hâlinde Süveyş Kanalı dışındaki Mısır kıyıları İngiliz donanmasının denize açılması için bir üs olarak kullanılabilecektir. Ayrıca Mısır’ın bu stratejik öneminin yanı sıra eğer Mısır Ulusal Ordusu üzerinde kontrol kurulursa herhangi bir savaşta bu ordudan istifade edilebileceği de düşünülmektedir.19 

Ayrıca raporda, “Sultan II. Abdülhamit, bırakın İngiliz ordusunun daimî olarak Mısır’da kalmasını, belirli bir süre dahi buradaki varlığından büyük 
rahatsızlık duymaktadır.” denildikten sonra, Padişahın bu yöndeki memnuniyet sizliğini fiili bir eyleme dökememiş olduğu sadece İngiliz işgalini protesto etmekle yetindiği de dile getirilmektedir.20 

1894 yılında Fransa ile Rusya arasında bir ittifak anlaşması imzalanmış olmasının da etkisiyle Rusya’nın bu bölgeye sarkmasından korkan İngiltere, Mısır’dan çıkmamıştır. Ancak Mısır, Birinci Dünya Savaşı’na kadar kâğıt üzerinde de olsa Osmanlı toprağı olarak kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte ise İngiltere, Mısır’ı himayesi altına almış ve bu bölge ile Osmanlı’nın siyasi bağları ancak Lozan Antlaşması ile kopmuştur.21 

B. Mısır’ın İşgali Sonrası İngiliz Politikası 

Mısır’ın işgali nedeniyle Orta Doğu’da menfaatleri çakışan İngiltere ve 
Fransa arasındaki soğukluk 1904’e kadar devam etmiştir. Fransa 1902’de 
Mısır ile uğraşmaktansa kendi topraklarına daha yakın olan Fas’a 
yerleşmeye karar vermiştir. Ayrıca Temmuz 1903’te iki ülke arasında 
başlatılan görüşmeler sonunda, 8 Nisan 1904’te “Entente Cordiale” 
imzalanmıştır. Bu anlaşma ile İngiltere’nin Mısır’ı, Fransa’nın Fas’ı işgali 
karşılıklı olarak kabul edilmiştir.22 Entente Cordiale ile İngiltere ve Fransa 
arasındaki Orta Doğu üzerindeki çıkar çatışmalarının sona erdiğini söylemek 
mümkündür. Çünkü anlaşma sonrası, Orta Doğu’da emelleri olan bu iki 
devlet bu bölgedeki çıkarlarını korumak için birlikte hareket etmeye 
başlamıştır.23 İngiltere benzer bir ittifak anlaşmasını da 31 Ağustos 1907‘de 
Rusya ile yapmıştır. Rusya’nın İran’ı nüfuzu altına alarak Hint Okyanusu yolu 
ile sıcak denizlere inme emellerinden İngiltere rahatsızlık duymuştur. Bu 
anlaşma ile Tibet’in toprak bütünlüğü kabul edilmiş ve böylelikle Hindistan 
üzerindeki Rus tehdidi ortadan kaldırılmıştır.24 

Bu gelişmelerden sonra, İngiltere’nin Orta Doğu topraklarına yönelik 
parçalayıcı siyaseti nedeniyle ilişkiler kopma noktasına gelmiş, Osmanlı’nın 
da denge siyasetinden vazgeçerek Almanya’ya yakınlaşma siyasetine hız ve 
ağırlık vermesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Kızıl Deniz ve Hint 
Okyanusu’na kadar uzanan toprakları ile İngiltere’nin imparatorluk yolunu 
vurmak isteyen Almanya ise Osmanlı’nın bu yeni politikasından büyük bir 
memnuniyet duymuştur. Bunun için de 1830’lardan itibaren Orta Doğu’da 
ekonomik etkisini artıran Almanya, Bağdat’a kadar uzanan bir demir yolu 
inşa ederek Basra Körfezi’ne çıkmak, diğer taraftan ise varlığı yeni haberdar 
olunmaya başlanılan petrol rezervlerine yakın olmak istemiştir.25 1888 yılı 
Ekim ayında yapılan ilk anlaşma ile Almanya’ya sadece İstanbul-Ankara hattı 
inşa etme ayrıcalığının verilmesi kararını İngiltere de desteklemiştir. Çünkü 
Almanya’nın faaliyetleri İngiltere’nin konumunu çok az etkiliyordu. Ancak bu 
demir yolu projesine Aralık 1899’da yapılan ikinci bir anlaşma ile Konya’dan 
Bağdat’a ve daha sonra da İran Körfezi’ne demir yolu döşeme ayrıcalığının 
tanınması, İngiltere tarafında endişe uyandırmış ve Avrupalı rakiplerini İran 
Körfezi’nden uzak tutmak için elinden geleni yapmıştır.26 Rusya da Bağdat 
demir yolu projesinden hiç memnun olmamış, Mart 1900’de Rus şirketleri ve 
ortaklıkları dışında Kuzey Anadolu ve Ermenistan’da demir yolu inşaatı 
imtiyazını vermemesi konusunda Osmanlı hükûmetine zorla “Karadeniz 
Anlaşması”nı imzalatmıştır.27 

Ancak Bağdat Demir Yolu Projesi’ne Rusya’ya karşı Osmanlı’yı güçlendirmek açısından bakan İngiliz diplomatlar, Karadeniz Anlaşması yapılmasından sonra bu projede hiçbir paylarının olmamasına tepki göstermeye başlamışlardır. Almanya’nın Osmanlı üzerindeki nüfuzunu azaltmak için de kendi girişimcilerinin yanı sıra Fransızlarla iş birliğine gidilmesi fikri üzerinde durmaya başlamışlardır. İngiliz Dışişleri Bakanlığına gönderilen 28 Nisan 1905 tarihli bir yazışmada, Fransızları demir yolu projesine yatırımda bulunmaları konusunda ikna etmek amacıyla Mr. Hall’in 15 Mayıs 1905’te Paris’e gideceği ve burada Fransız Dışişleri Bakanı M. Delcasse veya konuyla ilgili başka bir yetkili ile görüşme yapabilmek için girişimlerde bulunduğu belirtilmektedir.28 Ancak 10 Ekim ve 11 Ekim 1906 
tarihli belgelerden anlaşıldığına göre Fransa önce İngiltere’nin bu teklifine 
sıcak bakmış; fakat M. Caillaux’un Maliye Bakanı olmasıyla birlikte Bağdat 
Demir Yolu Projesi’ne sermaye yatırılmaması kararı alınmıştır. Bu durum 
karşısında İngiltere, Almanya’nın tek başına bu projeyi bitirme olasılığından 
rahatsızlık duymuştur.29 

Ayrıca Fransa’yı birlikte hareket etmeye ikna edemeyen İngiltere30, bu 
demir yolu projesinin Mezopotamya bölgesine kadar uzatılmasını engellemek için Türk yetkililerini tehdit etmekten de çekinmemiştir. Nitekim İngiliz Orta Doğu uzmanı, diplomat Sir Mark Sykes(1879-1919)in 1910 Nisan’ında resmî olarak Türk Büyükelçisini ziyaret ederek “Bağdat Demir yolu hattı İngiliz katılımı olmaksızın Mezopotamya ticareti de göz önüne alınacak olursa Türk hükûmetinin ekonomik çıkarlarını olumsuz yönde ciddi olarak etkileyecektir.” iddiasında bulunmuştur.31 Sykes’in bu tehdidi Osmanlı yönetimi üzerinde etkili olmuş olmalıdır ki 12 Ağustos 1913’te İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan ekonomi ağırlıklı anlaşma ile İngiltere’nin ticari ve politik çıkarları tatmin edici bir şekilde güvenlik altına 
alınmıştır.32 

Diğer taraftan Osmanlı, Balkan Savaşı sırasında Balkan topraklarını kaybetmiş, Bulgarlar İstanbul önlerine kadar gelmiştir. İkinci Balkan Savaşı’nın sürmekte olduğu bu günlerde İngiltere ve Osmanlı arasında bir anlaşma daha imzalanmış ve İngiltere’ye Dicle-Fırat nehirleri üzerinde ticaret gemisi işletme hakkı verilmiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti Katar’ın ve Bahreyn’in bağımsızlığını tanımış ve Kuveyt üzerindeki haklarından vazgeçmiştir. Böylece Osmanlı Devleti resmen Basra Körfezi ve çevresindeki İngiliz varlığını tanımıştır.33 Mart 1914’te İngiltere ve Almanya ile yapılan bir anlaşma ile İngiltere’nin durumu daha da güçlenmiştir. Bu anlaşma ile Almanya 1909 yılında kurulan İngiliz-İran Petrol şirketinin Güney Mezopotamya, Orta ve Güney İran’daki petrol kaynakları üzerindeki tekel haklarını tanımıştır. 15 Haziran 1914’te İngiltere-Almanya arasında imzalanan başka bir anlaşma ile de demir yolu hattının Basra’da bitmesi ve İran Körfezi’ne devam etmemesi koşuluyla İngiltere Bağdat demir yoluna muhalefetinden vazgeçmiştir.34 

Sonuç olarak Bağdat Demir Yolu Projesi, hiç kuşkusuz 1880’lerden itibaren Almanya’nın Osmanlı Devleti’ndeki ekonomik faaliyetlerinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Buna karşın İngiltere de Orta Doğu topraklarındaki Ermeniler, Araplar ve Kürtler gibi bağımsızlık peşinde koşan grupları destekleyerek bölgedeki politik prestij korunmaya çalışılmıştır. 

C. İngiltere’nin Orta Doğu’daki Eğitim, Kültür ve Misyonerlik Faaliyetleri 

1882 yılında Mısır’ı işgal ettikten sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını kaçınılmaz gören İngiltere, Orta Doğu’da sistemli bir şekilde faaliyet göstermeye başlamıştır. İngiliz Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak Orta Doğu Sekreterliği tarafından sürdürülen bu faaliyetler, 1938’de önce Orta Doğu Savunma Komitesine, 1945 sonrasında ise Orta Doğu bürosuna aktarılmıştır.35 Bu faaliyetlerin başlıca amacı, İngiliz Hükûmeti’nin günün koşullarına göre takip ettiği politikaya uygun olarak Orta Doğu’da İngiliz ekonomik, sosyal ve politik çıkarlarını korumak ve geliştirmektir.36 

İngiliz Hükûmeti bu amaçları doğrultusunda bölgeye pek çok diplomat, uzman, araştırmacı ve misyoner göndermiştir. Orta Doğu’ya gönderilen yetkililerden İngiliz hükûmetinin beklentileri ise kısaca şu şekilde özetlenebilir:37 

Hükûmetin ekonomik ve sosyal konumunu güçlendirecek yeni tavsiyeler ve öneriler oluşturmak Bölgede çalışan teknik ve uzman ekibinin çalışmaları sonucu İngiliz hükûmetine sunulan tavsiyelerin uygulanmasını sağlamak Orta Doğu sahasında çalışan diğer personel ile bilimsel ve teknik bilgi akışınısağlamak Bölge hakkında yeni bilgiler ortaya koyan bilimsel, ekonomik ve sosyal konularda araştırmalar yapmak Bölgede düzenlenen toplantıların gizlilik esası çerçevesinde gerçekleşmesini sağlamak 

 < Arap kabilelerin ekonomik işleri ile ilgilenen ileri gelenleriyle gayriresmî ilişkilerde bulunarak onların İngiliz hükûmeti lehine hareket etmelerini sağlamak. >

İngiltere’nin Orta Doğu’ya yönelik ilk politik hedefi, Osmanlı’yı parçalamak ve bölmek olmuştur. Bölgeye gönderdiği diplomat, uzman, araştırmacı ve misyonerler, bu dönemdeki İngiliz çıkarlarına uygun olarak hareket etmişlerdir. İngiliz hükûmetinin stratejik ve ekonomik değeri olan Osmanlı toprakları üzerinde, kendisine bağlı küçük devletlerin kuruluşunu destekleme politikasına uygun olarak özellikle misyonerler, Ermeniler, Araplar ve Kürtler gibi bağımsızlık peşinde koşan grupları kışkırtmıştır.38 

1840’tan itibaren İngiltere’nin Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerle yakından ilgilendiği görülmektedir. Özellikle 1880'de İngiltere'de 
Gladstone'un ve Liberal Partinin iktidara gelmesinden sonra İngiltere'nin Ermenileri sahiplenme çabaları iyice artmıştır. Bu tarihten itibaren bölgede 
faaliyet gösteren İngiliz misyonerleri aracılığı ile Protestanlık mezhebi Ermenilerin arasında yayılmaya başlamıştır. Bunun devamı olarak 1859'da 
yine İngiltere'nin çabaları ile Ermeni Protestan Kilisesi kurulmuştur. Bunun ardından İngiliz misyonerleri bölgede kilise ve okullar açmaya başlamışlardır. 
Bu kiliselerde görev yapmak üzere İngiliz hükûmeti tarafından gönderilen rahipler, öğretmenler Ermenilerin millî duygularını harekete geçirmeye 
çalışmışlardır. 

İngiltere, 1878 yılında imzalanan Berlin Anlaşması’nın Ermenilerle ilgili olan hükümlerinin de sıkı bir takipçisi olmuş ve Osmanlı Devleti’ne bu konuda baskı uygulamaya başlamıştır.39 Ayrıca bölgedeki ıslahatları yakından takip etmek için bölgeye konsoloslar atamıştır.40 

İngiliz hükûmetinin 1912-1913 Balkan Savaşlarına kadar takip ettiği politikasının başlıca amacı, Ermenilerin Ruslara yaklaşmasını engellemektir.41 Bu tarihe kadar İngiliz hükûmetince Osmanlı’nın Ermenilerle var olan sorununa, İttihat ve Terakki yönetiminin yönetimsel beceriksizlikleri nedeniyle ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının bir neticesi olarak bakılmıştır.42 1913 yılından sonra ise İngiltere, bir taraftan Ermenileri himaye konusunda Rusya, Fransa ve Almanya’yı tamamen devre dışı bırakmak isterken diğer taraftan ise Rusya ile bu konuda bir çatışmaya girmekten de kaçınmıştır.43 

Fars Körfezi’nde ve Arabistan Yarımadası’nda petrolün keşfedilmesi ile Orta Doğu, stratejik önemin yanı sıra ekonomik bir değer de kazanmıştır. 

Bu öneminden dolayı geçmişte olduğu gibi bugün de büyük güçlerin özellikle İngiltere’nin bölgeye olan ilgisinde bir azalma olmamıştır. İngiltere, Arap 
Yarımadası ve Bereketli Hilal’i ele geçirmenin tek yolu olarak bölgenin hemen hemen tamamına yayılan bir “Büyük Arap Krallığının” kurulması gerektiğine inanmıştır. 

İngiltere’nin bölgedeki öncelikli hedefi, Osmanlı Devleti’ni parçalamak için Araplardan yararlanmak olmuştur. İngiltere, bir taraftan Orta Doğu’da 
Türk hâkimiyetine karşı Arap ve Kürt milliyetçiliğini güçlendirmeye çalışırken diğer taraftan da 1899 yılında Kuveyt, 1904 yılında Umman ve 1914 yılında 
da Bahreyn ile anlaşmalar imzalayarak bu emirliklerin dış ilişkiler yükümlülüğünü üstlenmiştir. Böylelikle Basra Körfezi ve çevresindeki nüfuzunu güçlendirmiştir. Ayrıca 1885 yılında İngiliz siyaset bilimi uzmanı Harrison Andsons’a, Osmanlı Devleti ve etnik yapısı hakkında bir rapor hazırlatılmış olması İngiltere’nin bu tarihlerde dahi niyetinin Arap Yarımadası ile Türklerin bağlantısını kesmek olduğu açıkça göstermektedir.44 Mark Sykes ve İngiliz casusu Albay J. H. Lawrence Arapları, bu politikalarının bir devamı olarak da Kürtlere bağımsızlık vaat ederek Osmanlı aleyhine kışkırtmışlardır. Osmanlı hanedanlığının basit bir Anadolu emirliği hâline gelmeden tam anlamıyla barışın sağlanamayacağı fikrini Araplar arasında 
yaymışlardır.45 

İngilizlerin Osmanlı Devleti’ni parçalamak amacıyla kullandığı bir diğer millet ise Yahudilerdir. İngiliz Hükûmeti Yahudileri Filistin’e göç ettirerek bu önemli stratejik bölgede söz sahibi olmak istemiştir.46 15 Eylül 1857‘de Filistin’deki İngiliz Konsolosunun Lord Clarendon’a gönderdiği bir raporunda Yahudilerin bölgeye yerleşmek için fırsat kolladıkları ve bölge üzerinde tarihsel ve dinî hak iddialarına sahip olduklarının altı çizilmektedir. Bu amaçla Yahudilerin Filistin’e göçünün ve bu bölgede yerleşerek tarımsal-ticari faaliyetlerde bulunmalarının İngiliz hükûmetince teşvik edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Böylece Filistin ve Kudüs’teki Türk otoritesine çok zarar verilebileceği vurgulanmaktadır. Ayrıca Clarendon, raporunda Rusların toprak satın alma yoluyla sessizce bölgeye sızdıklarını, Rus yerleşme ve toprak satın alma faaliyetlerinin dikkatle takip edilmesi gerekliliği üzerinde de durmuştur.47 

İngiltere’nin hamiliğine güvenen Yahudiler, Osmanlı Devleti’nin koyduğu yasağa rağmen bölgeye göç etmeye devam etmişlerdir. Bu gelişme üzerine Mayıs 1870’de Osmanlı Devleti İngiltere hükûmetine kendi sınırları dâhilinde yaşayan azınlıkların ve milletlerin korunması konusunda herhangi bir müdahaleye ihtiyaç olmadığına dair bir ültimatom göndermişse de İngiltere, Yahudileri desteklemeye devam etmiştir.48 İngiltere, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki kontrolünü tamamen kaybetmesi için bir taraftan Yahudileri bağımsız devlet vaadiyle himayesi altına alırken49 diğer taraftan da bölgedeki Arap milliyetçiliğini körüklemiştir. 

Sonuç 

Orta Doğu, stratejik konumu, yer altı zenginlikleri dolayısıyla tarih boyunca büyük devletlerin ilgisini çekmiş; dolayısıyla da bölge zenginliklerine tek başına sahip olmak isteyen güçlerin çıkar mücadelesine sahne olmuştur. Bu emperyalist güçlerin başında İngiltere yer almaktadır. İngiltere, Berlin Anlaşması’nın yapıldığı 1878’e kadar Orta Doğu’daki çıkarlarını koruyabilmek için bölgenin rakibi olan Fransa, Rusya ve Almanya gibi büyük devletlerin eline geçmesindense eski ihtişamını yitirmiş Osmanlı Devleti’nin topraklarında kalmasını tercih etmiştir. Ancak 1878’de Kıbrıs’a, 1882 yılında ise Mısır’a yerleşerek Osmanlı topraklarının bütünlüğünün korunması politikasını terk ettiğini açıkça göstermiştir. 

1882–1914 yılları arasında İngiltere, Orta Doğu’ya hâkim olabilmek için yer yer Osmanlı’da ortaya çıkan ayrılıkçı hareketlere destek vermiş, onlara her türlü imkânı sağlamıştır. Bölgedeki milliyetçilik duygularını körüklemek, Orta Doğu’da Osmanlı hâkimiyetini ortadan kaldırmak için İngiliz hükûmeti, sistemli bir şekilde çalışmıştır. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak bölgede pek çok misyoner, diplomat, uzman ve din adamı faaliyet göstermiş, bölgede meydana gelen değişmeleri İngiliz hükûmetinin izlediği politikaya uygun hâle getirmeye çalışmışlardır. İngiltere bölgede söz sahibi olmak için Yahudileri de kullanmış, Filistin bölgesine Osmanlı’da ve hatta Rusya’da yaşayan Yahudilerin göçünü ve yerleşimini sağlamaya çalışmıştır. Böylece Yahudilerde millî birlik ve beraberlik duygusu oluşturmaya çalışan İngiltere, bu dönemde Yahudilerin hamisi rolüne soyunmuştur. İngiltere’nin bağımsız bir Yahudi devletinin kurulmasında önemli katkısı olduğu gibi günümüzde de bölgede devam etmekte olan çatışma ve huzursuzlukların oluşumunda da büyük ölçüde etkisi vardır. 

Osmanlı Devleti vatandaşı azınlıklardan “böl, parçala, yönet” prensibi ile ilk koparılanlar Rumlar olmuştur. En son koparılanlar ise Araplardır. Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu topraklarında yaşayan Arapların ilk başkaldırıları, hiç kuşkusuz başta İngiltere olmak üzere diğer emperyalist güçlerin bir ürünüdür. 

Son söz olarak diyebiliriz ki Orta Doğu dün olduğu gibi günümüzde de emperyalist güçlerin mücadele sahasıdır. Bu, bugün Orta Doğu üzerinde 
oynanmak istenen ve büyük ölçüde başarılı olduğu gözlenen çıkar çatışmalarının ve siyasi entrikaların temelinin yıllar önce atıldığı ve bugüne kadar sistemli bir şekilde uygulandığı gerçeğini karşımıza çıkarmaktadır. 

DİPNOTLAR;

1 A. Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih (1789-1900), Ankara, 1975, s. 133-134. 
2 Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, Ankara, 1978, s. 276-277. 
3 Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu; Komitacılar (Sultan II. Abdülhamit Osmanlı İmparatorluğu’nda), İstanbul, 1972, s. 19-66. 
4 Ali Kemal; Mesele-i Şarkiyye, Mısır, 1900, s.4. 
5 Hikmet Bayur; Türk İnkılap Tarihi, C. 1, Türk Tarih Kurumu Yayını, İstanbul, 1940, s. 35. İ. Hakkı Yeniay; Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, İstanbul, 1946, s. 32. 
6 Bayram Kodaman; “Plevne’nin Düşmesinden Sonra Osmanlı Dış Politikası”, Yeni Çığ Dergisi, Aralık 1981, s. 4-5. 
7 Abdurrahman Çaycı; Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2000, s. 24. 
8 a.g.e.; s. 22-25. 
9 Çaycı; s. 25. 
10 Halford l. Hoskins; The Middle East Problem Area in World Politics, The Macmillan Company Press, New York, 1954, s. 6. 
11 P. Hitti; Lebanon in History, London, 1957, s. 73. 
12 P. Mansfield; A History of the Middle East, London, 1993, s. 45. 
13 Hoskins, s. 10. E. Ingram, XIX. Yüzyılda Doğu Meseleleri, Londra, 1993, s. 80. Tuncer Topuz; Dipsiz Kuyu Orta Doğu ve Türkiye, IQ Yay., İstanbul, 2004, 
    s. 54-55. 
14 Armaoğlu; s. 222. 
15 The National Archives; FO 423/12. 
16 The National Archives; FO 423/11. 
17 Ercüment Kuran; “II. Abdülhamit Dönemi Tarih Kaynağı Olarak Sadrazam Said ve Kamil Paşaların Hatıraları”, F.Ü. Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Birinci Orta Doğu 
    Semineri (Elazığ, 29-31 Mayıs 2003), Bildiriler, Elazığ, 2004, s. 30. 
18 National Archives; CAB 17/58. 
19 Aynı Belge. 
20 Aynı Belge. 
21 Topur; s. 57. 
22 National Archives; BT 31/10579/79987. 
23 1907 Ocak ayından itibaren de İngiltere’nin Fransa ile olan iyi ilişkilerini devam ettirme çabasında olduğunu görüyoruz. Bk. National Archives; FO 800/185. 
24 Armaoğlu; s. 233-234. 
25 National Archives; FO 800/185. 
26 National Archives; FO 800/174. 
27 National Archives; FO 800/185. 
28 National Archives; FO 800/174. 
29 Aynı belge. 
30 Şubat 1914 tarihinde Fransa ile Almanya arasında gizli bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Orta Anadolu, Suriye ve Mezopotamya demir yolu inşaatı açısından 
Almanya’nın etki alanında sayılmış; buna karşılık Kuzey Anadolu ve Suriye’nin büyük bir bölümü, Filistin dâhil olmak üzere Fransa’nın etki bölgesi olarak kabul edilmiştir 
(Matthew Smith Anderson, Doğu Sorunu (1774-1923), Çev. İdil Eser,YKM Yay., İstanbul, 2001, s. 278). Bu durum, Fransa’nın neden Bağdat Demir yolu Projesi’ne 
sermaye yatırmaktan vazgeçtiğini açıkça ortaya koymaktadır. 
31 Marian Kent; Oil and Empire, Biritish Policy and Mesopotamian Oil (1900-1920), London, 1976, s. 119. 
32 a.g.e.; Gös. yer. 
33 Yusuf Hikmet Bayur; Türk İnkılabı Tarihi, C. 2-3 , İstanbul, 1943, s. 335-336. 
34 Anderson; s. 278. 
35 National Archives; FO 371/61498; FO 371/61500. 
36 National Archives; FO 371/61500. 
37 Aynı belge. 
38 National Archives; FO 602/52; FO 602/8; FO 881/5168A 
39 National Archives; FO 881/4358. 
40 1878 yılında Sivas'a Albay Wilson, Erzurum'a Binbaşı Trotter, Van'a Yüzbaşı Clayton, Kayseri'ye Yüzbaşı Cooper'i konsolos olarak atanmıştır. 
41 National Archives; FO 925/1982. 
42 Sir Mark Sykes; The Caliphs Last Heritage; A Short History Of The Turkish Empire, London, 1915, s. 208. 
43 Great Britain Foreing Office, Historical Section. Handbooks Prepared Under the Drection of the Historical Section of the Fereing Office, 
Armenia, nu. 62, London, 1920. 
44 Osmanlı vatandaşı olan azınlıklara ait nüfus bilgilerinin özellikle Arap ve Kürtlerle ilgili ayrıntılı bilgiler verildiği rapor için bk. National Archives; FO 881/5168A. 
45 National Archives; FO 226/225; FO 882/14. 
46 S. R. Sonyel; Minorities and Destruction of Otoman Empire, Ankara, 1993, s. 229. 
47 National Archives; FO 391/4. 
48 Sonyel; s. 229. 
49 National Archives;FO 83/1783; FO 83/1785. 


Kaynaklar ;

1. İngiliz Arşiv Belgeleri 

National Archives. 

CAB 17/58. 

BT 31/10579/79987. 

FO 423/12. 

FO 423/11. 

FO 800/185. 

FO 800/185. 

FO 800/174. 

FO 800/185. 

FO 800/174. 

FO 371/61498. 

FO 371/61500. 

FO 371/61500. 

FO 602/52. 

FO 602/8. 

FO 881/5168A. 

FO 881/4358. 

FO 925/1982. 

FO 881/5168A. 

FO 226/225. 

FO 882/14. 

FO 391/4. 

FO 83/1783. 

FO 83/1785. 

2. Eserler 

ALİ KEMAL; Mesele-i Şarkiyye, Mısır, 1900. 
ANDERSON, Matthew Smith; Doğu Sorunu (1774-1923), Çev. İdil Eser, YKM Yay., İstanbul, 2001. 
ARMAOĞLU, A. Fahir; Siyasi Tarih (1789-1900), Ankara, 1975. 
BAYUR, Yusuf Hikmet; Türk İnkılap Tarihi, C. 1, Türk Tarih Kurumu Yayını, İstanbul, 1940. 
ÇAYCI, Abdurrahman; Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2000. 
Great Britain Foreing Office; Historical Section. Handbooks Prepared Under the Drection of the Historical Section of the Fereing Office, 
Armenia, nu. 62, London, 1920. 
HITTI, P.; Lebanon in History, London, 1957. 
HOSKİNS, Halford L.; The Middle East Problem Area in World Politics, The Macmillan Company Press, New York, 1954. 
KENT, Marian; Oil and Empire, Biritish Policy and Mesopotamian Oil (1900-1920), London, 1976. 
KODAMAN, Bayram; “Plevne’nin Düşmesinden Sonra Osmanlı Dış Politikası”, Yeni Çığ Dergisi, Aralık 1981. 
KURAN, Ercüment; “II. Abdülhamit Dönemi Tarih Kaynağı Olarak Sadrazam Said ve Kamil Paşaların Hatıraları”, F. Ü. Orta Doğu Araştırmaları 
Merkezi Birinci Orta Doğu Semineri (Elazığ, 29-31 Mayıs 2003), Bildiriler, Elazığ, 2004. 
MANSFİELD, P.; A History of the Middle East, London, 1993. 
INGRAM, E.; XIX. Yüzyılda Doğu Meseleleri, London, 1993, s. 80; Tuncer TOPUZ, Dipsiz Kuyu Orta Doğu ve Türkiye, IQ Yay., İstanbul, 2004. 
SONYEL, S.R.; Minorities and Destruction of Otoman Empire, Ankara, 1993. 
SYKES, Sir Mark; The Caliphs Last Heritage; A Short History Of The Turkish Empire, London, 1915. 
TEPEDELENLİOĞLU, Nizamettin Nazif; Komitacılar (Sultan II. A. Hamit Osmanlı İmparatorluğu’nda), İstanbul, 1972. 
ÜNAL, Tahsin; Türk Siyasi Tarihi, Ankara, 1978. 
YENİAY, İ. Hakkı; Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, İstanbul, 1946. 


***

AVRUPA DEVLETLERİNİN OSMANLI DEVLETİ İLE ORTA DOĞU HAKKINDA GÖRÜŞLERİ BÖLÜM 2


 AVRUPA DEVLETLERİNİN OSMANLI DEVLETİ İLE ORTA DOĞU HAKKINDA GÖRÜŞLERİ.,
 BÖLÜM 2



6 Mart 1923’te, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, İngiltere’nin, bizi Dünyaya cahil olarak tanıttığını ve bizim yorgun düşüp kendileri ile uğraşamayacağımızı düşündüklerini, İngiltere için Musul ve petrolün önemli olduğunu; ama Kerkük ve Süleymaniye’nin alınmasını öne sürmüştür.43 Aynı gün Mustafa Kemal Paşa da söz almak gereğini duydu. Paşa, ellerindeki projeyi İtilaf devletleri kabul etmezler ise yapılacak bir şeyin olmadığına, savaşmak gerektiğine; ama mümkün olduğu kadar savaştan sakınmanın şart olduğunu öne sürmüş, bağımsız yaşamak için öncelikle yönetsel, siyasal, parasal ve ekonomik bağımsızlığının44 gerektiğini hatırlatmıştır. Çeşitli konuşmalardan sonra, Saruhan Milletvekili ve 131 arkadaşının verdiği yönerge kabul edilerek görüşmelere son verildi. Verilen yönergede bağımsızlık ile bağdaşmayan koşulların kabul edilmeyeceği, ısrar edilirse savaşa gitmekten kaçınılmayacağı, bu arada barış girişimlerinin sürdürülmesi, hükûmetin Lozan Temsil Heyetine bu yönde yetki vermesi önerilmişti. Önerge, oy çokluğu ile kabul edildi.45 Burada esas olan, ülkenin bağımsızlığı ile bağdaşmayan hususların kabul edilmeyişi ve barışın devamı isteğidir. Buna göre yetki almış olan Lozan Heyetinin işi epey kolaylaşmıştır. 

Türkiye’nin plebisit (Halk oylaması) istekleri Misakımillî’ye aykırı idi. Ayrıca, çoğunluğu Arap ve Kürt olan Musul halkı hiç seçim görmemişti. Bu yüzden bunların oyları İngiltere tarafından para karşılığı elde edilebilirdi. Bu arada, II. Abdülhamit’in varislerinin Musul ve diğer Orta Doğu ülkelerindeki mülklerinin dava açılarak geri alınması da düşünülüyordu. Ama bu kazanılması çok güç bir dava olacaktı. Nitekim başarılı da olmamıştır. İngiltere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Lozan Antlaşması’nı yürürlüğe soktuğu 06.08.1924 tarihinde, Musul Konusunun Milletler Cemiyetinin gündemine alınması için başvurdu. İki devlet arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamıştı. Cenevre’de 20.09.1924’te yapılan görüşmelerde Türkiye’yi Ali Fethi Bey, İngiltere’yi de Adalet Bakanı Par Moor temsil etmişti. Milletler Cemiyeti 30.09.1924’te mevcut statükonun korunması kararını almıştı. Milletler Cemiyeti de 30.10.1924 tarihli otuzuncu oturuma katılması için Türkiye’yi resmen davet etti. 

İngiltere Musul’da 170.663 Arap’a karşın 14.895 Türk’ün yaşadığını, bu yüzden de Türkiye’nin burada hak iddia edemeyeceğini, buranın Araplara ait olduğunu sürekli öne sürmekteydi. 30.10.1924’te kurulan İnceleme Komisyonu Fethi Bey’i de dinledi. Türk hükûmetinin yetkilileri ile daha sonraki tarihlerde de görüştü. Komisyon, 27 Ocak 1925’te Musul’a gelip incelemelerde de bulundu. Komisyon üyeleri ile Musul’da yürüyüş yapan Cevat Paşa’yı destekleyen, alkışlayan büyük bir kalabalık oluşmuştu. İngiltere, propaganda mahiyetindeki bu olayı bahane ederek Cevat Paşa’nın özgürlüklerini kısıtladı. Bu arada Musul’da buna benzer başka olaylar da ortaya çıktı. Komisyon ise Musul’da çalışmalarına devam ediyordu. Nihayet, 20.04.1925’te Komisyon, raporunu bitirdi. 86 sayfalık raporda, Musul’da plebisit yapılmasına olanak olmadığı, Türk nüfusunun sayıca çok az olduğu, başta Kürtler olmak üzere vilayet halkının Türklerle birleşmek isteğini duymadığı, ekonomik ve stratejik etkenlerin Musul ve Irak’ın birleştirilmesini gerektirdiği yer almaktaydı.46 Bu kararın bu şekilde çıkması olağandı. Çünkü Musul, İngiliz işgali altında idi. Doğal olarak İngiltere, Araplar ve Kürtler üzerinde etkili oldu. Ayrıca Birleşmiş Milletlerin üyesi olan İngiltere’nin buradaki üyeleri etkilemesi de kaçınılmaz bir husus olarak görülmektedir. 

İngiltere, sorunu Türkiye ile anlaşarak çözmek istiyordu. 1926 Ocak ayında Ankara’da yapılan toplantıda, Tevfik Rüştü Bey, Ronald Charles Lindsay’a Türkiye’nin kaygılarını petrol ve Kürtler olarak açıkladı. Güneydeki Kürtler Türkiye için tehdit oluşturabilirdi. Ayrıca İngiltere’nin Hakkari üzerinde 
de istekleri vardı. Anlaşmaya varılamadı. Pazarlık süreçlerinden sonra 05.06.1924’te iki devlet arasında anlaşma imzalandı. Irak hissesinden Musul 
petrollerinin o/o 10’luk hissesi 25 yıl için Türkiye’ye ödenecekti. Bugünkü sınır da çizilmiş oldu. Türk hükûmeti o tarihlerde, petrole ihtiyaç duyulmadığından, petrolün çıkarılması güç olduğundan; ayrıca Musul’daki halkın çoğunluğunun Arap ve Kürtlerden oluşmasından, zaten Musul’un beş senedir İngiltere’nin işgalinde bulunmasından, kesinlikle buradan vazgeçmek istememesinden ve Birleşmiş Milletlerin bu yönde karar vermesinden, İtalya ve Fransa’nın da Türkiye’yi anlaşma yapmaya zorlamasından dolayı Ankara Anlaşması’nı yapmak zorunda kalmıştır. 

Fransa, daha önce de belirttiğimiz üzere çıkarları nedeni ile Orta Doğu meselesine İngiltere’den sonra büyük ilgi gösteren bir devlettir. Hatay bölgesi 
nedeni ile Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransa ile ilişkilerimiz değişik bir seyir izlemiştir. Bazı yazarlar, XVI. yüzyılda Antakya’da yaşayan halkın tamamının Müslüman olduğunu ve gayrimüslim bulunmadığını belirtirken.47 bölgede gezen bir seyyah da Hatay yöresinde az da olsa Yahudi nüfusunun olduğunu öne sürmekteydi.48 Antakya’da İngiltere 1876’da iki okul açtığı gibi Fransızlar da 1911’de bir okul açtılar. Fransa; Suriye, Lübnan ve Hatay bölgesini eline geçirmek istiyordu. 

XIX. yüzyılda Antakya nüfusu İslam, Hristiyan ve Yahudi dinlerine mensup kişilerden oluşuyordu. Etnik olarak da Türk, Arap, Rum ve Ermenilerden müteşekkildi. Son zamanlarda gayr-i Müslim nüfus bakımından Antakya, İskenderun ve Belen’de olmuştur. Antakya, özellikle Hristiyanlar için dinsel bakımdan önemliydi. Hristiyanlar da Arapça konuşmaktaydı. Müslüman ve Hristiyan halk iç içe yaşamaktaydı49. 

İngiltere, Orta Doğu üzerindeki emelleri nedeni ile Suriye’de Fransa ile mücadele ediyordu. 

XX. yüzyılın başlarında bölgede petrol varlığının ortaya çıkması da bölgenin stratejik ve askerî açıdan önemini artırmıştı. 

İngiltere, Suriye ve Orta Doğu’daki emellerini, Arapları kullanarak gerçekleş tirmek istedi. Osmanlı sultanı dışında, bir Arap halifesi olursa onu kendi nüfuzu altına alır, Suriye ve Arap topraklarında etkili olabilirdi. Bu amaç doğrultusunda misyoner okulları açtı, bölgede kendine göre haritalar düzenleyerek sınırlar tespit etti. 

İngiltere, gerçekte kendi çıkarına uygun bir Arap birliği ve bağımsızlığını istemekteydi. Gizli anlaşmalarda da bunu gündeme getirmişti. 
Fransa’ya aslında Suriye’yi kesinlikle vermek istemiyordu. İngiltere’nin,  Suriye’de Fransızları istemediklerini Lawrence, 18 Mart 1915’te Hogart’a 
yazdığı bir mektupta bizzat belirtmişti.50 İngiliz Savaş Bakanı, 9 Aralık 1918’de hazırladığı raporda da Suriye için “... 

Bizim muhafazamız altında siyasi bakımdan ise serbest bir Suriye” gereklidir demekteydi.51 

Gizli anlaşmalardan Sykes-Picot ile Musul, Fransa’ya bırakılmıştı. Lord Curzon, Musul’dan vazgeçmesi hâlinde Suriye-Filistin sınırında düzeltme yapılacağını Fransa’ya bildirdi. Daha sonra Suriye, İngilizlerin desteklemesi şartı ile Fransa’ya bırakılmıştı. 

Arap yazarlarından Muhammed Nureddin, 10 Haziran 1916’ya kadar Arapların isyan etmediğini, Osmanlı Devleti’nin “Arap memleketlerinin baskı altında olmayacağını ve devletin, Suriyelilerin istedikleri ademimerkeziyet idaresini kendilerine verme sözünü tutmak suretiyle onlara iyilik yapmakta bir sakıncanın olmadığını” kabul etmesi durumunda İngiliz ve Fransızlara Şerif Hüseyin liderliğinde savaş açacaklarını; ancak 1916 yazının başında Sadrazam Halim Paşa ve Enver Paşaların “Beyan ettiğiniz gerek Arapların (özerkliği) ve gerekse harp gibi konularda söz söylemek sizin haklarınızdan değildir.” ibaresi üzerine kendilerine savaş sonunda bağımsızlık verileceği ümidiyle ayaklandıklarını belirtir.52 Araştırıcı, bu konuda yanılmaktadır. 

Araplar ikili oynamayı tercih etmişlerdir. Suriye ve çevresi bu tarihlerde Osmanlı toprağıdır. Osmanlı Devleti topraklarının elinden çıkmasını kesinlikle istemez. Araplara bu şekilde söz verildiğine dair bir belge yoktur. Nureddin’in belirttiği gibi bu isteklerinin tam tersi olan bir belge vardır. 

Arapların bağımsızlık iddiaları bu tarihten çok önce, 1876’dan beri mevcuttur. Ama devlet, buralarda reform yapma kararını da almıştır. Ayrıca Araplara 
pek çok para yardımı da yapmıştır. Araplar da sözde Osmanlı Devleti’ne yardım edeceklerdi. Suriye’nin kabile toplumundan bugünkü hâline 
gelmesinde Osmanlı Devleti’nin rolü inkâr edilemez. 

Şerif Hüseyin her ne kadar Osmanlı taraftarı gibi görünse de oğlu Faysal ile Osmanlı Devleti aleyhinde çalışmalar yapıyordu. Şerif Hüseyin oğlu Faysal’ı Şam’a gönderdiğinde Faysal burada Arapların gizli cemiyetleri ile görüşerek İngilizlerin önerilerini inceledi. O, 23 Mayıs 1915’te Şam’da gizlice cemiyet üyeleri ile yaptığı görüşmede bir de protokol hazırladı. Daha sonra Suriyeli ve Lübnanlı liderlerin, İngiltere’ye sundukları bu protokolde Birecik, Urfa, Mardin, Midyat, Cezire-i İbn Ömer’e, doğuda Basra Körfezinden İran sınırına, batıda Kızıldeniz ve Akdeniz’den Mersin’e kadar yerlerin kendilerine ait olması isteniyordu. Ayrıca İngiltere ile bağımsız Arap devleti arasında ittifak anlaşması olacak, iktisadi alanda İngiltere tercih edilecekti. İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon’a bu protokol verilmiş, 30 Ağustos 1915’te Mahon, Arap bağımsızlığını onaylamış; ancak, sınırlar için olumlu ifade kullanmamıştı. Temmuz 1915’ten 1916 Martına kadar Şerif Hüseyin ile Mc Mahon arasında yazışmalar sürmüş ve Arap-İngiliz iş birliğinin temeli atılmıştı.53 Osmanlı Devleti bu sıralarda İtilaf Devletleri ile savaşı sürdürüyor, Çanakkale’de de başarılı sonuçlar alıyordu. İşte bu sıralarda, Suriye’de Arap topluluğu Türkiye’ye karşı komplo kurmuştur. Üstelik de Osmanlı Devleti’ne ait bu topraklarda Osmanlı taraftarıymışlar gibi 
bir hava yaratmışlardır. 

5 Kasım 1915’te, Suriye’de Şerif Hüseyin Mc Mahon’a gönderdiği mektupta, Mersin ve Adana’yı istemediklerini, Şam, Hama, Humus ve Halep’in batısındaki toprakların tamamen Arap olmaları nedeni ile sınırlarının içinde olmasını, İskenderun’un Arap devletinin dışında bırakılmasını istemişti. Bunlar gerçekleşirse Arap isyanı da başlayacaktı. 

Mektuplaşmalar bu şekilde sürüp gitmektedir. 1916 Martında, İngiltere’den isyan için 50.000 sterlin ile silah ve cephane gönderilmesi istenmiş, Mc Mahon da Şerif’e bu isteklerinin yerine getirileceğini iletmişti. Görüldüğü üzere Suriyeli Arapların bu tarihlerde bile İskenderun hakkında istekleri yoktur. Tersine İskenderun’u istememektedirler. Şerif Hüseyin, görüldüğü üzere bu tarihlerde ikili oynamaktadır. Osmanlı Devleti yanında gibi görünüp İngiltere ile ortak hareket etmektedir. Şerif Hüseyin191 isyan planını 1916 Ağustosu olarak hesaplamıştı. Ancak bir Türk birliğinin gelme olasılığı düşünülerek isyan öne alındı ve 5-10 Haziran 1916’da başlatıldı. İsyan ile ilgili yalanlardan ibaret bir beyanname yayınlayıp halkı Osmanlı’ya karşı cephe almak için aldattı. 10 maddelik bildiride, İttihat ve Terakkinin kötü idaresi, hükûmetin Mekke, Medine ve Şam’daki askerlerin oruç tutmaya mecbur olmadıkları (savaş sırasında aç açına savaş edilemeyeceği için) hakkında fetva çıkarması, padişah ve halifenin yetkilerinin sınırlandırılması, bunların din düşmanı olduğu gibi sudan nedenler yer almaktaydı.54 Araplar, Türk askerlerinden daha fazla para aldıkları hâlde, gene de Osmanlı aleyhine hareket etmişlerdir. İngiltere ve Fransa savaş sırasında Araplara ve Şerif Hüseyin’e, Osmanlı Devleti’nden daha fazla para vermişlerdir. Yalnızca Lawrence, Akabe’nin düşmesinden sonra dağıtmak için 200.000 İngiliz sterlini değerinde altın almıştır. Daha sonra bu rakam 500.000’e çıkarılmıştır. 1916 Mart-Temmuz’u arasında Şerif Hüseyin’e 258.000 sterlin ödenmiştir. 

Bu miktar 1918-1919’da 2.475.000 sterline yükselmiştir. Ayrıca, İngiltere ve Fransa, Şerif Hüseyin’e askerî yardımlarda da bulunmuştur.55 İngiltere’nin 
maddi yardımı çok daha fazla olmuştur. Bunlardan dolayı aslında Suriyeliler, Fransız mandası yerine İngiliz mandasına daha taraftardırlar. Aslında onlar 
İngiliz himayesi altında bağımsızlıklarını elde edebilecekleri gibi saf bir düşüncenin hülyası içindedirler. Bunun boş olduğunu, yanlış yolda olduklarını anladıkları anda da iş işten geçmiş olacaktır. 

Fransa, Suriye ve Lübnan’da manda idaresi kurmak istiyordu. 17 Haziran 1919’da yapılan Suriye Konferansı’nda, Emir Faysal, Suriye’nin tam 
bağımsızlığını ve Arap birliğini dile getirmişti. Eğer mutlaka manda yönetimi olacaksa bunun Amerikan mandası olması gerektiğini, bu kabul edilmezse 
İngiltere’nin mandaterliğinin daha uygun olduğunu belirtmişti. Zaten Fransa mandaterliği çoğunluk tarafından reddedilmişti. Ancak Fransa’nın, 
İngiltere’ye itirazı sonunda iki devlet anlaşmak zorunda kaldı. Suriye ve Lübnan Fransa mandaterliğine devredildi. Bu zaten Sykes-Picot anlaşmasının bir uygulamasından ibarettir. 

Kral Faysal, Fransa’yı istemediğini birçok kez İngiltere’ye beyan etmiş ise de bu, bir işe yaramamıştır. Aslında esas istediği bağımsızlıktı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Fransa, İngiltere’nin yardımı ile Suriye’yi işgal etmişti. Birinci Londra Konferansı’nda(29 Ocak 1917) Suriye’nin Fransa’ya verilmesi kabul edilmişti. Daha sonra Kral Faysal tarafından istenen bağımsızlık istekleri reddedilmiş, Fransa Kral Faysal ile geçici bir anlaşma yapmış; ama, bu anlaşma da Faysal’a destek veren İngiltere tarafından kabul edilmediğinden Suriye’de uygulanacak manda meselesi San-Remo Konferansı’na kalmıştı.56 24-26 Nisan 1920’de San-Remo’da, Lübnan ve Suriye, Fransa’nın mandaterliğine bırakıldı. Bu, Arapları şaşırttı. Protestolar bir işe yaramadı. Fransa’nın tam mandaterliği aslında 24 Temmuz 1922’de gerçekleşmiştir. İngiltere ise daha sonraları da Fransa’ya karşı nüfuz mücadelesinde Kral Faysal’ı desteklemeye devam etti.57 Ama olumlu sonuç alamadı; Faysal’ın uluslararası alanda yaptığı çalışmalar da bir işe yaramadı. 

Suriye ve Hatay sorunu ile Türkiye de ilgilenmekteydi. 24 Nisan 1920’deki Türkiye Büyük Millet Meclisindeki gizli oturumda, Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmada, Arapların hatalarını anladıklarını, Suriye’deki olağanüstü Fransız delegesi Picot’un Sivas’a gelip kendisiyle görüştüğünü, Fransa’nın Türkiye’ye karşı harekâtını kendisinin de doğru bulmadığını söylediğini; ama açıkça Fransa’nın Suriye’yi sömürge yapmak istediğini ifade ettiğini açıklamıştı.58 Mustafa Kemal Paşa, aynı konuşmada Arapların tuttuğu yanlış siyaseti de şöyle ifade etmiştir: “Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan, 1914 tarihinden evvel aynı hudut dâhilinde bulunduğumuz zamanlarda cümlemizce malumdu.” dedikten sonra, onların bağımsızlık için kuvvetlerinin yeterli olmadığını gördüklerini, düşmanlarla ortak çalışmalar yaptıklarını, hayallerini gerçekleştirmek için onların eteklerine sarıldıklarını, 
sonra bir kısmının hata yaptığını anladıklarını, bağımsız; ama Osmanlı toplumu içinde yaşamayı düşündüklerini açıkladı. Bir kısmı da daha ileri 
giderek “Bize hiçbir şekil ve surette istiklalin lüzumu yoktur. Biz halifemiz ve padişahımıza merbut olarak Camia-i Osmaniye dâhilinde bulunacağız 
dediler. Suriye’de böyle muhtelif cereyanlar mevcut idi.” diyerek açıklamış, sonra kendilerinin millî bir devlet olduğunu “Biz bi’t-tabi bir selâhiyet-i 
resmîyyeye ve ilmiyeye malik olmadığımız için efrâd-ı milletten bir heyet-i millîye olduğumuz için bu cereyanın müvellid-i hakikisi (gerçeği ortaya 
koyan) olan yine milletler vasıtasıyla temas etmiş oluruz.” hükmünü ortaya koymuş, Türkiye’nin kendi sınırları dışındaki olaylara karışmayacağını, 
Suriye’nin kendi sınırları içinde bağımsız olarak yaşayabileceğini, Fransızları kovmak için Türkiye’den para ve vasıta isteklerine bu şekilde cevap verdiklerini, 
Irak’tan gelen isteği aynı şekilde cevaplandırdıklarını, bunların bağımsız devlet olma isteklerinin iyi karşılandığını, kendi bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, 
kendileri ile birleşebileceklerini, kalben Suriye ve Irak ile beraber olduklarını söylemiştir.59 

Mustafa Kemal Paşa’nın Mecliste anlattıkları gerçekleri yansıtmaktadır. Suriye Birinci Dünya Harbi sırasında Türkiye’nin önemli merkezlerinden biriydi. Hicaz’da oluşturulan ve Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal kumandasına verilen Arap kuvvetleri, İngiltere’nin desteği ile 1918 Kasımında Suriye’yi ele geçirmişti. Savaş bittiğinde Faysal, 1920 Martında Filistin’i de içeren Suriye Krallığının başına geçirilmişti. Ama, bir ay sonra İngiltere ve Fransa, Araplara verdikleri sözü yok sayıp Filistin’in İngiliz; Suriye ve Lübnan’ın da Fransız yönetimine girdiğini ilan ettiler. İşte, Faysal’ın Türkiye’den yardım istemesinin nedeni budur. 

1 Mayıs 1920 Cumartesi günü, Meclisteki üçüncü gizli oturumda, Mustafa Kemal Paşa, Arabistan hakkında bir soru sorulması üzerine, Emir Faysal’ın kendileri ile anlaşmak için başvuruda bulunduğunu yinelemiştir. 

Faysal, Türkiye ile anlaşarak Fransızların Suriye’den kovulmasını arzu ediyor. Ancak henüz görüşmelerin gerçekleşmediği anlaşılıyor. Mustafa Kemal Paşa, bu konuşmasında konuyu şu şekilde açıklamıştı: “Suriyeliler muhtelif merkezlerden bizimle öteden beri anlaşmak istediklerini ve bazılarının da anlaştıklarını (Daha evvelki konuşmamda arz etmiştim.), bu miyanda (arada) Emir Faysal da vardı. Bizzat, yani hükûmet namına bizimle anlaşmak isteyen Emir Faysal bizimle daha evvel temasa gelmeden evvel Hükûmet-i Merkeziyye ile Suriye sultanı olan zatın o zaman gönderdikleri bir murahhas vardı. O murah hasla görüşmüştük. Emir Faysal, hükûmeti ve kendisi tarafından tasdik edildikten sonra tekrar buraya gelmesini söyledik (anlaşma esasları kaleme alınmış fakat) imza vaz olunmamış. Ne’van-ma (Bir suretle) bir müsvedde yapılmıştı. Evvelki gün Mardin’den verilen bir telgrafta o zat Iraklı Sıtkı Bey namında bir zat tekrar buraya gelmek üzere hareket etti.”60 
Görüldüğü üzere Arap dünyası ihanetin bedelini ağır  ödemektedir. 

Fransa, 20 temmuz 1920’de Suriye’yi işgal ederek Şam merkezli bir idare kurdu. Fransızların yol yapımı ve bazı hizmetlerine karşın Fransız halkı gene de Fransa’dan hoşlanmadı. Fransızlara karşı mücadeleye başladı. 

Fransa, güney Anadolu’dan çekilirken silahlarını Türkiye’ye vermiş ve Ankara İtilafnamesi’ne göre bir gümrük anlaşması yapılmasını istemişti. 15 
Haziran 1922 tarihli 55. gizli oturumda, Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey, gümrük anlaşması şartının zaten anlaşmada bulunduğunu ve yapılması gerektiğini açıkladıktan sonra gümrük anlaşmasının bize zararı olan maddelerini de açıklamış ve iptalini sağlamıştı.61 Bizi esas ilgilendiren husus İskenderun bölgesi idi. 15 Haziran 1922 tarihli gizli oturumda, Hüseyin Rauf Bey, Suriye hakkında fazla bilgi veremeyeceğini, Fransızlar ile sert tartışmaların olduğunu izahtan sonra, Antakya hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirmişti: “Arkadaşlar, Antakyalı kardeşlerimiz için bizim de kalbimiz kanıyor. Tabii, istikametini, mesaisini sizin emelinize tevhit etmek (birleşmek) isteyen ve şüphesiz sizin fikrinizde olan murahhaslarımız düşünüyor. Fakat çok rica ederim, aleni celsede bu mesele suallerle, takrirlerle mütemadiyen (sürekli) karıştırılacak olursa hüsn-ü netice (iyi sonuç) vermeyeceği kanaatindeyim.”62 Hüseyin Rauf Bey, 28 Ocak 1923’te gizli toplantıda yaptığı konuşmada da Poincar ile mülakatında gazeteler de İskenderun’da Fransız zulmünün yer aldığını, buna engel olunması gerektiğini, İskenderun’da Ankara İtilafnamesi’ne göre kurulacak özel idarenin gerçekleşip gerçekleşmediğini sorduktan sonra, Fransa’nın İngiltere’nin iltifatlarına kapılarak sulhu ertelediğine de işaret etmişti.63 

5 Mart 1923’te İskenderun meselesi gizli oturumda gene gündeme gelmiştir. Tevfik Rüştü Bey Misakımillî’yi tehlikeye düşürecek bir hareket yapmadığını izahtan sonra, “Mesela, vaktiyle Ankara İtilafnamesi’nde ben hiçbir zaman İskenderun’un bizden ayrılmasını imza etmedim. Yani kâni olmadım ve onu hiçbir zaman muahede diye kabul etmedim.” Demişti.64 Aynı gün söz alan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Fransa’nın İskenderun ve Antakya konusunda verdiği sözü tutmadığını ifade etmiş ve Fransızları suçlamıştır.65 6 Mart 1923’te ise Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, Antakya, İskenderun halkının Ermeni zulmünde inlediğine işaret etmiştir: “Antakya, İskenderun o havali hep Müslüman Türk’türler arkadaşlar. Ne Araptırlar ne Kürt’türler. Arkadaşlar, bunlar ağlıyorlar, sızlıyorlar; Fransa satır altında değil, Fransa’nın mukadderatına musallat ettiği ezeli Ermenilerin satırı altında feryat ediyorlar. Bu feryatlarını biz işitmiyoruz, kulağımızı tıkamışız. Çünkü siyaset yapıyoruz arkadaşlar siyaset böyle değildir.”66 Ancak İskenderun , Antakya yani Hatay bölgesi için bu tarihlerde Mecliste yapılan ateşli konuşmalar bir sonuca ulaşamamıştır. 

Fransa, bundan sonra bölgeye daha fazla hâkim olmak için Suriye’de Türk düşmanlığını körüklemiştir. Okullardaki kitaplarda sivil ve askerlere Türk 
düşmanlığı ve Türklerin Arapları geri bıraktırdığı tezi işlenmiştir. Fransa bu politikasını 20 Temmuz 1920’den itibaren on altı yıl sürdürmüştür.67 

Ancak Hatay meselesi Fransa’yı meşgul eden ilk ve en önemli problemlerdendi. Fransa, 1936 Eylülünde Suriye’de iki askerî üs ile dış politikada ve ekonomik 
önceliklere sahip olmak şartı ile Suriye’nin bağımsızlığını tanıdı. Böylece Suriye’de manda idaresi son buldu. Suriye tam bağımsızlığa 1946’da kavuştu.68 Fransa bu durumda Hatay konusunda tutumunu değiştirdi. İskenderun sancağının ayrı bir yönetime kavuşturulmasını onayladı. Daha sonra Hatay Devleti 1939’da Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldı. Ancak Suriye bunu bir türlü kabullenemedi. Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmasında, Devlet Başkanı Tayfur Sökmenin büyük yararları olmuştur.69 Suriye’de Vatani adlı cemiyet ve Kominist Fırkası Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kesinlikle kabul etmemiş, gösteriler yapmışlarsa da Suriye Parlamentosu Başkanı kararı kabul etmekten başka çarelerinin olmadığını söylemek zorunda kalmıştır.70 

Sonuç 

İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’daki politikalarını XIX. yüzyılda belirlemişti. ABD ise XX. yüzyılın başlarında belirledi. Bu üç devletin ortak hedefi petroldü. 1844’teki Lübnan olaylarına Fransa ve İngiltere katılarak bu tarihlerde Orta Doğu’ya ayak basmışlardı. II. Abdülhamit, İngiltere’nin Orta- Doğu’daki hedeflerini ve çalışmalarını sürekli olarak dile getiriyordu. XIX. yüzyılın sonlarında Kürt ve Ermeni sorununun ortaya atılması, San-Remo ve 
Sevres’de Osmanlı topraklarında Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasının yer almasının nedeni zayıf bir Osmanlı Devleti ile Orta Doğu’da İtilaf devletlerinin arasında tampon devletler oluşturmak amacından kaynaklanmaktadır. Bu düşünceler Türkiye Devleti kurulduktan sonra da devam etmiş olup hâlen devam etmektedir. Ancak kuvvetli bir Türk Devleti bu düşünceye her zaman set çekecektir. 

DİPNOTLAR;

1 Hocaoğlu; Mehmed; II. Abdülhamid’in Muhtıraları, İstanbul 1998, s. 56-57. 
2 A.g.e; s. 126. 
3 Ali Fuat Cebesoy;1907’de Misak-ı Millî, (Hazırlayan Faruk Sükan-Cemal Kutay), İstanbul 1989, s. 46. 
4 Hocaoğlu; II. Abdülhamid’in Muhtıraları, İstanbul 1998, s. 54-55. 
5 İhsan Şerif Kaymaz; Musul Sorunu, İstanbul 2003, s. 92-101. 
6 A.g. e.; s. 132-136. 
7 Aygün Aytar; Yeni Belgeler Eşliğinde II. Dünya Savaşı Sırasında Türk- Sovyet İlişkilerinde “İran Gerginliği”, Fırat Üniversitesi Orta-Doğu Araştırmaları 
   Dergisi, C. 3, Sayı 2, Elazığ 2004, s 137-141. 
8 Ahmet Hurşit Tolon; Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr’e Giden Yol, Ankara, 2004, s. 240. 
9 Evans Laurence; Türkiye’nin Paylaşılması “1914-1918” (Çeviren: Tevfik Altınay), İstanbul 1972, s 46-50. 
10 Çağrı Erhan; ABD’nin Orta Doğu Siyasetinin Muhtemel Sonuçları, Ankara 2001, IX. Askerî Tarih Semineri, C. 1, s. 74-76. 
11 Kaymaz; s. 43-46 
12 Mehmet Özdemir; Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesinde Propaganda ve Casusluğa Karşı Alınan Tedbirler; Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı:4, 
    Ankara 2004, s. 58-59. Orhan Ak; Irak’ta Türk Ordusu 1914, Ankara 2004, s. 193-198. 
13 Rathmann; Berlin-Bağdat :Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi (Haz: Ragıp Zarakolu), İstanbul 1982, s. 24-26. 
14 Kılıç, Sezen: Türk-Alman İlişkileri ve Türkiyedeki Alman Okulları, Ankara 2005, s.41 
15 Earle, Edward Mead: Bağdat Demiryolu Savaşı( Türkçesi: Kasım Yargıcı), İstanbul 1972, s. 27-28 
16 Kılıç, Sezen;a.g.e., s.46 
17 Hatipoğlu, Süleyman: Türk-Fransız Mücadelesi, Ankara 2001, s35-36 
18 Hatipoğlu; s. 40-41. 
19 İzzet Öztoprak; Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, Ankara 1981, s. 159. 
20 Selçuk Ural; Mondros Mütarekesi Sonrası İngilizlerin Irak Cephesinde Gerçekleştirdiği İşgaller, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 4, Ankara 2004, s. 34-40. 
21 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, Ankara 1977, s. 12, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını. 
22 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, Ankara 1977, s. 75. 
23 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; C. 3, s. 69. 
24 Kaymaz; s. 251-262. 
25 Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları; C. 3, Ankara 1985 s. 1172. 
26 Kaymaz; s. 285. 
27 Türkiye büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, Ankara 1985, s. 1220-1224. 
28 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, s. 1238-1239. 
29 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; C. 3, s. 59. 
30 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, Ankara 1985, s. 1305-1306. 
31 a.g.y.; s. 1309. 
32 a.g.y; s. 1310. 
33 a.g.y; s. 1311-1312. 
34 a.g.y.; s. 1312-1314. 
35 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; C. 3, s 1317-1318. 
36 a.g.y.; s. 1319. 
37 a.g.y.; C. 4, s. 80. 
38 a.g.y.; C. 4, s. 99-103. 
39 a.g.y.; C. 4, s. 88. 
40 a.g.y.; C. 4, s. 93. 
41 A.g.y; C. 4, s. 112. 
42 a.g.y.; C. 4, s.131-140. 
43 a.g.y.; C. 4, s. 161-163. 
44 a.g.y.; C. 4, s. 173. 
45 a.g.y.; C. 4, s. 181-181. 
46 Kaymaz; s. 454-455. 
47 Halil Sahillioğlu; Antakya, İslam Ansiklopedisi ( Diyanet Vakfı Yayını), C. 2, İstanbul 1993, s. 231. 
48 Hans Derschuarn; İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü ( Cev: Yaşar Önen), Ankara, 1987, s. 112-148. 
49 Adem Kara; 19. Yüzyılda Bir Osmanlı Şehri: Antakya, İstanbul 2005, s. 63-66. 
50 Philip Knightley - Colin Simpson; Lawrens’in Hayatı (Çeviren: Cüneyt Emiroğlu) İstanbul 1975, s. 75. 
51 Ömer Kürkçüoğlu; Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), s. 162- 167. 
52 Muhammed Nureddin; Arap-Türkiye İlişkilerinin Bugünü ve Geleceği, Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, C. 3, Sayı 1, Elazığ 2005, s. 172. 
53 Ömer Osman Umar; Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938), Ankara 2004, s. 182-226. 
54 A.g.e; s. 227-237. 
55 A.g.e; s. 243-246. 
56 William L.A. Cleveland; History of tha Modern Middle East, Oxford 1999, s. 161-165. 
57 Umar; s. 370-375. 
58 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları; Ankara 1985, C. 1, s. 5. 
59 Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları; C. 1, 2-3. Mustafa Albayrak; Türkiye’nin Orta Doğu Politikaları (1920-1960), Elazığ 2005, 
     Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, C. 3, Sayı 2, s. 4-6 
60 Türkiye Büyük Millet Meclisi , Gizli Celse Zabıtları; Ankara 1985, C. 1, s. 24. 
61 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gizli Celse Zabıtları, s. 414-434. 
62 a.g.y.; C. 3, s. 151. 
63 a.g.y. 
64 a.g.y.; C. 4, s. 127. 
65 a.g.y.; C. 4, s. 133. 
66 a.g.y.; C. 4, s. 164. 
67 Mehmet Saray; Türkiye ve Yakın Komşuları, Ankara 2006, s. 80-81. 
68 Patrıck Seule; Asad of Syria. The Struggle for the Middle East, London 1986, s. 15-22. 
69 Konu ile ilgili geniş bilgi için bk. Tayfur Sökmen; Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, İstanbul 1999. Abdurrahman Melek; Hatay Nasıl Kurtuldu, İstanbul 1999. 
    Umar; s. 506-508. 
70 Cumhuriyet; 15 Temmuz 1937, 16 Temmuz 1937, 17 Temmuz 1937, 18 Temmuz 1937. 



***